Kayıp Masallar 3 (32. Bölüm)
Geçmişin Gelecekle Bağı
Achube’nin rahatsızlığı herkesin kulağına
gitmişti. Yüzbaşı Dejan ve diğerleri henüz batıdan çıkamamıştı. General Huxe ve
diğerlerinin çıkışını güvenle sağlamak için uğraşırken Hemşire Lannel’in ihanet
durumu çoktan direnişçilerde duyulmuş ve onun gibi içerideki çatlakları bulmak
için gizli bir operasyon başlatılmıştı. Kuzey direnişini destekleyen
generallerden bazıları yeni direniş hareketi için toplanma kararı almıştı. Batı
karargahlarının bombalanması durumu ciddi durumdu. Birçok kişi sızıntıların
önüne geçmek için büyük bir toplantı yapılacağını konuşuyordu. Achube gibi
direnişte ün yapmış askerlerinde olacağı toplantı kuzey Direniş kampında
olacaktı. Milos Roluge’nin açıkça taraf değiştirdiği ve Marillion parasının
direnişe aktarıldığı gerçeği İmparatorluk taraftarlarını ürkütmüş ve b büyük
toplantı yayılırken İmparatorluk yenilmeyen askerlerini tanıtmak için büyük bir
gazeteci ordusu çağırmıştı. Milos gazeteye Lows ve Batı generali Valentin Viore
tarafından verilen röportajı okurken yüzünü buruşturmuştu. Dikildiği yerde
yüzündeki ekşimeyi karşısında oturanlar görmüştü. Achube uzun bir aradan sonra
aşağı inmiş ama gözlerinin görmediği dedikodusuna rağmen ezbere yürüyordu.
“Ne oldu?” demişti Emma oturduğu yerden Milos’a bakıp. Milos gazeteyi katlayıp
kenarı koymuştu.
“General Viore bir röportaj vermiş. Şu bize saldıran şeyler, onların yeni silah
olduğunu anlatmış. Doktor Vasile’de oradaydı. Babamın çalışması olduğunu
söyleyerek hala onun destekçisi olduğumuzu söylemeye çabalamış. İnsanlara güç
gösterisi yaparak imparatorluğun hala ayakta olduğunu söylemeye çabalıyor.
Aptal. Oğlu da bunun gibi.” Demişti. Achube bir an için gülmüştü. “Komik olan
ne?” diye Milos ona çıkışınca Achube tepside kaşığını aramıştı. Ramsy ona
kaşığı uzatmıştı.
“Oğlu işe yaramaz. Ne politikadan en silahtan anlıyor. Aptal herif. Onu keşke
öldürseydim.” Demişti. Ramsy bir süre sessizce onlara bakmış ve boğazını bir
öksürükle temizleyip Achube’ye dönmüştü.
“O adam, çiftçi ev ailesini öldüren kişi miydi?” demişti anılarındaki kişiyi
taramaya çabalayarak.
“Evet ta kendisi. Amacı Milos’u bulup öldürmekti. Aralarında bir nefret
ilişkisi var.” Demişti. Milos onlara bakıyordu.
“O benim arkadaşımı öldürdü. O aptal arkadaşları onu intihar etti diye
onursuzca anlattı. Onu ben öldüreceğim.” Demişti. Andrjez yanına otururken
konuya bodoslama dalmıştı.
“Altais’in ölümünden sorumlu olan Teğmen Viore hakkında sizi konuşmaya
sürükleyen şey nedir?” demişti. Milos ona bakıp kenarı doğru katlayıp koyduğu
gazeteyi alıp ona uzatmıştı.
“İnsandan bozma canavarlarını benim ve ailemin adını kullanarak tanıtmışlar. Bu
canımı sıktı.” Demişti. Andrjez gazeteyi alıp bakmış ve bir süre inceleyip
kenarı doğru koymuştu.
“Bunu kafana takma. Elimizdeki gücü yarınki toplantıda tanıtacağız.” Demişti.
Nuna ona bakıp geriye doğru yaslanmıştı.
“Bizimde mi orada olmamız gerek?” demişti. Achube ona doğru başını çevirmişti.
“Bu olacaksa silahları kuşanmamız mı gerekecek?” dedi. Andrjez ağzına tıktığı
ekmeği hızlıca yutmuştu.
“Evet, onu konuşmaya gelmiştim. Silahlarınızı onlara göstermeniz gerek.” Demiş
ve cümlesini bölen kişi heyecanlı bir erkek sesi olmuştu.
“Aman tanrım Andrjez!” diye bağırıp hızla masaya doğru yürüyen kişiyi masada
oturan üç kişi tanıyordu.
“Ruen?” demişti Andrjez ayağa kalkarken. Ruen tepsiyi kenarı koyup birden onu
kucaklamıştı.
“Demek söylentiler gerçekmiş. Direnişe katıldığın söylediklerinde bunun mümkün
olmayacağına inanmıştım.” Demiş ve onu bırakmıştı.
“Asıl senin burada ne işin var?” dedi. Ruen gülümsemişti.
“Kuzey Generalinin ekibindeyim. İlk günden buraya atanmam sağlandı. Keskin
nişancı yeteneğim ile komutada yer aldım. Sonrasında ise direniş ideolojisi
bana mantıklı geldi.” Demiş ev kenarda oturan Milos’a bakıp kalmıştı. “Tanrı
aşkına Milos Roluge?” demiş ve Andrjez’i kenarı doğru itmişti. “Seni en son on
beş yaşında görmüştüm.” Demiş ve ona doğru elini uzatmıştı. Milos doğrulup
elini sıkmıştı. Ruen’i hatırlıyordu. Andrjez’in yakın arkadaşıydı.
“Evet, sende baya değişmişsin.” Demişti. Ruen diğer tarafta oturan Achube’yi
fark etmiş ve hemen selam vermişti. Achube ise ona bakmadan yemek yiyordu.
