Kayıp Masallar 3 (3. bölüm)
Küçük Şeyler,
İnsanlar onlara koyulan kurallara uymaktan çekinmezler. Neredeyse
ortalama seksen yıl yaşayan bir insan doğduğu andan itibaren kurallara uymaya
mahkumdur. Doğduğunda yaşadığını belli etmek için ağlamakla yükümlüdür. Ağlamaz
ise bir tokat yer ve poposuna hızla çarpan bu şaplak ciğerlerine dolan havanın
yakıcılığı ile aynı acıya sebep olur. Büyüyene kadar ona kurallar konur. Belli yaşa
kadar emmeden kesilmesi gerek. Yoksa bir hastalığı olduğu düşünülür. Eğer
memeden erken kesilir ise yine hasta olduğu düşünülür. Önce emekler sonra
yürür. Ailesi ona bunu yapması için kurallar koyar. Düşmemesi için destek
olmaya çalışır. Ama daha sonrasında yürümesi için elini bırakıp uzaklaşırlar.
Ev ondan yanlarına gelmesini beklerler. Korkuturlar. Yaşı ilerledikçe destekler
kösteğe dönüşür. Bunu yapan ailesi değil artık dahil olduğu toplumdur. Okumayı öğrenmeli, yazmalı, bir iş sahibi
olmalı, yetenekli olmalı… evlenmeli çocukları olmalı ve çocuklarının torunları…
Sıradan geçen seksen sene sonunda mensup olmayı seçmediği inancın öğretilerine
göre anılıp ona göre gömülmeli…
İnsanoğlu kısacık yaşamı içinde kurallarla ve tabular ile yaşamayı
öğrenir ve neleri değiştirmek istersin diye sorulduğunda hep memnuniyetsiz
olduğunu belirtir yaşlanınca. Asla hatalarını telafi etmek için ertesi günü
düşünmez. Hep yaşlanınca geçmişi düşünür. Savaşır ve öldürür… Ona verilen
madalyayı göğsünde onurla taşır ama yaşlanınca öldürdüğü insanların yükünü hep
taşımış gibi hüzünle anlatır savaş anılarını. Gençken var olan vahşeti yerini
korkuya ve ölüm denilen kaçınılmaz kadere korkuya yerini bırakır. İnsanlar
gençliğinde yaptığı hataları ancak ölmeye yakın anımsar. O zamana kadar
savurgan, vurdumduymaz ve hırslı varlıklardır. Andrjez hayatı boyunca
pişmanlıkları olduğunu bilmeden gençliğinin en güzel zamanlarını yaşarken
yaşlanınca o günleri düşünüp düşünmeyeceğinden bile bir haberdi. On beş yaşında
bir delikanlı… Geniş omuzlu, güzel çehreli ve dikkat çekecek kadar başarı elde
etmeye müsait bir beyin ile hırslı bir karakter… Pişman olmayacak ve pişmanlıklarının
sadece yapmadığı şeyler için olacağını söyleyecek kadar kusursuz görünen her
erkek çocuğunun olmak istediği biçime dönüşmüş bir adam.
Aslında dışarıdan göründüğü gibi bu söylenenler gibi olmayı çok isterdi.
O gün Milos’u orada bıraktıktan sonra pervasızca eğlenmeyi başarmış ama gece
çöken merak ile yatağında dönüp durmuştu. Milos’un üzülüp üzülmediğini merak
etmişti. Sadece bunu… Onu kötü olarak görmesinden korkuyordu. Kırmaktan değil
kötü olduğunu düşünen birisi tarafından kırılmaktan korkuyordu. Yine de dönüp
onu bulup nasıl olduğunu soramayacak kadar dahil olduğu toplumun normlarını
benimsemiş bir gençti. Onunla konuşmak istemeyenlere karşı olmaktansa bir kişi
tarafından kötü hatırlanmayı tercih edecek kadar demokrattı. Çoğunluk nasıl
uygun görürse öyle olmalı diyecek kadar liberal…
Takvim yaprakları hızla kopup giderken, mevsim şiddetle değişmeye devam
ederken Milos’u daha çok unutmaya başlamıştı. Aynı yerde iki yabancı olmak onun
fikri değildi. Sonuçta Milos ona demişti ‘beni tanımıyor gibi yap’ diye. Vicdan
yerini haklı çıkma çabası olan egoya bıraktı.
Başarıları arttı, kurmaylar tarafından sevildi. Achube tarafından saygı
gösterilecek birisine dönüşmeye başlamıştı. Topladığı puanlar onu lider
tablosuna sokmaya başlamıştı. İkinci harp yasasının bir maddesinde subay
adaylarının eğitim süreci içinde puanları düştükçe her dönem atılması
yazılmıştı. Ve ilk eleme ayına girmişlerdi. Ay ilerledikçe listede hızla yerler
değişmeye ve lider tablosunda kalanlar dışındakiler için tehlike başlamıştı.
Aralık aynın ortasıydı. İlk eleme ayının sonunda yani yılın değişmesinden hemen
önce birçok kişi gidecekti. Artık saha
çalışmalarına geçiş için son günlerin sayılmaya başladığı zamanlardı. Andrjez
listede olmanın verdiği mutluluk içinde diğerleri gibi ekstralarla uğraşmadan
kendini saha çalışması için hazırlıyordu. Son listenin değişeceği gün
geldiğinde elemelere bir hafta kalmıştı. Listeler panolarda tekrar asıldığında
oluşan kalabalık kaosa dönüşebiliyordu. Andrjez hala sınıfında ilklerde yer
alıyordu. Diğer sınıflara göz atmak için oraya gittiğinde Milos’un adını
görmüştü. Kendi sınıfında birinci olmuştu. Bunu nasıl yapmıştı bilmiyordu ama
sınıfındaki bütün listeyi yerinden oynatacak bir başarı göstermiş olmalıydı.
Birden liste birincisi olarak yer almış ve okul sıralamasında ilk on içinde yer
almayı başarmıştı. Andrjez onun adına bakıp bir süre kalmıştı. “Ruen baksana!”
demişti. Ruen kendi adını bulamamanın tedirginliği içindeydi. Onun gösterdiği
listeye bakınca şaşıp kalmıştı. “Milos mu? Onu geçen hafta listede göremedik
bile. Ne olmuş olmalı?” dedi.
