Kayıp Masallar 3 (1. bölüm)
Bir Zamanlar Bir Şehirde,
Zaman
öyle hafifti ki geçip gidişini insanlar hissetmiyordu bile. Önce değirmenler
döndü sonra dişliler. Çağlar geçip gitti insanlar inanmak için bir gerçek
arayıp durdu. Tanrılar yok oldu gitti zihinlerinde. Tek bir tanrı yer edindi.
Tek bir tanrı ve onun binlerce dini ortaya çıkarken günahlar yasalara dönüştü.
Yasalar cezalar verirken kültürleri ele aldı durdu. Ama değişmeyen şeyler oldu.
Bir kahraman doğdu, büyüdü, sevdi ve zaferlerini ardında bırakıp öldü. Zamanın
ilerisi bizim gerimizde kalan bir öykü daha yazıcıların eline geldi. Onun
hikayesi bir daktilonun tıkırtıları ile sayfalara işlerken insanlar unutmasın
diye her sayfaya daktilo sertçe harfleri, kelimeleri cümleleri işledi durdu. O
kimdi, neydi, kimi sevdi, kim onu öldürdü?
O
bir kahraman değildi. Binlerce insandan birisiydi. Bir kadının rahminde
döllenip doğan, doğunca ağlayıp kordonu kesilen sıradan bir insandı. İlahi bir
yetisi yoktu ama o tarih yazacak kadar cesur olmayı seçmişti.
…
Bir
şehirde bir zamanlar iki evin arasında kalan ufak küçük bahçesi iki katı ile
dikkat çekmeyen bir evde bir kadın sancılar içinde bağırmıştı. Doğumu sıradandı. Doğduğu aile gibi. Sevimli
güzel bir erkek bebek dünyaya gelmiş ve kordonu bağlanıp annesinin kucağına
verilmişti. Pembe yanakları, ışıltılı koyu siyah gözleri vardı. Onun doğumundan
on sene sonra büyük savaş patlak vermişti. Kendi ülkesinde içinde olduğu bu
savaştan habersizce henüz on yaşında büyük abisi ve babası cepheye
gönderilmişti. Savaşa giden binlerce insandan sadece iki kişi onun
ailesindendi. Bunun farkında bile değildi. On iki yaşında babasının ölümü ile
abisinin rütbe alışı üst üste gelmiş ve imparatorluk sınırlarını genişletme
kararı aldığında kaderinden habersizce o da bu savaşın çarklarından birinin
dişlisi olmuştu. Evlere gelen tebligatlar ve telgrafların ardından büyük
kamyonlar gelmişti. Arkası branda olan askeri araçlar evleri gezip şehir
sokaklarından çocukları toplarken kimse çocuğunu isteyerek vermemişti. Onu
almaları için henüz iki senesi olduğunun farkında olacak kadar akıllıydı.
Gittiği okulda öğrettikleri okuma yazma ile gazetelerin kupürlerinde yer alan
cephe haberlerini okuyabiliyordu. Radyoda yapılan anonsları dinlediğinde
heyecanlanıyordu. En sevdiği şey işe madalya alıp teğmenlik seviyesine varan
abisi hakkında böbürlenmek ve onun gelişini beklemekti. İki sene bir çocuk için
kısa savaş için uzundu. Zaman ilerlemiş ve bu savaşı daha da çok anlamaya
başlamıştı. Gençliğin doruklarındaydı ve artık neyin ne olduğunu anlamaya
başlamaya yakındı. Kanı kaynıyor, silahlar onun için artık önemliydi. Gideceği
askeri okul için mızmızlanmayacak kadar gururlu olduğunu belirtmek istiyordu.
Sıradan cephe askeri değil bir subay olarak eğitilmek istiyordu. Şehrinin en
iyi okullarından birisindeydi. Ailesinden ablası bir subay ile evliydi. Abisi
subaydı ve babası rütbesiz asker olsa da savaşta vurulmuş ve ölmüş onurlu bir
adamdı. Annesi dul olmasına rağmen vatanı için sürekli çalışan bir
kadındı. Mahallesindeki kadınlarla
beraber konfeksiyonda cephe için dikiş dikiyordu. Sanayi devrinin zirvesiydi.
Makineler çalışıyor, kara duman tütüyor ve fabrikalar her gece ve gündüz
sürekli işliyordu. Onun için son baharın
ilk ayı idi en heyecanlı ay. Artık o ve subay olmak isteyen arkadaşları gelecek
olan ordu heyeti tarafından seçilecekti. Okulun ikinci haftasıydı ve o hafta
şehrinin diğer okullarında seçmeler yapılmıştı. Haftanın son günü onun okulu
listedeydi. Hepsi tıraşlarını olmuş, giyinmiş ve sert çehrelerini yüzlerine
takmıştı.
Müdürün
odasının olduğu ikinci katta uzun köhne ama bir o kadar tavanı yüksek koridorda
herkes adının söylenmesi için bekliyordu adı söylenen içeri giriyor, dakikalar
onlara saat gibi geliyor elinde belgesi ile çıkan heyecanla sırıtırken belge
alamayanlar gururları kırılmış şekilde çehrelerinde soluk bir ifade ile
koridordan sessizce uzaklaşıyordu.
