Kayıp Masallar 3 (12. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?

Zehirli Düşler

 

İnsanlar her zaman değişmek ister. İstedikleri kişi olmadıkları için sızlanarak bunu yapanlar vardır. Bir de bunun için her şeyi riske atanlar. Doktor Zabor Vasile her zaman değişmek istemişti. Zeki ve oldukça akıllı bir adamdı. Bu ordunun projesinde birinci yönetici olmuştu. Ordu içinde itibarlı birisiydi ama bu yeterli değildi. İmparatorluk savaştaydı ve bu savaş korkunç bir şekilde durağanlaşmaya başlamıştı. İnsanlar yirmi seneye yakındır savaşıyordu ve artık yorulmuştu. Cephelerde artık savaşın yerini yorulmuş bir savunma hattı almıştı. Doktor Zabor Vasile ise bunu hiçbir zaman istememişti. Onun hayali bir kahraman olmaktı. Masallarda var olan bir kahraman. Dış görünüşü hiçbir zaman dikkat çekici olmamıştı. Gençken dökülmeye başlayan saçlarından arda beyazlayacak çok az saçı kalmıştı. Bugün artık ellilerini yarılamıştı. Gençliği tıp akademisinde, çocukluğu yatılı okulda çürümüşken ona yardımcı olan tek şey masalları olmuştu. Çocukken bir masal anlatmıştı yurtta bir kadın.

Kırk iki sene önce, kuzey sınırı yetiştirme yurdu…
 “Hanımefendi sizinle uyumama izin verin.” O zamanlar Zabor henüz on yaşında ufak bir çocuktu. Gece korkardı. Gündüzleri ise hayatta kalmak için çalışırdı. Çocuk olmak için çok fırsatı yoktu. Kuzey sınırındaki yetimhanede büyüyen her çocuk gibiydi. Tek bir arkadaşı vardı. Başka kimsesi yoktu. O da bir ayağı topal olan yetimhane bakıcısıydı. Şişman, kırmızı yanaklı beyaz tenli bir kadındı.    Onu annesi bilirdi. Gözünü açtığı günden beri o kadın ona bakmıştı. Kendi bildi bileli b öyleydi. Onun koyduğu isimle hayat bulmuştu. Onun verdiği yemekle büyümüş ve geceleri korktuğunda onun yanında yatmıştı. İsmini bile bilmediği bir kadın tarafından doğurulup bırakıldıktan sonra sahiplenilmiş ve asla evlat edinilmeyen bir çocuktu. Sevimli değildi. Çökük gözleri, çıkık çenesi, soluk teni ve çarpık bacakları ile kimse için çekici gelmezdi. Bir gudubet gibi bakarlardı ona. Keçeleşmiş saçları koyu ve mattı. Sevilecek ve ilgi çeken bir çocuk değildi. Onu almaktansa birçok sevimli küçük çocuk yuva bulmuş ve yetimhanenin demirbaşlarından birisi olmuştu. Bayan Vasile olmasa ona kimse bakmazdı. Yetimhanenin emektar müdürü… O gece yine korkup gelen Zabor’u yanına yatırıp masalları ile sonlandırmıştı. Ona hep güçlü kurdun hikayesini anlatırdı.