“Achube, Ruen Bellahk manastırdan benim dönemimdi. Hatırlarsın belki.” Demişti
Andrjez. Achube kaşığı tepsiye doğru eğmişti. Sesin geldiği yöne doğru
döndüğünde gözleri kapalıydı. Ruen bir an için duraksamıştı. Achube ise
gözlerini yavaşça açtığında beyaz dönmüş gözlerindeki boşlukla ürpermişti.
“Evet hatırlıyorum. Sürekli sırıtarak gezen şu kişi. Onun direnişte olduğunu
duymuştum.” Demişti. Ramsy onun dökülen kaşığına bakıyordu.
“Üst Teğmenim duyduklarımın doğru olması…”
“Sorun değil Ruen. Böyle de savaşabilirim.” Demişti. Ruen buruk bir ifade ile
gülümsemişti. Emma ise ona bakmıyordu bile. Emma’nın direniş içindeki rolü hep
gizli kalmıştı. O Lows ile nişanlı birisiydi ve şimdi burada olmasını açıklamaktan
kaçınmak istiyordu. Ruen onu dikkate bile almamıştı. “Siz direnişte herkesin
örnek aldığı birisi olarak ayakta kaldıkça bizde sizi takip edeceğiz.” Demişti.
Achube acı dolu bir ifade ile gülerken
Ramsy artık dayanamayıp onun kaşığını düzetmesi için elini çevirmişti.
“Ruen bizim konuşmamız gerekenler var daha sonra seninle görüşelim olur mu?”
Andrjez bunu söylediğinde Ruen başını sallamıştı. “Tamamdır. Yarınki toplantıda
Kuzey Generali ile olacağım.” Demişti. Andrjez başını sallamıştı. “Strateji ve
Güney generalleri ile geleceğiz bizde. Orada görüşelim olur mu?” demişti. Ruen
hepsini selamlayıp tepsisini almış ve onu bekleyen arkadaşlarına doğru
ilerlemişti.
“Üst teğmen İllarea mı o?” demişti birisi ona doğru fısıldayarak. Ruen başını
sallamıştı. “Üst Teğmen Orgraf’ın burada ne işi var? O Yüzbaşı Lows’un nişanlısı
değil miydi?” diye çıkışmıştı birisi otururken Ruen göz ucu ile masaya
bakmıştı.
“Emma Orgraf’ın görevini bilmeden konuşmayın. Ayrıca sürekli oraya bakıp
durmayın!” diye çıkışmıştı. Ruen’in yanında oturan teğmen armasını kolunda
taşıyan kız Ramsy’i işaret etmişti.
“O kim? Üniformalı değil. Daha önce onu gördün mü?” demişti. Birisi öne doğru
eğilmişti.
“General Huxe ve ekibinden gelen kişilerle kalıyor. Onlardan olmalı.
Stratejiden birisi. Sivil casus falan olmalı. Kimse tanımıyor onu.” Demişti. O
sırada masaya bakan tek kişi onlar değildi. Stratejiden buraya gelen kişi
sayısı oldukça az olurdu. Achube strateji tarafından direniş içinde olduğu
bilinen en net kişiydi. Geri kalanları casusluk yapar ve kimlikleri diğerleri
tarafından bilinmezdi. Achube’nin açık olmasının tek sebebi ise kullandığı
güçleriydi.
“Andrjez Dejan, Milos Roluge ve Achube İllarea batıdan kaçmışlar. Duyduklarım
bunlar benim. General Huxe ve adamlarını Orgraf ’ı kurtarmak için terk etmişler
diye duydum.” Ruen yanında oturan kişinin dediklerinden rahatsız olmuştu.
“Andrjez ve Üst Teğmen İllarea hiçbir şeyden kaçmaz.” Demişti. Yanındaki kişi
ona bakıp ukalaca bir ifadeyle gülmüştü.
“Arkadaşın olduğu için sinirlenme. Burada ideolojik bir durum var.” Demişti.
Ruen bir süre sessizce beklemişti. “Dedikleriniz umurumda değil. Andrjez’i hiç
tanımıyorsunuz. O bir şeyden kaçmaz.” Demiş ve sohbeti kapatmak istemişti. O
sırada Andrjez’in oturduğu masada hararetli bir konuşma vardı ve bunun sebebi
hepsinin bir tartışma içinde olmasıydı.
“Yarınki toplantının olmasını isteyen kişi Strateji generali. Yemeğini yiyen atış
talimi için dönsün.” Demişti Kuzey generalinin sorumlu albayı oturduğu yerde
kaşları çatık halde. Ruen kalkacakken albay ona bakmıştı.
“Birde, manastırdan çıkan bir subay sadece silah tutmayı öğrenmez. Ana
manastırın yetiştirdiği her asker önce bu topraklarda yaşayan insanları korumak
için yemin eder. İmparatorluk sonra gelir. Sözlerinizin sizin için sadece
dedikodu olduğunu bilsem de Ruen gibi manastırda eğitim almış birisi için
hakaret olduğunu unutmayın. Akşam yemeği için burada olmayacaksınız. Ona göre
yiyin.” Demiş ve masadan ilk kalkan o olmuştu. Ekibinden ses bile çıkmıyordu.
Hepsi öylece durmuş ve tepsisine bakıyordu. Albay sakince ayağa kalkmıştı.
“Ruen Loan Dejan dönem olarak alt sınıfımdı. Onun kardeşinin onun kadar onurlu
ve akıllı olduğunu tahmin ediyorum. Arkadaşın için boş konuşmalarını umursama.”
Demiş ve arkasını dönüp uzaklaşırken Ruen sessizce masadan kalkmıştı. Kuzey
generali onu yetenekleri ve güçlü eğitimi için seçmişti. Albay Novac’ın ekibine
verildiğinde tek manastır çıkışlı kişi olduğu için başından beri sevilmemişti.
Albay dışında onun gibi subaylığını cephe dışında alan yoktu. Bu yüzden sürekli
hor görülmekten yoruluyordu. Tepsisini bulaşıkların arasına bırakacakken
Milos’un oraya doğru geldiğini görmüştü. İfadesiz yüzü dikkat derecede farklı
duruyordu. Yanında Ramsy ile yürüyorlardı.
