Kayıp Masallar 3 (29. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?

Mirasçılar

Gün doğup yola çıkmadan önce Ramsy aracın deposunu doldurmak için erkenden kalkmıştı. Geri döndüğünde Nuna ve Emma bebekler yüzünden ayaktaydı. Ramsy yukarı katta kalan odaların tek tek kapısını tıklatmış ev uyanmalarını saylamıştı. Achube hemen kalkıp kapıyı açmış ve Ramsy’e bakıp gülümsemişti. “Neden bu kadar erken kalktın?” dedi. Ramsy ona bakıyordu.
“Araba bulmamız lazım. Bu şekilde yolculuk yapamayız. Bir araba daha.” Dedi. Achube onu baştan aşağı süzmüştü. “Bu sefer ben senin kucağında mı yolculuk yapsam acaba?” dedi. Ramsy onun konuyu saptırmasına izin vermemek için birkaç adım geri çekilmişti.
“Ciddiyim, bu şekilde çok fazla durmak zorunda kalacağız. Mola verdikçe risk altında oluruz. Bay Roluge’nin sağlığı iyi değil ve bebekler yolculuğu zorlaştırıyor. Bayan Orgraf ise lohusa…” dedi. Achube iç çekip kapının kenarına yaslanmıştı.
“Peki, ilgileneceğim.” Demişti. Achube ona göz devirince Ramsy gülümsemişti.
“Hayatımda ilk defa bu kadar uzağa gidiyorum. Kuzey’i merak ediyorum. Hep oradan gelenler oranın savaştan uzak ve rahat bir yer olduğunu söylerdi. Doğru mu?” dedi. Achube aslen Güneyliydi. Bu yüzden buna cevap verme konusunda tereddüt etti. Güneyliler limana yakın şehirlerinde hep kaos içinde yaşayan ve fabrikaların boğduğu kırsalda çürüyen insanlarken Kuzeyi övme konusunda tedirgindi.
“Öyledir.” Andrjez kapıdan çıkarken saçlarını geriye doğru eliyle çekiştiriyordu. “Teğmen Dejan siz aslen Kuzeylisin değil mi?” dedi. Andrjez başını sallayıp ellerini ceplerine sokmuştu.
“Evet, annem de babamda kuzeyli. Orası onların zamanında çok daha güzelmiş.” Dedi. Achube onların bu kadar sakin konuşmasına şaşırmıştı. Kavgalı değillerdi. “Eski imparatorluk sarayı Kuzeyde değil mi?” Ramsy bunu heyecan ve merakla sormuştu. Andrjez başını sallamıştı. “Evet, hatta büyük babamın babası eski imparatorluk subaylarındanmış ve orada görev yapmış. Merkez saray yapılınca oraya gitmeyip uzun süre oradaki işlerle ilgilenmiş.” Ramsy hayranlıkla ona bakmıştı. “İmparatorluk subayı demek. Yüzbaşı Dejan ve sizin de orduda olmanızın sebebi…”
“Evet, ailemdeki bütün erkekler tarihleri boyunca hep imparatorluğa hizmet etti, amcalarım, babam, büyüm babam ve onun büyükleri…”
“Peki kadınları?”
“Ailem kadınların orduda olmasını hep saçma bulmuştur. Erkekler kadar güçlü olacağına inanmazlar. Kuzenlerim hala öyle. Abim ise bunu hep yanlış buldu. Ben zaten ne imparatorluğa inanıyorum ne de ailemin saçma kurallarına.” Ramsy ona hayranlıkla bakıyordu.
“Büyük bir ailen varmış. Köklü.”
“Bir anlam ifade edip bana faydası olmuyor. Sadece yük!” Achube başını sallamıştı.
“Aileler hep yüktür. Kız kardeşlerim soy adlarını başka adamlardan alarak kendilerini kurtardı.” Dedi.
“Çok yazık, bizim ailemizde herkes soy adını ölene kadar taşıyor. Birde aynı saçma soy adını evlendikleri kadınlara ve doğan çocuklarına yüklüyorlar.” Ramsy bunu duyunca şaşırmıştı.
“Kadınlar şanslı ama soy adlarını değiştirebilirler.” Andrjez bunu duyunca gülüp yürümüş ve Ramsy’in omzuna elini koymuştu. Ciddi bir yüz ifadesiyle ona bakmıştı. “Ailemde hiç kız bebek doğmadı. Hiç!” demişti. Konuşmayı bölen şey Milos’un apar topar odadan çıkması olmuştu. Pantolon askılarını hızlıca çekiştirip onları görmezden gelip yanlarından geçip giderken hepsi ona bakıp kalmıştı. 
“Günaydın!” diye bağırmıştı Andrjez arkasından. O zaman durup onlara doğru bakıp birkaç saniye öylece kalmıştı. Yürümeye başlayıp yanlarına doğru gelirken üstünü düzeltiyordu.
“Geç kaldım sandım. Dün uyuyamadım, gün doğarken sızıp kalmışım.” Demişti.
“Bir saate kalmadan çıkarız.” Demişti Achube Ramsy’e yürümesini işaret ederken. Milos onlara bakıyordu. Kafasında bir şeyler eksikti. Bunu hissediyor ama çözemiyordu.