“Bir zamanlar tanrı bir dağa dönüşüp derin bir uykuya daldığında geride onu hep takip eden kurdunu bırakmış. Kurt tanrı rahat uyusun diye dağda sürekli gezer ve onu korurmuş. Derin uykusu bölünmesin diye kışın bitmesini engeller, dağda tek bir kuş sesi bile duyulmasın diye her ses çıkaran canlının boynunu pençesi ile kırarmış. Tanrı uyurken sürekli dağı kollamaya devam etmiş ama bir gün bir çocuk bulmuş. Dağda terk edilmiş ağlayan çığırtkan çocuğun boynunu kırmak için pençesini kaldırdığında çocuğun büyülü gözlerini görmüş. Ona kıyamayıp pençesini indirmiş. Sussun diye ona yemek getirmiş. Kirlenince tanrının göz yaşlarının aktığı kaplıcaya sokup çıkarmış ve ona sessiz olmayı öğretmiş. Karda yürürken ayak izinin oluşmamasını. Avlanmayı ve sessizliği yaymayı. Çocuk büyümüş büyürken kurdu kendine aile bellemiş. Kurdun beyaz kürküne özenmiş bir gecede simsiyah saçlarını bembeyaz yapmış. Kara gözlerinden o kadar çok yaş akıtmıştı ki gözlerinin rengi silinip yerini mavi donuk, buz gibi gözler almıştı. Teni kar gibi beyaz kalmış, vücudu bir kurdun kasları kadar güçlensin diye gelişmişti. Tanrının uykusunu koruyan kurt onun bu kadar inatçı ve vahşi olmasını sevmiş kendine bir dost olması iyi gelmişti. Çok yakın dost olmuşlar. Kurt onu korumaya tıpkı tanrının oğlu gibi ona hizmet etmeye başlamıştı. Bir sabah yine dağda gezerken yerden gelen fısıltıları duymuşlardı. Fısıltılar arttıkça gök yüzü kararıyor ve tanrı uyanmak için homurdanıyordu. Kurt ve tanrının oğlu sandığı genç korkuya kapılıp hemen karanlığa doğru koşmuş. Bir bakmışlar binlerce karanlık gölge… Çığlıklar atarak sızlanıyor ve derdini anlatmaya çabalıyor. Kurt bir pençe ile onları dağıtmak istemiş ama yanındaki arkadaşı izin vermemiş. Gölgelerle konuşmaya başlamış. Onlara sessiz olmasını söyleyip kendine itaat ettirmiş. Kurt o zaman onun tanrısal yeteneğini görmüş. Ve gölgeyi dağdan sürerken onu sessizce takip etmiş. Ertesi gün tanrının uyuduğu indeyken yine gölgeler gelmiş. Bu sefer fısıldayarak onların yanına sokulmuşlar. Acı çekerek sızlanmış ve yardım istemişler. Genç hemen kalkmış onların peşinden gitmiş. Kurt ise onu geri gelsin diye beklemiş. Geri döndüğünde kan içinde kalmış ev hızlı hızlı soluyormuş. Heyecanlı ve neşe dolu duruyormuş. Kurt ikinci gün yine onun gidişini izlemiş… üçüncü gün… dördüncü gün… beşinci gün… izlemiş ve onun neşe içinde geri dönüşünü, heyecanını izlemiş. Altıncı gün yine bir gölge çağırmış onu. Hareketlenince kurtta yattığı yerden kalkmış. Sessizce onlara eşlik etmiş. Dağ bitip yaylaya gelince bir savaş görmüş. Onu taklit eden adamın kan döküp zevk alışını izlerken hayrete düşmüş. Gel zaman git zaman onun dövüşünü izlemek için gölgeleri o da takip eder olmuştu. O kadar heyecan dolu geçiyordu ki girdiği kavgaları izlemekle yetinmeyip ona eşlik eder olmuştu. Zamanla dağdan uzaklaşıp gezerken birer maceracı olmuşlardı. Ve tanrı onların yokluğunda insanların sesini duyup uyanmıştı. Anlatılan hikayeleri duymuş ve beyaz kurt ile dağın oğlu denilen kahramanın öyküsünü sessizce dinlemişti. Sürekli onun peşinde yürüyen kurdun kendine bir kader seçmiş olmasından etkilenmiş. Onu izlemek için gidince güçlenmiş ve artık bilgin bir maceracı olduğunu görmüştü. Efendisi dağın oğlu, kılıcı pençesiydi. Yaraları geç iyileşse de asla efendisini terk etmeden onunla beraber gölgelerin içinde hapsolmuş ruhları kurtarmak için savaşmaya devam ediyordu. Tanrı önce ona yaralarının hızlı iyileşme yetisini verdi. Sonra dağın oğlu denilen gence ölümsüzlük. Işığı getirecek