“Sağlığı iyiye gidiyor. Geçen gün karda yansıyan ışığı biraz olsun
görebildiğini söyledi. Sanırım verdiğin ilaçlardan dolayı geceleri kabuslar
görmeden uyuyor. Yine de erken olduğunu düşünüyorum.”
“Endişen yersiz değil ama Andrjez’e güvenmekten başka şansımız yok. İçini
ferahlatacaksa sana şunu söyleyebilirim, Achube’ye bir şey olmaması için
Andrjez durumu kontrol altında tutacak her türlü hazırlığı yapıyor. Birkaç
gündür bunun üzerine çalışıyor.” Roen ile göz göze geldiklerinde Milos
gülümseyip susmuştu.
“Afiyet olsun.” Demişti. Ruen onlara bakıp tepsisini kenarı oyup dışarı doğru
çıkmıştı. Sigara içmek için kenarı çekildikten birkaç saniye sonra Ramsy tek
başına dışarı çıkmış ve cebinde bir şeyler ararken Ruen ona doğru yürümüş ve
çakmağını uzatmıştı. Ramsy alıp sigarasını yakıp teşekkür etmiş ve çakmağı
uzatmıştı. Ruen onun hemen yanında duruyordu.
“Resmi olarak tanışamadık, ben Ruen Bellahk.” Demişti. Ramsy elini sıkmıştı.
“Ramsy.” Demişti. Ruen ona bakıyordu. Asker olmaya yatkın olacak kadar iri
bedenine rağmen ne bir silah ne bir arma taşıyordu.
“Ramsy gidiyor musun?” Kapıdan süzülen Nuna onlara doğru gelmiş ve sigarasını
yakmak için giydiği erkek pantolonundan bir çakmak çıkarmıştı.
“Evet Bayan Nuna.” Demişti Ramsy onun çakmağına bakıp kaşları çatılmıştı.
“Çakmağın bendeydi.” Demiş ve gülümseyip uzatmıştı. Ruen’i çok öncesinden
Achube ile genel eve geldiği günden hatırlıyordu. Ama bu konu hakkında
konuşmaya niyeti yoktu. Ramsy çakmağını alıp ceket cebine koymuştu.
“Achube seninle mi gelecek?” demişti. Ramsy başını iki yana sallamıştı.
“Teğmen Dejan ile gidecekler.” Dediğinde Nuna sesini alçaltıp öne doğru
eğilmişti.
“Milos bugün oğlumun kampa getirileceğini söyledi.” Demişti. Ramsy bir an için
sevinçle ona bakmıştı.
“Bu çok güzel bir haber. Bayan Orgraf
size eşlik edecek mi?” demişti. Nuna başını iki yana sallamıştı. “Bebeklere
bakmaya gidecekti. Sen müsaitsen benimle gelir misin? Yani tek giderim ama onu
görmeyeli yıllar oluyor. Milos onun fotoğrafını verdi ama belki benimle…” Ramsy
gülümseyerek sigarasını söndürmüştü.
“Endişeniz yersiz Bayan Nuna. Size eşlik etmeyi çok isterdim ama gecikmeden
parçaları getirmem gerek. Teğmen Dejan ve Achube bekliyor.” Nuna iç çekmişti.
“Anlıyorum. Neyse gidip onu karşılamalıyım.” Demiş ve arkasını dönmüştü. Sonra
tekrar dönüp üstünü başını çekiştirmişti.
“Ramsy!” diye seslenip saçlarını da düzeltmişti. “İyi gözüküyor muyum?”
demişti. Ramsy onun heyecanı karşısında gülmüştü. “Çok güzelsiniz. Akşam sizi
görmeye geleceğim.” Demişti. Nuna adeta sekerek gidiyordu. Dün oğlunun kampa
nakil olacağını öğrenmişti. Milos onun getirilmesini oradan Kuzey’in güvenli
noktalarından birine Emma ve çocuklarla transfer olmasını sağlayacaktı. Nuna
uzaklaşırken Ramsy gülümseyerek Ruen’e dönmüştü.
“Çakmak için teşekkürler.” Demiş ve silah hangarlarının olduğu tarafa doğru
yürümüştü. Ruen onlara bakıp kalmıştı. Kim olduğunu bilmediği bu insanlar
çocuktan beri tanıdığı Andrjez’in çevresi olmuştu. Onun hakkında konuşup, onun
hayatında yer alırken uzakta kaldığını hissetmişti. İç çekip sigarasından derin
bir nefes çekmişti. Kalanı söndürmek için erimiş karlara atıp postalı ile
üstüne basmıştı.
Nuna’nın oğlunu göreceği yerde sadece o değil doğudan
gelen direniş birlikleri oradan giriş yapacaktı. Nuna kenarda durmuş heyecanla
içeri giriş yapan kamyonlara bakıyordu. Silahlı insanlar, mühimmatlar, mühürlü
kasalar ve sonra insanlar. Siviller vardı ve gözüne kızıla çalan saçları ile
elindeki çubuk şekeri yemekle meşgul çocuğu görmüştü. Bir kadının elini
tutuyordu. Ona doğru gitmeden önce
cebindeki fotoğrafa bakıp tekrar teyit etmek istemişti. Fotoğrafı cebine
sıkıştırıp hızlı adımlarla ilerlerken gülümsüyordu.
“Roy Savelli.” Derken gülümsüyordu. Kadın ve çocuk ona bakmıştı.
“Bayan Savelli?” demişti kadın. Çocuk çekingen ve ürkekti.
“Benim. Mirel Savelli. Lütfen bana Nuna demekten çekinmeyin.” Demişti. Çocuk
çekeri ağzından çekip ona gülümsemişti. “Annem bu mu?” demişti. Kadın başını
sallamıştı. “Evet. Sana onun resmini göstermiştim. Hatırlıyorsun değil mi?”
dedi. Roy başını sallamış ve kadının elini bırakıp ona doğru elini uzatmıştı.