“Siz nereye gidiyorsunuz?” Milos onları durdurmuştu.
“Araba bulacağız. Bu saatten sonra mola vermeyeceğiz. Andrjez’in kucağında rahatım diyorsan…” Achube bunu söyleyip imalı bir bakış atmıştı. Milos kızaran yüzünü saklamak için hemen sırtını dönmüştü. “Araba iyi olabilir.” Demişti. Achube odasına doğru geri dönüp ceketini alacağını söylemişti. Ramsy ise kapının orada dikiliyordu.
“Aracı nereden buldunuz?” Milos bunları Ramsy’e sorarken bir yandan da koridordaki boşluğa bakıyordu. “Benzinlikte birkaç eski araç var. Çalışabilir durumdalar. Ucuza alabiliriz birini.” Ramsy bunları söyleyip onun baktığı boşluğa bakmıştı.
“Ödemeyi nasıl yapacaksınız?” Bu sefer Andrjez sormuştu. Achube paltosunu giyerek dışarı doğru süzülmüştü. “Biraz birikmiş var elimde. Sorun olmaz.” Milos hala aynı boşluğa gözleri dikili şekilde konuşmaya başlamıştı.
“Çek defterim ilaç çantasında, muhtemelen Doktor Vasile koydu. Belki de ben koydum…” Kafası karışmış halde koridorda gözleriyle bir şeyler aramış ve merdivenlerin hemen oradaki küçük pencerede gözleri kilitlenmişti.  
“Gerek yok. Dursun. Nakit para ile ödeme yaparız. İz kalmaz.” Demişti. Milos bunu söyleyen Achube’ye göz ucu ile bakmıştı. “Haklısın. Her neyse…” demiş ve hemen pencereye doğru yürümüştü. Ramsy onda tuhaf bir şey olduğunu sezen tek kişi değildi.
“Kar ne zaman başladı?” demişti Milos heyecanla pencereye bakıp kafası karışık şekilde karla kaplanmış kasabanın yarım görüntüsünü izlerken. Zarar gören tek şey bu sabah gördüğü anısı değildi.
“Dün!” demişti Andrjez cama doğru yaklaşıp. “İlaçlarını aldın mı?” diye sorarken onu baştan aşağı süzüp elini uzatmıştı.  Milos başını sallamış ve onun elini tutmuştu. Andrjez ise ondaki tuhaflığı görmek için elini yakalamıştı. Neler olduğunu hissetmek istemişti ama sadece bir boşluk vardı.  Bir süre ona bakıp öylece durmuştu. “Gidip Emma ve Nuna’ya bakalım. Hadi.” Demiş ve onu çekiştirmişti. Milos başını sallayıp boş ifadeyle onu takip etmeye başlamıştı. Aşağı inip bebeklerin uyanması ile hazırlıklar sürerken yeni ufak bir araba bulup gelmişti. Toparlanmaya başlamış ve hemen hemen yola çıkmaya hazırlardı. Achube arabaları kimin süreceği konusunda Ramsy ile hararetli bir konuşma içindeydi.
“Bence Milos, Nuna ve sen bir arabada git. Arabayı sen kullanırsın. Ve Bayan Orgraf ve Bayan Nuna bebeklerle beraber büyük arabada oluruz.” Achube iç çekmişti.
“Nuna ve Emma’yı bölelim. Ben neden ayrı gidiyorum?” diye çıkışmıştı. Andrjez ikisine bakıyordu. “Yol boyu kucağında bir bebek olmasına karşı değilsen olur.” Demiş ve Ramsy’in ona uzattığı anahtarı kapmıştı.  “Nuna bizimle geliyorsun.” Demişti.  Milos kenarda durmuş arabalara bakıyordu.
“Hey Milos!” Andrjez ona bakıp dikkatini çekmek için seslenmişti. “Hadi!” diye arabayı göstermişti. Milos kaldıkları pansiyona bakıp başını sallamıştı. Bir şeylerin eksikliğini hissetmek rahatsız ediciydi.

Birkaç saat sonra aynı pansiyona batı kolordudan gönderilen birileri ziyarete gelmişti. Milos ve diğerleri kadar hoş görülü değillerdi.
“Tekrar soramama gerek var mı hanım efendi?” Yüzbaşı Lows çizmesini silkeleyip sandalyeden kalkmıştı. Karşısında sandalyede korku içinde göz yaşlarına boğulmuş halde titreyerek oturuyordu. Dün gelen kişiler hakkında sorulan sorulara bildiği gibi cevap vermiş ama bu ne tırnaklarını kurtarmış ne de kemiklerinin kırılmasına engel olmuştu.
“Efendim!” içeri elinde bir çanta ile bir teğmen girmişti.
“Baktınız mı odalar?” demişti Lows karşısında selam veren teğmene bakıp. “Buldunuz mu bir şeyler?” derken elindeki çantaya dikmişti gözlerini. “Evet efendim. Üst kattaki odalardan birinde bunu bulduk. Alt katta ise bebek beşiği vardı.” Lows iç çekmişti.
“Sevgili nişanlım doğum yapmış. Bunu duymak hem mutlu etti hem beni üzdü.” Kadın ağlayarak titriyordu. Lows onun yanına gelip elini omzuna koyduğunda kadın korku içinde taş kesmişti.
“İki bebek demiştin değil mi?” kadın yutkunup başını salladıkça burnundan kan geliyordu.
“Bu ikiside sarışın kadının mıydı?” kadın ona bakıyordu. Nuna ve Emma sarışındı ve ikiside tip olarak benzese de Nuna daha uzun ve daha olgundu.
“Genç kadının…” dediğinde Lows birden gülmüştü. “Demek iki tane çocuğum oldu. Çantayı getirin.” Demiş ve masaya bırakılan çantaya doğru yürümüştü.
“Efendim çantada Roluge adına çek defteri ve ilaçlar var.” Demişti. Lows heyecanla gülüp çantayı kurcalamaya başlamıştı.
“İşe bak. Bunu unutacak kadar acele mi ayrıldılar? Ve bu hanım efendi onların aceleci olmadığını söylüyor. Yalan söyleme konusunda başarısız.” Demiş ve şırıngayı kutusunu çıkarmıştı. “Doğru hatırlıyorsam Bayan Lannel bu ilacın Bay Roluge’ye göre üretildiğini söylemişti.” Teğmen elleri arkasında bağlı olduğu yerde duruyordu.
“Evet efendim. Taş kullanıcıları ve kan sahibi dışında kullanılması zehir etkisi yaratabilir.” Yüzbaşı Lows birden gülüp şırıngalardan birisini alıp ufak şişeden yüksek doz ilaç çekmişti şırıngaya.
“Nasıl bir etkisi olduğunu merak ettim.” Derken kadına dönmüştü. Teğmen ona bakıyordu. Gülümseyip dikilen adamlara dönmüştü.
“Onu sıkıca tutun.” Demiş ve Yüzbaşı Lows onu takdir ediyor mu diye göz ucu ile ona bakmıştı. Lows ise dikkatle şırıngaya bakıyordu. “Bir insanın vücuduna cıva enjekte edildiğinde yavaş yavaş öldüğünü görmüştüm ama bu garip ilacın nasıl etkisi var hiç görmedim.” Dedi. Kadın korku içinde yardım ve af dilenirken koluna batan şırıngadan yakıcı bir sıvı damarlarına doğru akmaya başlamıştı. Önce bütün vücudunu saran damarların yandığını sonra nefes alamadığını hissetti. Sonrasında ise ak ciğerlerine kan dolarken konuşmak için çırpındıkça kan kustuğunu gördü. Gördüğü son yüz ise Lows’un ona merakla bakan yüzüydü. Sandalyeden düşerken dudaklarını aralayıp Lows’un yakasını yakalamak için ellerini uzatmıştı.  

Milos arka koltukta uyurken birden nefesi kesilmiş gibi uyanıp acı bir soluk çekmişti. Elini boğazına doğru götürmüştü. Andrjez ona bakmak için arkaya doğru başını çevirmişti. Nuna ise hemen arkaya doğru dönmüştü. Milos saç diplerinden sızan teri hissediyordu. Gözlerini ona bakan Nuna’ya kilitlemişti.
“Çantam…” derken elini göğsüne doğru kaydırmıştı. Nuna bir an için çantanın nerede olduğunu düşünürken Milos başını geriye doğru atmıştı. “Pansiyonda kaldı.” Andrjez bunu duyunca birden frene basmıştı. Arkadan onları takip eden Ramsy’de hemen firene asılmıştı. Andrjez yolda dönmek için hazırlanırken Milos doğrulmuştu. “Durmamamız lazım.” Demişti. Nuna ona bakıyordu. Uzanıp elini alnına doğru koymuştu.
“Dayanabilir misin?” demişti Nuna onun gözlerine dikkatle bakarken. Milos başını sallamıştı. Andrjez emin değildi. Geri dönüp alabilirlerdi ilaçları. Ramsy onların hareket etmesini bekelerken arabadan inmeye karar vermişti. İnip onların arabasına doğru yürürken Andrjez’de inip arka kapıyı açmıştı. Milos acı çekiyordu ve yola devam edemezdi. İçeri doğru girmiş ve onun elini tutup oturmuştu.
“Sakinleş, nefes almaya çalış:” demişti. Ramsy açık kapıdan içeri doğru bakmak için eğilmişti.
“Neden durduk?” dediğinde Nuna kayarak onları görmek için ortaya doğru kaymıştı.
“Milos’un ilaç çantası pansiyonda kalmış. Şimdi ağrıları başladı.” Ramsy bir süre düşünmüştü.
“Geri dönemeyiz. Dayanabilir mi?” dedi. Milos gözlerinden akan yaşları boşta olan eliyle silmişti. Başını sallamıştı. Ramsy arakada kalan arabaya bakmak için doğrulmuştu.
“Teğmen Dejan siz onunla kalın. Achube arabayı kullanabilir mi soracağım. Bayan Nuna siz isterseniz bebekler için gelin ve Bayan Orgraf’ a yardım edin.” Dedi.  Nuna direksiyon tarafına doğru kayıp direksiyonu sıkıca kavramıştı.
“Ramsy arabaya geri dön. Ben kullanabilirim.” Demişti. Milos acı bir tebessümle Ramsy’e bakmıştı.  “Tamamdır. Sizi takip edeceğiz.” Demişti. Nuna araba kullanmayı baş kenette öğrenmişti. Kadınları çok fazla direksiyon başında görmek çok zordu. Nuna ise bu konuda yetenekli olduğunu hissediyordu.
“Sarsmamaya çalışacağım.” Demişti. Milos ve Andrjez arkada oturuyordu. Yolculukları devam ederken iki arabada sessizce Başkentten uzak dağ yolundan Kuzeye geçmeye hazırlanıyordu. Milos artık acıdan yorgun düşüp uyumaya başlamıştı. Uyku ve baygınlık arasında bir sınırda hareketsizce Andrjez’e yaslanmış duruyordu. Dağ yolu kullanılmayan bir yerdi. Ve yolun karla kaplı olması korkusu hepsinin aklındaydı.
“Yol kapalıysa ne yapacağız?” Achube kucağındaki bebeği uyurken nazikçe sallarken Ramsy’e dönmüştü. Ramsy ilk defa batıdan bu kadar uzaktı. Soru sorabilecek son kişiydi. İlerlerken bir kalabalık görmüşlerdi. Bir iki araç dağ yolunda durmuştu. Nuna sakince frene basmış ve kalabalığa yakın yerde durmuştu.  
“Neler oluyor?” demişti. Nuna sıradan insanlardan oluşan kalabalığa dikmişti gözlerini.
“Bakıp geleceğim.” Demiş ve arabadan çıkmadan önce dönüp Andrjez’den silahı islemiş ve eteğinin beline doğru sıkıştırmıştı. Hava soğuktu. Çıkar çıkmaz şalına sıkıca sarılmış ve kalabalığa yürümüştü.
“Yolda durmanızın bir sebebi mi var?” seslendiği kalabalık ona dönmüştü. İçlerinden elleri belinde bir adam sinirle halde konuşurken soğuktan yanaklarının kızarıklığı atkının altından çıkmıştı. “Çığ düşmüş. Yol kapalı. Geri dönmek için hazırlanıyoruz. Sizde dönün.” Demişti. Nuna kaşlarını çatıp etrafa bakınmıştı. “Yolu açmayı denediniz mi? Eğim çok fazla eğer kayan kar aşağı doğru…” Adam bu sefer hızlı hızlı konuşurken sinirden gözleri de kızarmaya başlamıştı.
“Dağın tepesinden daha mı çok kar düşsün? Cehalet gerçekten cehalet.” Diye çıkışmışken kenarda duran adam sıkkın halde nefes vermişti.
“Tinelin önünü açıyorlar. Çığ tünelin önüne düşmüş. Arkadaşımın kusuruna bakmayın eve erken gitmeye çabalıyor. Ama tanrı onu burada tutmakta kararlı.” Demiş ve gülmüştü. Nuna ilerdeki tünelde çalışanlara bakmıştı.
“Anladım. Gidip arkadaşlarıma söyleyeceğim.” Demişti. Arabaya dönmüş ve dışarı çıkmış Ramsy ve Achube ile konuşurken ilerdeki tüneli göstermek için dönmüştü. Tünel uzak değildi ve bir kaç kişi önünde hummalı şekilde çalışıyordu.
“Gidip yardım etsek iyi olur.” Demişti Achube. Öneki arabaya gözlerini çevirmiş ve sesini alçaltarak konuşmaya başlamıştı. “Milos nasıl? Sabah durumu kötüydü. Şimdi ilaçları da yok.” Dedi. Nuna başını sallamıştı. “Doktorun evindeki kadar şiddetli değil. Uyuyor gibiydi. Andrjez onunla.” Dedi. Ramsy burnu sızlamış gibi elini burnuna doğru götürmüştü. “Teğmen Dejan galiba gerçekten eski anlatılan masallardaki gibi bir sihirbaz.” Dedi. Nuna gülüp başını sallamıştı. Hadi gidip tünele yardım edin. Bende bebeklere ve Emma’ya bakacağım.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı. Achube ise sigara içmek için dışarı çıkan Andrjez’e dikmişti gözlerini. Ramsy ile tanıştıklarında Ramsy’in sigara içmesi hoşuna gitmemişti. Genel olarak sigara kullanılmasından hoşlanmıyordu. Kokusu ve küllerini kirli ve mide bulanıcı buluyordu. Şimdi ise bir şeylerden kaçmak için kendini sigara yakarken buluyordu.
“Andrjez bana da bir dal var.” Demişti ama Ramsy onun önüne geçip uzatılan sigarayı almıştı. “Bir sigara çok pahalı. Tütün yetiştirmek zor ve onu almak için harcanan parayı kazanmakta zor. İçmeyip havada sönüp gitmesine izin veriyorsun. İçmesen daha iyi.” Demişti. Andrjez onlara karışmıyordu. Arabaya yaslanmış ve etrafa bakıyordu.
“Dağ yolu mu kapanmış?” dedi. Nuna başını sallamıştı. Andrjez kalabalığa doğru bakıp yorgunca iç çekmişti. “Gidip yardım edelim.” Demişti. Nuna diğer arabaya binmişti. Orada Emma ve çocuklara bakarken Emma yorgunca esnemişti.
“Neden durduk Bayan Nuna?” demişti.