olan kahramanlar olarak görmüştü onları. Kurda iri bir cüsse ve keskin pençelerden daha öte ne verileceğini bilemedi. Yaşlanmaz bir varlık yapmıştı onu. Savaştılar, gölgeleri yenip onları hapsettiler. Artık ruhları yaşlandığında dağın oğlu kurdu gölgeleri kontrol etsin ve onların başında gardiyan olsun diye bırakıp tanrının yanına gidip huzur dolu bir uyku istemişti. Dostluğa da maceraya da doymuştu. Kurt ise ne yaşlanmış ne de maceralara doyuştu. Hala çocuk gibi heyecanlı ama karanlıkta fısıldaşan gölgelere bakmakla yükümlüydü. Bazen dağı ve avcılığı özlese de ona verilen göreve sadıktı. Yerini terk etmekten korkuyordu. Sevilmeyeceği için değil arkasından korkak diyecekler diye korkuyordu. Hayatını bitirme gibi şansı olmadan gölgelere nöbetçi olmuştu. Bunu istememişti ama kendini ona layık görmüşlerdi. Ta ki ruhunun özünü bulup ona verilen ölümsüzlüğü geri itekleyip bir çocuk olarak dünyaya düşene kadar. İstediği şey bir aileydi ve bunun için sürekli birilerine uşaklık etmişti. Şimdi ise istediği aileyi bulmuştu. Onu seven kollayan ve zincirlerini kıran kişilerin yanına bir insan yavrusu olarak kendini göndermişti. O gün onun için hayatında tek şey olmuştu. Daha iyisini yaratıp kendisi için değerli olanları korumak. Bunun için mücadele temek istemişti. Kurt birilerinin kuyruğu değil kendi başı olmak için büyümüş ve ömrünü var etmek için harcamış. Ona tanrılardan geriye tek bir şey kalmış. Kutsal olan bir güç. Bilimin tanrısallıkla birleşmiş odaklanıp kendi krallığını kurmaya odaklanmıştı. Kurt için var olan tek şey artık krallığı olmuştu. İnsanlara tanrıların öğretilerini taşımak istemişti. Kurduğu krallığa bıraktığı miras dağın tanrısının göz yaşlarının kristalleşmiş ve tanrısal gücü içinde saklarmış. İnsanlara bu gücü öğretmek için ömrünü adamış ama tanrının öfkesini görünce bu gücü saklamak istemiş. İnsanların bu güce layık olmadığını düşünmüş. Büyün gücü geri uyuyan tanrının dağına götürüp gömmüş. Kurt geri dönmek istemiş ama yeterince gücü yokmuş. Çok yaşlanmış ve orada tanrı ile sessiz bir uykuya dalmış.” Masallar eksikleriyle doluydu. Zabor bunu anlamamıştı. Bayan Vasile’ye ne anlama geldiğini sormuştu.

“Kurt sensin. İnsanlara yardım etmek onlara bilgini vermek istiyorsun ama onlar bunu hak etmeyecek kadar zavallı. Senin gücünü ve yaptığın fedakarlığı anlamayacak kadar aptallar.” Dedi. Zabor onu koşulsuz seven bu kadına karşı içinde bir sevgiyle büyümüştü. Masalı dinledikçe insanların onu hep yanlış anladığı ve kıymetini bilmediğini düşünmeye başlamıştı. On beş yaşına geldiğinde artık ya imparatorluk için çalışacak bir asker olacaktı ya da yurttan ayrılıp kendi hayatını kuracaktı. Her zaman korkuyordu dış dünyadan. Orduya girmek onun için bir seçenek olsada araştırmak ve geliştirmek hayatı olmuştu. Okuyordu. Arkadaşları yoktu. Kütüphanede kitaplar vardı hayatı olarak. Bayan Vasile onu evlatlık almak için elinden geleni yapmış ama yurt müdürü olması buna engeldi. Emekli olması gerekiyordu. Bir akşam bir karar almıştı.
“Zabor seni her zaman çocuğum olarak gördüm ben. Senin annen olmak hep hayalimdi. Eğer kabul edersen seni evlatlık alıp, emekliliğimi alıp batıya yerleşmek istiyorum.” Dedi. Zabor için bir anne olan Bayan Vasile’nin resmi olarak oğlu olmak hep düşündüğü bir hayaldi. Kabul etmemek elinde değildi. O gün karar vermişlerdi. Zabor on beş yaşını doldurmadan hemen onu evlatlık almışlardı. Sonrasında ise Zabor için var olan şey Bayan Vasile ile taşınıp kendisi için hayal olan önemli kişiyi yaratmak istemişti.