“Olan şeyi ben size söyleyeyim o kopya çekti!” demişti bir çocuk onları iterek
listeye dikmişti gözlerini. Geçen hafta
yapılan sınavda kopya çekmedi ise bu notu alamaz. Onu şikâyet edeceğiz. Kimse
tam puan alamaz iken nasıl tam puan alır?” diye hayıflanıp kendi adını onun
hemen altındaki sütunda göstermişti. “Benden bile yüksek alacak kadar zeki
değil. Onu kurmaylara şikâyet etmeye gideceğiz.” Demişti. Etrafındaki kalabalık
ona hak veriyordu. Andrjez onların nasıl bir kopyadan söz ettiğini anlamamıştı.
Milos’un kopya çekme ihtimali olduğunu düşünmüyordu bile. Bir süre onları dinledi. “Aptal birisi, bu
kadar yüksek not alamaz o!” kanısına varmışlardı. Milos’un aptal olduğunu
düşünmüyordu. Herkesten daha farklı bir bakış açısına sahipti. Ama orada
konuşup birilerini kızdırmaktansa köşeye çekilmeyi tercih etmişti. Ruen ise
onlara katılıyor gibi konuşmaya başlamıştı. “Tam puan almak zor. Bende
alamadım. Kopya çektiğine dair kanıtınız var ise onu şikâyet edin. Dürüst olmak
bizim ilkemiz değil mi?” Andrjez onun cahilce girdiği bu ufak ayaklanmayı
seyretmekten başka bir şey yapamayacağını anladığında usulca koridordan ayrılıp
yatakhaneye gitmek için binadan çıkmıştı. Kış soğuk geçecek gibiydi. Aralık ayı
birden bastıran soğukla beraber gri bir renk almıştı manastır. Ellerini kalın
paltonun ceplerine sokup hızla yürümeye başlamıştı. Okul ile yatakhane
arasındaki yol ağaçlar olmasa daha soğuk olacaktı. Rüzgârı durduran ağaçların
hışırtısı içini gıdıklıyordu. Adımlarını hızlandırdıkça ısınmanın yarattığı
etki ile yanaklarına kan gitmeye başlamıştı. Yatakhane girişine gelene kadar
soluk soluğa kalmıştı. Bugün gireceği iki dersi vardı ve onlar için henüz iki
saati vardı. Gidip dolabını düzeltip yıkanacak kıyafetlerini çamaşırlarını
toplaması gerekiyordu. Hızla merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Kızların olduğu
taraf hep sessiz geliyordu ona. Ayrıma girmeden önce göz ucu ile oraya
baktığında Emma ile birisinin koridorda yürüdüğünü görmüştü. Bir kızla beraber
yavaş yavaş salınarak yürüyordu. Andrjez’i
görünce adımları hızlanmıştı. “Andrjez bekle!” diye bağırınca onu beklemek için
durmuştu.
“Milos’un liste birincisi olduğunu gördün mü?” dedi. Andrjez ona bakıyordu.
Başını sallayınca Emma hemen ona doğru birkaç adım daha atmıştı. “Sınıfta
birkaç kişi onu şikâyet etmeye karar verdi. Kopya çektiğini düşünüyor ama
çekmedi.” Andrjez ona bakıp kaşlarını çatmıştı. “Ben ne yapabilirim?” demişti.
Emma’nın arkadaşları onlara yetişmişti. “Yatakhanede olduğunu duydum. Onu
çağırır mısın? Bir şey yapmanı istemiyorum zaten. Sadece buraya gelmesi için
ona seslenmeni istiyorum. Bizim o tarafa girmemiz yasak ve…” Andrjez onun daha
fazla konuşmasını istemeyerek dönmüştü. “Söylerim. Bekle burada!” demişti. Emma
gülümseyip ona dikmişti gözlerini. “Bekleyeceğim.” Demişti. Emma için Milos iyi
bir arkadaş ve hoşlandığı bir gençti. Milos’u seviyordu ve sevginin kız
arkadaşlarına duyduğu ilgiden daha farklı olduğunu fark edecek yaştaydı. Milos
için endişelenmek ve onu düşünmek hayatında önemli bir noktaydı. Milos’un iyi
olmasını istiyor ve Andrjez gibi insanların onu yanlış anlamasından nefret
ediyordu.
Andrjez B yatakhanesine varınca aralık kapıdan içeri doğru süzülmüştü.
İçeride birkaç kişi olduğunu seslerinden anlamıştı. Aralarında konuşurken Andrjez’i
görünce susmuş ve alanlarına giren bu kişinin kim olduğunu biliyorlardı. “Milos
Roluge burada mı?” demişti. Gençlerden birisi ona köşedeki ranzalardan birini
işaret etmişti.
“Yatağında. Neden arıyorsun onu?”
“Birisi çağırıyor.” Andrjez bunu söyleyip yatağa doğru yürümüştü. Gençte onun
peşine takılmıştı.
“Hasta gibi. Sabah kalkamadı ve revire gitmek istemedi.” Hemen Andrjez’in
arkasında konuşarak yürüyordu.
“Hasta mı?” demişti Andrjez yatağın yanına geldiğinde. Milos arkası onlara
dönük yatağın içine gömülmüş uyuyor gibi duruyordu. “Milos kalk Emma seninle
konuşmak istiyor.” Demişti. Kızlar tarafından birisinin onu çağırması
diğerlerinin de dikkatini çekmişti. Milos onu duyunca kımıldanmıştı. “Emma’nın
seninle bir konuda konuşması gerekiyormuş.” Diye tekrarladı Andrjez. Milos bu
sefer ona doğru yavaşça dönmüştü. Halsizce gözlerini açmıştı. Terden saçları
alnına doğru yapışmıştı. Gözlerinin altı kararmıştı. Dudakları yüzü gibi
bembeyaz duruyordu. Andrjez onun gerçekten hasta olduğunu anlamıştı.
“Tamam.” Demişti. Örtüleri üstünden atıp ayağa kalkmak için oturur konuma
gelmişti. Andrjez onun halsizce kalkmasını izlemişti. Milos burnunu çekip
saçlarını geriye doğru çekiştirmişti. “Nerede?” demişti. Ayağında ne ayakkabısı
ne de yatakhanede kullanmak için verilen o garip gıcırdayan terlikler vardı.