“Merhaba Bayan Anne.” Dediğinde Nuna dizleri üzerinde eğilip onu hızlıca
kendine doğru çekmiş ve sıkıca sarılmıştı. “Sadece anne demelisin.” Demişti. Çocuk biraz
geri çekilip onu baştan aşağı süzmüştü. “Gerçekten güzelmişsin. Yurt hanımı
sizin hakkınızda çok güzel demişti.” Demişti. Nuna göz yaşlarını tutup
gülümsemişti.
“Karnın aç mı?” demişti. Kadın Roy’u Nuna’ya bırakıp ayrılmış be anne oğul baş başa
kalmışlardı. Roy annesi olan bu kadını tam olarak tanımasa da ona karşı soğuk
değildi. Ona bakan kişiler sürekli annesinin onun için ne kadar çalıştığını
söylemişti. Gün kararana kadar Nuna onunla Direniş kampında zaman geçirmişti.
Emma ile kaldıkları odaya hava kararmaya yakın dönmüşlerdi. Nuna soğuktan
yorulmuş olan Roy’u kucağına almıştı merdivenleri çıkarken. Onu merdivenlerin
başında indirmiş ev sonraki odayı göstermişti.
“Bu gece burada benimle kalacaksın.” Demişti. Roy ilerdeki kapıya bakmıştı.
Arkalarından gelen kişilerin sesi ile dönüp baktığında birileri gülerek
merdivenlerden çıkıyordu.
“Nuna?” Andrjez’in sesini duyunca Nuna dönüp neşe ile gülümsemişti. “Merhaba Roy!”
Milos kenarda duran çocuğa bakıp gülümsemişti. Çocuk onu anımsar gibi bakmış ve
birden toparlanıp selam vermek için öne doğru çıkmıştı.
“Efendi Roluge!” demişti. Yetim hane Roluge değil Marillion ailesine ait olsada
Milos orayı kendi kontrolü altına almıştı.
“Tanışıyor musunuz?” demişti Andrjez kaşları çatık onlara bakarken. Roy
gülümserken onun enerjisinden korkup geriye doğru çekilmiş ve Nuna’nın elini
tutmuştu.
“Evet, Nuna’nın oğlu. Yetimhanede benim gözetimim altına almıştım. Lows ve
diğerlerinin pisliğinden korumak için. Kendisi ile tanıştık ve ona annesini
göreceği sözünü vermiştim.” Dedi. Andrjez bir süre duraksamıştı.
“Anladım. Akşam yemeği yedini mi peki?” demişti. Roy başını sallayınca Andrjez
üst katı işaret etmişti. “Altıncı katta olacağız. Abim gelmiş. Onlarla akşam
yemeği yiyeceğiz. Sizde gelin Nuna.” Demişti. Nuna gülümsemişti. “Rahatsızlık…”
“Herkes orada olacak. Roy içinde farklılık olur.” Dedi Achube. Milos onlara
bakıyordu. Ellerini arkasında birleştirip merdivenlere doğru dönmüştü.
“Bebeklere başkası bakacak, Emma’da yukarıda. Hadi.” Demiş ve onlara da
katılması için baskı yapmıştı. Nuna başını sallayıp onlarla yukarı çıkmaya
başlamıştı.
“Yüzbaşı Dejan ve diğerleri ne zaman geldi?” dedi. Andrjez tırabzanlara tutunup basamakları büyük
adımlarla çıkmaya çalışan Roy’u izliyordu.
“Bu sabah diğerleri ile gelmişler. Strateji sessiz hareket etmeye bayılır.” Andrjez
söyleyip Roy’un düşmek üzere olduğunu fark edip sırtına doğru elini uzatmıştı. Roy
ona bakıp gülümsemiş ve elini ona doğru uzatmıştı. Andrjez biraz çekinerek onun
elini tutmuştu.
“Eğer buradan tutunmazsan düşersin. Bakıcı annemiz hep bize sıkıca tutunmamızı
söylerdi. Sende benden tutun.” Demişti. Andrjez onu eline bakıp istemsizce
gülümsemişti.
“Roy onu sevdi.” Derken Milos gülümsemişti. Nuna oğluna ve onun elinden tutmak
için eğilmiş merdivenleri çıkan Andrjez’e bakmıştı. Yavaş yavaş çıkmaktan
usanana kadar bu süreç devam etmiş ve Andrjez sonunda beşinci katta çıkarken
Andrjez birden Roy’u kucaklamış ve hızla basamakları çıkarken direniş binasında
çocuk kahkahası yankılanmıştı. Altıncı katta kısımda ana yönetim için var olan
odalardan birinin önüne geldiklerinde Andrjez Roy’u yere indirmiş ve
gülümsemişti. Roy neşe ile kahkaha atıp dişlerini göstererek ona bakmıştı.
Gözleri gülümserken kısılmış, heyecandan yanakları kızarmıştı. Milos ve Nuna onlara
yetişmişti.
“Bir daha!” demişti Roy kollarını ona doğru uzatırken. Andrjez onu kollarının
altından tutup kaldırmıştı. “Biraz sonra.” Demiş ve onu indirip dağılmış kızıl
saçlarını elleriyle düzeltip kıyafetini silkelemişti.
“Şimdi bir beyefendi gibi yürüyerek içeri girelim.” Demiş ev kapıyı tıklatıp
bir süre sonra açmıştı. Roy içeriye doğru ürkek gözlerle bakmıştı. Emma ise
hemen kapıya dönünce Nuna’nın sık sık anlattığı ve resmini gösterdiği Roy’u
tanımıştı.
“Bayan Nuna sonunda onunla sizi bir arada gördüm.” Demiş ve oraya doğru yürüyüp
çocuğa bakmıştı.