Yirmili yaşlarının başında tıp akademisine katılmak için baş vurmuş ve alınmıştı. Ne şans ki annesinin eskiden büyüttüğü bir çocuk ona referans olmuştu. Ve o zaman akademide dönüm noktasını yakalamıştı. Akademide pek kişi tarafından sevilmese de bir arkadaşı olmuştu. Aynı anatomi dersinde kadavra arkadaşı diyorlardı birbirlerine. Vance Roluge onun gibi aile desteği ile okumuyordu. Akademiden burs almış zeki bir gençti. Annesi Zabor okusun diye babasından kalan arsaları satmış ve aldığı para ile akademinin parasını ödemişti. Vance ise kazandığı bursu heba etmek istemeyen akıllı bir gençti. İlk senesinden derslerini başarı ile verip ameliyat izlemesi için davet bile almıştı. Başarılı doktor adayının bursunu nasıl kazandığı ise bir sırdı. Zabor onun kadar çaba gösterse de zamanla Vance’ kadar ışığı parlamamıştı. Bilinen ve sevilen öğrenciydi ama onun gibi ameliyatları izlemek için çağrılmıyordu. Yine de Vance ona iyi davranıyor ve gerçekten arkadaşlardı. Onu kıskanmak bir yana daha iyi olması için destek bile veriyordu. İlk ve tek gerçek arkadaşı olmuştu. Vance onun için bir arkadaştan öte sırdaş ve dosttu. Çirkinliği ve soğukluğu ile herkesin kaçtığı Zabor ile konuşan onu seven ve sayan birisiydi. Vance ikinci sene bursunu sağlayanların akademideki generaller olduğunu söylemişti ona. Ordu onun eğitim almasını karşılığında hizmet etmesini istiyordu. Zabor için bu bilgi hayatında dönüm noktasına sebep olmuştu.
“Ordudaydım. Ast subaylıkla başladım. Herkes gibi özel eğitim almadım. Ama sonrasında eğitim standartlarını sağlamak için sınavlara girdim ve hızlıydım. Sonrasında ise akademide olmamı istediler. İyi bir doktor olup orduya hizmet ederek borcumu ödeyeceğimi söylediler. Kabul ettim. Yetimim ben, arkamda duracak annem ya da babam yok. O yüzden bana sahip çıkan imparatorluğa iyi evlat olmak istiyorum.” Vance bunları söylediğinde Zabor onunla aynı kaderi paylaştığını anlamıştı. Ona yetim olduğunu hiç söylememişti. Aile eksikliğini utanç verici bulmuştu hep. Sonsuza dekte söylemeyecekti. Annesi ve soy adı vardı. Vance verilmiş bir soy adı vardı ve belli ki ailesini tanıyarak dünyaya gelmişti. Onun gibi doğar doğmaz kapıya konulmamıştı. Zamanla Vance tatillerde Zabor’un evine gidip annesi ve onunla kalmaya başlamıştı. Onunla aile olmuş onu kardeş olarak görmüştü. Ta ki mezuniyet gelip yolları ayrılana kadar Zabor özel bir klinikte kendine bir iş bulmuştu. İyi para kolay iş. Vance ise orduya hizmet için dönmüştü. Rütbeli bir doktordu. Arada görüşür, mektuplaşırlardı. VE savaş patladığında Vance’den ona bir mektup gelmişti. Acil ulaştırılan mektup gizli tutuluyordu.

“Yetim olduğunu biliyorum. İmparatorluk sana bakıp seni büyüttü. Bir annen olmasını sağladı. Sende benim kadar bu ülkeye borçlusun. Ve borcunu ödeme vakti geldi. Başkentte bir laboratuvar kurulacak. Orada olmalısın. Bu başarıyı senin gibi zeki insanlarla paylaşmak istiyorum Zabor. İmparatorluğun tanrı kadar güçlü olmasına az kaldı. Bu başarıda senin de olman gerek. Her ihtiyacın karşılanacak.” Denmişti. Zabor o zamanlar artık otuzlarına dayanmıştı. Mektuba cevap vermek için başkente gitmişti. Vance evli ve bir çocuk sahibi olmuştu. Subaydı ve ordu içinde ona da yer verileceği hakkında konuşuyordu. İlk gecesini Vance ve ailesi ile geçirmişti. Karısı ünlü bir generalin kızıydı. Ve doğmuş olan çocuğu onun varisi olacak bir erkekti. Zabor ise ne evlenmiş ne bir çocuğu vardı… Kimsesiz kalmış gibi hissetmişti yanlarında. Bir pansiyona yerleşmişti ikinci gün. Sonrasında Manuh ve Frenklen ile tanışmıştı. Onun gibi sivil doktorlardı. Zabor aralarında ordunun subaylık teklifini kabul eden tek kişi olmuştu. Vance gibi olmak istemişti. Üniforma içinde ve sözü dinlenen birisi… Belki aile sahibi bir adam…

Zamanla projenin korkunçluğunu gördükçe diğerleri gibi ürpermişti. Vance gibi sakin kalmak istese de korku bedenini sarmıştı. Onun nasıl bu kadar sakin kaldığına dair bir fikri bile yoktu. Sadece soğuk ve sakindi. Deneyler, gelen denekler üzerinde yapılan işkenceler ve herkesten saklanan formül… aklında tek soru bu projedeki sorumlunun Vance olmasıydı. Onun için karanlık geçen beş sene sonunda sorularına cevap bulmaya başlamıştı. Diğerleri gibi o da cevaplar buldukça korkuyor, inancı sarsılıyordu. Vance ise aksine inançsızdı. Tanrının bir kristalden güçlü olmamasının komikliği ile eğleniyordu. İmparatorlukta inançsızlık hoş görülmezken Vance i hoş görmeleri Zabor’u her zaman rahatsız etmişti. Aklını kaçırmış bir dahi mi yoksa her zaman deli olan bir zalim mi çözememeye başlamıştı. Birkaç sene daha geçmişti. Zabor yavaş yavaş Vance’de var olan değişimleri görmeye başlamıştı. Diğerleri artık projeden kaçmak istiyordu. Frenklen ilk bırakan olmuş ve bunun yanı sıra yeni doktorlar bilim adamları olaya dahil edilmişti. Vance emekli olan kayın babası ile sıkıntıya girdiğinde oğlunun on yaşlarını doldurmuştu. Zabor artık Vance’in bir şeylerde zorlandığını görmeye başlamıştı. Ona yardım etmek istese de kaçtığını görüyordu. Karısının ve oğlunun her şeyden habersiz olduğunu biliyordu. Ne tanrı kristalinden ne de bu deneylerden haberleri vardı. Vance’in cephede bir savaş doktoru olduğunu biliyorlardı. Vance eve gitmiyordu. Laboratuvarda oda yapmıştı kendine. Orada kalıyor. Her ay karısı ve oğlunu iki gün görüp dönüyordu. Delirmeye başladığını hissediyorlardı. Tahammülsüz ve sinirli bir adam olmuştu. Zamanla aklını kaçırmaya başlamıştı. Zabor onun zalimce davranışları altında eziliyordu. Bir iki yıl sonra o korkunç olay patlamıştı. Vance  haberi aldığında olduğu yerde kalmıştı.
“Bir şey mi oldu?” demişti Zabor onun odasında oturmuş sigara içiyorlardı. Vance bir kaç saniye öylece ahizeye bakıp ayağa kalkmıştı.
“Oğlum, Milos, kendini vurmuş…” demişti. Zabor onu hastaneye götürürken Vance’in yüzündeki korkunç ifadeyi görmüştü. Sonrasında ise kendi içine kapanık yaşayan bir adama dönüşmesine izlemişti. O durgun ve donuk bakışları asla düzelmemişti. Bir defasında oğlu hakkında konuştuklarını anımsamıştı.
“Milos artık delikanlı oluyor, tıpkı senin gibi orduda bilindik bir subay olacak.” Demişti Zabor oturdukları yerden. Henüz ne Milos kalbine kurşun sıkmış ne de Altais kendini asmıştı. Vance gülümsemişti. Oğlunu anlatmayı severdi. Onun fotoğrafı cebinde olurdu. Düşkündü oğluna.
“Evet, derslerinde başarılı. İyi bir asker olacak.” Demişti. Zabor onun bunu söylerken durağanlaşmasına bakıp kalmıştı.
“Bir şey mi oldu? Neden üzgünsün?” demişti. Vance o an ona dönmüştü.
“Askerlik pek onun yapabileceği bir şey değil ama. O farklı. Babasıyım ben hissediyorum ama sormaya korkuyorum. Bir arkadaşı var. Altais Shanix. İkisi farklı geldi bana. Onları takip ettirdim ve…”
“Ve…”
“Sanki çok samimiler gibi. O benim oğlum Zabor. Onun zarar görmesini istemiyorum. Bunun için gerekirse bir şeyleri göz ardı ederim. Uzun süre hep bir aile hayali kurdum. Bunu bilirsin. İyi bir baba ve eş olmak, ailende sevilmek. Onlara zarar gelmesin diye her şeyi yapmak isterim.  Ölürüm, öldürürüm. Oğlumun canını yakan kimseye acımazken, birileri duyarsa canı yanar…” Bu konuşma olduktan kıs aşure sonra orta okulda dedikodular başlamıştı bile. Milos ve Altais’i gören sadece Vance’in gönderdiği adam olmamıştı. Ve Altais’in öldürülüp intihar ettiği söylendikten sonra Vance oğlunun hızla çöktüğünü görmüştü. Onun düşüşü bir süre sonra intihar eylemi ile devam etmiş ve Vance tamamen işinden kopmuştu. Ne yapacağını bilemez halde oğlunu kurtarmak için uğraşırken yüzü yaşlanmış, beli eğilmişti. Bir lokma yemek, bir gram uyku uyumaz olmuş ve aklını kaçırmaya başlamıştı. Milos komada yatarken ona bunu yapanları bulmak istemişti. Zabor’a bri mektup vermişti. Frenklen’e teslim etmesi için. Sonrasında ona bunu yapanların peşine düşmüş ama ölümü ile sonlanmıştı. Oğlu her zaman babasını suçlayacaktı. Ona kötü davranan, sert ve ondan nefret ediyor gibi gözüken Vance oğluna bunu yapanlara zarar vermek isterken iki kurşunla ölmüştü. Zabor en son Vance’in cesedini gören kişiydi. Önüne getirilen cesedin yaralarının ve darp izlerinin kapatılmasını emretmişti Batı cephesi generali. Tek tek bütün izleri kapatmış ve Batı’da öldüğü söylenmişti. Milos ve Bayan Roluge haberi aldığında hemen uzaklaşmışlardı.  Mektup sahibine varmış ama tek bir şey bile olmamıştı. Zabor projede de hayatta da tekrar tek kalmıştı. Vance ölmüş ve diğerleri dönmek istemezken ordu ona vaatler sunmuştu. İşe yaramayınca hayatta var olan tek ailesi ile tehdit edilmişti. Annesi. Onlara zarar gelmesin diye senelerce projeyi tek başına yürütmeye devam etmişti. Hızla yaşlanmış ve beli eğilmişti. Ruhu çökmüştü. Savaşın kahramanı olmamıştı. Köle olmuştu adeta.

Günler geçmiş ve Güney’e bir laboratuvar kurulmasına neden olan o zeplin kazası gerçekleşmişti. Düşen zeplinler laboratuvarı kullanılamaz halde zedelemiş ve başkent laboratuvarı kapatılırken Güney için finansör bulunduğu söylenip iki gün içinde bütün her şey taşınmaya hazırlanması emredilmişti.
“Finansör kim?”
“Bay Roluge!” paketleme devam ederken Zabor şaşkınlıkla kalmış.
“Kim?”
“Doktor Vasile kulaklarınız duymadı mı? Bay Roluge. Albay Vance Roluge’nin oğlu.” Diye tekrar etmişti asistanı. Milos’un bu işe dahil olmasında tek bir şey görüyordu. Ordunun onu bir şekilde bu olaya çekmiş olduğunu. Nasıl ve neyle tehdit edildiğini bilmiyordu ama Vance’i koruyamamıştı en azından en yakın arkadaşının oğlu yanında olacaktı. Ona sahip çıkabilirdi. Yıllarca Manuh, Frenklen ve o şantajla çalışırken şimdi finansör ve proje yöneticisi olarak on beş yaşını yeni doldurmak üzere bir genç, çocuk gelecek olması şaşırtıcı olsada herkes onu kabul etmek zorundaydı. Milos annesine benziyordu. Bayan Roluge kadar güzel ama babası kadar keskin bakışlıydı. Güney laboratuvarı kurulurken ortalarda yoktu ama kurulunca bizzat deneyleri takip edip süreci öğrenmek için Doktor Vasile’nin yanında dolaşmaya başlamıştı. O zamanlar babasının arkadaşı olduğunu öğrenmiş ve zamanla ikisi daha yakın çalışmaya başlamışlardı. Vasile onun koruyucusu olmak için uğraşsa da zapt edilmez bir gençlik yaşamaya başlamış ve bir iki sene içinde kendine bir hayat tarzı belirlemişti. Doktor Vasile onunla iletişimi sadece laboratuvarda kurmanın dışına çıkmaya karar vermişti. Onunla konuşmaya ve zamanla bir baba figürü oluşturmaya çabalasa da Milos hep kaçmayı tercih etmişti. Vasile ona ailesini tanıdığını ve istediğini sorabileceğini söylese de Milos için soru sorulacak hiç bir şey yoktur.

Yıllar yılları kovaladıkça Milos yavaş yavaş onu tanımış ve Zabor Vasile ailesinden kalan bir miras gibi gelmeye başlamıştı. Büyük babasından daha değer verdiği bir adam haline gelmişti. Bütün öğrendiklerini ona borçluydu. Hayatına karışmasa bile onun güvende olması için elinden geleni yapıyordu.