“Koridorda. Belki de sonra revire gitmek…” Milos ona bakıp boş gözleri ile
süzmüştü. “Umurunda olduğunu sanmıyorum. Haber verdiğin için teşekkürler.”
Demişti. Andrjez ona bakıp kaldı. Küsmüş olmalıydı ama neden? O gün onu bırakıp
gittiği için olamazdı. Bunun için küsmüş olamazdı. Kapıya doğru yürürken
Andrjez yanında dikilen kişiye dönmüştü. “Kurmay danışmanınıza onun hasta
olduğunu söylediniz mi?” Genç omuz silkmişti. “Sanırım hayır! Yani biraz uyursa
iyi olacağını söylemişti. O yüzden bu günlük derslerini asmaya karar…” Andrjez
bunu duyunca hızla kapıya doğru yürümüştü. “Dersleri asmak mı? Zaten yeterince
kişi onun üstüne gelecek bir de idare ile bozuşması doğru olmaz.” Demişti.
Milos’a yetiştiğinde onu durdurmak için önünde durmuştu. “Benimle konuşmak
istemediğini biliyorum ama başın belaya girebilir.” Demişti. Milos ona
bakıyordu.
“Nasıl bir bela?”
“Herkes liste birincisi olduğun için kopya çektiğini düşünüyor. Seni şikâyet
edecekler.”
“Kim?”
“Ne bileyim sınıfındaki o sinirli grup. Senden sonra geliyormuş ve bir anda
birinci olman mümkün değil diye ortalığı birbirine katıyor. Şimdi hasta
olduğunu bildirmek için kurmay danışmanına gitmelisin. Bir de idare ile sıkıntı
yaşamamalısın. Soruşturma başlatılırlar ise dersleri asman iyi bir şey olmaz.”
“Gerçekten beni şikâyet mi edecekler?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. “Gidip
üstünü değiştir. Kurmay Danışmanına gidip durumunu bildirmene yardım edeceğim.
Üniformanı giymelisin.” Dedi. Milos ona bakıp kalmıştı. “Ama ben kopya
çekmedim.” Dedi. Andrjez onu bileğinden tutmuştu. “Çekmediğini biliyorum.
Çalışmış olmalısın. Bunu kanıtlayabilmek için onlardan önce davranmalısın.”
Dedi. Milos onunla beraber yatakhaneye doğru yürüyordu.
“Kütüphane kayıtların var mı? Ya da beraber çalıştığın birisi?” Andrjez
bunu sorarken onun dolabından üniformasını alıp uzatmıştı. Milos oturduğu
yerden ona bakıyordu. “Var. Son hafta gece gündüz giriş kaydım var. Ve aldığım
kitap kayıtları. Ama kimse yok şahit olarak.” Dedi. Andrjez başını sallayıp ona
giyinmesini işaret etmişti. Kenarda duran ipleri bozulmuş postalları alıp karşı
yatağa oturmuş ev hızla postal iplerini düzeltmeye başlamıştı.
“Kütüphanede olduğunu ve çalıştığını kanıtlarsın. Eminim notlar almışsındır
çalışırken. Onları gösterirsin. Bir mahkeme kuracaklarını düşünüyorum.” Dedi.
Postalları düzeltip ona doğru çevirmişti başını. Milos gömlek düğmelerini
ilikliyordu.
“Var. Hepsi dolabımda.” Demişti. Andrjez postalları ona uzatıp ayağa kalkmıştı.
“Senin şu aptal eski arkadaşların çok fazla şaka yapmayı seviyor. Dolabını
güzelce kilitle ve anahtarı yanında taşıman en iyisi.” Dedi. Dolabın asma
kilidini takıp kilitleyip ona doğru dönüp anahtarı uzatmıştı. Milos ceketini giyip kravatını takmak için
uğraşırken Andrjez onun titreyen ellerine bakıyordu. “Gerçekten durumun çok
kötü duruyor. Ne zamandır böylesin?” dedi. O ara sohbeti uzaktan dinleyen genç
atılmıştı yine. “Onu dışarıda bıraktıklarından beri.” Demişti. Andrjez
şaşkınlıkla ona doğru dönmüştü. “Dışarda mı?” dedi. Genç oraya doğru gelmişti.
“Dün değil ondan önceki gece yatakhane sorumlusu ile kavga etti. Sürekli
eşyalarının alınmasından hoşlanmadığını söyledi. Bu doğru sürekli eşyalarımızı
ve harçlıklarımızı alıyorlar. Geri vereceklerini söylüyorlar ama vermiyorlar. O
da kavgaya tutuştu duşlardan sonra içerde. Onu dışarı atıp içeri girmemesi için
kapıyı kilitlediler. İçeri alırsak bizim de dışarıda olacağımızı söyledikleri
için kimse ses çıkarmadı. O ara hasta olmuş olmalı.” Dedi. Andrjez başını
kravatını sonunda bağlamayı başaran Milos’a çevirdi. “Bu sorunları Kurmaya
anlatmalısın.” Demişti. Milos başını iki yana sallamıştı. “Buna gerek yok.
Dolabımı kilitlemek en doğrusu olacaktır.” Demişti. Yatağa oturup postallarını bağlamaya
başladı. Andrjez ona bakıyordu. Milos oldukça durgun ve düşünceliydi. Sanki
kafasında bir şeyler vardı ve konuşmak istiyor gibiydi.
“Bana kırgın mısın?” demişti Andrjez bir an boşluğuna gelip. Milos sadece omuz
silkmişti. Andrjez ona doğru birkaç adım atmıştı. “Dediklerini yapıyordum. Bana
yapmamı söylediğin şeyleri. Uzak durmak ve karışmamak ile alakalı olan şeyleri.”
Milos sahte bir gülümseme ile ona bakmıştı. “Biliyorum. Kırgın değilim. Şimdi
gidip dediğin gibi kurmayla konuşacağım. Sonrasında tekrar görüşürüz.” Demişti.