“Andrjez
Dejan!” adını duyduğunda kalbi göğsünden çıkacak gibi olmuştu. Neredeyse nefesi
kesilmişti. Adımlar birbirine karışırken odaya girip subayın kapıyı kapatması
ile oturan omuzlarında apoletleri sallanan dört adama dikilen subaylara bakıp
kalmıştı. Bir süre yutkunamadan öylece onlara bakarken Müdürün ona kaş göz
yaptığını görmüştü. Okullar için asker vermek önemliydi. Ne kadar subay
verirler ise o kadar gurur tablosunda isim olurdu. Büyüyen ülkeleri ve imparatorlukları
için bu bir onurdu. Andrjez müdürden gözünü alıp ortaya dikilmişti. Uzun geniş
omuzlu, kara saçlı kara gözlü bir genç olmuştu. On beş yaşını doldurmasına az
kalmıştı. Genç bir oğlandı artık. Kaşları çatık, yüzü donuktu. Ellerini yanlara
doğru uzatmış parmakları sıkıca kapalıydı. Ayaklarında kırk beş derecelik bir
açı ve dimdik bir duruş. Uzun boyu ile üniformayı gururla taşıyacak geniş
göğsü… Oturan dört adamı etkileyecek duruşunu gerçekleştirdiğinde emir gelmişti.
“Rahat!” dendiğinde ayaklarını hafifçe açıp ellerini arkasında birleştirmişti.
İfadesini hiç bozmamıştı. Okul dosyası incelenmiş ve ailesinin kim olduğuna
bakılmak için diğer dosyaya bakıldığında tek kelime bile edilmemişti. Ortada
oturan adam diğerlerinden daha fazla yıldızı apoletlerinde taşıyordu. Kalın kır
kaşlarını çatmıştı. “Daha önce kavga etmişsin okulda!” demişti. Andrjez gururla
çenesini ileri doğru kaldırmıştı. “Evet efendim.” Demişti. Adam ona bakıp
ellerini çenesinin altında kenetlemişti. “Nedenini öğrenebilir miyiz Bay
Dejan?” demişti. Andrjez hemen söz hakkını alınca konuşmaya başlamıştı. “Ailem,
ülkem için canını feda etmeye hazırken cephede insanlarımız savaşırken burada
bir grup savaş karşıtı onların katil olduğunu söylediğinde kendime engel
olmadım efendim. Darp ettim onları. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum.”
Dedi. Bu adamın çok hoşuna gitmişti. “Abinin cephede ortaya çıkardığı başarıları
duyuyoruz. Dejan ailesinden bir subay daha olması bizim için çok gurur verici
olur.” Demişti. Kırmızı dosyadan çıkardığı sarı zarfı açıp belgeleri
imzaladıklarında bile soğuk bir ifade takınmıştı. Belgeleri alıp eve varana
kadar soğuk ifadesi devam etmişti. Eve vardığında bağırmış ve annesine sarılıp
heyecan ile ağlamıştı. O hala bir çocuk gibiydi.
“Abine telgraf çekmeliyiz. Yakında onun gibi cephede olacaksın. Gidip ona
telgraf çektireceğim.” Dedi. Andrjez heyecan içindeydi. Birçok arkadaşı gibi o
da eğitim için büyük manastıra gidecek ve daha sonra cepheye gidip onurun
temsilcisi olan madalyalar almak gibi hayalleri vardı. Büyük hayallerdi onun
için bunlar. Abisine çekilecek olan telgraf için o da postaneye gitmişti.
Annesinin yanında heyecanla yürüyordu. Babasının ölümünden sonra ailesine
verilen ilk madalyayı anımsamıştı. Kurşun alaşımı olan ve maddi değeri olmayan
o madalyanın yanına abisinin ve kendisinin asılacak olan madalyalarını
düşünürken gülümsüyordu. Postaneye vardığında annesi içeri girmişti o ise
postanenin önündeki kaldırıma oturmuştu. O ara okuldan onun gibi subay eğitimi
için onay almış arkadaşı ile karşılaşıp konuşmaya başlamışlardı. O müthiş
manastırı konuşuyorlardı. “İçinde eğitim cephesi varmış.” Dedi heyecanla
Andrjez. “Abim orada ders vermiş. Orası çok büyükmüş. Herkes için odalar ve
büyük yatakhaneler varmış. Bir şehir kadar büyük.” Bunları heyecanla söylerken
önlerinden geçen kadın telaşla elindekileri onu takıp eden çocuğa vermişti.
“Burada beni bekle ve kımıldama. Hemen mektubu postaya verip geliyorum.”
Demişti. Çocuk büyük torbayı kucaklayıp sokak lambasının direğinin orada
dikilmeye başlamıştı. Elindeki torbanın ağırlığı ile yorulmuş olan kolları ve
omuzları öne doğru sallanıyordu. Andrjez onu ilk defa kendi mahalle
postanesinin önünde görüyordu. Kumaştan
şortu, bakımlı rugan ayakkabıları… Özenle taranmış saçları ve soluk teni ile
buraya ait olmadığı her halinden belliydi. Pantolon askıları beyaz gömleğinin
üstünde düzgün bir şerit halinde duruyordu. Kadını görmek için başını çevirip
postane sırasına baktığında sırayı geçip müdürün odasına giden merdivenleri
tırmandığını görmüştü. Kadının müdürün
odasına gidecek kadar önemli birisi olduğunu düşünmemişti.
“Andrjez!” demişti arkadaşı onu dürtüp. “Tanıyor musun onu?” demişti. Andrjez
başını iki yana sallamıştı. “Bizim mahalleden değil.” Demişti. Bunun üzerine
arkadaşı onuz silkmişti. “Uzun uzun bakınca tanıyorsun sandım.” Dedi. Andrjez
açıklama yapacakken yırtılan kâğıt torbanın sesi ile yerlere dökülen eşyaların
sesini duyup herkes gibi başını çevirmişti. Ağırlığa dayanmayan ve yanlış
tutulan kâğıt torba yırtılırken eşyalar dökülmeye başlamıştı. Genç ise sadece
dökülen eşyalara sakince ve soğuk kanlılık ile hiç tepki vermeden bakıyordu. Eşyaları
yuvarlanıp sağa sola saçılıyordu. Düşen domatesler patlarken gazete
ıslanıyordu. Düşen şişe kırılmış içindeki süt akmaya başlamıştı. Sakince
olanlara bakıp ayakkabıları kirlenmesin diye birkaç adım geri çekilmişti.
İstemsizce ona yardım etmek için ayağa kalkacağı sırada kadının sesi gelmişti.
“Aman tanrım! Milos lanet olası torbayı tutamadın mı? Gidip hepsini tekrar
almamız gerek.” Demişti. Genç onu duymuyor gibi ellerini ceplerine sokup ayak
süte bakmaya başlamıştı. “Al şu parayı gidip kırdığın her şeyi geri al!”
demişti. Ardından hayıflanarak yerdeki sağlam kalan malzemeleri toplamak için
eğilmişti. Genç onun uzattığı parayı alıp bir süre sonra gözden kaybolurken
Andrjez oraya doğru usulca yaklaşmıştı. “İyi misiniz?” demişti. Yerdeki sağ
kalan iki domatesi alıp ona uzatırken. “Eve geç kalacağım! Asla dikkat etmez bu
çocuk.” Demişti. Andrjez ona bir süre baktı. Gözlerini onun ellerine dikmişti.
Bakımlı nazik ellerdi. Belli ki bu tür işler için yaratılmamıştı. Hoş bir
parfümü vardı kadının. “Sizin için bunları taşıyabiliriz.” Demişti. Kadın
kucağından taşan eşyaları birisinin taşımasını isterdi. Andrjez ve arkadaşı bu
işe gönüllü olup onunla yürümeye başlamıştı. Onlara yakın bir mahallede
oturuyorlardı. Meydana yakın olan eski belediye binasının orada evleri vardı.
Üst katta bir daire kiralanmıştı belli ki. Yukarı çıktıklarında içeri
girmişlerdi. Açılmamış eşyalar ve yeni taşınmış oldukları belliydi. “Onları
mutfağa bırakır mısınız?” demiş ve çantasını bir kenarı koyup Andrjez ve
arkadaşına bir miktar para hazırlamıştı. Yol boyunca sohbet etme fırsatları
olmuştu. İkisinin de subaylık için baş vurduğunu öğrenmişti. Andrjez ve
arkadaşı mutfaktan çıktığında sigara içerken görmüştü kadını. Kadın masaya
koyduğu paraları alıp onlara doğru yürümüştü. “Buraya kadar yardım ettiniz.
Teşekkür için bunu alın.” Demişti. Onlar itiraz edecekken çalan kapı ile kadın
hızla parayı ellerine tutuşturup kapıya koşmuştu. Kapıda bir adam vardı. Uzun
iri ve yeşil paltosu askeriyeye aitti. Elinde bir sarı zarf vardı. “Bayan
Roluge?” demişti. Kadın hızla sigarasını eline alıp mektubu istemek için diğer
elini uzatmıştı. “Nedir bu?” demişti. Adam ona dikmişti gözlerini. “Milos için
buradayız. Subaylık başvurusunu ertelemesi mümkün değil. Durumunuzu konuştuk
ancak onu kısa zaman içinde almak için gelecekler. Bu da bildirge!” dedi. Sarı
zarfı alan kadın bir süre adam bakmıştı. “Anlıyorum. Teşekkürler.” Demiş ve
kapıyı kapatmıştı. Zarfı kenarı doğru bırakıp bir süre durmuştu. Derin bir iç
çekmişti. Tekrar çalan kapı ile irkilip hızla açtığında genç çocuk ona
bakıyordu. Eliyle merdivenlerden aşağıyı göstermişti. “Asker postası?” demişti.
Kadın gülümsemeye çabalamıştı. “Evet! Önemli bir şey değil. Son işlemler için
bir şeyler getirmişler. Götür onları mutfağa koy ve üstünü değiştir.”
Demişti. Milos içeri doğru girmişti
burnunda ve yanaklarında çiller vardı. Açık teni yürümekten kızarmış
yanaklarının pembeliği ile yeşil gözleri parlıyordu. Tenine göre koyu kalan saçları ve kaşları
yüz hattını yumuşatıyordu. Salonda dikilmiş ona bakan kişilere bakıp bir süre
olduğu yerde kalmıştı. “Ah onlar! Düşen eşyaları taşımam yardım ettiler.
Seninle aynı yaşta olmaları çok güzel değil mi? İkiside subaylık sınavını
geçmiş.” Demişti annesi. Milos bir süre onlara bakmıştı. Ardından gülümsemişti.
“Umarım bende geçeceğim.” Deyip mutfağa doğru yönelmişti. Andrjez arada duran
sarı zarfa dikmişti gözlerini. Onun geçtiğinin işaretiydi o zarf. Bir aydan
kısa süre sonra gidip başvurusunu resmileştirmez ise bu şansını kaybedecekti. Andrjez
mektuba dikmişti gözlerini. “Peki hangi okulda baş vuru yaptın?” demişti.
Ardından meraklı olmadığını belli eder gibi devam etmişti. “Okullar arasında
zaman farkı var ama bütün başvuruların sonucu iki gün içinde açıklanıyor.”
Dedi. Milos mutfağın açık salona bakan penceresinden ona bakıp masada duran
domatesi yemeye başlamıştı. “Başkent askeri ortaokulu!” dediğinde Andrjez ve
arkadaşı nutku tutulmuş halde ona bakıp kalmıştı. Milos ise gülümsemişti. “Son
sene sağlığım iyi olmadığı için baş vurum gecikti.” Dedi. Andrjez pencereye
doğru yaklaşmıştı. “Kesinlikle subaylık için seni alırlar. Siz bunun için
eğitilmiş olmalısınız.” Dedi. Milos ona bakıp gülümsemişti. “Evet! Yani
bilmiyorum alırla mı? Mektubu bekliyorum.” Demişti. O ara lafını Bayan Roluge
bölmüştü. “Milos gidip odanı yerleştirmeye başlamalısın. Hadi.” Demişti. Milos
elindeki domatese bakıp onu lavaboya doğru fırlatıp mutfaktan ayağını sürüyerek
çıkıp hızla dar koridora girmişti. Kısa süre sonra kapı çarpmıştı. “Sizlere de
tekrar teşekkür ederim.” Demişti. Onlardan kibarca artık gitmelerini istiyordu.
İki genç çıkmıştı. Andrjez şaşkındı.
“Vay be! Başkent Askeri ortaokulu ha! Çok havalı olmalı. Orada iri oluyorlar
diye duymuştum. O biraz ufak tefek.” Demişti Andrjez. Arkadaşı hemen onun eksik
düşündüğü kısmı tamamlamak istemişti. “Şey, sağlık sorunlarımdan dolayı dedi
ya… acaba ondan mı böyle zayıf?” demişti. Andrjez başıyla onaylamıştı. “Yine de
sarı zarf gelmiş. Belli ki kabul edilmiş. Onun gibi çok kişi olmalı. Düşünsene
bizde onlar gibi subay olacağız.” Konuşa konuşa geri postaneye gelmişlerdi.
Andrjez annesini bulamayınca eve doğru yürümeye başlamıştı. Annesi çoktan eve
gelmiş yemek için hazırlık yapıyordu. “Abinle konuştum. Senin adına çok mutlu
oldu. Sana cep harçlığı yollayacakmış. Manastıra ziyarete gelecek olan birlikte
olmak için uğraşacakmış.” Dedi. Andrjez mutfaktaki sandalyeyi çekip oturmuştu.
“Eski belediye binasının arkasındaki apartmana birileri taşınmış. Oğlu Başkent
Askeri ortaokulunda okumuş. Subaylık için başvurusu onaylanmış. Onlara dair bir
şey biliyor musun?” demişti. Kadın çorbayı karıştırırken dönmüştü. “Evet!
Kocası iki sene önce ölmüş. Orduda hekimmiş ve cephede atılan havan toplarından
birisi çadıra isabet etmiş. Bir süre başkentte kalmışlar. Oğlu okulu bitirince
buraya gelmiş. Burada çalışacak iş bulmuş.” Dedi. Andrjez ona bakmıştı.
“Kadında mı doktor?” dedi. Annesi başını iki yana sallamıştı. “Terzi. Daha önceleri
başkentte bir dükkânı varmış. Amam burada askeri kıyafetlerin dikiminde işe
alınmış. En azından başkente göre hayat burada daha ucuz.” Dedi. Andrjez başını
sallamıştı. “Oğlu hakkında bir şey biliyor musun?” demişti. Annesinin
istihbaratına güveniyordu. Herkesi tanırdı annesi. Sosyal ve fazlası ile
dinlemeyi seven soru soran bir kadındı. “Oğlu hakkında pek bilgim yok. Sadece
geçen sene çok hasta olduğu söylemişti. O yüzden onun için buranın daha iyi
olacağını düşünmüş.” Dedi. Andrjez usulca başını sallamıştı. “Aslında onları
yemeğe çağırmalıyız Andrjez. Konfeksiyondaki kadınlar ile birlikte onu da
çağırsam iyi olur. Yarın gidip ona benim için davetimi iletir misin? İşe
başlamadan tanışmış olurlar. Daha rahat eder.” Dedi. Andrjez iç çekmişti. “Bana
yarın hatırlatmalısın. Yarın geç kalkacağım.” Demişti. Akşam yemeği durgundu
onun için. Gece yatmaya gittiğinde ise olayları çoktan unutmuştu. Annesini
isteğini yerini getirmişti. Kadını yemeğe davet etmeye gitmiş ve kapıyı
çalmıştı. Kapı geç açılmıştı. Kadının gözleri ağlamış gibi şişti. Bir süre
toparlanmaya çabalamış gibiydi. Andrjez ona annesinin davetini iletip ayrılmış
ama kadının neden o kadar perişan olduğunu anlayamamıştı. Öğleden sonra şehrin
belediye başkanın eşi dahil birçok kadın iki katlı evin alt katında bulunan
salondaki ahşap yemek masasının etrafındaydı. Oğulları ve kızları ise onlara
eşlik etmiş ama ayak üstü bir şeyler atıştırıp arka bahçeye çıkmıştı. İçerideki
masada ondan fazla kadın ve derin sohbet varken kapı çalmıştı. Bayan Dejan masadan gülerek kalkıp kapıyı
açtığında Bayan Roluge ve oğlu ile karşılaşmıştı. Kadın geç kalmanın
mahcubiyeti ile ne diyeceğini bilemeden gülümsemişti. “Bizde yemeğe
başlayacaktık. Kahveyi kaçırdınız ama yemek için tam vaktinde geldiniz.”
Demişti. Bayan Roluge bunu duyunca daha samimi bir tebessüm yerleştirmişti
yüzüne. “Geç kaldığımız için üzgünüm. Evin işleri henüz bitmedi.” Demişti.
Bayan Dejan bir kadının tek başına evi çevirme çabasını çok iyi bilirdi. Onu
hoş görerek içeri buyur etmişti. İçerde bulunan kadınlara onu ve oğlunu takdim
etmişti. Daha sonra Andrjez’i yanına çağırmıştı. “Milos için mutfakta yiyecek
bir şeyler hazırla. Ve sakince sizinle kaynaşmasını sağla!” demişti. Bir süre
kadar Andrjez mutfakta oyalanırken Milos sandalyeye oturup onun yemek vermesini
beklemişti. Andrjez o ara sohbet etmeye çabalamıştı. “Subaylık baş vurusundan
haber var mı?” dediğinde Milos ona bakıp başını kısacık evet dercesine
sallamıştı. “Kabule dilmiş misin?” demişti. Milos yine bir baş hareketi ile
cevap vermişti. “Sevindim.” Demiş ve hazırladığı tabağı masaya koyup
karşısındaki sandalyeyi çekip oturmuştu. “Manastır çok büyük olduğu için orada
tanıdıklarımızın olması önemli. Benim birçok arkadaşım subaylık için seçildi.
Eminim senin de orta okuldan birçok arkadaşın vardır. Belki bizde arkadaş
oluruz ha?” demişti. Milos bir süre ona cevap vermeden bakmıştı. “Olabilir!”
demişti. Sadece kısacık kelime ile isteksizliğini belli etmişti. Bir süre
yemeğini yedikten sonra artık Andrjez’de konuşma isteğini kaybetmişti. Bahçeye
çıkacağını söyleyip mutfak kapısını açıp dışarı gitmişti. Arkadaşları ile
zamanın nasıl geçtiğini unutup güneş batmaya başladığında Milos aklına
gelmişti. Birkaç saattir içerde ne yaptığını merak etmişti. Diğerlerine içecek
soğuk bir şeyler getirmek bahanesi ile içeri girdiğinde onun mutfakta oturuyor
olduğunu görmüştü. Bir elini şakağına, dirseğini masaya dayamıştı. Sırtı ona
dönüktü. Diğer eli ise masanın üstündeydi. Öylece duruyordu. Bir an için
hareketsiz bir heykele benziyordu loş ışıkta. Yaşam belirtisi bile yoktu. Ona
ne diyeceğini bilmeden öylece kalmıştı. Dalgın duruşunda bir gariplik vardı.
Sanki dalıp gittiği düşünceler ya da hayal aleminde kaybolmuş ev ruhu bedenini
öylece terk etmiş gibiydi. Işığı yakmak için yürürken yüzünü yandan
görebilmişti. Kirpikleri sıkıca birbirine kenetlenmişti. Dudakları hafif
aralıktı. Parmakları arasında saçları fırlamıştı dışarı doğru. Ona bakarak el
yordamı ile ışığı bulduğunda sarı ampul bir iki kere kıpraşıp yanmıştı. O zaman
onun öylece uyuduğunu anlamıştı. Destek aldığı eline başını yaslamış masada
uyuyordu. Bulaşıklarını yıkamış masanın orada beklerken uyuklamaya başlamıştı.
Salondan kadın kahkahaları geliyordu. Daha sonra annesinin sert topuklu
terliklerinin parkede çıkardığı ses ile onun geldiğini hissetmişti. Kapıda beliren
annesi bir süre onunla beraber Milos’a bakmıştı. Daha sonra oraya doğru
yaklaşmıştı. Şefkat dolu sesi ve sakin dokunuşu ile onu daldığı uykudan
uyandırmıştı.
“Yukarı çıkıp misafir odasında dinlenmelisin.” Demişti. Milos bunun için
direnmeye çabalasa da Andrjez onu odaya götürmek için takip etmesini istemişti.
Gözlerinden uyku akıyordu resmen. Rahat bir yatağı ret demeyecek kadar
uykuluydu. Andrjez ile odaya geldiğinde içerideki düzgün yatağın üstüne
yatmadan önce hızla ayakkabılarını çıkarmıştı. Düzgünce kenarı koyup yan
devrilmiş ve Andrjez ışığı kapatacakken o gözlerini sıkıca kapatmıştı. “Hava
serin. Üşürsen pike var…” ama boşa konuşuyordu. Milos tekrar derin uykusuna
dalmıştı. Annesinin aşağıdaki hoş eğlencesinin bölünmemesi için bu yatakta bir süre
daha uyuyabilirdi. Bundan zevk bile alırdı. Andrjez geri dışarı döndüğünde
içecek almamıştı yanına. Ona içecekleri sorduklarında gülüp kalmadığını ve
susmalarını söylemişti. Ay yavaş yavaş yükselirken bahçede gençlerin sesi
içerde kadınların sesi eksilmeye başlamıştı. Bayan Roluge ve Bayan Dejan
aşağıda sohbet içine girmiş gündemden dikişe kadar her konuyu konuşuyordu. Geç
gelen misafir en son gidecek olan olmuştu. Andrjez bahçeden içeri girdiğinde
son arkadaşı da gitmişti. Bir süre salonda annesi ve misafiri ile oturmuştu.
“Biz gidelim artık. Geç oldu yarın sabah konfeksiyon fabrikasında iş başı
yapacağım. Bu yüzden biz gidelim. Milos nerede?” Demişti. Andrjez onun
uyuduğunu söyleyip uyandırmak için yukarı çıkmaya hazırlanmıştı. “Daha sonra tekrar
gelmelisin. Oldukça hoş sohbetin var.” Annesi kapının önünde Bayan Roluge ile
konuşmaya başlamıştı. Andrjez yukarı çıkıp kapıyı aralamıştı. Işığı yaktığında
Milos’un iki büklüm yatmış olduğunu gördü. Oraya doğru yaklaşıp alçak bir sesle
seslenmişti. “Hay! Annen gidecekmiş.” Dediğinde Milos birden gözlerini açıp ona
bir süre bakmıştı. Uyku sersemliği ile hızla kalkıp ayakkabılarını giymişti.
Bir süre karşısında duran Andrjez ile bakıştı. Nerede olduğunu çözmek ister
gibi etrafa bakmıştı. Anlık bir utanma ile gülümsemişti. “Bir an için nerede
olduğumu anlayamadım.” Deyip kapıya doğru yürümüştü. Andrjez ona eşlik
edecekken yastığa gözü takılmıştı. Damla damla ıslaklıklar vardı. Bir insanın
uykusunda ağlayıp ağlayamayacağını bilmiyordu. Bir süre yastığa bakıp
oturmuştu. Göz yaşları olabilirdi bu ıslaklıklar. Oturduğu yerde elindeki
yastığa bakıyordu. O ara içeri giren annesini fark etmemişti. Yanına oturana
kadar anlayamamıştı onun geldiğini. “Bayan Roluge oldukça iyi birisi. Eğitimli
ve akıllı bir kadın. Oğlu için endişeleniyor.” Demişti. Andrjez ona doğru
dönmüştü. Kucağındaki yastıkla bir süre annesine sorgular bakışlar ile
bakmıştı. “Çok fazla arkadaşı yok. Ve yalnız birisi. Onunla arkadaş olmanı
istemek doğru mu bilmiyorum ama sen akıllı bir çocuksun. Ve ona yol
gösterebilirsin.” Demişti. Andrjez bir süre ona bakıp başını sallamıştı.
“Sonuçta aynı yere gideceğiz. Ona göz kulak olurum. Endişelenme.” Demişti.
Annesi samimi bir gülümseme ile ona bakıp uzanıp sarılmıştı. “Sen iyi bir
evlatsın.” Demişti. Andrjez onun bu duygusal halini anlamlandırmamıştı.
Yaşlanıyordu ve duygusaldı son zamanlarda.
Annesine
verdiği sözü tutmak için Milos ile kendi arkadaş grubunu kaynaştırmak istedi.
Bunun için öncelikle onu sürekli dışarı davet etmeye çabalamıştı. Birkaç daveti
başarısız olmuştu. Şehir parkının oraya bisiklet sürmek için arkadaşları ile
toplandığı bir hafta içi onu tesadüfen parkta görmüştü. Bisikletle geldikleri
parka girerken soğuk içecek almışlardı kapıdan. Kırılmış buz ve meyve
şerbetinin içlerini ferahlatacağına inanmışlardı. Havalar soğusa bile hala
sıcak olduğunu söyleyen bir grup erişkinlik yolunda erkek yapay gölet
tarafındaki oturma alanına doğru konuşarak gidiyordu. O ara Andrjez kenarda
birisi ile oturmuş olan Milos’u görmüştü. Daha önce gördüğünden bile emin
olmadığı bir genç kadın yanında oturmuş onunla konuşuyordu. O bakınca diğerleri
de oraya doğru bakmıştı. “Şu babası askerde doktor olan yeni çocuk. Hemen bir
kadın ile flört mü etmeye başlamış. Gidip gizlice!” bakalım fikri subaylık
sınavını kazanamamış hayta ve aklı pek derslere basmayan bir gençten çıkmıştı.
Andrjez onlara eşlik etmeyen büyük grupta kalmıştı. İki kişi çalıların
arasından dolanırken onlar oturacak bir yer aramaya başlamıştı. O ara merak
edenler diğerlerinin yolunu gözlüyordu.
“Duyduklarımıza inanamazsınız!” diyerek soluk soluğa çimlere atmışlardı
kendilerini. Heyecandan gözleri kocaman açılmıştı.
“Birisi ile flört ediyor olması dışında başka ne konuşuyorlardı ki?” demişti
Andrjez. Hayta arkadaşı onun yanına doğru oturup boğazını temizledi.
“Kadın ile flört etmiyor. Bir arkadaşının kız kardeşi falan galiba. Ama önemli
olan o değil. Konuştukları. Roluge sürekli kadına olanlar için üzgün olduğunu
bunu telafi etmek için ne gerekirse yapacağını, canını bile vereceğini falan
söylüyordu biz duyduğumuzda. Sonra o genç ve güzel kadın ona ölmemesi
gerektiğini, ölmesi gerekenlerin başkaları olduğunu söyledi. Sesi oldukça
üzgündü. Ve ona subaylık için geri dönmemesi için yalvardı. Annesi de onun
subay olmasını istemiyormuş.” Dediğinde Andrjez beyninde bir kıvılcım çakması
ile ona doğru dönmüştü. “İstemiyor mu?” demişti. Çocuk başını salladı. “Onun
subay olmamasını aynı şeylerin yaşanacağından korktuğunu söyledi. Ne olduğunu
bilmiyorum ama herkes onun uzun süre hasta olduğunu biliyor. Yani bunu
söylüyorlar.” Dedi. O ara ağzı buz dolu olan bir genç hızla buzları çimene
tükürmüştü. “Kuzenim onunla aynı askeri ortaokuldaydı. Ve o sene iki kişi
intihar etti demişti. O sınavı kazanamadığı için subay olmayacak ama dediğine
göre bir dedikodu çıkmış.” Ağzındaki soğukluk ile uyuşan dilini ısıtmaya
çabalayarak birkaç saniye bekledi. “E…”
dediklerinde geri konuşmaya başlamıştı.