“Siz kardeş misiniz?” derken Roy annesine ve Emma’ya bakmıştı. İkiside sarışın
ev mavi gözlüydü. Hoş bir şekilde birbirlerini andırıyorlardı. “Hayır ama
oluruz.” Demişti. Roy gülümserken Milos içeride yabancı yüzler görmüştü. Yüzbaşı
oturmuş birisi ile konuşuyordu. Tanımadığı bir kadın vardı ve direniş
kampındaki sorumlu albay oradaydı.
“İçeri gelin.” Demişti Yüzbaşı Dejan oraya doğru dönmüştü. Ramsy ve Achube
henüz gelmemişti. Onları beklerken diğerleri ile tanıştırmayı mantıklı bulmuştu
Loan Dejan.
“Kardeşim Andrjez Dejan.” Demiş ve ilk içeri doğru ilerleyen Andrjez’i
göstermişti. Hemen arkasından ilerleyen Nuna’yı göstermişti. “Bir dönem Lows’a
istihbarat için çalışan şimdi bizimle olan Nuna, Mirel Savelli.” Demişti Nuna
gülümsemişti. En son girerken kapıyı kapatan Milos’u eliyle göstermişti.
“General Marillion’un torunu ve Doktor Roluge’nin oğlu Milos Roluge.” Demişti. Milos
onlara bakıyordu. Kahverengi koyu saçları omuzlarına dökülen, çekik gözlerinin
üstündeki sert kavisli kaşları altında gri gözleri parlayan esmer tenli kadın
gülümsemişti. Ayağa kalkıp onlara doğru dönmüştü.
“İmparatorluk pilotu Yüzbaşı Nikita Oslow.” Demişti. Milos onu hemen
anımsamıştı. “Kraliyet soyundansınız değil mi?” dedi. Yüzbaşı Oslow ona bakıp
kalmıştı. Milos ise gözlerini kısıp onu baştan aşağı süzerken derin sessizlikte
gerginlik oluşmuştu.
“Evet.” Demişti. Milos usulca başını sallamıştı.
“Kız kardeşim dediğiniz kişi bizim yerimizi paylaşan Lannel ile yakın arkadaş
değil mi?” demişti. Nikita ona bakarken gözleri açılmış ve yüzündeki gülümseme
silinmişti. “Burada olduğunuz sürece size kefil olan kişi var mı?” demişti.
Yüzbaşı Dejan araya girmek için doğrulmuştu.
“Ben!” demişti ve Nikita’ya dönmüştü. “Burada olmasının garantisi benim. Bu
seni rahatlatacak mı?” dedi. Milos bir süre öylece durmuştu. “Değil.” Demiş ve
kapıya doğru yürümüştü. Oslow ailesi ile Marillion ailesinin geçmişten gelen
ufak davasını bilmedikleri için Milos’un tavrını çocukça bulmuşlardı.
“İkimizin de ailesinde çürükler var Milos Roluge.” Demişti Nikita ona doğru bir
adım atarak. “Babam imparatora hizmet ediyor. Tıpkı senin büyük baban gibi. Ama
ben sadece bu düzenin bozulup savaşın bitmesini istiyorum.” Dedi. Milos bunu
duyunca ona doğru dönmüştü. Oslow ailesinin katliamları ve ordunun hatalarının
sebebi olmasından dolayı herkesin tepkisi vardı. “Baban ve soyun aileme kazık
atıp her şeyini alamaya çalıştı. Ama sorun bu da değil. Genel olarak sana
sinirliyim ben Nikita Oslow.” Demişti. Nikita ona şaşkınlıkla bakıp kalmıştı.
“Sana ne yaptım?” demişti.
“Arkadaşımın intiharındaki araştırmada soruşturma dosyasını kapatan imza
sizindi. O zaman teğmendiniz. Bunu kenarı atamayacağım.” Demişti. Derin soğuk
hava daha da korkunç bir hal almıştı. “Yıllar öncesindeki bir dava…”
“Bu konuda kendinizi zamanın geçişi ile savunamazsınız.” Andrjez olaya müdahale
ederken koltuğa oturmuştu. Sigarasını yakıp ona dikmişti gözlerini. “Zamanında attığınız
imzanın neye bedel olduğunu biliyor musunuz?” demişti. Nikita, Andrjez’e bakıp
kalmıştı.
“Altais Shanix, 12 yaşında kendi odasında kendini astığı söylendi. Soruşturma
dosyasında ise iki imza vardı. Ailesinin alt sınıftan olması sebebi ile baskıya
yenik düştüğünü yazmıştınız. Ama onun boynuna ipi geçiren kişi Batı Generalinin
oğlu Tolan Viore ve arkadaşlarıydı. Dövdüler ve sonra boynuna ipi geçirip
çekiştirip astılar. Tam olarak 3 dakika çırpındı ve kimse yardım etmedi. Odanın
dışında yirmi dört içinde dokuz kişi vardı. Hepsini size yazmıştım. Okumadan
geçmişsiniz.” Dedi. Nikita ona şoka girmiş şekilde bakıyordu. “Dünya küçük bir
yer Yüzbaşı Oslow. Bir adaletsizliğe sebep olup nelere neden olduğunuzu
bilmeden savaşı durdurmak için savaş başlatmak için burada olmanız beni
rahatsız ediyor.” Milos bunları söylerken sesi buz gibiydi. “Ben o dosyayı
hatırlamıyorum bile.” Demişti ama sesi kırgın ve dehşet içindeydi. Milos ona gözlerini dikmişti.
“Attığınız imza şu an neye sebep oldu biliyor musunuz?” dedi. Nikita ona
bakıyordu. Milos dişlerini sıkıp nefes vermişti. “Batı generalinin oğlu teğmen
olmak için manastıra geldi. Andrjez Dejan’ı da öldürmek için çabaladı. Ve bugün
babası ile güç birliği içinde olup batı laboratuvarlarından, silahlara kadar
her şeyi kaybetmemize sebep oldu.” Nikita öylece kalmıştı. Yüzündeki kan
çekilmiş, al yanakları boz bulanık olmuştu.