Andrjez onun peşine takılıp onunla beraber kapıdan çıkıp koridorun bitişine
kadar yürümüştü. Emma orada onları bekliyordu. Milos’u görünce koşup hemen
yanında durmuştu. “Tanrı seni korusun Milos. Hakkında…” Milos onunla konuşmak
istemiyor gibiydi. “Emma kurmaylığa gitmem gerek. Gelince görüşelim mi?”
demişti. Emma ona bakıp kalmıştı. Bir süre onu incelemişti. “Hasta mı oldun?”
diye sorarken uzanıp alnına elini koymuştu. “Ateşin de var!” endişeli olduğunda
yaptığı gibi hızlı hızlı konuşmaya başlamıştı. “Seni hemen revire götürelim.
Elemeler başlamadan hastalanman iyi olmaz. Acilen gitmen gerek. Kurmaylığa
sonra gidersin. Revirde olduğunu duyduklarında zaten anlarlar…” Nefes almadan
hızla konuşmaya başlamıştı. Milos ona şaşkınlık ile bakarken birkaç adım
gerileyip Andrjez’e doğru sığınmıştı. Kadınlar
ile iyi geçinebilene bir gençti ama daima bir kadının aşırı ilgisinden
korkuyordu. Annesinin bile onun için endişelenmesinden nefret ediyordu. Sanki üzerine gelmelerinin ardında bir şey
varmış gibi hissedip tedirgin oluyordu.
Çocukken ona bakan bakıcı kadını anımsıyordu. Sürekli onunla ilgilenen kadının
yaptığı küçücük hata sonucunda başına gelenleri anımsamıştı. Nefes alışverişi
hızlanmaya başlarken eli bir destek aramaya başlamıştı. Sevginin ne kadar
zehirli ve tehlikeli olduğunu biliyordu. Andrjez’in bileğini o kadar kuvvetli
sıkmaya başlamıştı ki terleyen avuç içleri ellerini daha da sıkı kapatmasına
neden oluyordu. Henüz altı yaşındaydı. Babası güçlü ve ün salmış bir adam
değildi o zamanlar ama evlendiği kadının babası askeriye içinde namlı bir
generaldi. Kırılgan bulduğu bu adamın kızı ile evlenmesine razı olmuştu. Milos
onların ilk çocuğu değildi. Ondan önce annesi iki defa düşük yapmıştı. İki
çocuğu henüz doğmadan karnında ölmüş ve Milos doğduğunda büyükbabası o zaman
onların evliliğini geçerli görmüştü. Milos babası için kıymetli bir varlıktı.
Sevdiği bir çocuğundan öte karısının ailesi içinde kabul görmenin bir anahtarı
idi. Saçının telini rüzgâr kırsa her yeri kapatırlardı. Onun için tuttukları
bakıcı kadın ile aklının yettiği andan beri beraberdi. Sürekli onunla
ilgilenmesi için tutulan kadının yaşamı onun yüzünden son bulduğunun farkında
olacak kadar büyümüştü.
O gün yediği üzümlerden birisi nefes borusuna kaçmış ve neredeyse bir dakikadan
uzun süre havasız kalmıştı. Kurtulmuştu ama akşamı babası eve geldiğinde bir
avuç üzümü kadının kursağına kadar sokup ona bağırmaya başladığında annesinin
onu alıp odaya gittiğini ve bir süre sonra ordudan bir araç geldiğini
anımsıyordu. Sonrasında annesi işini bırakıp bütün hayatını ona adamıştı. Hasta
olduğunda babasının annesine bağrışını düşünüyordu. Gelen bakıcılardan birisi
tırnağını derinden kestiğinde ağladığı için babasının kadını dövüp kovduğunu
anımsadıkça ona yakın olan kadınların sürekli başına gelenlerden korkmaya
başlamıştı. Şimdi Emma onun için tedirgin olmuştu. Babası ölmüş olsada kendini
lanetlenmiş hissediyordu. Sadece kadınlar değil onun çevresinde olan herkese
zarar geldiğini düşünmekten kendini alamıyordu.
“Milos bileğim…” demişti Andrjez kolunu kurtarmak ister gibi çekiştirip.
Dalgınlıktan kurtulup elini hızla çekmişti. “Ö… Özür dilerim. Bir an için…”
susmuştu hemen. Açıklama yapamayacak kadar kendini kötü hissediyordu. Andrjez
bileğini ovuşturmuştu. “Sana eşlik etmemi ister misin? Kurmay danışmanıma zaten
uğrayacağım beraber gidelim.” Demişti. Emma onlara bakıyordu sessizce. Milos’un
tek gitmesini istemiyordu ve Andrjez ile olmasının güven verici olduğunu
düşünmüştü. Sonuçta hem başarılı hem de abisi tanınmış bir askerdi. “Milos geri
döndüğünde konuşalım.” Demişti Emma. Andrjez’e dikmişti gözlerini. Ona sahip
çıkmasını istiyordu. Milos’un son zamanlar içinde git gide kötüleştiğini ve
onun bir şeylerden korktuğunun farkındaydı. Altais’in ölümünden beri
yaşadıklarını atlatmasına yardımcı olmak istese de onu iteklediğinin
farkındaydı. Altais ve Andrjez çok zıt karakterlerde gibi duruyordu. Andrjez
ona göre pek suya sabuna dokunan birisi değildi. Ve onun aksine etrafını güçlü
tutan birisiydi. Oyunu kuralına göre oynamayı biliyordu. İkisi uzaklaşırken
Emma bir süre beklemişti. Daha sonra geri yatakhaneye arkadaşının yanına
dönmüştü.
Kurmaylık kalabalık gibiydi. Özellikle birinci sınıfların danışmalarının
olduğu katta birçok kişi var gibiydi. Andrjez kalabalığa bakınca onların şikâyet
dilekçesi doldurduğunu görmüştü. Bunu sadece Andrjez değil Milos’da
görmüştü. İkisinin koridorda yürüdüğünü
görenler dönüp bakıyordu.