“Roluge’nin babasının askeri doktor olduğunu düşünürsek zaten ordunun içinde
tanıdığı birçok kişi var. Birilerinin hakkında torpil olduğu söylenmiş. Ve bu
torpilin yapılmasının sebebi ikinci ordu generalinin oğlunun da orta olması
imiş. Roluge ile büyük bir kavgaya tutuşmuşlar. Onların seçmeleri bizden önce
oluyor. Henüz üçüncü sınıfa geçmeden ortalama ile eleniyorlar. O sene Roluge
büyük bir kavgaya tutuşmuş generalin oğlu ile. Ve ona torpil yapıldığı için
birisinin alınmadığı ve hakkının yendiği söylenmiş. Sonra birçok şey
konuşulmuş. Kuzenim Roluge’nin yakın arkadaşının haksızlığa uğradığı ve daha
sonra kendini vurarak intihar ettiği söyleniyor. O ara kuzenimde sınavı geçemiyor ve okuldan
atılıyor. Ama birkaç arkadaşı daha sonra Roluge’nin bir gece hastalandığı ve
her şeyini toplayıp gittiğini söylemiş. Bende ondan duydum. Bu o Roluge mi
acaba? Yani babası ordu doktoru ve bir süre hastalanmış. Ayrıca onunla aynı
dönem. Yani kuzenim ile.” Dedi. Andrjez hikayedeki eksikleri düşünüyordu.
“İntihar eden birisi gerçekten var mı?” demişti. O an az önce hikâyeyi anlatan
çocuk gözlerini daha da irileştirmişti. “Elbette ama her yerde açıkça söyleme.
Onun intihar ettiği gizleniyor.” Demişti. Andrjez onlara bakan birisinin
odluğunu hissettiğinde dönüp baktığında uzakta duran Milos ile bir an için göz
göze gelmişti. Ona bakarken istemsizce el sallamak istemişti. Karşılık
aldığında gülümseyince diğerleri de dönmüştü. “Hey buraya çağırma. Burada olması iyi olmaz.”
Demişti. Andrjez ona fısıldayan arkadaşına dönmüştü. “Belli ki yakında bizim de
üssümüz olacak kişiler onu sevmiyor yakın olmasak daha iyi.” Düşüncesi o gün
hepsine işlemişti. Andrjez kısa süreliğine uğrayıp merhaba diyen Milos’a o gün
sıcak davranmıştı. Ama ona yöneltilen ve onun orduda sevilmeyen birisi olduğu
düşüncesi ile irkilmişti.
“Biliyorsun üssümüz bizi severse ilerleriz. Eğer bize takarsa bizi en korkunç
cepheye gönderirler ve ölürüz.” Demişti. Andrjez başarılar kazanmadan ölmek
istemiyordu. Bir başarısız olarak ölmektense annesine verdiği sözü
unutabilirdi. Ama bu o kadar kolay olmayacaktı. Ordunun toplama aracının
gelmesine on günden az kala Milos ve annesi yine bir öğleden sonra onlara
davetliydi. Andrjez yemeğe inmek istemediğini kötü olduğunu söylemişti. O gün
Milos ile iletişim kurmadan onu yok saymanın en doğru şekli odasına saklanmak
olacak diye düşünüyordu. Bir süre devrilmiş haftalık gençlik dergisinin
sayfalarını kurcalar iken kapı vurulup açılmıştı. Milos elinde tepsi ile ona
bakıyordu. Ne diyeceğini bilmeden bir süre ona bakmıştı. “Bayan Andrjez acıkmış
olacağını düşündü…” demişti. Andrjez ona bakıp gülümsemişti. “Biraz belki…”
diye kısa cümleler kurmakla yetinmişti. Milos
bir süre ona bakıp tepsiyi çalışma masasına doğru götürmüştü. “Şey onu şimdi
yiyeceğim.” Dediğinde Milos bir anlık durup ona doğru yürümüştü. Yatağa doğru
gelip ona uzatmıştı. Andrjez yemeğini aldığında Milos onun masasının yanındaki
kütüphanesine bakıyordu. Kitaplara hızla göz gezdirdikten sonra birden
şaşkınlık ile oraya doğru bir iki adım atmıştı. Rafta duran serinin içinde
kalın kitabı çekip almıştı. “Bayan Owari’nin kitabı…” demişti. Andrjez onun
tuttuğu kitaba bakıp gülümsemişti. “Evet, ama onu okumadım.” Demişti. Bayan
Owari bir aşk romanı yazarı idi. Genelde genç kızların tercih ettiği etkileyici
bir yazardı. Erkekler ise onu okumadıklarını kadınlar için yazılan serileri
okuyacak kadar romantik olmadıklarını söylerdi. Andrjez yemeğine vermişti
kendini. Milos ise kitabı hızla kurcalayıp sayfalara bakmıştı. “Bence
okumalısın! Gerçekten etkileyici öyküler var içinde.” Demişti. Andrjez kitabı
okumamış gibi yapsa da oldukça severek okumuştu. Ama sert bir subay adayı
kadınsı aşk hikayeleri okuduğunu anlatamazdı.