“Ben bunun…”
“Bilemezdiniz. Adil olsaydınız bu kadar tarihin yükünü taşımazdınız. Çıkarları
çatışan herkes direnişe katılıyor. Güney Generali gelecek. İmparatorluk onu
yükseltmediği için bu savaşa son vermek istiyor sözde. Darbe yapmak için
çabalıyor. Siz ve sizin gibiler yoruldunuz ve artık sadece rahat etmek için
sözde savaşı bitirecek ve bunun yerine hamlelerini sizin belirlediğiniz yeni
bir savaş yaratmak istiyorsunuz. O yüzden sana kefil olan kişi bana gerçek bir
sebep söylerse burada duracağım.” Demişti. Yüzbaşı Dejan öylece kalmıştı.
Andrjez ise olayın gidişatının abisine bağlanmış olmanın rahatsızlığını belli
etmemek için öylece oturuyordu.
“Kefil olacak kişi başkası olmamalı.” Albay Novac bunu söylerken ciddiyetle
onları dinliyordu. “Yüzbaşı Oslow kendine kefil olacaksa bu iş olur.” Dedi.
Milos Albaya bakıp kalmıştı. Haklılığının yanı sıra istediği cevabı vermiş
olmasından etkilenmişti. “Evet Yüzbaşı Oslow?” demişti albay ona doğru başını
çevirip. “Bay Roluge oldukça haklı. Nefretinin ve sinirini haklı buldum.” Dedi.
Nikita öylece kalmıştı. Bir süre durmuş ve yüzünde hüzünlü bir ifade
belirmişti.
“Olurum. Özür dilemek bir şeyi değiştirmeyecek biliyorum ama…” Milos onun
lafını kesmişti.
“Özür dilemeyin. Altais Shanix davasında yaptığınız hatanın sorumluluğunu alıp
onun yasını hala tutan ailesinden af dileyin.” Demiş ve kenarı doğru yürüyüp
şöminenin yandığı yerde durmuştu. Yüzbaşı Nikita öylece kalmıştı. Andrjez ise
iç çekmişti. Zaman çizgisinin bağına hayranlık duyuyordu. Yıllar öncenin
adaletsizliği şimdi ortaya çıkıyordu. Nikita geri koltuğa oturmuştu. Omuzları çökmüştü. Yüzbaşı Dejan ne yapacağını
şaşırmıştı.
“Kindardır biraz.” Demişti Andrjez ortamı yumuşatmak için. “Hesabını sağlam
tutar. İsimleri, mevkileri ve rütbeleri asla unutmaz. Kimin e dediğini her
ayrıntısına kadar hatırlaması etkileyici değil mi?” demişti. Albay Novac başını
usulca sallamıştı.
“Etkileyici tabi ki. Sanırım bu yeteneğini annesinden almış. Marillion ailesi
asla unutmaz.” Demişti. Milos durduğu yerden onlara bakıyordu. Kapının çalması
ile etrafın aurası dağılmıştı. Kapı aralanırken Achube’nin sesi duyulmuştu.
“Tek başıma yürüyebilirim Ramsy. Beni daraltma.” Derken kapı açılmış ve Achube
içeri doğru girerken gözleri boş ve beyazdı. Ramsy ise endişe ile ona onun
düşmemesi için etrafında dolanıyordu.
“Kapı eşiğine…” demesi ile Achube sendelemişti. Ramsy onu kolundan yakalayıp
içeri doğru iteklemişti. Achube iç çekip Ramsy’in onu bıraktığı yerde dikilmeye
başlamıştı.
“Etrafta korkunç bir gerginlik seziyorum.” Demişti neşeli bir sesle. Görüyor
gibi etrafa bakmış ve bir süre sonra Nikita Oslow ve Albay Novac’ın olduğu yere
bakmaya başlamıştı.
“Gözlerine olanlar…” Yüzbaşı Dejan konuşmaya başladığında Achube heyecanla
oraya doğru başını çevirmişti. “Efendim geleceğinizi söylediklerinde General
Huxe ile geleceğinizi sanıyordum.” Dedi. Yüzbaşı Dejan ona doğru yürümüş ve bir
an için onun boş beyaz gözlerine bakıp kalmıştı.
“Erken gelmemiz gerekti. General Donowan ve General Huxe beraber geleceklermiş.
Önden biz yola çıktı.” Dedi. Achube onun durduğu yerdeki sesleri dinliyordu.
Boş beyaza dönmüş gözleri dikkatle oraya bakarken Yüzbaşı Dejan’ın yüzünde bir
acı oluşmuştu.
“İyi yapmışsınız. Bizde Andrjez’in hazırladığı şeyleri…” Sözünü kesen şey elini
yüzüne doğru hızla götürüp öne doğru eğilmesi olmuştu. Öylece bir süre durup
elini arkaya doğru uzatmıştı. Ramsy onun yanına doğru gelip eğilip bakınca
burnun kanadığını görmüştü. Bir mendil çıkarıp eline tutuşturmuştu.
“Otursan iyi olur.” Demişti. Achube sessizlikte bir koltuğa oturtulmuştu. Yanan
şıkta oluşan gölgeleri seçebiliyordu. Ama göremiyordu.
“Neden oldu bu?” Milos sorgulayıcı şekilde Ramsy’e bakmıştı. Ramsy ona bakıp
yüzünü buruşturmuştu.
“Yorgunluk.” Demişti Ramsy soğuk ve sakin bir sesle. “Bende bu konuyu
konuşacaktım. Achube’ye bu konuda defalarca konuştum ama…”
“Bu konuyu konuşmak yerine yemek…” Achube Ramsy’in ağzına lafı tıkamayı
planlarken Ramsy onun burnuna doğru mendili bastırıp susturmuştu. “Teğmen Dejan
bana verdiğiniz kitapları okudum ve Achube için bir çözüm buldum. Sürekli
yoruluyor ve burnu ve gözleri kanayıp duruyor. Dinlenmesi gerek. Onu doğu
kampına çocuklar ve kadınlarla göndermek bence çok mantıklı olacak. Silaha uyum
sağlayamıyor ama ben onun yerine kullanabilirim.” Demişti. Andrjez ona
bakıyordu. Achube Ramsy’in elini yüzünden iteklemeye çabalamıştı. Ramsy ise
onlara bakıyordu.
“Silaha uyumlu olup olmadığın…”
“Denerim. Ama Achube buna devem edemez.” Onunla konuşan Andrjez’e bakıyordu.
Andrjez iç çekip ayağa kalkmıştı.
“Ona bakmama müsaade et.” Demiş ve koltuğa doğru yürümüştü. Milos olayı
dikkatle uzaktan izlerken Nuna uyuşan ellerini Erkaya doğru almıştı. Silahları
kullanmak bedenlerini cidden çok zorluyordu. Achube’nin bu durumda silahları
kullanamayacağı düşüncesi ile hepsi yüzleşmekten çekinmişti. Andrjez Achube’nin gözlerine doğru bakmıştı.
Ardından kanayan burnuna doğru bakıp sonra kollarını kaldırmasını istemişti. Andrjez
bunu isteyince Achube bir an için duraksamıştı. “Kollarında siyah lekeler var.
Damar çizgileri boyunca ilerliyor.” Ramsy bunu söyleyince Achube’nin yüzü
düşmüştü. “Bu iyi değil.” Milos bunu mırıldanırken Nuna ona göz ucuyla
bakmıştı.
“Ramsy haklı, en azından denemeyi durdurmamız gerek. Bu gidişle sınırları
zorlarsan ilaçlarda etki etmemeye başlar.” Dedi. Achube öylece gözleri boşluğa
bakarak duruyordu. “Silahı başkasının kullanmasını sağlamalıyız. Böyle devam
edemezsin.” Andrjez kenardaki boş koltuğa oturmuş ve Achube’nin yüzüne bakmaya
başlamıştı.
“Ramsy’e kızma. O doğru olanı yaptı. Saklayarak ne kadar devam edebilecektin?
Bir gece bu sefer ölüm haberinle mi uyanacaktık?” Ramsy başını sallayıp
Achube’nin mendil tutan elin kaldırıp yüzüne doğru bastırmış ve iç çekmişti. “Defalarca ona size durumu söylemesini
söyledim. Her defasında tamam dedi ve sürekli saklamaya çalıştı.” Ramsy hem
sinirli hem üzgündü.
“Doğru olanı yaptın Ramsy. Durumun ciddiyetini anlayacak kadar akıl sağlığı
yerinde olan birisini görmek rahatlatıcı.” Demişti. Achube hiçbir şey
söylemiyordu. Öylece duruyordu. Andrjez ona bakıp elini uzatıp dizine doğru
koymuştu.
“Ölmeni kimse istemiyor. Eğer ölmek istiyorsan hala beylik silahın var. Ölümün
kimseye vicdan azabı çektirmesin. Anladın mı?” demişti. Achube ona cevap vermek
için doğrulmuştu.
“İşe yaramaz olarak kalmaktansa…”
“İşe yaramaz olacağını söylemedim. Sadece silahı kullanamazsın. Silah gücünü
dengelesin amacıyla sana özel yapılmıştı. Ama bir işe yaramayacaksa sana zarar
verecekse iptal eder yenisini yaparız. Bu hala gelmen benim hatam ve bunu
düzelteceğim. İşimi zorlaştırıp bana ceza vereceksin bu şekilde yapma. Benden
çok Ramsy’e zarar veriyorsun.” Dedi. Achube yutkunmuştu.
“Sizi endişelendirmek istemedim. Eğer üstüne gidersem aşarım sandım ama…”
“Ama tekrar kâbus görmeye başladı. Onlara olan şeyi göster.” Demişti Ramsy
kaşlarını çatıp. Achube ondan yayılan gergin enerji ile ürpermiş ve elindeki
kanlı mendili bırakıp ayağa kalkmıştı. Önce paltosunu sonra ceketini
çıkarmıştı. Ardından gömlek düğmelerini söküp gömleğini çıkarıp sırtını onlara
doğru döndüğünde taze bir yara izini andıran kırmızı izler bir nilüfer çiçeğine
benzer şekiller oluşturmuştu. Milos şekli görünce bir an için ürperip
doğrulmuştu. Andrjez ise olayın şaşkınlığından sıyrılıp ayağa kalkmıştı.
“Siktir…” demişti. Achube gömleğini geri omuzlarına doğru çekmişti.
“Bu nasıl oluştu?” dediğinde Ramsy anlatmaya başlamıştı.
“Dün gece uyandığında gördüm. Kâbus gördüğünü söyleyip yataktan fırlayıp çıktı
ve sonra sırtının yandığını söyledi. Baktığımda bu iz vardı. Daha kırmızıydı.
Sonra kollarında silah damar izleri ortaya çıktı. Andrjez bir süre eli
çenesinde öylece düşünmüştü. Ardından gözleri parlamıştı. Nuna geriye doğru
çekilip Milos’un yanında durmuştu.
“Onun sırtındaki iz tıpkı Andrjez’in göğsündeki izler gibi değil mi?” diye
fısıldamıştı. Milos başını sallamıştı. İzin anlamını bilmenin verdiği
rahatsızlıkla midesi ekşimişti. Yüzünde rahatsız edici bir bulantı ifadesi
vardı.
“Yemek yemeyecek miyiz?” bunu soran kişi Roy olmuştu. Herkes bir an için ona
dönüp bakıp kalmıştı. Roy utançla Milos ve Nuna’nın arkasına doğru kaçmıştı.
“Haklı.” Andrjez çocuğun dediklerini bahane ederek konuyu hemen kapatmanın
yolunu bulmuş ve Achube’nin yanında duran Ramsy’e bakmıştı. Ramsy onun yüzünden
anlamıştı konuşulacak şeyler olduğunu. Achube’nin ceketini alırken başını
sallamıştı. Masaya doğru yürürlerken
Milos dikilen Ramsy’e bakmıştı.