“Sahtekâr, kopyacı, yalancı…” gibi birçok itham da bulunuyorlardı. Andrjez
bundan rahatsız olmaya başlamıştı. Milos ise oldukça sakin duruyordu. “Onları
boş ver. Danışmanın yanına git. Ben sıra bekleyeceğim.” Demişti. Andrjez onu
yalnız bırakma konusunda kararsızdı. “Danışmanım ile işim yok. Sadece iyi
olduğundan emin olmak için eşlik etmek istedim.” Demişti. Buldukları boş tahta
arkası duvara dayalı banka oturmuşlardı. Milos’u şikâyet eden ve onun hakkında
danışmanına yazı yazan neredeyse on beş kişi vardı. Hızlı hızlı şikâyet
formlarını doldurup içeri giriyor ve çıkıp Milos’a bakıp diğerlerini beklemek
için kenarı çekiliyorlardı. Milos başına giren ağrıdan ve yükselen ateşinden
dolayı git gide etrafın daha da kalabalıklaştığını ve üstüne gelindiğini
hissediyordu. Çıkarken giydiği paltosunu çıkarıp eline almıştı. Bir süre sonra
atkısını sökmüştü. Şakakları terliyordu. Sırtına saplanan ağrının sebebi bankın
arkasındaki düz tahta olduğu düşüncesine kapılıyordu.
“Nasıl kopya çektin merak ediyorum? Kurmayları ve bizi aptal olarak
gördüğün için atılacaksın!” demişti son dilekçeyi verip çıkan kişi. Dilekçe
sayısı on ve üzeri olursa sorun ile ilgili hemen araştırma başlatılırdı. “Nasıl
yaptığını söylemen gerekecek zaten.” Diye bağırmıştı. “Listede üste çıkmak için
onursuzca davrandın. Eskiden de Altais sayesinde birinci olmuştun. Şimdi nasıl
yaptın?” Milos o ismi duyduğunda başını kaldırmıştı. Andrjez ise onun bu ismi
duymaktan hoşlanmadığını anımsayıp ayaklanmıştı. “Hey, dilekçeni verdiğine göre
şimdi gidip sonucu bekle. Milos gidip danışmanın ile görüşmelisin.” Demişti.
Arkasını dönüp baktığında Milos sadece ona bağıran kişiye gözlerini dikmiş
duruyordu.
“Ne bana vuracak mısın?” diye bağırmıştı karşısındaki kişi onu
sinirlendirmiş olmanın verdiği heyecan ile. Milos bir anda ayağa kalkıp elinde
tuttuğu atkısı ve paltosunu yere atmıştı. Andrjez’i geriye doğru çekip
karşısında dikilen kişiye bir yumruk atmıştı. Kimse ona vurmasını beklemiyordu.
Ama yumruğu tam gözünün ortasına patlattığında herkes şaşkınlıkla ayaklanmıştı.
Milos ise hızlı hızlı nefes alıyordu. “Senin gibi pisliklerden nefret ediyorum.
Sana baktıkça midem bulanıyor. Aşağılık varlık seni.” Demiş ve tekme
savurmuştu. Kısacık süre içinde onu tekmeleyip yerdeki paltosunu almak için
eğilmişti. “Ona vurdu!” diye bağırtılar kurmay danışmanı çıkmıştı. Genç bir
teğmendi danışmanı. Yerde yatan genç ile birkaç dakika önce görüşmüştü.
Milos’un hemen ayakları dibinde kıvrılmış duran kişi öfkeden kıpkırmızı
olmuştu. “Neler oluyor?” demişti yerde yatan genci kolundan tutup tek hareketle
ayağa kaldırmıştı. Milos burnunu çekip dimdik durmuştu. “Onu dövdüm efendim!”
demişti. Teğmen bir an şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı. Henüz burada yeni olduğu
belliydi. “Dövdün mü?” derken ikisi arasındaki kütle farkına bakıp tekrar
dönmüştü. “Neden yaptın?” dediğin de Milos makul bir şekilde açıklamasına
başlamıştı.
“Efendim elemeler başlamadan önce son sınavın önemli bir faktör olduğunu
biliyordum. Bir haftadır gece gündüz kütüphanede çalışıyordum ve bu süreç
içinde hasta oldum. Buna rağmen sınava girip tam puan aldım. Ancak sınıf
arkadaşlarım benim kopya çektiğimi düşündü. Ben kendime güveniyorum fakat onlar
bunun doğruluğuna inanmayıp beni sahtekarlık ile suçladığında sinirlendim. Bu
yüzden ona birkaç defa vurdum. Kendisi benim ona vurup vurmayacağını sorduğunda
cevap hakkımı kullandım. Bir erkek çenesini çalıştırmak ve birileri arkasından
konuşmak yerine derdini çözmek için sorunları ile karşı karşıya gelmeli derler.
O kaçtı ve ben karşısına dikildiğimde korkup onu dövmem için savunmasız bir
şekilde bekledi.” Demişti. Kelimeleri aşağılayıcı ve karşısında gözünü tutan
genci yerin dibine sokuyordu.
“Senin hakkında sahtekâr dediği için mi vurdun yani?”
“Evet efendim.”
“Kavganın cezasını biliyor musun?”
“Kavga etmedik efendim.”
“Ona vurmuşsun.”
“Ona vurup vurmayacağımı sordu. Cevap verdim.”
“Kavga etmiş oluyorsunuz.”
“Kavga kavramı için iki kişinin birbirlerine psikolojik ve fiziksel zarar
vermesi gerek. Ben zarar görmedim. Sadece o gördü. Sanırım bir yumruk yüzünden
zarar gördü.” Dediğinde teğmen gence dönmüştü. “Gözünü göster.” Dedi. Milos
onun gözüne şiddetli vurmuştu. Hemen morluk halkaları kendini göstermeye
başlamıştı.
“Senden şikayetçi olma hakkı var.” Dedi.
“Elbette. Canı yandı ve ağlamamak için dudağını ısırıyor. Benden şikayetçi
olabilir. Sonuçta dövüşemeyecek kadar korkak olduğunu tutanaklara yazmalıyız.
Asker olması için mükemmel birisi.” Bir den etraf buz gibi olmuştu. Milos
burnunu çekip gence dönmüştü.
“Şikayetçi olmalısın.” Dedi. Genç ona bakarken gerçekten alt dudağını
ısırıyordu. Andrjez şaşkınlık içinde
onun yaptığını izliyordu. Siciline kavgada dayak yediğini işletmekten çekinen gencin
şikayetçi olmayacağını duyduğunda öylece kalmıştı. Milos bunu duyunca teğmene
geri çevirmişti başını.
“Buraya sizden izin istemeye geldim efendim.” Dedi. Teğmen ona bakıp kaşlarını
çatmıştı. “Ne izni?” demişti. “Hasta olduğum için revirden ilaç izni.” Dedi.
