Kayıp Masallar 3 ( 11. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?



Seçkinlik ve Kibir

 

Milos o günden beri doğru düzgün uyumamıştı. Neredeyse üç gündür bir hayalet gibi sessiz şekilde ortada dolanıp, ara ara masa başında kâbus dolu rüyalara dalıp duruyordu. Geri uyandığında ne iştahı kalmış ne de bir gram uykusu… boşlukta öylece salınıyor gibi hissediyordu. Göz altları çirkinleşmiş, kararmış ve teni iyice sararmıştı. Andrjez gelirse diye sürekli bir kulağı telefondaydı. Onun geldiğine dair haber almak istiyordu. Karşısına dikilip konuşacak kadar cesur değildi. Sadece o kadının yanında olup olmadığına bakmak istiyordu. Onunla gerçekten evli olup olmadığını umursuyordu. Gözlerini iki saniyeliğine kapattığında acı bir çığlıkla geri açmıştı. Dikildiği yerden cam kafes içindeki adama bakmıştı. Adam aklını kaçırmış gibi bağırıp camı yumrukluyor, kırılmayan cam onu daha fazla sinirlendirdikçe çığlıkları yükseliyordu. Yanında dikilen heyet cama korku dolu bakarken Milos yorgunca elini alnına götürmüşü.  “Morfin gazını verin.” Demişti. O an camın yukarısından açılan kapakçıklardan içeri doğru bir gaz püskürtülmüştü. Gaz içeride ufak bir sis tabakası oluştururken, çığlıklar kesilip deneğin uyku durumu başlamıştı. Milos cama doğru yaklaşıp bir süre orada dikilmişti. Adamın sakinleşip, uyku durumuna geçtiğini anlayınca arkadaki panelde dikilen gence dönmüştü. “Havalandırmayı açın.” Demişti. Kısa sürede morfin temizlenip denek elleri kolları bağlanıp bir taşıma arabasına yerleştirilmişti. Milos deneğin tam önünde durmuştu. Oluşan yaralarına bakarken elindeki dosyaya bir şeyler yazmaya başlamıştı. “Ne yapacağız Bay Roluge? Bu en sağlam hastaydı. Şimdi o da aklını kaçırmaya başladı. Birkaç güne burada olacak heyete ne göstereceğiz?” demişti. Milos yaralara bakıp kaşlarını çatmıştı.
“Bu yaraları ilaç yapmıyor. Kendisi yapmış. Odası izleniyor muydu?” demişti. Adam başını sallayıp hastaya bakmıştı. “Evet, ama bunları yaptığını görmedik.” Demişti. Milos bir süre hastaya dikti gözlerini sonra birden heyecan ile hastanın bağlı ellerinden birini kapmıştı. 
“Ameliyat için götürün, sanırım etkileşime geçmiş. Cildinin altında gizliyor her şeyi. Biz görmeyelim diye.” Bunları söylerken heyecanı çabucak tükenmişti. Yorgunlukla duraksamıştı.
“Doktor geri dönmedi mi?” demişti. İhtiyar çirkin doktoru merak ediyordu. Heyet ile ilk o görüşmek için kışlaya gitmişti.
“Strateji bakanlığı buraya yeni bir doktor gönderecekti. Size yardımcı olması için eski proje ortaklarından birisini. Gecikmesinin sebebi bu olabilir.” Demişti. Milos mide bulantısı ile yüzünü buruşturmuştu.
“Her neyse, geldiğinde hastayı ameliyathaneye götürüp derisinin altında oluşan tabakaya bakacağımızı söyleyin. Beni bir süre rahatsız etmeyin.” Demiş ve odasına doğru yönelmişti. Fabrikanın üst katlarında konaklama için odalar yapılmıştı. Alt katlar ile laboratuvar ve ameliyathaneler, denek gözlem odalarıydı. Milos odasına çıkınca ufak cam dolabı açıp ona biraz olsun huzur verecek olan morfin şişesine bakmıştı. Vücudundaki ağrıları, içindeki sıkıntı ve korkuyu yok etmenin yolunun bu olduğuna inanmıştı. Yaşlı çirkin doktoru birkaç defa morfin kullanırken görmüştü. İğneye sağlam bir doz çekip bacağından saplıyor ve olduğu yerde uyuşuyordu. Bunu yapmaya korkuyordu. Bedeni uyuşmuş ve savunmasız kaldığında neler olabileceğini bile bilmiyordu. İğneye bakıp bir süre durdu. Daha sonrasında onu kenarı doğru geri itekleyip cam dolabı kapattı. Yapmak istememişti. Kendini kaybederse olacaklardan korkuyordu. Bir süre dolaba bakmıştı. Sonrasında başına saplanan ağrıyı takip eden, korku ile tetiklenen kalp ritim bozukluğu ile sancılı bir süreç başlamıştı. İlk defa morfin kullanmayacaktı. Avuçlarını terlediğini hissediyordu. Kanı çekilmiş gibiydi. Gözlerine inen karanlık devam eden mide bulantısı ile kalbinin ağzında atmasına sebep oluyordu. Bacaklarının halsizleştiğini ayaklarının üşüdüğünü hissediyordu. Direndikçe bu sancıların, korkuların ve bulantıların artacağını biliyordu. Ama buna değerdi. Kendini kaybedip uyuyakalıp Andrjez’i kaçırmak istemiyordu. Soğuk soğuk terlerken cam dolabı açıp biraz olsun vücudunu iyi hissettirmek istemişti. Çalan telefon beynin içinde yankılanıyordu. Masaya doğru yürüyüp telefonu açmaya gitmişti. Ahize parmakları arasından kayıp gidiyor gibi hissediyordu.