“Çığ düşmüş.”
“Şimdi ne yapacaklar Bayan Nuna?” Emma yorgunca emzirdiği çocuğu göğsünden ayırmıştı.
“Sanırım tüneli açmaya çalışacaklar. Akşama kadar sürer. Gece yola devam ederiz.” Demişti. Nuna bunu söyleyince Emma derin bir iç çekmişti.
“Sanırım açım. Sürekli emmeye çalışıyorlar. Doyuramıyorum onları. Ve çok yoruldum. Çıkıp yürüyebilir miyiz? Bebekler içinde temiz hava olur.” Dedi. Nuna bunu kabul edince bebekleri battaniyelerine sarıp dışarı çıkmışlardı. İnsanlar tünelin oraya doğru toplanmış kar temizlemeyi izliyorlardı. Saat ilerledikçe tünel açılmaya gün kararmaya başlamıştı. Andrjez yorgunca durmuştu. Acıkmış ve artık herkes yorulmaya başlamıştı. Achube küreği atıp üşümüş ellerini birbirine sürtmeye başlamıştı.
“Gece olmadan bitmeyecek gibi.” Demişti. Ramsy başıyla onaylamış ve ilerde yakılan ateşe dikmişti gözünü. “gidip bir şeyler yemeliyiz. Yorgunuz.” Demişti. Andrjez ise dağın aşağısına doğru gözlerini dikmiş hareketsizce duruyordu. Karanlıkta ne gördüğünü merak ediyorlardı.
“Kilitlendin kaldın.” Achube onun yanına doğru gelip elini omzuna koymuştu.
“İyi misin?” demişti. Andrjez aşağıda bir kibrit ışığı kadar ince ışığı göstermişti. Orayı görüyor gibi anlatmaya başlamıştı.
“Dört araba var. Bir mühimmat kamyonu. Lows ve adamları gittiğimiz yeri biliyor.” Achube onun gösterdiği yerdeki ışığı seçebilmişti.
“Yolu açamazsak burada sıkışırız.” Demişti. Andrjez oradan gözünü ayırmıyordu. “Yolu açamayız bu saatten sonra.” Nuna birden belirmiş ve konuşmaya başlamıştı. Hepsi ona dönüp bakıp kalmıştı.  “Ayrıca bir sorun daha var.” Demişti. Arabaların olduğu tarafı göstermişti. “Milos bir süredir arabada, yemek için çağırdık ama dışarı çıkmak istemedi. Andrjez onunla ilgilenip yemek için ikna etmen gerek. Uzun süredir aç olmalı.” Dedi. Andrjez başını sallayıp küreği yere saplamıştı.
“Achube ışığı izle ve yaklaşırsa bana haber ver. Milos’a bakıp geleceğim.” Demişti. Nuna ışığa dikmişti gözlerini.
“Gidip bir şeyler yiyin. Ben bakarım. Bu gelen kişilerin buraya varması ne kadar sürer?” dedi. Achube geldikleri mesafeyi düşünmüştü. “Bir saat falan. Yol sarp ve hava karanlık. Dikkatli çıkmak için yavaş hareket ederler.” Achube onunla konuşurken Andrjez arabaların oraya doğru hızlı hızlı yürümeye başlamıştı. Ateş yakılan alanı geçip arabaya geldiğinde arka kapıyı açıp içeri bakınca Milos’un koltukta kıvrılmış uzandığını gördü.
“Yemek yemen lazım.” Bunu söylediğinde Milos biraz kıpırdanmıştı.
“İstemiyorum.” Demişti kımıldanıp koltuğa yerleşerek. “Açlık grevi diyeceğim ama kimi protesto ediyorsun?” dedi. Milos bir an için gülmüştü. Sonra halsizce iç çekmişti.
“Ne zaman yola çıkacağız?” Andrjez bunu duyunca eğilip Milos’un bacaklarını itip araba koltuğuna oturmuştu. Milos doğrulmak için onun uzattığı elini tutmuştu.
“Tünelin önünü açamıyoruz. Gün doğana kadar çalışsak bile açamayız gibi. Durumun nasıl?” Milos başını onun omzuna doğru koymuştu.  “Gözlerim bulanıklaşıyor ve başım çatlıyor. Etim parça parça oluyor gibi. Sanırım iyi gibiyim ha?” demişti. Andrjez onun ateşinin yükseldiğini yayılan ısıdan hissediyordu.
“Lows bizi bulmuş.” Dedi. Milos bunu duymasına rağmen tepki veremiyordu.
“Tünelin oradan yaya olarak geçilebilecek bir yol var. En azından onlardan bir saat uzakta oluruz. Bir şehre varana kadar yürümemiz gerekebilir. Bu birazda senin yapıp yapamayacağına bağlı.” Demişti. Milos gözlerini boşluğa dikmişti.
“Yapmam gerek değil mi?” dedi. Andrjez onun elini tutmuştu.
“Seni taşıyabilirim.”
“Biliyorum.”
“İlaçların olmadan ne kadar dayanabilirsin?”
“Bir belki iki gün. Sonra…”
“Sonra koma evresi başlıyormuş. Achube söyledi.”
“Başkent…” Milos onun elini sıkıca tutmuştu. “Orada bir şey vardı… Ama hatırlamıyorum.” Demişti. Kızıl Tanrının oynadığı zihni hastalıkla daha da bulanıklaşıyordu. Koma evresine yaklaştıkça zihin bulanıklığı, gözde bulanıklık ve daha sonra duyma zayıflıyor ardından beyin kendini kapatıyordu. Milos süre hakkında yalan söylemişti. Gözleri bulanık görüyordu.
“Başkent ters yönde kalıyor. Oraya gitmek riskli olur.” Andrjez bunu söylerken Milos yavaş uykusu geldiğini fark etmişti. Andrjez’in soğukluğu ağrılarına iyi geliyordu. “Uyuyor musun?” demişti. Milos sessizce gözlerini kapatmış öylece beklemeye başlamıştı. Yürüyerek ayrılma fikrine hepsi katıldığında ve Lows’un yaklaştığı gerçeği ile hemen harekete geçmişlerdi.
“Arabaları bırakacak mısınız? Nedir bu aceleniz? Tüneli sabaha kadar açarız.” Demişti baştan Nuna ile sinirli konuşan adam. Nuna gülümsemişti. Kucağındaki bebeği sıkıca tutmuştu. “Yani aslında dağda kaybolursunuz ve soğuk. Yürümek doğru olmaz diye düşünüyor eşim. Ve hastanız var. Arabaları bırakmanıza değer mi?” adamın yanında dikilen kısa saçlı kadın konuşunca Milos onlara doğru dönmüştü.
“Üzgünüm…” demişti. Olacakları bilecek kadar uzun süredir yaşıyordu. Dudakları kımıldanıp sesi içeri doğru çekilmiş ve onu sadece hemen yanında dikilen Ramsy duymuştu. Ramsy Milos2un ne demek istediğini sormak için döndüğünde onun ağladığını fark etmişti. Karanlığa döndüğü yüzünde parlayan göz yaşlarının sebebini soramamıştı. Bu gerçeği ise öğrenmemesi onun için daha iyiydi. Bir saat sonra Milos’un göz yaşı döktüğü yerde Lows kan dökmüş ve kapalı tünelin üstüne doğru uzanan yola bakıp nefretle onlar için endişelenen kadının kenarı doğru yığılmış cesedini tekmelemişti.
“Peşlerinde olduğumuzu biliyorlar.” Arabayı arayan kişilerden birisi koşarak yanlarına doğru gelmişti. “Her şeyi bırakmışlar.” Demişti. Lows burnundan soluyup şapkasını düzeltmişti.
“Devam edin. Onları yakalamamız gerekecek. Bir saat olmuş olmamış ayrılalı. Kuzeye varmadan onları bulamazsanız sizi o eğitimsiz köpeklere parçalatırım.” Demiş ve arkada duran kamyonu göstermişti. Adamları selam verip hemen onları takip etmek için harekete geçmişti. Yağan kar izlerini gizlese de onları bulmak için eğitimsiz köpek diye anlatılan o şeyler vardı. Ağır cüsseli, çirkin yüzlü ama insana benzeyen kırmızı taştan var edilmiş cesetler… Birer iz sürücü tazı gibi karda iz ararken mesafeyi daraltmaları şafak sökmesine denk gelmişti. Şafak sökerken eski bir patikada bırakılmış izler onlara yaklaştıklarının ilk işaretiydi. Gece boyu yürümüş olmak hem askerleri hem de kovaladıklarını yormuştu. Ama iz sürücü tazı gibi kullandıkları varlıklar en soğuktan etkileniyor ne de yoruluyordu. Lows ve adamları onların hemen arkasından takip ederken artık yorulmuş hisseden tek taraf olmadıklarını bildikleri için şevk duyuyorlardı.

Belki yarım saat farkla önden giden Andrjez ve diğerleri durmak zorunda kalmıştı. Milos bitkin halde soğuktan donmuş olan kurumuş ağaca yaslanıp elini göğsüne doğru koymuştu.
“Seni taşımama izin vermelisin.” Demişti. Milos sesin geldiği yöne doğru başını çevirmişti.
“Faydası yok.” Demişti. Emma kucağında ağlayan bebeği susturmaya çabalarken Nuna titreyen bacaklarını tutup öne doğru eğilmişti. Bebeği ise Ramsy gün doğmadan çok önce almıştı.
“Tamam bu kadar yeter. İznine ihtiyacım yok.” Andrjez birden oraya doğru gidip Milos’u sırtına almak için eğilmişti. Milos ise adım atamayacak kadar halsizken bunu daha fazla bencilce reddetmek istemiyordu. Andrjez yola devam etmeleri için işaret verdiğinde Achube olduğu yerden kımıldamamıştı bile. Gözleri arkada bıraktıkları patikaya dalmıştı. Bir şeyin yaklaştığını hissediyordu. Eli cebindeki taşlara gitti. Sadece o değil Andrjez’de birden o tarafa dönmüştü.
“Hızlılar.” Demişti Achube taşı çıkarıp avucunda tutarken.
“Bize yetişecekler. Bu düzlükte bizi gördüklerinde kaçmak için fırsatımız olmaz.” Andrjez etrafa bakarken Emma ağlayan bebeği susturmak için çırpınıyordu. Ramsy Onun yanına doğru gelip bebeğin örtüsünü aralamıştı.
“Onu emzirmen gerek.” Dedi. Stres ve yorgunlukla Emma’nın sütü kesilmişti. Bebeklerden birisine yetmiş olan sütü diğerini aç kalmaya sürüklemişti. Emma çaresizlik içinde göğsünü tekrar açmış ama süt gelmeyeceğini biliyordu. Ramsy Onun iyi olmadığını biliyordu.
“Kaç kişilerdir?” Nuna sırtındaki av tüfeğini eline alıp fişeği sürmüştü.
“Çatışamayız.” Achube bunu söylerken onlara dönmüştü. “Ama hedef şaşırtabiliriz.” Ramsy’e doğru yürümüştü. Belindeki silahı çıkarıp onun beline doğru takmıştı. Ramsy ona bakarken Achube sakince gülümsemişti. “Andrjez ve ben daha önce onlarla mücadele ettik. Onları oylayabiliriz. Siz önden gidin.” Dedi. Milos onları bulanık görüyordu. Ramsy itiraz edecekken Achube yorgunluktan ayakta zor duran Emma’yı göstermişti. “Emma, bebekler ve Milos ikinize emanet.” Nuna Ramsy’e doğru yürüyüp sırtına silahı kayışından takıp bebeği kucağına almıştı. Achube onun koluna vurup gülümseyerek dönmüştü.
“Merak etme size yetişiriz. Bulduğunu ilk konaklama yerinde bizi bekleyin.” Demişti. Ramsy başını sallayıp Andrjez’in sırtındaki Milos’u almıştı. Onlar uzaklaşırken Achube yanında dikilen Andrjez’e doğru dönmüştü. Taşı ağzına atıp yanağına doğru koymuştu. Ceketini çıkarıp gömlek kollarını katlarken Andrjez ona bakıyordu.
“Çok kalabalık olduklarını biliyorsun.” Demişti. Achube bunu duyunca başını sallamıştı. “Başarma ihtimalimiz çok düşük.” Andrjez konuşmaya devam etmişti. Achube ilerdeki yola bakıp yürümeye başlamıştı.
“Her adım onlara biraz daha zaman kazandıracak.” Andrjez onun hemen ardından yürümeye başlamıştı. Lows ve ekibine doğru yürürken diğerlerinden uzaklaşıyorlardı.
Biz başaramasak bile onlar başarabilir. Buradan Kuzey’e varmaları için onlara biraz daha zaman kazandırmaktan başka işe yaramayacağız gibi Teğmen Dejan.” Dedi. Andrjez gülmüştü.
“Üst Teğmen İllarea her zaman böyleydi. Fedakar ve diğerleri için öne çıkmaktan korkmayacak bir lider.” Achube bunu duyunca gülümsemişti. 
“Şartlar bunu gerektirdi Andrjez. İsterdim ki onunla, onlarla daha uzun zaman geçirmek gibi bir ihtimal olsun ama bizler askeriz. Ve onları korumak öncelikli görevimiz. Sana göğsündeki yamayı sökme derken imparatorluğa itaat etmen için demedim. Birilerini korumak için güce ihtiyaç duyarsın ev bu güç bazen sahte bir yamayla bazen de bir inançla oluyor.” Andrjez onun iyileşmemiş yaralarını biliyordu. Gücünü tam olarak kullanırsa ağır yara alacağını biliyordu. Ama buna rağmen korkusuzca hareket etmesine hep hayran olmuştu.
“Ölürsek bizi iyi anlatacak birilerini arkamızda bırakmak zekice. Yaptığımız fedakarlık…” Achube birden ona bakıp kaşlarını çatmıştı. Andrjez ise gülümsemişti. “Bunu sen söylemiştin bana. Okulda…” Birden iç çekmişti. “Ama değiştin değil mi?” Achube başını sallayıp yürürken yere bakmaya başlamıştı. Durmuş kar izleri örtmeyecekti artık.
“Birisini bile sağ bırakırsak onları bulurlar.” Demiş ve yerdeki ayak izlerini göstermişti. Andrjez başını sallayıp durmuştu. Neredeyse arlarında bir kilometreden az kalmıştı ve yaklaşan şeyin en olduğunu biliyorlardı.

“Durun!” Lows’un sesi yankılanmıştı. Karşısında duran Achube ve Andrjez’e bakıp birden gülmüştü. Achube ise elindeki sopayı sağa sola sallıyordu.
“Merhaba yüzbaşım.” Demişti. Lows öfkeyle on bakarken Achube gülümsemişti. “Öldürülmem konusunda çok inatçısınız.” Elindeki sopa ile Andrjez ve kendi önüne bir çizgi çekmişti.
“İllarea seni orospu çocuğu. Kaç canın var senin ha?” Achube gülümsemiş ev sopayı yana doğru atmıştı. “Kaç adamın var beni öldürmek için?” derken onları tartmak için baştan aşağı taramıştı.
“Sayısız!”
“O zaman benim de sayısız canım var. Seni öldürene kadar en azından ölümle anlaştım.” Demiş ve çizginin önüne doğru bir adım atmıştı. “Burayı geçmenize izin vermeyeceğiz.” Demişti. Lows onun yanında sakince dikilen Andrjez’e bakmıştı.
“Abin ve sen ailenin var olan bütün saygınlığını yok ettiniz. İkinizin de imparatorluğa yemini olmasına rağmen ihanet ettiniz. Bundan bir an için utanç duymuyorsun değil mi?” Andrjez ona sadece bakıyordu. Lows ise yanında dikilen altı insan dışı varlığı göstermişti. “Artık sizin gibi itaat etmeyenlerin yeminlerine ihtiyaç duymayacak bu imparatorluk. Onların varlığı…” Andrjez bir öksürük ile onun sözünü kesmişti.
“Onlar için tehdit olduğumuzu biliyorsun ve bu yüzden bizi öldürmek için bu kadar yolu geldin. Ha bir de…” gülerek çizgiyi geçmişti. “Birde bebekleri alıp sana kazık atan Emma var. Zavallı Abiel namus derdine düşmüş. Eminim kışlada bütün astların seninle alay ediyordur.” Dedi. Lows’un yüzü düşmüştü. Gururunu vicdanından önde tutan insanlar kaybederdi. Andrjez gülümserken Lows sinirle kaşlarını çatmış ve gözleri gölgelenmişti.
“Siz ikiniz.” Derken yanında duran ayakları neredeyse törpülenmiş iki insansı yaratığa dönmüştü.
“Gidin!” Bu sözlerden sonra Achube Andrjez karşılarında dikilen altı varlıktan iki tane kaldığını görmüştü.
“Siktir!” Achube bunu söylediğinde dişleri arasında kırılan taşın yaydığı ısı ile dağılan kanın tadını almıştı.
“Peşlerinden gideceğim.” Demişti Andrjez ama birden patlayan silahlar ile olduğu yerde durmuştu. Silahlar patlasa bile ikisine de bir şey olmamıştı. Achube Öylece beliren siyah dumana bakıp kaldığında Andrjez iç çekmişti.
“Onlara yetiş. Ben burayı hallederim. Ölmemeye çalış.” Demişti. Achube arkasını dönmüş ve birden ardında karda bir iz bırakıp hızla kaybolurken Andrjez siyah dumanın dağılması ile öne doğru çıkmıştı.
“Sana daha önce söylediler mi bilmiyorum ama biraz değiştim ben Yüzbaşı Lows.” Dedi. Yüzbaşı ona bakarken birkaç adım geri çekilmişti.
“Onları yenemezsin… Tek başına bunu kimse yapamaz.” Lows bunları söyleyince Andrjez gülümsemiş ev tıpkı Achube gibi ceketini çıkarıp kenarı doğru koymuştu.
“Aslında yaparım. Daha önce tam gücümü deneme şansım olmamıştı.” Demişti. Lows onun yüzüne alaycı bir ifade ile bakıyordu.

Zaman insan için tecrübe etmesi gereken şeyler doludur. Kaybetmeyi ve kazanmayı öğrenir. Lows hayatı boyunca kazanmaya odaklanmıştı. Her zaman bunun planını yapmıştı. Kazanmak onun için oldukça önemliydi. Hayatı boyunca hep kazanmayı öğrenmişti. Emma’yı kaybetmek onun için ilk yenilgiydi. Mirasçısı olacak olan bebeğini beklerken ihanet var saydığı bu olay sonucunda artık kontrolsüzdü.
“Onu öldürün ve lime lime edin.” Derken kenarı doğru çekilmişti. Patlayan silahların ardından Andrjez kımıldamamıştı. Kurşunlar var olmamış gibi sekip geçip gitmişti. Andrjez sıkkın şekilde onlara bakarken dağların arasındaki vadide yayılan çığlık herkesi olduğu yere çivilemişti. Andrjez dışında kimse kımıldayamıyordu. Andrjez ise gözlerini kapatmış çığlığı bir ninni gibi dinliyordu.
“Ölüm bir tanrı ise ben yeni tanrıyım. Ben ölümün mirasçısıyım. Ben ölümün ta kendisiyim.” Sözcükler bir ilahi gibi dudaklarından dökülürken etraftaki çığlık yerini korkunç bir sessizliğe bırakmıştı. Lows kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Andrjez ise adımları onlara yaklaştıkça yaşayan ruhların ona verdiği enerji ile güçlendiğinin farkındaydı.
“Pişmanlıkların senin prangan olursa ilerleyemezsin. Yapacaklarından pişman olacaksan yapma. Sen benim gücümün yer yüzündeki yansıması ve hüküm verenisin. Öldürdüğün her ruh vicdanında bir yük olacak ise…” Andrjez bunları hatırlarken elini göğsüne doğru götürmüş ve sızlayan nilüfer baskısını ovuşturmuştu.
“Yaşamlar harcanacak birer bozuk paradır. Alınabilecek yeni hayatlardır. Pişman değilim. Gücünü kabul ediyorum Tesna. Onu kullanmam için bana hüküm ver.” Bir ritüel gibi başlayan bu hikâyenin sonunda narsist bir tanrıdan daha ötesinin var olacağını kimse beklemiyordu.

 

"Gecikme için üzgünüm. Sadece korkunç bir nisan ayı geçiriyorum. Umarım bölümü beğenmişsinizdir." C.m.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)