“Ya öyle mi? Ne anlatıyor ki?” demişti. Milos bunu duyunca ona doğru dönüp
heyecanla bir iki adımda yatağın yanında bitivermişti. “Oturabilir miyim?”
demişti. Andrjez ağzı dolu başını sallamıştı. “Kan Gülleri kitabı en güzel
kitabıdır. İmkânsız bir aşkı anlatır. Kitaptaki karakterlerin dünyaları
birbirinden ayrı ve uzak gözükse de aslında ikiside aynı düşünce ve kalbin
parçalarını taşıyorlar. Yarım kalpleri bir arada atabiliyor. Belki garip
gelebilir ama içindeki mistik hikayeler bu kitapları okunası yapıyor. Tanrı’nın
ardında var olan insanın gücünü anlatıyor. Sadece aşk yok içinde.” Andrjez ona
bakıyordu. Milos ise sayfalarda bir şey arıyormuş gibi sık sık sayfaları değiştiriyordu.
Kitabı okuduğu için onun neyden bahsettiğini biliyordu. Tanrının ötesinde
insanın gücünün duyguları olduğunu biliyordu. Ama bunu söyleyecek kadar onu
tanımıyordu.
“Biliyor musun? İnsanın duyguları aslında hislerine bağlıdır. Ben senin yanında
kalbimin hep bir parçasını bulmuş gibi hissediyorum. Ve sanki bütün acılarım
yok oluyor. Bulutların üstünde gibi hissediyorum…” Andrjez şok olmuş halde bir
an ona bakmıştı. Sesindeki tını ve gözlerinin satırı takip edişi ile onun kendi
sözleri olmadığını anlayınca ne tepki vereceğini bilemeden kalmıştı. “Bu hep
görüştüğümüz gül bahçesi senin ölümün ile solup giderken bende burada solup
gitmeliyim. Ölüm bile bizi ayırmasın diye yemin ettik.” Duraksayıp satırlara
bakmıştı. Gözlerindeki durgunluk ile kitabın satırlarına bakıyordu. Kitabı
yavaşça kapatmıştı. “İnsanlar beni hakkımda konuşuyor. Annem hakkında… Sende bu
yüzden benden çekinip okumuş olduğun kitabı okumamış gibi davranıyorsun.” Dedi.
Andrjez neye uğradığını şaşırmıştı. Milos kitabı ona göstermişti. “Sayfalarda
takılıp kaldığın terlerde hep katlama izleri var. Tıpkı şimdi okuduğun dergiye
yaptığın gibi…” demişti. Andrjez yakalanmış olmanın utancı ile ne yapacağını
bilemeden kalmıştı.
“Mevzu seninle alakalı değil. Bayan Owari kızlar ve kadınlar için bu romanları
yazıyor. Bir erkeğin okudum demesi utanç verici olur.” Dedi. Milos bunu duyunca
ona bakıp gülümsemişti. “Kitaplar insanların cinsiyetlerine göre yazılmaz. Ben
bu kitabını çok severim. Çünkü gerçeğin bir parçası.” Dedi. Andrjez ona
bakıyordu. “İnsanlar birileri öldüğü için ölmez. Kitapta intihar eden kadın
bence sadece abartmış.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı. “Kitapta intihar
eden kadının neden ölmek istediğini tam olarak hatırlıyor musun?” demişti.
Andrjez omzu silkip ağzına bir kaşık dolusu yemek sokmuştu. “Adam ölmeyecekti.
Kadın ile olan ilişkileri öğrenilmesin diye kendini feda etmişti. Kadın evli ve
çocuk sahibi birisi idi. Konumu ve hayatı mahvolabilirdi. Adam onun için
hayatını feda etti.” Dedi. Andrjez omuz silkmişti tekrardan. “İyi de buna
mecbur değil.” Demişti. Milos kitabı kenarı doğru koymuştu. “Ailen dışında
sevdiklerin var mı?” dedi. Andrjez arkadaşlarından söz etmek için ağzını
açtığında Milos kaşlarını kaldırmıştı. “Arkadaşların ve ülken hariç bana vatan
severliğinden söz edeceksin ve canını vermekten söz edeceksin. Ama bu bambaşka
bir şey. Hayatında hiç âşık olup özel duygular hissettiğin birisi olmadı mı
senin?” demişti. Andrjez çevresini düşününce hiç âşık olmadığını anımsadı.
Birkaç kız ile çıkmış ve onlarla gezmişti ama âşık olmamıştı. En azında kitapta
bahsedilen o tutku dolu duygu dolu aşkın gerçekliğinden bile emin olmadan öyle
bir şey yaşadığını düşünemezdi. “Sanırım hayır! Yani birisi için kendimi
öldürmeye kalkacak kadar olmadım ki bu hiç normal bir sevgi olmaz.” Demişti.
Milos bir süre ona bakmıştı. Ardından ayağa kalkıp sessizce kapıya doğru
yürümüştü. “Peki sen?” diye bağırmıştı Andrjez. Milos kapıyı açıp omzu üstünde
ona bakmıştı. “Oldum. Kendimi öldürecek ve onun adının temiz kalması için
yaşayamayacak kadar oldum.”
(Yorumlarınızı bekliyorum.)
heyecanlı. biraz kurgusu anlaşılmaz ama sıradaki bölümü okumayı düşündüm. meraklandırıcı.
YanıtlaSilÇok çok çok beğendim yazarcığım yine döktürmüşsün :-) birde yorum kısmında disqus olsa güzel olurmuş
YanıtlaSil