Teğmen ona bakıp içeri doğru seslenip bir kadını yanına çağırdı.
“Adın ne?” demişti. Milos gülümsemişti.
“Milos efendim. Milos Roluge.” Dediğinde Teğmen bir an duraksamıştı. Kadına
döndü. “Revirde muayene olması için kağıt yaz.” Dedi. Kadın hemen başını eğip
içeri geri döndüğünde Teğmen gözlerini Milos’a dikmişti. Ona bakarken hem
çekingen hem öfkeliydi. Milos ise paltosunu çırpıp selam vermişti. Kadın hemen
kağıdı getirince almış ve gitmek için izin istediğinde teğmen başını sallayıp
içeri girmişti. Milos kapıya doğru yürürken Andrjez onun ardından yetişmişti.
Sessizce revire doğru yol almışlardı. İçeride yumruk yemiş gözü ile oturan genç
ve ona refakat eden bir arkadaşı vardı. Kayıt için bekliyorlardı. Milos hemen
bir sandalyeye oturmuştu. Andrjez ise onun hemen yanındaki yere oturmuştu.
“Şikayetçi olmadığım için kurtuldun sanma.” Demişti. Milos ona bakmıyordu bile.
Andrjez ise gence dönmüştü.
“Çok konuşuyorsun. Bir şey yapamayacaksın. Bunu denersen seni dövmekten beter
hale getiririm.” Demişti. Genç gözündeki buz torbasını çekip ona bakmıştı.
“Kendini onun neyi sanıyorsan yanlış yoldasın. En son onu koruyan kişinin
başına ne geldi bilmek ister misin?” demişti. Andrjez açık tehdit olduğunu
anlamıştı bunun. Ayağa kalkıp ona doğru bir kaç adım atınca aralarındaki mesafe
bitmişti.
“Geçmişte yaşayan aptallar sizi. Nerede olduğunuzun farkında değilsiniz
galiba.” Demişti. Adamın saçlarını avuçlayıp başını geriye doğru çektirmişti.
Kulağına doğru eğilmişti. “Ben Altais değilim. Beni onunla karıştırıp tehdit
edersen bir sabah kendini duşta asılmış olarak bulursun. Anladın mı?” demişti.
Adamın yutkunma sesi odada yankılandığında hemşire kayıt odasının kapısını
açmıştı.
“Biraz kötü gözüküyor ama eminim hemşire bir şey yapabilir.” demişti Andrjez
hızla gencin saçlarını bırakıp gülümserken. Milos sadece yere bakıyordu.
Yorgundu ve kafası doluydu. Orada olanlar umurunda bile değildi. Genç korku ile
hemen kayıt masasına koşmuştu. Andrjez geri döndüğünde Milos’u dürtmüştü. Milos
tepki vermemişti. Andrjez ona bakmak için döndüğünde bir noktaya gözlerini
kilitlemiş omuzları düşmüş halde dururken buldu onu. Yanakları kızarmış alnı ve
şakakları terlemişti. Andrjez onun alnına elini koyduğunda fazlası ile sıcak
olduğunu fark etmişti.
“Ateşin çok yüksek. Kağıdı bana ver.” Demişti. Milos ona cebinden kağıdı
uzatmak için elini attığında duraksamıştı. “Ben hallederim.” Deyip ayağa
kalktığında yalpalayarak kayıt veznesine gelmişti. Hemşire bir süre ona
bakmıştı ve ardından kağıdı almıştı.
“Seni içeri yataklardan birisine alacağız.” Demiş ve ardından gözlerini
Andrjez’e çevirmişti. “Refakatçi sen misin? Bana yardıma gel.” Demişti.
Hastanenin hemen altında olan bu ilk yardım revirinde kısa süreli hasta
olanlar, düşüp bir yerini kanatan ve morartanlar olurdu.
“Ateşin çok yüksek olduğu için burada kalacakmışsın.” Demişti Andrjez
gömleğini çıkarmasına yardım ederken. Milos kaslarının acıdığını hissediyordu.
Usulca yatağa oturmuştu gömlekten kurtulduğunda. Ona ilaç verilmesi iyi
hissettirecek ise buna razıydı. “Hemşire birazdan bir doktorun geleceğini
söyledi. O zamana kadar uzanmalısın.” Deyip onun postallarını çözmek için
eğilmişti. Milos uslu bir çocuk olmuş onu dinliyordu. “Örtüyü üzerime alabilir
miyim?” demişti. Titremeye başlamış ve üşümekten dişleri birbirine vuruyordu. Andrjez
onun uzanmasını söyleyip örtüyü üstüne örtmüştü. Sandalyeye oturup ona dikmişti gözlerini.
“Cesursun. Yani orada onlara yaptığın şey. Kurmaylara karşı bu kadar kaba
olman korkutucu ama o çocuğa ağzının payını verme şeklini sevdim.” Demişti.
Milos gülümsemeye çalışmıştı.
“Onlar küçük fareler gibi. Bir grup halinde gezip her yeri ısırmaya çalışıyor.
Ama pençe attığında korkudan kuyrukları titreyip ölü taklidi yapıyorlar.”
Demişti. Andrjez bu benzetmeyi sevmişti.
“Sana bir şey söyleyeceğim ama dalga geçmek yok.” Dedi. Milos ona bakıyordu.
“Tıraş setimi çaldılar. Dediğin gibi onu getirmemeliydim. Fazla pahalı ve
güzeldi. Çıkan sakallarımı ustura ile kesmek zorunda kalıyorum. Ve daha kalın
çıkıyorlar.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Benim makinemi alabilirsin.” Demişti.
Andrjez tahriş olmuş çenesine elini sürmüştü. “Resmen kör bıçakla kazıyor gibi
oluyor. Gerçekten kullanabilir miyim? Kimse tıraş makinesini paylaşmak
istemedi. Ruen bile.” Dedi. Milos başını sallamıştı. Sana çarşıdan ucuz bir şey
alana kadar kullanabilirsin.” Demişti. Üşümesi artmıştı. Gözlerini kapatmıştı.
Bir süre uyumaya çalışmak iyi geleceğini düşünmüştü. Ama daha da kötü
hissediyordu. Yattığı yatak sürekli dönüyor gibiydi. Gözlerini tekrar açtığında
doktor elindeki boş şırıngayı hemşireye uzatmıştı.