“Bay Roluge, bu akşam buluşacaklar. Gelecek misiniz?” demişti resepsiyon görevlisi. Milos telefonu cevap vermeden kapatmıştı. Kenarda duran ceketini almıştı. Arabasına binip oraya gidip orada beklemeyi umuyordu. Ama kader onun için daha güzel bir plan yapmıştı. İnsan oğlu kibrin en büyük acıya bedel olduğunu bilmeden yaşardı. Onunla yüzleşecek kadar cesaretleri olduğunda ise çok geç kalmış olurlardı her şeye. Milos için bu gerçek gecikmeden karşısına çıkmayacaktı. Kibirli olmadığı söylenirdi. Alçak gönüllü ve duyarlı. Oysa en büyük kibir canın yanmasından korkmaktı. Kendini acıdan sakınıp başkalarının canı yanarken sessiz kalabilirdi. Andrjez’in yanından kaçıp gitmişti. Canın acıyacağını düşünüp kaçmıştı. Kibri buydu. Cezası ise sakındığı acılar ile yüzleşmesi olmalıydı.

Aracı nasıl sürdüğünü bile anlamıyordu. Direksiyonu saran parmakları ağrıyordu. Kalbi hızla atıyor, soğuk terler döküyordu. Derin nefes almaya çabalıyordu ama nefesi kesik kesik kalıyordu. Morfin bağımlısı olmadığını söylemeye çekinmezdi. Morfinin sadece ağrılara iyi geldiğini ve buna ihtiyacı olduğunda kullanmadan yaşayabileceğini söyleyebilirdi. Her bağımlı gibi bağımlı olmadığını söylese de bağımlıydı. Morfini almadığı için kötü hissediyordu. Uykusuzluk ve açlıkla gelen yorgunluk, morfine duyulan ihtiyacı arttırmıştı. Zavallı Milos… Zavallı…

Arabası çitlere doğru yuvarlanıp takla atarken acı hissetmemişti. Kendi kusmuğunun yüzüne doğru aktığını hissetmişti. Burnuna gelen yanık kokusunu takip eden ezilmiş otların kokusu olmuştu. Araba birkaç defa daha takla atıp durduğunda sürünerek eğilip büzülmüş parçalanmış camdan kendini dışarı doğru çekmişti. Üzerinde olan tek şey kusmuk değildi. Kanı fark ettiğinde arabadan kendini sürüyerek çıkmayı başarmıştı. Yuvarlandığı tarlada hasta vakti gelmişti. İnsanlar arabanın taklalara tarak tarlaya sürüklenişi korku içinde izlemişti. Metal canavar yuvarlandıkça ezilmiş, ezildikçe tanınmaz bir hırda haline gelmişti. Ezilen tavanla pencere boşluğundan Milos’un çıktığını fark eden bir grup oraya doğru telaşla koşmuştu. Milos parçalanmış arabaya bakarken eklemlerindeki acıyla geriye doğru devrilmişti.
“Bayım, iyi misiniz?” paçaları katlanmış bir çocuk eğilmiş Milos’a bakıyordu. Çocuğa cevap vermek istemişti ama acıdan konuşacak hali yoktu. Kafasını tavana sertçe vurmuş ve boynu korkunç bir acı içindeydi.
“Onu hastaneye götürmeliyiz.”
“Nasıl? Arabamız mı var?”
“Çiftlik sahibinin var!”
“Evet, evet, Ramsy buralardaydı. Ona haber verelim.”
“Ramsy pansiyona gitti. Onu çağırmışlar, şehirden telefon gelmiş.”

Milos konuşmaları dinlerken olduğu yerde doğrulmuştu. Etrafına bakıyordu. “Çok kötü olmuş gözü.” Diyen kız ona endişe eli bakıyordu.
“Pansiyon yakın, oraya atla gidip telefonla şehri hastanesine haber vereceğim. Bir araba göndersinler.” Demişti orta yaşlı bir adam. Milos onlara bakıp konuşmaya çalışıyordu ama buna takati yoktu. O ara birisi heyecanla bağırmıştı. “Bak araba! Araba geliyor onu durdurun.” Demişti. Pansiyona giden araca doğru heyecanla koşmuştu bir kişi. El kol yaparken bağırıyordu. Kazayı görmüştü araç sahibi. Görmemesi imkansızdı, parçalanmış çitler ve hurda yığını düz tarlalar arasında sırıtıyordu. Araçtan çıkan kara dumanı bastırmaya çabalayanlar, arabayı durdurmak için koşanlar, bir de Milos’u hayretler içinde izleyen çocuklar… Araç sahibi orada olan kazayı görünce durmadan edememişti. Kimin kaza yaptığını bilmiyordu ama inme gereksinimi duymuştu. Buluşmasına gecikmek uğruna…
“Kim kaza yaptı?” demişti arabadan inerken. Ata binip gitme fikri olan ada hemen atılganca konuşmaya ve ona yol göstermeye başlamıştı.