“Silahı sen kullanamazsın.” Demişti. Ramsy ona bakınca Milos onun kolunu tutup
birkaç saniye içinde kulağına bir şey fısıldamış ve hemen karşıya doğru geçip
sandalyeye oturmuş ve onu takip eden Roy’u eğilip belinden kavrayıp sandalyeye
oturtmuştu. Emma ise Ramsy’e bakıyordu. Saklanması gereken büyük sır yüzünden
şu an konuşamıyorlardı ama nilüfer çiçeği deseni onlar için Andrjez ile
bütünleşmiş bir simgeydi. Herkes masaya geldiğinde Albay Novac onlara bakıp
gözlerini kısmıştı. “Bir şeyler dönüyor ve bunu bilmemizi istemiyorsunuz.
Sebebi güvenmemek mi?” dedi. Milos ona doğru dönmüştü.
“Pek sayılmaz efendim. Öncelikle birden çok olayın birbiri ile bağlantısı var. Burada
çözümlenmesi gereken karmaşık ilişkilerde var.” Demişti. Albay Novac onlara
bakıyordu.
“Altınız batıdan beraber geldiniz değil mi?” dedi.
“Evet efendim.” Demişti Milos.
“Anladım. Üst Teğmen İllarea gözlerini nasıl kaybetti?”
“Kullanılan kızıl taşın fazla baskı sonucunda sinirler ve dokuda oluşan
hasardan dolayı.”
“Ama istihbarat sizin Lows ile çatışmadan Batı sınırını terk ettiğinizi
söylüyor. Kızıl taşı ne zaman nasıl kullandı?” Albay onları köşeye
sıkıştırmıştı. Milos cevap vermek için düşünürken Ramsy birden konuşmaya
başlamıştı.
“Çatıştık. Onlardaki o garip taş kullanıcılarından birisini öldürmek için
kullandı. Ve sonra ikinci taşı kırdı. Öncesinde ağır yaralanmıştı. Sırtında ve
karnın yan taraflarında derin yaralar vardı. Bu yüzden taşı kullandığı andan
itibaren hiç olmadığı kadar enerji harcaması gerekti. Çocukları ve hanım
efendileri güvene almak için tek başına çatışmak zorunda kaldı.” Albay’a
bakarken başını yana doğru eğmişti. “İstihbaratınız eğer çok iyi olsaydı dağ
yolundan gelmediğimizi de biliyor olmalısınız.” Demişti. Albay çelişki içinde
kalmıştı. Lows’un verdiği raporlar ellerine geçmiş ve onları dağ yolunda tipide
kaybettiğini, çatışma olmadığını belirtmişti.
“Silahlarınız olmadan kampa giriş yapmışsınız.” Demişti Yüzbaşı Dejan onları
sıkıştırmak için. Ramsy hiç duraksamadan cevap vermişti.
“Attık. Hızlı koşmamız gerekiyordu. Achube yorgundu, bebekleri taşımakta büyük
sorunken kimse silahları taşıyamazdı. Ve Bay Roluge hastaydı. Kendinde olmadığı
için o günü hatırlayamaz. Şiddetli sancılar yüzünden dağ yolunu terk etmeden
çok önce bilincini kaybetmişti.” Emma bunları dinlerken başını sallayarak
onaylıyordu.
“Peki bu karışık ilişkiler ve olaylarda bize söylemeyecek kadar net olmayan şey
o dağda olanlar mı?” demişti. Andrjez abisine bakarken gözlerinden ateş
çıkıyordu adeta. Milos ise elini alnına,
dirseğini masaya dayamış boş tabağa bakıyordu.
“Hayır, doktorun evinden beri olan bir şey. Bunun direnişle bir ilgisi yok. Bu
sadece bizim aramızda bir sorun ev bunu yansıtmaya gerek yok. Tıpkı senin bize
kız arkadaşını direniş subayı diye tanıtman gibi sevgili ağabeyim.” Demişti ve
sessizlik başlamıştı. Milos artık bıkkınca iç çekmişti. Roy onun koluna doğru dokunup elindeki taze
ufak şekerli ekmeği uzatmıştı. Milos doğrulup onun uzattığı ekmeği alıp
diğerlerine bakmış ve başını sallayarak hayıflanmaya başlamıştı.
“Neden Kuzey kampını sevmediğimi anımsıyorum. En kadar meraklı ve hızlı yaşayan
çabuk ölen kişi varsa buraya topluyorlar. Sadece işleri akışına bırakamayacak
kadar kontrol delisi olan tek kişi General Huxe sanıyorum.” Demiş ev Yüzbaşı
Dejan’a bir bakış atmıştı. Masadaki kaos sadece Roy’u etkilemiyordu. Neşe ile
yemek yerken bir annesine bir Milos’a yediklerini uzatıp gülüyor ve arada bir
kendi kendine mırıldanıyordu. Milos ise çıkmazda kıstırılmış gibi hisseden
insanların enerjisinden yorulmuştu. Akşam ilaç saatini kaçırmamak için hızlıca
bir şeyler yemişti. Ardından ise masadakileri görmemek için Roy ile oyalanmayı
tercih ederek ona doğru dönüp onun hareketlerini izleyip arada ona eşlik
etmişti.
“Sonuç olarak direniş amacının dışına çıkarsa
bu hareketin bir anlamı olmaz.” Milos bunu duyunca başını kaldırıp onlara
bakmıştı. Geçmişi düşünüp duruyordu. Aklına ilk hastalanma süreci gelmişti.
Basit bir soğuk algınlığı sandığı şiddetli ateş, kabuslar ev onun devamında
ortaya çıkan bu kan hastalığı… Achube’ye olan şeylere benziyordu. Sadece izler
yoktu. Ona ne olduğunu birden çözmüş olmanın şaşkınlığı ile Andrjez’e bakıp
kalmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder