Kayıp Masallar 3 (10. bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?



Kader Düğümü


 

Günler hızlanmıştı. Kader ağını o kadar hızlı örüyordu ki… Yaşlı bir kadının şişleri vardı elinde. Rengarenk ipleri sıkı sıkıya düğümlüyordu birbirine. Ucu kaçarsa kopup gidecek ve dağılacak olan bu örgünün ihtişamına bakarak keyifle örüyordu.
İlmekler üst üste geldikçe büyük resim ortaya çıkarken hala kendi dünyasının ana karakterleri çözülmeyen sorunlar içinde boğuluyordu.

Lannel bir aydır Andrjez’den cevap bekliyordu. Âşık olduğu bu adama karşı duygularını hep net olarak söylemiş ve onun da net olmasını istemişti. Onu gördüğü andan bu yana içindeki duyguları kontrol edemiyordu. Lannel için evlenmese bile birlikte olmak isteyeceği birisiydi. Batı cephesine savaş sıhhiyecisi olarak gitmişti.  Andrjez onun ardından batıya geleceğini söylemiş olsada hala haber gelmemesi canını sıkıyordu. Batı bölgesinde sevilen bir hemşire olmuştu. Savaşın en sıcak geçtiği bölgelerden birisi olduğu için gece gündüz hastaneler ve revirler ayaktaydı.
“Lannel sana telefon var!” demişti içeri giren hemşire. Kan ter içinde hastanın bacağını dikiyordu. Dikişi hızla bitirip hemen ayaklanmıştı. Onun alt kıdeminde olan hemşirelere bırakmıştı işi.
“Kim arıyor?” demişti ellerini rengi kızıla dönmüş önlüğüne silerken. Hızla ahizeyi kulağına koyup kenardaki sandalyeye oturmuştu.
“Lannel ben!” demişti. Karşıda büyük ablası vardı. Babasının kalp krizi geçirip öldüğünü haber verirken sesi boğuk ve kahrediciydi. Lannel apar topar cenaze için başkente dönmek için izin almış ve ertesi sabah trende olmuştu. Cenazeye yetişememiş ama ölü ağırlığı çökmüş olan annesinin yalnız kaldığı eve gelmeyi başarmıştı. Yas bütün hüzünlü ağırlığı ile herkesi sarmıştı. Ölüm kendini hatırlatmış ve gururlu bir biçimde bütün kasvetini orada bırakmıştı. Neşesi aldığı canı doğru yere götürmekle sınırlı kalmaya mahkûm bu tanrı götürdüğü ruhun neye mal olacağını bilmenin huzursuzluğu içindeydi.

Lannel o gece ailesi ile yasını tutmuş ancak gelecek olan teklifi hissetmişçesine başkent hastanesine gitmişti. Babasının arkadaşına uğramak ve eski çalıştığı yere bakmak istemişti. Oraya gittiğinde babasının arkadaşı Doktor Manuh ile görüşmek için odasına gitmişti. Kapıda birkaç asker görünce duraksamıştı. Askeri hastane olarak kullanılmamasına rağmen Doktor Manuh eski bir ordu doktoruydu. Cephede bulunamayacak kadar fiziksel rahatsızlıkları ile boğuşuyordu. Romatizması ve baş gösteren bel fıtığı sorunu, onu şehir hastanesine mahkûm etmişti. Lannel köşede bulunan banka oturup beklemeye başlamıştı. Askerler ona bakıp tekrar sessizce yere bakmaya devam etmişlerdi. Cephe görmüş askerler değillerdi. Yumuşak yüzleri, ölümden bir haber gülümsemeleri vardı. Lannel onlara bakıp dalmışken kapının açıldığını görünce ayağa kalkmıştı. Dışarı doğru gelen sigara dumanın ardında beliren apoletleri yıldızlar dolmuş bir general belirdi. Doktor Manuh onun ardından yavaş yavaş yürüyordu.
“Umarım projenin durumunu ve ciddiyetini anlamışsınızdır. Doktor Roluge sizin yakın ahbabınızdı. Sizi alması için bir araba göndereceğim.” Demişti general göğsündeki düğmeleri patlatırcasına bir hava çekerek içine sonlandırmıştı cümlesini. Sigarasını yere atıp sert postalları ile ezmişti. Doktor Manuh oldukça zayıf ve silik duruyordu onun yanında. Boynu bükük, kamburu çıkıktı. Yüzü eskisi kadar genç değildi. Solgundu. Gözlerinde ölümün matemi vardı. Cenazeye geldiğini ablalarından öğrenmişti Lannel. Onu ziyaret etme fikri bu şekilde gelmişti aklına. Adı geçince görmek istemişti. Hastalığının arttığı ve çok da ayakta duramadığını konuşmuştu büyük ablası. “Zavallı” diyerek söz etmişti ihtişamlı ve şehir hastanesinin baş hekimi doktor Manuh hakkında. Gerçekten de zavallı bir ihtiyar olmuştu. Bej rengi önlüğün altında bir çıta var gibiydi. Omuzlarından aşağı salınırken içinde kimse yokmuş gibi duruyordu.
“Lannel?” Doktor Manuh ona doğru birkaç adım atmıştı. Lannel hemen toparlanıp hızla eğilip yerdeki izmariti almaya çalışan Doktor Manuh’u engelleyip, ayağı ile izmariti kenarı doğru itmişti.
“Yine sizi arkada bıraktıkları pislikleri temizlemeniz için mi çağırdılar?” demişti. Doktor Manuh ona bakıp kalmıştı. Doktor Roluge adını çok defa duymuştu. Hem Milos’un babası olduğunu biliyor hem de babasının o adamdan nefretle söz ettiğini biliyordu. Babası için şeytanın uşağı dediği inançsız bir kafirdi. Doktor Manuh ise ondan söz ederken sadece “başarılı” derdi. Sevdiği eski dostu hakkında çok konuşmazdı.
“Bu sefer bunun için çağırmıyorlar.” Demişti Doktor Manuh. Ne zaman odasından yıldızları sayılamayacak kadar çok bir askeri personel çıksa Doktor Manuh birkaç hafta ortadan kaybolur ve sonra geri dönerdi. Günlerce evine gitmezdi. Lannel onunla bunu öğrenecek kadar uzun çalışmıştı.
“Baş sağlığı için geldin değil mi? Benim gelmem gerekirdi.” Demişti Doktor Manuh konuyu değiştirmek ister gibi. “Aslında sizin iyi olup olmadığınızı merak ettiğim için geldim. Pek iyi görünmediğinizi söyledi büyük ablam. Bende…” Doktor Manuh ona bakıp içeri doğru davet etmişti.
“İyiyim. Sadece bacaklarım ve sırtım çok ağrıyor. Gel otur.” Lannel hemen odaya girip oturmuştu. Sigara dumanı göz yakacak kadar yoğundu. Bir süre sessizlik olmuştu. Lannel doktorun kafasının içinde dönenleri anlamak için gözlerini kırışmış alnına dikmişti. Bazen zihin okuma gücü olmasını çok isterdi. Bu sayede Andrjez, Doktor Manuh, babası ve birçok kişiyi çözebileceğini düşünürdü. Hayatına giren herkesin dağınık düşünceleri kelimelere çevirmekte zorlandığına inanırdı.  Bu sefer zihin okuma yeteneği varmış gibi davranmak istedi.
“Sizden ne istiyorlar? Hastalığınız ve haliniz ortada… Sizi nereye sürüklemeye çabalıyorlar?” demişti. Doktor Manuh yavaşça masaya dönüp gıcırdayan ahşap sandalyesine oturup arkaya doğru yaslanmıştı. Baş hekim olalı çok olmamıştı. Bir senedir bu işi yapıyordu.
“Roluge… Doktor Roluge’nin arkasında bıraktığı şeyi devam mı ettireceksiniz?” demişti. Doktor Manuh ona bakıp gülmüştü.
“Hep zeki bir kız oldun. Yetenekli ve zeki. Baban dik kafalı ve inançlı bir deli olmasaydı, doktor olurdun. Onun için kadın doktor çok ileri bir düşünceydi. Hemşireler kadın doktorlar erkek olmalıydı. Toplumsal roller tanrılar ve düzenler… Kafayı bozduğu bu şeyler yüzünden bugün bu kadar çok pisliği temizlemek için oradan oraya sürükleniyorum. Roluge’nin projesinin ardında kalan pislikleri babanın inadı yüzünden temizliyorum.” Lannel ona bakıp kalmıştı. Babasının bir dönem Doktor Roluge ile çalıştığını biliyordu. Ama bu kadar yakın bir çalışma sahası olduklarını hiç düşünmemişti.
“Frenklen ve Roluge arkalarında bana temizlenecek bir pislik bırakıp gitti. Birisi kalbi dayanamadan gitti, diğeri ise kafasına sıkılan bir kurşun ile… sen zeki bir kadınsın Lannel, ben ne yapayım?” demişti. Parmaklarını eskisi kadar rahat bükemiyordu. Kemikleri gıcırdıyor gibiydi. Romatizma bütün vücudunu aksatan büyük bir tehlike olmuştu.
“Bir kurşunda ben mi sıkayım kafama?” diye devam ettirmişti cümlesini. Lannel olayları anlamak için sakince düşünmek istiyordu. Derin bir nefes almıştı.
“Benim soy adım Frenklen… Size yük olacak bir şey kaldıysa bu benim yükümdür.” Demişti gururlu bir kadın gibi göğsünü ileri doğru atmıştı. Babasının arkasında ne bıraktığını bilmeden sadece öylesine bir heves ile ortaya atılmamıştı. Arkada kalan her ne ise ordunun bu konuda ne kadar ciddi olduğunu biliyordu. Bir defasında babasının evde sinirle telefonda Doktor Roluge’ye bağırdığını duymuştu.
“Senin iflah olmaz bu sapkın düşüncelerin ikimizi de öldürecek. Yeterince risk almıyor muyuz? Bir hayatı karartmak bu kadar kolay mı ha? Kendini düşünmüyorsan aileni düşün. Benim bir ailem var.” Diye haykırışını saklandığı duvar arkasından dinlemişti. O günden sonra Doktor Roluge ile görüşmez olmuşlardı. Milos Roluge’nin intihar etmeye çalıştığını öğrendiklerinde babası kalkıp gitmiş ve Milos’u hayata döndürmüştü. O günün sabahı eve dönen babasının yüzündeki ifadeyi anımsamıştı. Tıpkı Doktor Manuh gibi solgun ve bomboş bir yüzü vardı. Doktor Roluge ile konuştuğu belliydi. Her ne duyduysa o gün emekli olmaya karar vermişti. O gün bir hayat kurtardığı için mutlu değildi. Sanki birisini kaybetmiş gibiydi. Sonrasında ise ölüm haberi gecikmemişti.
“Babam her ne yaptıysa…” Doktor Manuh hızla çekmeceyi çekmişti.
“Babanın ne yaptığını biliyor musun? Babalar çocuklarına taşıyacakları yükler bırakmak için uzun yaşamaya çabalar. Ne var ki senin babanda benim gibi çocuklarına taşıyamayacağı yükler bıraktı Lannel.” Demişti. Bir yığın evrak dolu dosyayı hızla ona doğru uzatırken elleri titriyordu.
“Bu senin sırtına kalan miras. Sana babanın mirasına sahip çıkmamanı tavsiye etmekten başka bir şey yapmam. Al bak!” dedi. Lannel dosyaya bakıp kalmıştı. Ordu damgalı dosya bir sürü evrak içeriyordu.
“Benimde ailem vardı, ben ne kaçtım ne didiştim. Ama Roluge, Frenklen girdikleri bu yükü kaldıramayıp beni tek başıma bıraktı. Al bak.” Demişti. Sinirli değildi. Sesi titrek, gözleri buğuluydu. Ürkek ve titrek bir hayvan gibi bakıyordu. Dişlerini sıkıyordu, parmakları gıcırtı ile aralanıp dosyayı Lannel’in kucağına bırakmıştı.
“Ameliyata gireceğim, sen bunu al ve git. Yarın getir.” Demişti.  Lannel ona bakıp kalmıştı. Dosyayı hızla kıvırıp çantasına koymuştu. Ancak sığdırmıştı onu. Doktor Manuh ondan önce çıkmıştı odadan. Aksayarak gidiyordu. Aksaması arttıkça hızlanmaya çabalıyor, arkadan sekmeye çalışan bir topal gibi görünüyordu. Lannel odanın kapısını yavaşça çekip hastanenin bahçesine çıkmıştı. Gerçekten de ablasının dediği kadar hasta ve bir o kadar delirmiş gibiydi. Çantasındaki orduya ait belgeler onu geriyordu. Geri dönüp onları vermeyi düşündü. Bunu yapmasına engel olan tek şey meraktı. Babasının tanrıya yüzünü dönüp, sürekli dua edip onu affetmesini dilemesini düşündü. Ne yapmış olabilir diye düşünüyordu. İnsanları bilerek mi öldürmüştü? Savaşta bunu herkes yapıyordu. Babası insan hayatını umursasa da ameliyatta çok hastanın ölümünü görmüştü. Bu kadar etkilenemezdi. Cebinden gümüş tabaka içindeki sarılı tütünlerden birini çıkarmıştı. Nadiren sigara yakar ve içmeden bırakırdı. Diğer hemşireler gibi sigara içmek istemiş ama tadını hiç sevmemişti. Bazen dudaklarında gezdirmenin ve dumanın kokusunun rahatlattığına inanmıştı. Gerilince ya da artık kan kokusunu bastırmak istediğinde bu gümüş tabaka içine dizdiği sigaralardan birini alır yakar ve yarısına gelmeden atardı. Şimdi ise birini bitirmişti. Kasvetle yükselen koyu duvarlar ve ufak pencerelere sahip hastaneye bakarken sigara kendi kendine sönüp gitmişti. Lannel kalkıp eve dönmek için durağa doğru yürümüştü. Aklı çantasındaki belgelerdeydi. Bu gece onlara bakmakta bir mahsur görmemişti. Doktor Manuh’a yardımcı olabileceğine inanıyordu. Onun hasta ve yaşlı bir adam dönüşmesine neyin sebep olduğunu bilirse, onunla yükü paylaşacağına inanmıştı.  

İnsanın kompleksli yapısı aslında basite indirildiğinde bir iç güdü ve merakla ilişkilendirilebilir. Bugüne kadar insanı sürükleyen şey merakı ve keşfetme, daha ileri gidebilmek için cesur olmaktır. Lannel merakının sonucunda hızla eve dönüp odaya kapanmıştı. Belgeleri karıştırdıkça kanı donmuş ama gerçeğin inanılmaz büyüsüne kapılmıştı. Babasının nasıl bir şeyin içinde olduğunu gördükçe korkmuştu.  Gerçekleşen şeylere ve yapılanları gördükçe gözleri büyümüş ve dolmuştu. Neden yapıldığını anlamak için çok uğraşmıştı. “İleri teknoloji ve başarı bizi zafere götürecek.” Yazıyordu bir kâğıtta projenin taslakları ve ilerleyişinin yer aldığı ufak günlükte. Bir fotoğrafta sekiz kadar beyaz önlüklü adam vardı. Babası, Doktor Manuh, Doktor Roluge ve yabancı olmadığı simalar… Onlara bakarken arkasına düşülmüş nota bakıyordu.
“Çok sevgili eşim, yakında orada olacağız, Vance Roluge” Bir başka fotoğrafta babası vardı. Oturduğu yerde gülümserken yanında Doktor Manuh vardı. Bu fotoğrafı ilk defa görüyordu.
“Projede üçüncü yıl” yazıyordu arkasında. Lannel fotoğraflara bakıyordu. Daha sonra kişilerin sayılarının azaldığını görüyordu. Sona kalan babası ve üç doktordu. Gülümsemiyorlardı, zorla yan yana gelmiş gibi bir fotoğraf çekilmişti. En yaşlıları olan adamı tanımıyordu bile. 

Günlükte resimler bitince bir kâğıt bulmuştu ikiye katlanmış. Açmakta tedirginlik yaşasa da açınca babasına hitap eden bir mektuptu.
“Oğlumun hayatını sana borçlu olduğum için bunu yazıyorum. Belki sana ulaşır belki Manuh bunu saklar. Son zamanlarda sana ulaşmasını istediğim her şey engelleniyor. Bilmiyorum belki böylesi daha iyi. Her şey alt üst oldu. Ailem yıkılıyor, ben parçalanıyorum… Proje iyi durumda değil. Artık denekler çocuklardan seçiliyor. Ufak çocuklar… Doğu cephesindeki laboratuvara getirilen esir çocuklar için beni çağırmışlar. Oğlum yaşında çocuklar var. Kızın yaşında ufak kız çocukları… Ne yapacağımı bilmiyorum. Durmak çözüm değil ama bu işi böyle ilerleyemez. En başından beri herkes bütün yükü omuzlarıma bıraktı gitti. Sorun değil ben tanrı tanımaz bir sapkınım taşırım. Sadece bir şeyler yolunda değil. Oğlum ve karım sana emanet. Yılların mesaisi ve dostluğu için bu emanete sahip çık. Onlar… biliyorum oğlum belki senin kabul edeceğin birisi değil ama onları yalnız bırakma. Çünkü bana bir şey olursa onları kimse korumaz. Bu konuda sana güvenebilirim. Lannel ve Milos belki iyi arkadaş olurlar. Belki de kardeş gibi. Sadece ona bakmanı istiyorum. Bütün günahlarını bana ver oğluma bak. Adını bunun karşılığında sileceğim. Bir gün bir şey olursa bana, gözüm arkada kalmasın… Vance Roluge” Lannel öylece mektuba bakıp kalmıştı. Babasının onları koruyup kollamadığını biliyordu. Sebebi sadece Bay Roluge ile olan küskünlüğü değildi. Milos’un kendini vurup ölümü seçmesine neden olan her ne ise buna sebep olmasıydı. Tanrının verdiği cana kıymaya çalışan bir kafir olmasıydı belki. Lannel öylece mektuba bakıp kalmıştı. Babasına ulaşıp ulaşmadığını bile bilmiyordu. Doktor Manuh bunu saklamışta olabilirdi. Öyleyse bugün babası ondan son bir iyilik isteyen dostunun emanetine sahip çıkmamıştı.   İnandığı tanrının buyruklarına karşı gelmişti. Projenin net olarak ne olduğunu anlamamıştı hale. İnsanlar üzerinde deneyler vardı. Ordu iyi bir bütçe veriyordu ve imparatorluk onları destekliyordu. Gizli yürütülen strateji bakanlığı onaylı proje…

Lannel saat ilerledikçe saçma notları geçip sonunda babası tarafından yazılmış onay mektubunu bulmuştu. “İmparatorluk girdiği bu savaşta kaybetmeyeceğini ve ele geçirdiği bu bilgileri kullanmak üzere bizleri bir araya getirdi. Kuzeyden gelen bu bilgiler sayesinde bilim ve teknoloji ilerleyecektir.” Lannel babasının hep kafirler diye söz ettiği kişiler gibi konuşmuş olduğuna inanamıyordu. Yazılanları okurken gözleri şaşkınlıktan donuklaşmıştı.
“Elde edilen gücü taşıyacak olan kişileri bulmak için denemeler yapılmalı. Doktor Roluge’nin tavsiyesini kabul ediyorum. Araştırma enstitüsü altında yer alan laboratuvarın tahsis edilmesi için başvuruyu kabul ediyorum. Seçilmiş olan deneklerin temin edilmesi için…” Lannel daha fazla okumadı. Projenin baş mühendislerinden birisi olduğundan emin olmuştu babasının. Daha sonra korkup kaçacak kadar korkak olduğundan da. Doktor Roluge bu işin tam ortasında olmalıydı. Sona kalan bahtsız adam. Derin bir iç çekmişti. Lannel’in başkente geldiği ve buhranlı bu gecede Andrjez başkentten yanında iki manga adamla güneye doğru harekete geçmişti. İkisi içinde kader ipleri birbirine dolanmış ev sürüklenmeye başlamışlardı bile. Lannel günün doğması için çırpınıyordu adeta. Şafak sökene kadar gözüne bir gram uyku girmemiş evin içinde dolanmaktan artık yorulmuştu. Gün doğar doğmaz hemen hastaneye Doktor Manuh’u görmeye gitmişti. Almak istediği cevaplar vardı. Manuh’un gelmediğini öğrenmişti. Evinde olacağı düşüncesi ile bir taksi bulmuştu. Oraya vardığında, şafak sökmüş kuşlar cıvıldamaya başlamıştı bile. Hemen bahçe kapısını açıp acele ile içeri girmişti. Bakımsız bahçe ve çirkinleşmiş ev pek de hatırladığı gibi değildi. Kimsesiz kalmış gibi duruyordu ev. Manuh ailesi kadınları evine düşkün olurdu. Çocukken geldiği bu bahçeyi anımsadı. Bakımlı ve oldukça dikkat çeken bir bahçeydi. Bayan Manuh her zaman çiçeklerine özen gösteren bir kadındı. Başka bir işi olmadığı için uzun uzun bahçesini ve evini düzenlerdi. Lannel tıpkı Doktor Manuh gibi ölmüş olan eve bakıp kalmıştı. Kapıyı itekleyip kapanmasını beklerken ilerlemişti. Kirlenmiş taş yolu geçip kapıya gelmişti. Veranda toz tutmuş, sandalyelerin boyası eskimişti. Yıllardır kimse yokmuş gibi bir his veriyordu ev. Kapıya birkaç defa vurdu. Ses gelmeyince zile basmıştı. Zilin evde yankısı dışarı geliyordu. Beklemekten sıkılmaya başlayana kadar orada durmuştu. Sonunda kapı tokmağını çevirmeye karar vermişti. Açık olduğunu anladığında içeri doğru bir adım atmıştı. Girdiği anda sıcak ve kirli bir koku burnunu doldurmuştu. Pis koku ağır ve mide bulandırıcıydı. Kolunu burnuna doğru götürürken Doktor Manuh’a seslenmişti.
“Doktor Manuh, Lannel ben. Dosyayı size getirdim.” Cevap alamamış ve birkaç kez daha denemişti.
“Doktor Manuh! Sizinle konuşmam gerek.” Demişti. Cevap gelmedikçe kokuya alışmaya başlamıştı. İçeride perdeler kapalı, gün ışığından mahrumdu. Adım attığı yerden toz kalkıyordu. Halıları hiç bu kadar kirli görmemişti. Yer yer kurumuş çamur lekeleri vardı. Mutfağa doğru bakınca yığılı bulaşıkları görmüştü. Oraya doğru yürüyünce ağır kokunun sebebini görmüştü. Küf tutmuş ve bozulmuş bir yığın bulaşık vardı. Çöpler artık yeni yaşam formları için dünya olmuştu.  Etrafa bakarken kokunun keskinliği gözlerini yaşartıyordu. Aylardır el sürülmemiş bu yer yaz sıcağında daha korkunç bir hal almıştı. Lannel mutfağa bakarken arkasından gelen gıcırtı ile dönmüştü. Doktor Manuh’u görmeyi beklerken askeri üniforma içinde bir adam ile karşılaşmıştı.
“İsminizi bildirin.” Demişti asker soğuk bir sesle. Şapkası altında gölgelenen yüzü görünmüyordu bile.  “Lannel Frenklen.” Demişti. Asker bir süre ona bakmış ve ardından yukarı kata doğru çıkan askerleri görmesini engellemek ister gibi kapıyı çekmişti.
“Bayan Frenklen neden buradasınız?” demişti. Lannel bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştı.
“Doktor Manuh, aile dostumuz. Onun iyi olup olmadığını görmek için geldim. Annem onu yemeğe davet etmemi istemişti.” Derken adam göz dağı vermek ister gibi, burada olduğundan birilerinin haberi varmış gibi davranmaya çabalıyordu. Asker ona dikkatle bakarken beylik silahına uzanmıştı.
“Size dışarı kadar eşlik edeceğim Bayan Frenklen.” Demişti. Ölümün kokusu şimdi mutfakta çürüyen yemek artıklarından ağırdı. Yutkunamıyordu bile. Gözlerini yakan şeyin koku değil de artık korku olduğunu anlamıştı.
“Buna gerek yok. Ben çıkabilirim. Doktor Manuh’a selamlarımı iletin.” Demiş ama silahın emniyeti açılırken çıkan ses ile irkilmişti. Ona doğrultulmuş silaha bakarken kıpırdayamaz hala gelmişti. Ağır makineli tüfeklerin, toprağa çakılan topların sesinden daha ağır gelmişti bu ses. Tüfeklerin saçmalarını çıkarken yarattığı fişek sesinden daha korkunç. Cephede mermiler dostuydu ama şimdi tek bir mermi canından edebilirdi onu. Cesur bir kadındı ama aptal değildi.
“Ya da siz eşlik edebilirsiniz.” Demişti. Çantasını sıkıca tutup adamın gösterdiği mutfağın bahçeye açıldığı kapıya yürümüştü. Çıkınca bir manga askerin bahçede beklediğini görmüştü. Yüzbaşı rütbesinde bir askeri personel ona dikmişti gözlerini.
“Çavuş?” Yüz başı sorgulayıcı bir bakış atmıştı.
“Lannel Frenklen efendim.” Demişti adam. Şimdi yüzü seçilebiliyordu. Çatık kaşları altında gölgelenen gözleri şapkanın gölgesi altında iyice görünmez olmuştu.
“Lannel Frenklen demek. Bizde sizi aramak için evinize birilerini göndermiştik Hemşire Frenklen.” Demişti. Lannel nasıl bir işe bulaştığını bilmiyordu. Ama artık yakasını kurtaramayacağını hissediyordu. Verandada bir patırtı başlamıştı. Doktor Manuh bağırıyordu. Küfürler edip onu sürüyerek dışarı çeken askerlerin yüzüne tükürüyordu.  Salyalar saçarken sarhoş olduğu dilinin dönmeyişinden belliydi. Her küfrü ardından güneyin aksağını olan “r” harflerin yutulması ile sonuçlanan komik bir biçim alıyordu. Lannel onun her zaman küfrederken harfleri yutuşunu komik bulmuştu. Şimdi ise bunu komik bulacak kadar rahat değildi. Gergin ve stresliydi. Elleri terledikçe deri çantası elleri içinden kayıyordu. Askerler Doktor Manuh’u Yüzbaşının postallarının dibine attığında sessizlik başlamıştı.
“Vatanına ve imparatorluğa ihanetin bedeli nedir Doktor Manuh?” demişti yüzbaşı. Doktor Manuh üstündeki kirli gömleği düzletmek için dizleri üzerinde doğrulmuştu. Lannel ile göz göze geldiğinde bütün o kaos dolu düşünceleri dağılmıştı. Genç kadına bakıp kalmıştı. Yüzüne bir hüzün ve pişmanlık çökmüştü.
“Ölüm. Ama ben ihanet etmedim.”
“Emre itaatsizlik, düşmana yardım ve yataklık.” Demişti. O sırada içeriden genç bir kadın ve çocuk sürüklenerek dışarı çıkarılmıştı. Korku içinde ağlaşırken birbirlerine sokulmuşlardı. Soluk tenleri, kıvırcık saçları ve vahşi bakışları onların kuzey sınırından olduğunu düşünmesine sebep oluyordu. Göçmen ve kaçaklardı… Lannel kadın ve çocuğa bakıp kalmıştı. Kız çocuğu korku içinde ona bakarken annesinin göğsüne doğru saklanmıştı.
“Dün gece iki asker görev başında vuruldu. İki kaçak senin evine girerken görülmüş. Bu ihanet değil de nedir?” demişti. Doktor Manuh cevap dahi vermiyordu. Yüzbaşı derin bir iç çekmişti.
“Vurun.” Demesi ile ardı ardına patlayan iki silah sesi Lannel’i yerinden sıçratmıştı. Yüzbaşı kadın ve kıza doğru yürüyordu.
“İnfaz emri var vurun.” Demişti. İç güdü… İnsana deli cesareti verecek kadar tehlikelidir. O an için korkusunu unutup ona bakan çocuğun kurtulması için öne doğru atılmıştı.
“Vurmayın.” Derken Yüzbaşının jilet gibi ütülenmiş ceketinin kenarına asılmıştı. Yüzbaşı ona göz ucu ile bakarken Lannel elindeki çantayı göstermişti.
“Her şeyi biliyorum. Sizin için çalışırım. Doktor Manuh, Doktor Roluge… onların yarım bıraktığı her şeyi yaparım. Ama vurmayın onları.” Demişti. Yüzbaşı bir an kendini kontrol edemeyip gülmüştü.
“Onlar için değil Hemşire Frenklen kendiniz için endişelenin. Zaten her şeyi bildiğinizi biliyoruz.” Demişti. Lannel olduğu yerde kalmıştı. Yüz başı onu bir çamuru botundan silkeleyip atar gibi ceketinden kurtarıp atmıştı. Nasıl bir kumpasın içine düştüğünü o an anlamıştı. İki silah sesi daha duymuş ve yere yığılan bedenlere bakıp kalmıştı. Ordu için insan harcanacak bozuk para kadar değerliydi. O gün bunu anlamak için yeterince şey görmüştü. Daha sonrasında birkaç gün bir şey göremeyecekti. Başına geçirilen çuvalın ardından kendini zırhlı bir araçta tek başına bulmuştu. Hareket halindeydi.  Ailesini son defa gördüğünü düşünüyordu. Ağlamaktan gözleri şişmişti. Başına gelecek olan şeyi bilmemenin korkusu sarmıştı bedenini. Susuzluk ve açlık zamanla onu takip etmişti. Ne kadar süre zırhlı aracın içinde uyuduğunu bilmiyordu. Ama kapıya birinin vurması ile irkilmişti.
“Ellerin havada dizlerinin üzerinde olacak şekilde kapının önüne gel.” Demişti sert bir ses. Ses sert olsada beklenmedik şekilde tanıdıktı.
“Kim bu?” diye devam etmişti ses.
“Yüzbaşı Lows proje için çalışacak bir doktor olduğunu söyledi.” İkisi konuşurken Lannel ona emredildiği gibi dizleri üstünde elleri havada bekliyordu.  Midesine giren krampların açlıktan mı, korkudan mı bilmiyordu. Kapı açılıp gün ışığı gözlerini yaktıktan hemen sonra ona şaşkınlık ile bakan yüze bakıp kalmıştı. Andrjez ağzında sigara öylece kalmıştı. Güney’e giriş yapalı birkaç saat olmuşken Lannel’i görmeyi o da ummuyordu. Askeri üsse vardıklarında gelen bir telefon ile teslim edilecek kargodan sorumlu olduğunu bildirmişti Yüzbaşı Lows. Öylece bakıp kalmıştı. Yanında dikilen çavuş kızın ellerini bağlayacakken Andrjez onu durdurmuştu.
“Buna gerek yok! Bir kadın o, onu da elinizden kaçıracak değilsiniz.” Demişti. Elini uzatmıştı. Lannel nasıl tepki vereceğini bile bilmiyordu. Onu tanıyordu ama Andrjez tanımıyormuş gibi davranmayı tercih ettiyse aynısını yapmalıydı. Lannel dizlerinin bağı çözülmüş gibi hissediyordu. Burada görmeyi umduğu son kişi Andrjez idi. Onunla karşı karşıya kaldığında ne diyeceğini bilememişti bile. Bulunduğu yerde midesine giren kramplara daha fazla dayanamayıp öne doğru eğilip öğürmeye başlamıştı. Kusmuğu dizlerine doğru akarken dağılmış saçları batmıştı. Kokusu keskin safrayı kusarken bütün gücü tükenmiş gibiydi. Kendi pisliğinde debeleniyor gibi hissediyordu.
“Onu duşlara götürün. Temiz kıyafetler getirsinler.” Demişti. İki kişi Lannel’i indirirken Andrjez sadece bakıyordu. Kafası karışmış ama bunu belli etmemek için gözlerini kaçırıyordu. Açık duşlara varmıştı. Kimse yoktu. Soyunması için dışarı çıktıklarında Lannel bütün kıyafetlerini hızla parçalarcasına söküp atmıştı. Suyun ısınmasını beklemeden açtığı suyun altına girmişti. Dizlerinin bağı çözülmüştü.   Soğuk fayanslara çöküp olduğu yerde ağlarken su sesini bastırıyordu. Bu yıkılmış ruhunu toplamak için sertçe yüzüne bir tokat indirmişti. İlkinde sarsıntısı geçmeyince hızla ikinci tokadı indirdiğinde gözleri kocaman açılmıştı. Ayağa kalkıp suyu kapatıp kenarda duran havluya sarılmıştı. Dışarda bekleyen askerlerin sohbetini duyuyordu. Bu onun sonu değildi. Bunu değiştirebilirdi. Derin bir nefes almıştı. Kapıyı hızla açıp dışarı doğru yalın ayak yürürken saçlarından sular sızıyordu. Askerler ona bakıp kalmıştı. Kışlada bir kadının havlu ile çırılçıplak dolaşıyor olması oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi. Müdahale etmek için atılgan olmaya çalışsalar da çekiniyorlardı.
“Beni komutanınıza götürecek misiniz? Yoksa bütün kışlayı gezip ben mi bulayım?” demişti. Askerler kısa bir şoktan sonra hemen onu Andrjez’e tahsis edilen odaya götürmek için yola çıkmıştı. Kışlada ona ve timine tahsis edilen bölgeden geçerken Lannel çırılçıplaktı. Bir havlu bedenin bir kısmını örtüyordu. Ayakları toprağa basarken acıyor ama bunu belli dahi etmiyordu. Islak saçlarından sular sızıyordu. Andrjez’in odasına geldiklerinde kapıda dikilen asker onlara bakıp kalmıştı.
“Efendim kadın doktor geldi.” Demişti yaveri kapı tıklatıp içeri doğru eğilerek. Andrjez anlam veremmiş halde ona bakıyordu. Kışlaya vardığından beri sürekli ondan rapor isteyen ve rapor sunan kişiler ile muhatap olmaktan yorulmuştu.
“Doktor mi?”
“Evet efendim.” Lannel adamın sözünün bitmesine izin vermeden içeri doğru girmişti.
“Merhaba Teğmen…” Kısa bir mola verip isim etiketine bakmak için gözlerini göğsüne odaklamıştı. Sanki ezbere bilmiyormuşçasına konuşmaya başlamıştı. “Teğmen Dejan, ben Lannel Frenklen. Sizinle özel olarak konuşmam gerek.” Demişti. Andrjez ona hayretler içinde bakıyordu. Sarındığı havluyu bir eli ile tutuyor, ayakları çamur içinde, saçları sırılsıklamdı. Vahşi duruyordu.
“Elbette Bayan Frenklen.” Demişti. Fakat sohbetleri çok kısa sürmüştü. Daha kapı kapanmadan tekrar yaveri içeri doğru eğilmişti.
“Efendim, telefon var. Eşinizdenmiş.” Dendiğinde Lannel ona bakıp kalmıştı. Andrjez ona oturmasını söylemiş ve telefonu yönlendirilmesini beklerken masanın kenarına çökmüştü. Arayan Nuna olunca açmak zorundaydı. Onun için oldukça önemli olan bu telefon, Lannel için şok etkisi niteliğinde olmuştu.
“Buraya gece vardık. Bu akşam pansiyona geleceğim. Seninle görüşmemiz gerek.” Demişti. Lannel onu hayretler içinde dinlerken kalp kırıklığını gizlemekten başka bir şey yapamıyordu.
“Odada beni bekle, çok gecikmem. Halletmem gereken şeyler var. Daha sonra sana uğrayacağım.” Demişti. Lannel onun kısa tuttuğu konuşmada heyecanlı oluşu ile kendini aldatılmış hissediyordu. Andrjez’in evli olduğu düşüncesi kafasını karman çorman yapıyordu.
“Evli misin?” demişti. Andrjez ahizeyi yerine koyup ona bakmıştı.
“Aslında hayır!”
“Bunu duyduğum iyi oldu. Senden günlerce mektup bekledim.”
“İşler beklemediğim bir hal aldı. Sana cevap verecek kadar uzun zamanım yoktu.”
“Bir ay mı? Uzun değil mi?”
“Değil. Üç gündür yoldasın senin için ne kadar kısaydı? Ya da uzun? Zaman göreceli Lannel!” demişti. Lannel ona bakıyordu. Kaşları çatılmıştı.
“Neden buradasın?”
“İşim bu! Timim ile buraya eşlikçilik için gönderildik.”
“Timin mi var? Yeni mezun oldun.”
“Kader bu ya hızlı çıkıyorum merdivenleri.”
“Gerçekten neden buradasın Andrjez?” dedi. Andrjez ciddileşmişti kollarını göğsünden bağdaştırıp ona dikmişti gözlerini.
“Birisini arıyorum. Buraya sürüklendim. Sen?” Lannel onun olayların ne kadar içinde olduğunu bilmeden güvenemeyeceğini anlamıştı. Doktor Manuh, babası… bugün başını belaya sokanlar değil miydi?
“Bilmiyorum.” Dedi. Andrjez ona bakmıştı. Gözleri ile onu baştan aşağı taramıştı.
 “Acil kargo olarak buraya insan postalayacaklarını hiç ummadım. Senin geleceğini hiç düşünmedim. Güneyde ne dönüyor bilmiyorum ama burada olmamalısın.” Lannel bunu duyunca yorgun halde dik tutmaya çabaladığı omuzlarını salmıştı.
“Gerçekten bilmiyorum Andrjez. Fark ettiysen burada kendi rızamla durmuyorum.”
“Evet, gözetilmen için silahlı koruma koymamızı istediler başına. Yüzbaşının raporuna göre tehlikeli olarak nitelendiriliyorsun.” Demiş ev sohbet ikinci defa telefon ile kesilmişti. Telefonun ahizesini kaldırıp kulağına dayamıştı.
“Efendim, timin görevlendirileceği laboratuvardan iki kişi geldi, sizinle görüşmek için buradalarmış.” Dedi. Andrjez oturan Lannel’e bakmıştı.
“Bayan Frenklen’e eşlik edin. Bir odaya yerleştirin ve güvenliğinden emin olun.” Demişti. Lannel onun ayaklanması ile ayaklanmıştı.
“Gitmen gerek. Merak etme ben burada olduğum sürece seni incitemezler. Benim timim kaldığı bölgede olacaksın.” Demişti. Lannel’in üstüne ceketini vermişti. Kapıya kadar ona eşlik etmişti. Kapı açıldığında bekleyen bir doktor ile göz göze gelmişti. Adamı anında tanımıştı. Fotoğraflardaki kişilerden birisi oydu. Lannel adama bakıp kalmıştı. Andrjez’in onu omzundan tutup sarsması ile kendine gelmişti. Kapı arkasından kapanırken neyin içinde düştüğünü hala anlamamanın gerginliği ile bedeni titremişti. Andrjez ile karşılaştığı için biraz olsun güvende hissediyordu ama bu bile yeterli değildi. Ordunun daha derininde işleyen bir şey vardı. Güç için insanların canını hiçe sayan bir arzu…

Lannel yatağa oturup hızla ayaklarını silmeye başlamıştı. Kendini toparlamazsa işlerin daha kötü sonuçlanacağını hissediyordu. Andrjez’i karısı olarak arayan kişinin bu işlerde parmağı olduğunu hissediyordu. Yapabileceği tek bir şey vardı. Teslim olmuş ve itaatkar davranan birisine dönüşmekti. Bu şekilde biraz olsun kendi özgür ve özel alanını yaratabilecekti. En azından bir süreliğine bunu yapması gerekiyordu. Gelen kıyafetleri giydikten sonra kapıyı açıp dikilen askere dönmüştü.
“Yüzbaşı Lows ile görüşmek istiyorum.” Demişti. Adam ona bir süre bakmıştı.
“Bu bilgiyi ileteceğim. Her an herkesle görüşemezsiniz.” Demişti. Kaderi ağı Güney’e bağlanan tek kişi Lannel değildi. Emma onun kadar kasvetli bir davetle buraya gelmemişti. Daha güzel ve hoş bir bahanesi vardı. İyi bir eş ile evlenmeye hazırdı. Yüzbaşı Lows’un genç ve güzel sevgilisi orduda yer alan ve onun yaverliğini yapan Teğmen Emma Orgraf olmuştu. Andrjez ve diğerlerini hızla geçip onlardan tam bir sene önce mezun olan, zeki ve hırslı güzel kadın. Emma Orgraf artık Yüzbaşı ile nişanlanmış, ilişkisini resmileştirmişti. Lannel bir zırhlı araçta sürüklenip giderken Emma görkemli nişanını kutlamış ve yüzbaşının yaveri olarak ona hizmet ederken şimdi hayat arkadaşı olmanın sahte heyecanını yaşıyordu.  

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)