Milos’un arabasının kaza yaptığını öğrendiğinde ne yapacağını bilememişti. Daha sonrasında onu evinde ziyaret etmek için yola çıkmıştı. Çoktan ailesi onu oraya getirmişti. İçeri girdiğinde Bay Marillion onu baştan aşağı süzüp yüzünü buruşturmuştu. Yaşlı adam doktoru hiç sevmezdi. Onu sünepe ve ezik bulurdu. Damadının eski arkadaşının projede olmasından nefret ediyordu. Onun orduda olmaması gerektiğini, korkaklığı yüzünden sorun çıkacağına inanıyordu. En önemli nefret sebebi ise soyunun belli olmamasıydı.
“Milos’u görmeye geldim.” Demişti. Bay Marillion elleri arkasında karnı gergin ve şişkin halde dikiliyordu.
“Dinleniyor!” demişti. Vasile arkasını dönüp gidecekken Milos’un sesi yankılanmıştı.
“Zabor amca!” demişti. Aileden birisi gibi ona seslenerek büyük babasını delirtmek istemişti. Merdivenlerin başında dikiliyordu. Zabor dönüp ona bakmıştı. Nadiren bej önlüğü olmadan bir takım elbise içinde görünürdü Zabor. Saçlarını, arda kalan saçlarını geriye doğru taramıştı. Milos ona bakıyor ve gülümsüyordu.
“Burada olduğuna sevindim. Lütfen odama gel!” demiş ve aşağıda dikilen büyük babasının yanındaki kıza dikmişti gözlerini.
“Eşlik edin lütfen.” Demiş ev koltuk değneğinden tekrar destek alıp odasına yönelmişti. Kız emri evin gerçek sahibi olan Milos vermiş olsada Bay Marillion’a bakmıştı. İhtiyar adam umursamadan dişlerini sıkmış ve arkasını dönerken homurdanmıştı. Zabor kıza bakıp gülümsemişti.
“Bu taraftan Bay Vasile!” demişti kız onun önünden yukarı çıkarken. Eve yeni gelmiş olmalılar diye düşünmüştü. Milos’u gördüğünde kapıda durmuştu. Bir süre orada dikilmişti. Milos gömleğini çıkarması için yardım eden kızı göndermek için ayaklanmıştı.
“O boku bırakman gerektiğini sana söylemiştim.” Demişti Bay Vasile. Milos gözlerini kısıp ona bakıp gülmüştü.
“Sen?”
“Benim yaşamımla senin ki bir mi? Kaç yaşındasın sen ha? Henüz yirmi bri yaşındasın. Şu haline bak.”
“Babam gibi konuşma. Sen benim emrimde…”
“Senin emrinde çalışmıyorum. Sende benim emrimde. O yüzden sana emretmedim bile. Sadece sen bana emanetsin. Endişeleniyorum. Kaza nasıl oldu? Seni çıkarken görmüşler.” İçeri doğru girip oturmuştu. Milos ona bakıyordu.
“Araba takla attı!”
“Nasıl? Kaza yapmayacak kadar uzun süredir kullanıyorsun o arabayı. Pansiyona giden yolda olmuş. Bir şey mi duydun? Bir şey mi oldu?” demişti. Milos başını sallamıştı.
“Onunla görüşmeye gitmiyordum. Sadece birisini arayacaktım.” Yalan söylerken yaptığı gibi ayaklarına doğru çevirmişti gözlerini. Bay Vasile ona bakarken dikilen kıza çıkmasını söylemiş ve kapı kapanınca derin bir iç çekmişti.
“Kimi, nasıl ve neden sevdiğin umurumda bile değil.  Baban bile bunu umursamamışken sana namus bekçiliği ve inanç köpekliği yapmayacağım. Ama bu iş canımı sıkıyor. Bana amca diyorsun madem dinle. O görüştüğün kişi sana iyi gelseydi yüzünde bir mutluluk olurdu. Kaç sene oldu hala ona gidiyorsun. Her gün biraz daha eriyor gibisin. Orduda elim kolum güçlü. Özellikle güneydeki kışlada. Teğmen Andrjez Dejan…” Milos ismi duyduğunda buz gibi olmuştu. Gözleri pencereye doğru dönmüş ve rengi iyice solmuştu. “O adamın seni bulduğunu söylediler. Pansiyon dışında başka bir yere çıkmayan o yolda ne işi vardı diye düşünürken aklıma senin hikayen geldi. Birisi için bu fedakarlığı yaptığını söylemiştin. Bu o kişi mi? Geride bırakıp pişman olup seni bunca şeye süren kişi mi?” demişti. Milos asla karşısındaki adamın aklını küçümsememişti. Onunla konuşmak zekasına hayran olmasına sebep olmuştu. Sonuçta senelerce strateji bölümüne bağlı bir proje doktoruydu. Bildiği şeyler ve hayat deneyimi saygı duyulmaya değer diye düşünüyordu. Yatağın ayak ucu kısmına çökmüştü. Başını öne doğru düşürmüştü.
“Evet! Andrjez Dejan… O benim için yaşaması gereken, benim gibi olmaması gereken birisi. Saf temiz ve bu hayatta bir şeyler başaracak kadar yetenekli, güçlü kişi. Seçim yapmamı istediler. Hayatın mı? Hayatı mı? Hayatı dediğim için bunlar oluyor sanma. Onu suçlamada. Suçlanamayacak kadar her şeyden uzak. Zabor amca, ben yanlışlar yapmıyorum, doğruyu seçtiğim için bu haldeyim.” Başını kaldırıp ona dikmişti gözlerini.
“Babamı severdin, bir arkadaş, bir kardeş ve ailen olarak. Andrjez’de benim için öyle. Koruyamadığım son kişi annem olsun istedim. Ölümlerinin sebebi olmak istemedim. Keşke o pansiyona gitmeseydi ve orada ölüp gitseydim dedim. Benden nefret ediyor ve her şeyden çok bu canımı yakıyor. Benden nefret ettiği için canım yanıyor. Neden?” Bay Vasile ona bakıyordu. Gözleri dolmuş, çenesi titriyordu. Vücudundaki morluklar canını yakmasa da içindeki yara onu kahrediyordu. Andrjez Dejan onun sevdiği birisi olacak kadar sıradan olmazdı. İnsan sevdikleri tarafından sevilmese bile hayatta kalmak isterdi. Milos yaşamak istemiyor gibiydi. Gözleri sönük, için karanlıktı. Bu ifade ona tanıdık gelmişti. Yaşamak istemeyecek kadar yalnız hissetmek. Yabancı olduğu bir duygu değildi. Bir sürü çocuk vardı yetiştirme yurdunda. O kalabalıkta yapayalnız hissederdi. Kendini öldürmek ve bu sessiz yalnızlıktan, görünmez acıdan kurtulmak isterdi. Eksik olan şeyi hiçbir zaman dolduramayacağına inanırdı. Ağlamak ister ama göz yaşları akmadığı için sadece susardı. Milos’un yalnızlığına yabancı değildi. Geriye doğru yaslanmıştı. Çözümü biliyor ama söylemeye korkuyordu. Korumak istediği kişinin hayatını tehlikeye atmak mı? Bu onun söyleyebileceği kadar cesurca değildi.
“Ağrın var mı?” demişti ayağa kalkarken. Milos başını sallamıştı.  Morluklar, çizikler ve dikişler… Buna rağmen acısı olmadığını söylüyordu.
“Morfin kullanmamalısın. Laboratuvardaki sıvı morfinin tamamını depolara kaldırttım. Yetkim dışında kimse alamayacak. Sende.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı.
“İstersem…”
“İstersen bulabilirsin ama o zaman pis bir bağımlı olduğunu ordu öğrenir ve korumak istediğin her ne ise ona zarar verir. Anlaşmanı unutma… Sen onlara bir silah yaratacaksın ve bunu yaparken onların kurallarına uyacaksın. Askeri personel olmasan bile disiplinsizliğini duyduklarında işine son vermek için birilerinin eline koz verirsin. Tekrar soruyorum ağrın var mı?” demişti. Milos ona dikmişti gözlerini. Morfin yoktu hayatında artık ve Andrjez buradayken bilincinin yerinde olmasını istemezdi. Bunu kaldıramazdı.
“Var!” demişti. Bay Vasile ceketinin iç cebine sakince elini atıp ufak bir ahşap kutu çıkarmıştı.
“Haşhaş tohumundan yapılıyor bu bitkisel ilaç. İmparatorlukta yapılmadı. Güneybatı sınırlarından geldi. Bir hap, titremeni azaltır ve morfinden daha uzun süre etki eder. En azından ölü gibi yatmazsın.” Demişti. Odadan çıkarken aklında kalan tek şey Milos’un bu kadar yıkılmasına sebep olan Andrjez’in neden gelmiş olduğuydu. Gönderilen manganın başındaki teğmenin o olduğundan habersizdi. Haberi olsa bile sonucu değiştiremeyecekti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)