“Bilmiyoruz, şehirli belli ki. Arabası yuvarlandı. Çıktı içinden ama kafası, yüzü kanıyor. Dokunmadık. Ölür diye. Belki önemli birisi diye.” Kendince olayı anlatmıştı. Genç adam ona bakıp söndürülmeye başlayan arabaya dikti gözünü.
“En yakın telefon nerede?”
“Buradan iki kilometre uzakta çiftlik var. Orada var, bir de pansiyon. Tepedeki…”
“Hastane?”
“Şehri hastanesi uzak ama bize bir şey olunca kışladaki revire gidiyoruz. Onu da götürün. Alırlar, bizi alıyorlar. O önemli biri ise alırlar.”
“Almazlarsa sorun değil. Ben Teğmen Dejan, onu içeri sokarım.” Demiş ve birden olduğu yerde donup kalmıştı. Yerde gözleri gökyüzüne dikmiş, kan içinde yatan kişinin Milos olduğunu fark etmişti. Öylece yerde yatarken sadece göğsü inip kalkıyordu. Şık takımı paralanmış, yırtılmış ve kan bulaşmıştı. Saçlarının yarısı kızıla boyanmıştı. Ne tepki vereceğini bilemeden öylece kalmıştı. Bir an için zaman donup kalmıştı. Milos’u bu kadar erken, böyle bir şekilde görmeyi ummuyordu.
“Teğmenim, Teğmen Dejan, zavallı adamın kanaması var. Onu taşımanıza yardım edelim.” Demişti orta yaşlı adam. Milos duyduğu isim ile ürpermiş ve olduğu yerden hızla fırlamıştı. Ne yaralarının sızısı kalmış ne de eklem ağrıları. Dikilen kişiyi görmek istemeyerek, görünmek istemeyerek kalkmaya çabalayıp arkasını dönüp yürümeye çabalarken kısa süre sonra geri yere kapaklanmıştı.
“Hareket etme.” Demişti Andrjez ona doğru yürürken. “Milos yaraların ciddi olabilir.” Diye tekrar onu uyarmıştı. Hareket edecek hali kalmamıştı zaten. Onun emrine itaat eder gibi olduğu yerde kalmıştı. “Birisi bana yardım etsin.” Demişti. Milos’un yanına gelip eğilmişti. Kafasındaki yaraya daha sonra vücudundaki çizik ve sıyrıklara bakmıştı. Milos’un üstüne ceketini örtüp onu kaldırmak için kolunun altına doğru gitmişti. Orta yaşlı adam diğer taraftan Milos’un kolunun altına gitmiş ama bu eylem çok uzun sürmemişti. Dengesiz duruş ile Milos daha fazla acı çekmiş ve onlara durmalarını söylemişti. Kaburgalarındaki ezikler gerilmişti ve sancısı artmıştı. Olduğu yerde dururken kesik kesik nefes alıyordu. “Böyle olmayacak. Arabanın kapısını gidip aç.” Demişti. Adam ona bakıp hemen yola doğru adımlarını hızlandırmıştı. Andrjez ondan destek alan Milos’u bir hamlede kucağına almıştı.
“Canın yanarsa durmamı söyle, yavaş yürüyeceğim.” Demişti. Milos bedenine binen yükün azalması ile rahtça nefes alıp başını ona doğru çevirmişti. Uzun süre boynu başını taşıyamamıştı. Andrjez’in omzuna doğru dayamıştı başını.
“Araba kullanmayı biliyor musun?”
“Evet efendim.”
“Direksiyonun başına sen geç. Kışlaya dönelim.” Demişti. Adam ona arka koltuğa oturması için kapıyı açmıştı. Milos’u yerleştirmek için onunla beraber oturmuştu. Kucağında destekle tutuyordu. Adam kapıyı kapatıp hemen direksiyon başına geçmişti. Kullanmayı bilse de tedirgindi. Orduya ait bir aracı sürüyor olmanın gerginliği ile sakin sakin gidiyordu. Dikkatini yola vermişti. Kışlayı görene kadar sessizlik devam etmişti. Kışlanın kapısı açılıp revire doğru araba ilerlerken Andrjez elindeki mendili Milos’un yarılmış kafasına bastırıyordu. Kanamayı biraz olsun durdurmaya çabalıyordu. Kapı hemen açılmıştı.
“Teğmen Dejan yaralı mısınız?” demişti doktor içeri. “Sedye!” diye bağırmıştı. Andrjez kucağındaki adamı göstermişti.
“Aracı kaza yapmış. Kanaması fazla. Adı Milos Roluge, kan grubu AB RH pozitif.” Demişti. Doktor ona bakıyordu. “Tamam. Onu çıkarabilir misiniz? Sedyeye yerleştirmek için.” Demişti. Andrjez bir ayağını dışarı doğru atmıştı. Milos’u sıkıca kucaklayıp arabadan çıktığında üstünün kan ile kızıla boyandığını görmüştü. Omzundan bacaklarına kadar kan lekeleri vardı. Sedye gelmişti. İki kişi sıkıca sedyeyi tutarken Andrjez, Milos’u doktora teslim etmişti. Arabanın yanında dikilen adama bakıp kaşlarını çatmıştı.
“Seni evine bırakmaları için asker göndereceğim. Teşekkürler.” Demişti. Adam başını nezaketle eğmişti. Andrjez üstündeki kana bakıp elini alnına doğru götürmüştü. Gömlek cebinden sigara tabakasını çekip almıştı. Sigarasını yakmak için çakmağını aradığında ceketinin cebinde olduğunu anımsamıştı. O ara yakılmış bir çakmağın ona uzatıldığı fark edip sigarasını yakmıştı. Dönüp bakınca yaveri olan aynı zamanda timin ikinci komutanı Çavuş Olkien olduğunu görmüştü.
“Erken döndünüz. Arabanızı görünce bir şey oldu sandım. Ki olmuş.” Dedi. Andrjez üstündeki kana baktı.
“Bir araç devrilmiş. Yaralı vardı, onu getirdim.”
“Tanıyorsunuz belli ki.”
“Evet, eskiden o da benimle beraber Manastırda öğrenciydi.”
“Eski arkadaşınız yani. Güney birliklerinde mi yer alıyor?”
“Hayır, okulu bırakıp buraya yerleşmiş anlaşılan.” İkisi derin bir sessizliğe gömülmüştü.
“Anlaşılan bugün ki gezim iptal oldu. Gidip üstümü değiştireceğim.” Dedi. Çavuş ona bakıyordu.
“Üşüyor musunuz?” dedi. Andrjez titrediğini fark etmişti. Parmakları arasındaki sigara düşmüştü.
“Efendim iyi, misiniz?” demişti. Andrjez git gide düşen tansiyonun bedeninde bir titremeye neden olduğunu anlamıştı. “Sadece üşüyorum. Sorun yok.” Demişti. Üstünü değiştirmiş ama odasından hemen çıkamamıştı. Yatağa uzanmıştı. Tekrar gözünü açtığında gün çoktan bitmiş gece artık hakimdi kışlaya. Milos’un nasıl olduğunu merak ediyordu. Toparlanıp odadan çıktığında kapıda bekleyen asker onu selamlamıştı.
“Efendim. Telefon geldi ama çavuş sizi uyandırmamızı istedi. O yüzden uyandığınızda iletmemi istedi. Toplantı iptal edilmiş. İki gün sonra gerçekleşecekmiş.” Dedi. Andrjez başını sallayıp revire doğru yol almıştı. Yaz sonu gelmiş ve hava yavaş yavaş soğurmaya başlıyordu. Revirin kapısına gelip içeri girdiğinde iki hemşirenin hastaları kontrol ettiğini görmüştü. Bir doktor ise hemşirelerden birisi ile konuşuyordu.
“Teğmen Dejan!” demişti doktor hemşirenin yanından ayrılıp. “Getirdiğiniz yaralı hakkında konuşmamız gerek.” Dedi. Andrjez doktora bakıyordu.
“Yaralının ailesi ile iletişime geçtik. Onun emekli General Marillion’un torunu olduğunu söylediler ve yarın almak için birilerinin geleceğini bildirdiler. Sizinle görüşmek istediklerini…”
“Şimdi nerede?” demişti Andrjez doktorun sözünü kesip. “Revirin sonundaki yatakta. Morfin verdik. Uyanık değil.” Demişti. Andrjez oraya doğru elleri arkasında ilerlemişti. Köşedeki yatağa doğru gelince onu solunum cihazına bağladıklarını görmüştü. Hemen yanındaki yatakta eğitimde sıçrayan merminin gazabına uğrayan gençten bir er vardı. İki yatağın arasına girmişti. Milos’a bakarken onun uyanık olduğunu görmüştü. Gözleri tavandaki gölgeleri izliyordu.
“Morfine bağışıklığın mı var?” demişti. Milos onun sesini duyunca başını yavaşça çevirmişti. Kafasına atılan dikiş bir tutam saçından etmişti onu. Gözünü sarsıntı ile direksiyona çarpmıştı. Şişmiş ve kan oturmuştu gözüne. Cevap vermek için dudaklarını aralamış ama sesi çıkmamıştı.
“Kendini yorma. Büyük baban burada olduğunu öğrenmiş. Yarın seni almaya gelecekler. Geçirdiğin kazada ölebilirdin ama yaşaman gerekiyormuş demek ki. Şanslısın yani.” Milos ona bakarken sonunda konuşmak için gücünü toplamıştı.
“Evlenmişsin…” demişti. Andrjez ondan yıllar sonra ilk bu kelimeleri duymayı beklemiyordu.
“Pek sayılmaz.”
“Kadın, pansiyonda…” demişti Milos solunum maskesi sesini boğuyordu.
“Dediğim gibi bir evlilik değil. Bir anlaşma.” Bunu duyduğunda Milos maskeyi çıkarmıştı yüzünden. Ona doğru başını çevirmişti.
“Morfin ağrılara ve acıya iyi geliyor.” Bunu söylerken koluna takılmış iğneleri göstermek için kolunu havaya kaldırıp indirmişti.
“Bunca acıyı kaçarak sen tercih ettin. Gördüğün gibi ben istediğimi elde ettim. Abimin izinden gidiyorum. Ailemin şerefini yaşatıyorum. Sen?” demişti. Milos ona bakıp buruk bir gülümseme ile bakmıştı. 
“Babamın bıraktığı miras… ona sahip çıkıyorum.” Demişti. Andrjez kaşlarını çatmıştı.
“Para için mi kaçıp gittin? Bunun için mi geleceğini söyleyip her şeyi bırakıp kaçtın? Altais’e olan sözünü ve beni geride bıraktın?” demişti. Milos yorgunca gözlerini kapamıştı.
“Başka şansım yoktu. Senin iyiliğin için…”
“Benim iyiliğim için benim tercihlerime saygı duyabilirdin. Kaçmak yerine yüzleşebilirdin.”
“Sandığın gibi her şey duygular ya da seninle alakalı değil. Çok daha büyük…” gözlerini geri açamıyordu. Yorgunca yavaş yavaş nefes alırken fısıltı ile konuşmuştu. “Seni korumak için yaptım.” Demişti. Andrjez kaşlarını çattıkça alnın ortasında derin bir yarık oluşuyordu. “Benden nefret etme.” Milos zorla gözlerini açıp ona bakmıştı.
“Yeter bu kadar Roluge. Yaptığın tercihlerin sonucu bunlar oluyor.” Demişti. Milos dolmuş gözlerini kaparken iç çekmişti.
“Benden nefret etme…” sözlerini bitirmeden yorgunluk ağır basmış ve morfin bedenini uyuşturmaya başlamıştı. Andrjez ona bakıyordu. Ne diyeceğini bilmeden sadece bakıyordu. Gerçeği öğrenmesine sadece iki gün kalmıştı. Söz edilen büyük mirasın ne olduğunu bilmiyordu. Orada bir süre daha durmuştu. Sessiz izleyicisi artık daha fazla uzakta duramamıştı. Lannel revire mide bulantısını kesmesi için ilaç almaya gidiyordu. Ona eşlik eden asker ile beraber Andrjez’i görmüştü. Revire girdiklerinde onun en köşedeki yatakta birisi ile konuştuğunu görünce oraya doğru birkaç adım atmış ama “Roluge” soy adını duyunca olduğu yerde kalmıştı.

“En son zeplinler düştüğü zaman ikinizi bir arada görmüştüm. Bu sefer hasta yatağında sen vardın. O böyle dikilmiş sana bakıyordu.” Demişti. Andrjez sesle irkilmişti. Dönüp bakınca Lannel orada dikilmiş ikisini izliyordu.
“Buraya onu bulmak için mi geldin?” demişti. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Lannel buruk bir ifade ile gülümsemişti. “Sana tek bir tavsiye vereceğim Andrjez Dejan, ona haksızlık etme.” Demişti. Andrjez ona dönmüştü. “Onu tanımıyorsun bile…” demişti Andrjez. Lannel yatakta yatan Milos’a bakmıştı.
“Tanıyorum. En azından onun ne yaptığını, neyin yükünü taşıdığını biliyorum. O yüzden haksızlık edip kalp kırma. Sizin arkadaşlığınızı biliyorum ve onu nasıl özlediğini bana anlattığını biliyorum.” Andrjez yatan Milos’a göz ucu ile bakmıştı.
“Seni buraya getiren şey de mi bu? Bu miras olayı?”
“Sayılır. İstemeden bulaştığım bir şey.” Demişti. Milos’un babasının yarım bıraktığı işi yapmaya mecbur bırakıldığını bir tek o anlamıştı. Kendini bu olayın içinde birden bulmuştu. Onun kendi isteği ile bu çirkin olaylara bulaşmayacağını düşünmüştü. Milos’un babasının ardında kalan yükü taşımaya mecbur bırakıldığını düşününce onunla kader ortağı olduğu fikrine varmıştı. Lannel iyi bir hemşireydi ama duyguları ile boğuşan bir kadındı. Milos için üzgün ve Andrjez’e kızgındı. Onun evlilik olayının hıncını atması gerekiyordu.
“İnan bunu sana anlatamam ama bana hak vermeni istiyorum. Milos Roluge ya da ben… İkimizde istemeden bu hayatın içine sürükleniyoruz. O yüzden nefretini başka şeye kus.” Demişti. Arkasını dönüp dikilmiş onu bekleyen askere doğru yürürken Andrjez hızlı adımlarla onu yakalamıştı.
“Ne bu? Gizemli konuşmalar, birden zırhlı araçta teslim edilmeler, ortaya çıkıp benden daha iyi tanıdığını söyleyip Milos hakkında fikir yürütmeler. Neler olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun ha?” demişti. Lannel koluna bakıp ona korku dolu gözlerle bakmıştı.
“Biliyor olsaydın burada olmazdın Andrjez. Blöf yaptığını biliyorum. Seni tanıyorum.” Demişti Lannel. Kolunu çekip kurtarmış ve onu orada bırakıp ağrı kesicilerini alıp asker ile geri odasına doğru yürümüştü. Andrjez için sırlarla dolu olan gün bitmek bilmemişti. Geceyi kışlada dolanarak bitirmeye çabalamıştı. Sonunda tekrardan revirde bulmuştu kendini. Gece nöbetinde olan hemşire saatlerdir kapıda dolanan Andrjez’e acımaya başlamıştı.
“Teğmen Dejan! İçeri gelmek ister misin?” demişti. Andrjez elindeki sigarasını göstermişti.
“Yok, gerek yok! Hava alıp dolaşıyorum. İşim var.” Dedi. Hemşire ona bakıyordu.
“Yarım saatte bir buraya gelip duruyorsunuz.”
“Dedim ya işim var. Kışla da dolaşmak için hemşirelere hesap mı vereceğim.”
“Yanlış anladınız Teğmen Dejan. Eğer arkadaşınızı görmek istiyorsanız…
“O benim arkadaşım falan değil.” Demişti Hemşire buruk bir tebessümle gülümsemişti.
“Anladım. Getirdiğiniz yaralı, durumu iyi. Biraz önce uyanıp tuvalete bile gitti.” Demişti. Andrjez umursamaz bir tavırla sigarasını içiyordu. Hemşire yanına doğru gelmişti. “Çakmağınızı kullanabilir miyim?” demişti. Gülümseyerek bakıyordu. Andrjez ona çakmağını verdiğinde kız bir sigara yakıp gülümsemeye devam etmişti.
“Dört erkek kardeşim ve iki abim var. Davranışlarınızı anlıyor oluşumu kibirli olmama bağlamayın. Haddimi aşmakta istemem. Ama siz erkekler endişelenince ve tedirgin olduğunuzda etrafta dolanıp duruyorsunuz. Bir defasında küçük kardeşimle kavga etmiştim ve bana elindeki tabakla vurmuştu. Alnımı yarmıştı. Özür dilemek ve konuşmak için günlerce kapıda dolanıp durmuştu. Sizde onun gibisiniz. İçerdeki arkadaşınızın eminim yaralanmasının sebebi sizin suçunuz değil ama kendinizi suçluyor gibi davranıyorsunuz.” Andrjez onu diniliyordu. “Ciddi şekilde yaralanmış ama iyileşir. Yaralar hep iyileşir. Önemli olan iyileşirken onunla olmanız. O zaman hatalar affedilir. Bana annem bunu öğretti. O kadar çok erkek çocuğu var ki kız çocuğu olarak ben onun için konuşabileceğim tek kişiydim. O yüzden bana hep akıl verir, dert anlatıp dert dinlerdi. Size tavsiye vermek ya da akıl vermek gibi bir düşüncem yok. Sadece… Kendinizi suçlu hissediyorsunuz nasıl özür dileyip konuşacağınızı düşünüyorsanız ufak bir fikir verebilirim.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Nasıl bir fikir?”
“Biraz daha samimi davranın. Kaskatı bir suratla ona dik dik bakmanız olayı daha korkunç hale getirecek.” Demişti. Andrjez yüzüne dokunmuştu. “Sert mi suratım?” demişti.
“Şey içerdeyken onu öldürmek istiyor gibi davrandınız. Kesinlikle sizi izlemiyordum ama konuşmalarınız herkes duyuyor. Belli ki bir kavganız var ama onun için endişe duyuyorsunuz. Daha yumuşak olmanız olayı daha çözülebilir hale getirecektir.” Demişti. Biten sigarasını atıp birkaç adımla Andrjez’in yanından uzaklaşmıştı.
“Tek nöbetçi benim. Eğer gelmek isterseniz içerde olacağım.” Demişti. Andrjez çok değil kısa süre sonra içeri girme kararı almıştı. Milos’a karşı sert davranmak istemiyordu ama öfkesini kontrol edemiyordu. Ona olan kırgınlığı artık kızgınlığa dönüşüyordu. Öfkesinin tek sebebi sevgisiydi.  Fakat bu yeterli bir sebep değildi. İçeri girdiğinde hemşire ona bakıp hemen sandalyesini çevirip onu görmezden gelmişti. Andrjez loş ışıkta son yatağa gitmişti. Milos orada uyuyordu. Bir süre yatağın orada sessizce dikildi. Sonrasında pes edip yatağın kenarına oturmuştu.
“Anlamıyorum. Bu herkesin bilip benim bilmediğim yükün, mirasın, kaçıp gitmenin sebebini anlamıyorum. Lannel bile bilirken, sana en yakın olmak isterken en uzakta kalan benim. Neden? Bunun cevabını bana verebilir misin?” Elini tutan el ile irkilmişti. Milos gözleri yarı açık ona bakıyordu. Elini tutan el sıcaktı.
“Korkuyorum…” diye fısıldamıştı. Gözlerini kapatırken gülümsüyordu. Andrjez onun konuşmaktan kaçmasını anlamıyordu. Gözlerini kapatıp elini tutan eli sıkıca tutmuştu.
“Ben artık güçlüyüm… Korkmana gerek yok.”

Güneş doğarken hemşire onun yanına gitmişti. “Teğmen Dejan, birileri gelip yanlış anlayabilir. İsterseniz…”
“Teşekkürler. Verdiğin fikir için ve akşam için.” Demişti. Kız gülümsemişti. “Dediğim gibi çok fazla erkek kardeşim var. Sizi anlıyorum.” Andrjez yatağın kenarından kalkmıştı. Sessizce kenarda duran kan bulanmış ceketini alıp çıkmıştı. Milos’u tekrar görecekti ama önce alması gereken cevaplar vardı. Onun neyi korkuttuğunu bulmak istiyordu.

Seçkin hissetmişti bu yaşına kadar. Sevilen, sayılan ve her zaman yukarıda olacak birisi olduğunu hissetmişti. Şimdi ise sıradan ve her şeyden uzak tutulmuş hissediyordu. İçinde anlatamadığı derin bir acı vardı. Yemekhanede oturmuş öylece konulmuş tepsiye bakıyordu. Hiçbir şeye dokunmamıştı. İçeri telaşla giren Çavuş Olkien onun masasına doğru yürümüştü.
“Efendim, Bay Roluge’nin yakınları ve emekli General Marillion geldi. Sizde orada olsanız iyi olur.” Demişti. Andrjez ona bakıp ayağa kalkmıştı.
“Geliyorum. Birlik komutanı orada mı?”
“Elbette, sizce kaçırır mı bu fırsatı?” demişti. Andrjez ile oraya doğru yola çıkmışlardı. Reviri geçince birlik komutanın ofisinin önünde araç kalabalığını görmüştü.
“Başka birileri de mi var?” demişti. Çavuş buruk bir ifade ile gülümsemişti.
“Yüzbaşı Lows biraz önce geldi. Erken gelmiş, haber vermemişti.” Dedi. Andrjez hızla saçlarını geriye doğru çekiştirip üstünü düzeltmişti. Çavuşa dönmüştü.
“Nasıl duruyorum?”
“Korkunç, uykusuz ve hayalet gibi.” Demişti. Andrjez küfür savuracakken dudaklarını birbirine hızla kenetlemişti. “İyi görünüyorsunuz efendim.” Demişti çavuş onun peşinden içeri girerken. Hızla merdivenleri çıkıp tümen komutanlığı dairesine gelmişti. Kapının önünde Emma’yı görünce şaşkınlıkla kalmıştı. Emma gülümseyip ona doğru sokulmuştu.
“Andrjez, burada olacağın haberini almıştım. Nasılsın?” demişti. Andrjez ona bakıp etrafa bakmıştı hemen.
“İyi gibi, sen? Nişanlanmışsın diye bir haber aldım.” Emma hemen yüzüğünü gösterip gülümsemişti.
“Evet, Abiel yani Yüzbaşı Lows buraya gelmeden nişanı yapmak istedi. Ailelerimiz hazır bir aradayken çıksın aradan istedik. Öyle çok önemli bir şey değildi.” Demişti. Beyaz teninde yanakları pembe duruyordu, gözlerindeki yeşil daha netleşmişti. Sarı saçlarını özenle tarayıp topuz yapmıştı.
“İyi yapmışsın. Erkenden hayatını düzene sokuyorsun. Gerçekten ailen seninle gurur duyuyor olmalı.” Dedi. Emma gülümsemişti. Kırmızı dudakları yana doğru kıvrılmıştı.
“Evet, sen pek iyi gözükmüyorsun. Abiel biraz acele etti buraya gelmek için. Ve geldiğimizde içerde Marillion ailesinden birileri olduğunu duyduğunda hemen yukarı fırladı. Senden…” Andrjez açılan kapı ile ona susması için işaret vermişti.
“Yaptığınız her şey için teşekkürler. Eğer askeriniz bulmasa canından olabilirdi torunum.” Tümen komutanına bunları söylüyordu. General gülümsemiş ve emekli generalin elini sıkmıştı.
“Teğmen Dejan burada, ona teşekkürlerinizi iletebilirsiniz.” Demişti. Yaşlı Marillion dönüp bakınca yüzünü bir huzursuzluk kaplamıştı. Andrjez’i hemen tanımıştı. Andrjez hala aynı duran adama bakıp saygı ile selam vermişti.
“Görüşmeyeli baya bir büyümüş ve sonunda teğmenliğini alabilmişsin.” Demişti Marillion. Andrjez saygısını ve çizgisini bozmadan konuşmaya dikkat ederek cevap vermeye karar vermişti.
“Evet efendim, siz de hiç yaşlanmamışsınız. Eşiniz ve oğlunuz nasıl?” demişti. Marillion onu baştan aşağı süzüp yüzünü buruşturmuştu.
“İyi, Milos ile karşılaşmış olman ne büyük tesadüf. O senin hayatını kurtarmıştı şimdi sen onun hayatını kurtardın.” Dedi. Andrjez adamın tehdit dolu gözlerine bir an kitlenmişti. İstemsizce gülümsemişti. Marillion onu elini sıkmak için elini uzatmıştı.
“Henüz değil!” derken sesindeki tehdit ve yankı Marillion için ürperticiydi. Emma ona bakıyordu. Andrjez ise gülümsemişti. “Benim ona öyle bir can borcum var ki bu kolayca ödenmez. Anlıyor musunuz Bay Marillion.” Demişti. Adam ona bakıp kaşlarını çatmıştı. Andrjez ellerini arkasına doğru eğilip adamın kulağına doğru eğilmişti. “Burada olduğum sürece gülümsemenizin altında olan o pisliği bildiğim için bana bir daha elinizi uzatmayın.” Demiş ve elini sıkmadan geçebilmesi için kenarı doğru çekilmişti. Milos’un büyük babasından nefret ettiğini biliyordu. Onun aşağılayıcı laflarını ve hayatını karartanlardan birisi olduğunu biliyordu. Milos’un annesinin hastalanmasının bir sebebi de bu adamdı. Andrjez onun elini sıkacak değildi. Eskisi kadar zayıf ve ürkekte değildi. Bay Marillion ona bakıp kalmıştı. Andrjez başını yana çevirip onu görmezden gelmişti. Herkes yavaşça onunla beraber merdivenlere yönelmişken Yüzbaşı Lows hemen Andrjez’in önünde dikilmişti. “Bir yere kaybolma!” demiş ve o da uğurlama ekibine katılmıştı. Andrjez onu kımıldamadan bekliyordu. Yüzbaşı herkesten önce yukarı çıkarken Emma arkasından yetişmek için koşuyordu.
“Neydi bu şimdi?” demişti Yüzbaşı sesi hiddetle yankılanırken. “Ordunun bir mensubu olan emekli generalin elini sıkmamakta neydi?” diye bağırırken Andrjez’in hemen karşısında dikilmişti. Ordu disiplinsizliği affetmezdi. Kişisel meseleler görevin önüne geçemezdi. Andrjez bu kuralı ezbere biliyordu.
“Milos Roluge ile tanışıyorsun madem neden onun ailesine saygısızlık yapmaya çekinmiyorsun? Orduyu bir kenarda tut arkadaşının ailesi…”
“Yüzbaşım, bu mevzu ne onun Milos’un ailesindeki bir fert olmasıyla alakalı ne de ordunun emekli bir ferdi olması ile alakalı.” Sesi soğuk başı dik konuşuyordu. Emma hemen olaya girmek için atılmıştı.
“Milos’un büyük babası ile kimse iyi geçinemez. Fazlasıyla kibirli ve küstahtır. Zamanında ona da az işkence etmedi. Kendi kızını bir kenarı atacak kadar acımasızdır. Andrjez’i suçlama Abiel.” Demişti. Abiel bir an duraksayıp ona bakmıştı. Emma gülümsüyordu. Abiel Lows için Emma bir tanrıça gibiydi. Güzelliği, zekâsı, hoşgörüsü ve gülümsemesi. Ona olan aşkı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü.
“Milos ve Andrjez senin de okuldan arkadaşın değil mi?” demişti. Emma başını sallayıp ikisinin arasında durup Abiel’e dönmüştü.
“Öyle, Andrjez şu an Milos için endişeli. Ona iyi bakıp bakmayacakları için. Haline baksana uykusuz kalmış. Belli ki Milos’un başında beklemiş. Abiel ona kızma. O arkadaşı için endişeli. Benim başıma bir şey gelirse de endişe eder. Andrjez iyi birisi.” Demişti. Abiel yumuşamıştı. Sakin ve durgundu tekrar.
“Emma’ya dua etki seni disipline göndermekten beni caydırdı. Şimdi ofisime gel de şu hemşire kadın hakkında konuşalım.” Demişti. Ayakları biraz kımıldandıktan sonra durmuştu. “Milos Roluge’nin tehlikede olduğunu düşünme. Ben onun kadar sinsi ve zeki bir adam görmedim. O yüzden kendin için endişelen.” Demişti. Andrjez öylece kalmıştı. Emma ona dönüp başıyla ona gelmesini işaret ederken gülümsemesi silinmiş yüzünde derin bir korku vardı. Gözleri irice açılmış ona bakarken dudakları kımıldanmıştı.
“Sakin kalmalısın…”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)