“Ciddi şekilde hastalanmış. Salgın olmaması için onu burada tutacağız. Bir izin
yazalım ve iyileşme süreci için Kurmaylığa haber verelim.” Demişti. Milos
onlara bakıyordu. Hava kararmış ve
içeride öksüren birkaç kişi vardı.
“Onunla kalacak olan sen misin?” demişti doktor köşede duran Andrjez’e
dönmüştü.
“Evet efendim.”
“Arada bir ıslak bezi değiştir ve durumu kötü olursa hemşirelere haber ver. Bu
gece biraz uyanık kalmalısın. Yüksek ateş tehlikeli olabilir. Gençler sağlığına
dikkat etmiyor. Sende hastalanma.” Demişti. Andrjez başını sallamıştı.
“Elbette efendim.”
“Hemşire iki saat sonra ona ağrı kesici iğne yapmak için gelir. O süre içinde
uyuyor olur. Bir şey olursa gelmeye çekinme.” Demiş ve hemşire ile uzaklaşırken
Andrjez sandalyeye oturmuştu. Ufak masa lambasının sarı ışığında Milos onun
yüzünü görebiliyordu. Andrjez onun uyanık olduğunu görünce gülümsemişti.
“Nasıl hissediyorsun?” demişti. Milos yorgunca kollarını kaldırıp geri
indirmişti.
“Tükenmiş. Her yerim ağrıyor.” Dedi. Andrjez bunu duyunca gülümsemişti.
“Sana iğne yaptılar. Yarına kadar ağrıların geçermiş ama dinlenmen
gerekecekmiş.” Dedi. Milos başını sallamış ve gözlerini kapatmıştı. Ara ara
uyuyup uyandığı gecenin şafağında midesinde bulantı ile oturduğu yerden
kalkmıştı. Andrjez orada olmasa üstüne kusacaktı. Metal kaba midesinde kalan
son yemeği de çıkardığında rahatlamıştı. Oturur konuma gelince öksüren ve hasta
yatan birkaç kişi daha olduğunu görmüştü. B yatakhanesindekilerdi geneli. Milos onlara bakıp daha sonra Andrjez’in
verdiği suyu içmişti.
“Salgın mı var?” demişti. Andrjez başını usulca sallamıştı. “Herkes soğuk
algınlığı ile gelmiş. Ama iyi olacaklar. Daha sıkı giyinmeleri ve
yatakhanelerin ısıları arttırılmalı imiş.” Milos ona bakıyordu.
“Sanırım uyumaktan her yerim uyuştu. Biraz yürüsem iyi olur.” Dedi. Andrjez ona
dikmişti gözlerini. Milos örtüyü yavaşça iteklemişti. “İşemem lazım.” Demişti.
Andrjez onun kalkmasına yardım edip revirin tuvaletlerine kadar eşlik
etmişti. Milos içeri girmiş ve bir süre sonra çıkmıştı.
Yüzünü soğuk su ile yıkamak iyi hissettirmişti.
“Aslında meraklı ve işlere burnunu sokan birisi olmasan gerçekten yüksek
yerlerde olabilecek birisin Andrjez.” Demişti. Yavaş yavaş yürüyordu. Andrjez
ona bakıp gülmüştü.
“İşine burnunu sokmasam okuldan atılabilirdin. Ya da hastalıktan ölürdün.”
Milos bunu duyunca gülmüştü. “Haklısın. Küçük şeylerin ne kadar önemli olduğunu
unutan birisiyim ben.” Dedi. Andrjez onun yatağa oturmasına yardım etmişti.
“Onlara dediğin doğru.” Demişti. Ayaklarını yukarı toplamak yerine onları
sallıyordu.
“Kime?”
“Gözünü morarttığım çocuğuna.”
“Onu döveceğim konusu mu?”
“Hayır. Altais olmadığın. Onun gibi pozitiflik ile dolu iyimser birisi
değilsin.”
“Altais nasıl birisi bilmiyorum. Sadece beni tehdit etmeleri hoşuma gitmedi. Ve
seni de…”
“Altais tehditleri umursamazdı. Küçük şeyleri düşünmezdi. O daima büyük resme
bakmaktan söz ederdi. Ona yapılan şeyleri görmezden gelebilirdi. Bu topluma ait
değil gibiydi.”
“İleri görüşlü mü?”
“Pek sayılmaz. O kadar hayatına karışan kişi olmuş ki onları umursamamayı
öğrenmiş. Bu da kötü bir şey. Fazla özgür hissederdi. Kanatları olsa uçak
gibi.”
“Onun uçmasını istiyor gibi konuşuyorsun.” Andrjez bunu söyleyince Milos buruk
bir gülümseme ile ona bakmıştı.
“İsterdim. Özgür olmasını ve çaresizlik içinde sıkıştığı yerden kaçmasına
yardım etmek istedim. Doğru olanı mı yaptım? Belki de ona hayaller kurması ve
ölmesi için yol gösterdim.” Bunları söylerken pişmanlıkları göğsünde bir yanma
yaratıyordu. Andrjez onun kırgın yüzündeki ifadeye bakıp yanına doğru oturmak
için hızla yatağa yürümüştü.
“Hayal kurmak kötü değildir. Uçmakta… Kendini suçlaman onları kötü yapmaz.
Sonuçta hepimizin hayalleri var.” Dedi. Milos ona bakıyordu.
“Senin de var mı ulaşılmaz gördüğün hayalin?” dedi. Andrjez bir an düşünmüştü.
“Abim gibi olmak.” Demişti. Milos şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı.
“Abin mi? Nasıl biri o?” demişti. Andrjez gülümsemişti.
“Saygı duyulan, güçlü birisi. Tugay’ı generalinin emanet edeceği kadar
yetenekli bir asker. Ve güçlü!” dedi. Milos gülmüştü. “Ulaşılmayacak hayal değil
ki bu. İstesen onun gibi olabilirsin. Siz kardeşsiniz. Ona benzemen o kadar yüksek
bir ihtimal ki.” Demişti. Andrjez yataktan kalkıp ona uzanmasını işaret
etmişti.
“Sanmam! Abim benden çok farklı. O gerçekten disiplinli ve gerektiğinde önemli
kararlar alacak kadar zeki. Cesur. Ben pek onun gibi değilim. O tek başına
ayakta durmayı biliyor. Babam cephede öldüğünde bile bir gram ağlamadan
askerlerine yol gösterecek kadar yetenekli. Ben onun gibi olamam. En azından
olmak için çok daha fazla çalışmam lazım.” Milos uzanınca örtüyü üstüne doğru
örtüp sandalyeye oturmuştu.
“Senin hayalin ne?” demişti. Milos bir an bile tereddüt etmeden konuşmaya
başlamıştı.
“Kimsenin beni bulamayacağı bir yere gidip orada yaşamak.” Demişti. Andrjez
şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı.
“Garip bir hayalmiş. Neden insanları sevmemene rağmen buradasın. Annen gitmeni
istemiyor gibiydi. Buna rağmen neden buradasın?” Milos gözlerini tavana
dikmişti. Hastalıklı beyaz rengi şafağın ilk ışıkları ile kendini tekrar canlı
gösterme çabasına girmiş gibiydi.
“Çünkü söz verdim. Altais benim hep başarılı bir asker olacağımı söylerdi ve ne
olursa olsun pes etme demişti. Sözümü tutmak istedim. En azından bu konuda
başarılı olmak istediğim için geldim.” Duraksamıştı. Paylaşmak ve hayatında kendine
özel olan şeyleri birisine göstermek insanları birbirine yakınlaştırırdı. Her gizli
paylaşım bir halat gibi etraflarını sarıp onları daha yakın hala getirirdi.
Revirde o geniş uzun koridora atılmış yayları eskimiş kokusu bayatlamış peynir
gibi kokan yatakta yatan genç ona hayallerini ve sözlerini anlatıyordu. Ayaklarındaki
tutkallar gevşemiş bele korkunç bir ağrı veren ahşap sandalye üzerinde oturan
genç ise onu dinlerken onu tanımak için heyecanlıydı.
“Annem benim asker olmamı asla istemedi. Ama babam ve büyük babam benim için
hayat planı yapmıştı. Annem için burası sadece bok çukuru. Ona hak vermiyor
değilim ama burada olmaktan başka şansı olmayan kişiler var. Altais öyle birisi
idi. Onun gibi binlercesi var. Cepheye gidip imparatorluk ailelerine baksın diye
canla başla çalışan binlerce insan. Ama benim başka şansım vardı. Buna rağmen
istemediğim bu yere geldim. Çünkü ilk defa bir şeyde başarılı olmak istiyorum.”
Andrjez onu anlıyordu. Ölen arkadaşını onurlandırmak için onun hayalini
gerçekleştirmek ince düşünülmüş bir hareketti.
“Belki bir gün hayallerimiz gerçek olur. Ama şimdi uyuman lazım. İyileşemezsen hiçbir
şey yapamazsın.” Demişti. Milos ona bakıp gözlerini kapamıştı. Dışarıdan gaddar
ve vicdansız çıkarcı olan Andrjez’in içinde aslında yaşadığı karmaşayı net
olarak göremiyordu ama onun da kafasında bir şeylerin oturmadığını biliyordu. Altais
gibi kararlı ve kesin hedefleri olan birisi değildi. Rüzgarın savurduğu yere
gitmeye hazır birisiydi. Onun hakkında bu kadar çok düşünüyor olmaktan
rahatsızdı. Sanki aklının bir kısmı hep onu düşünmek istiyor gibiydi. Onu
beklerken üşüdüğünü anımsıyordu. Gelmesi için etrafa bakarken heyecanlı gülümsemesini
buruk bir tebessüm ve hayal kırıklığının aldığını anımsayınca kendine
kızıyordu. Andrjez herkes gibi bu sistemin bir parçasıydı. Ona karşı farklı
düşünmek sadece bir hastalık gibi yıkıcı olurdu. Sırtını dönüp düşüncelerini
boğmak için uykuyu kullanmaya çabalamıştı.
İnsan oğlu küçük şeylerin keyfine varamadığı için büyük hayaller kurardı.
Milos bunu Bayan Owari’nin kitabında okumuştu. Küçük şeylerden mutlu olmak
neydi ki? Bütün gün başında bekleyen Andrjez ile konuşmak onu mutlu etmişti. Ya
da sevdiği yemek… ikisi aynı mutluluğu veriyorsa Andrjez onun için küçük bir
mutluluktu. Küçük mutlulukların büyük acılara temel hazırladığı geçmişi bu
düşünceyi hemen karalamıştı aklında. Altais onun küçük mutluluğuydu ama hayattaki
en büyük acısıydı. Bunun tekrar etmesini istemeyerek düşüncelerini dağıtamamanın
verdiği öfke ile yattığı yerden doğrulmuştu. Gün ışığı iyice reviri doldurmaya
hazırlanıyordu. Hızla postallarını ayağına geçirmişti. Andrjez ayaklarını yere
dümdüz uzatmış kollarını göğsünde birleştirip başını kendini omzuna dayamış
halde orada uyuyordu. Uzun süredir düşünceler içinde olduğunu anlamıştı. Andrjez’in
üzerine doğru kenarda duran paltoyu örtüp onu izlemek için oturmuştu. Küçük bir
şey miydi bu? Rahatsız edici sandalye başında onun iyileşmesi için beklemek. İyi
bir dost olmaya çalışmak küçük bir şey değildi. Küçük şeylerden duyduğu büyük
acıların yerini büyük şeylerden duyacağı küçük acılara çevirmek istedi. O an
için Andrjez onun yeni dostu ve bir adım olsun daha yakın olduğu tek arkadaşı
gibi gelmişti. Altais ile de böyle başlamamış mıydı? Tek bir farkla. O Altais’in
yanına gidip onunla arkadaş olmak istemişti. Şimdi Andrjez ona geliyordu.
Kafasını toparlayamıyordu. Hızla postallarını çıkarıp geri uzanmıştı. Üşümeye başlamıştı.
Örtüyü üstüne geri çektiğinde sıcaklık ile mayışmaya başlamıştı. Bazen sadece düşünmeyi bırakmalıydı. Düşünmenin ne kadar zararlı olduğunu bilmeye
başlamıştı. Derin bir nefes alıp sakince gözlerini kapatmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder