Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)
Bir Tanrı Yükseliyor
Achube dikildiği yerde ilerdeki kampa
bakıyordu. Elindeki dürbünü yanında dikilen Milos’a vermişti. “Geç olmadan
girmemiz gerek. Geneli batı kuvvetlerinden oluşan ufak bir ordu. İçeri girip
hemen çıkacağız.” Dedi. Milos arkasındaki arabaya bakmıştı.
“Silah, menzili yeterli. Ateş edecekler ve dikkatleri dağılınca ölüm mangası ile
arkadan içeri gireceksin. Bende Andrjez’i bulacağım.” Dedi. Achube ellerini
beline koymuştu.
“Girmeden önce sana bir şey söylemem gerek.” Dedi. Milos ona bakıyordu.
“Emma, Nuna ve Ramsy… Doktorun yanında. Çiftlikte.” Dedi. Milos ona bakıp kalmıştı.
“Üçü nasıl bir araya geldi?” dedi. Achube etrafa bakınıp öne arkaya doğru
salınmıştı.
“Şu Batı Generalinin oğlu, Teğmen Viore ve onun ekibini takip ederken Ramsy’i
çiftlikte buldum. Öldürülecekti. Sonra onunla Emma’yı almaya giderken Nuna bize
katıldı ve mükemmel dörtlü ekibini kurdum. Yine de endişeliyim. Bir şey olursa
Ramsy’e Kuzey kampına gitmesini söyledim. Ve bebeklerde oraya gidecek.” Dedi.
Milos ona bakıp kalmıştı.
“Bebekler?”
“Emma ikiz doğurabilir dediler. Yanı karnı… bilmiyorum. Eğer çocuklar iki tane
olursa bu seni beni daha mı fazla amca yapar.” Dedi. Milos gülmüştü.
“Emma’ya çok fazla borçluyuz. O bütün hayatını ve çocuğunu yani çocuklarını
riske attı. Onu daha güvenli bir ekiple bırakabilirdin.”
“Nuna2nın eğitimli olduğunun farkındayım. Ve Ramsy. Birilerine zarar gelmemesi
için çabalayacaktır. Ona güvenmiyor musun?” demişti. Milos başını iki yana
sallamıştı. “Güveniyorum. Akıllı ve gözlemcidir. Sadıktır. Ve en önemlisi bir
yaşamın değerini bilir. Doğru insanlara emanet etmişsin onu Achube.” Dedi.
Achube ona bakıyordu. Milos arabaya doğru yürümüştü.
“Üç dakika Achube. Üç dakika içinde ikinci ateşleme otomatik gerçekleşecek.”
Dedi. Achube hemen mangaya doğru dönmüştü. “Şimdi.” Demiş ve onlarla beraber
tepenin arkasına doğru hareket etmeye başlamıştı. Milos
onların tepeden aşağı inmesini beklemiş ve silahı sürükleyerek tepenin ucuna
gelmişti. Kristal silahı oldukça güçlü ve geniş bir menzile sahipti.
Kullanılması tehlikeliydi. Milos silahı yere kurmuştu. Yere oturup karşıdaki
kampa bakmaya başlamıştı. Onların ana çadırını vurmak tehlikeli olacağı için kampın
kuzey doğuya bakan yemeklerin piştiğini düşündüğü yeri hedef almıştı. Andrjez
ve Ölüm mangasının neredeyse kampın arkasına dolaşan yola girdiğini görünce
silahı ateşlemek için hazırlamış ve yerdeki bıçağı alıp kendi kanını,
yerleştirilmiş kristale damlatmıştı. Birkaç saniye içinde derinden gelen vınıltı
artmaya başladıkça silahı kuşatan çelik ısınıyor ve ısındıkça kırmızıya
boyanmış kristal parlarken belirlenmiş namlu ucuna giden mercekler bu ışığı
emiyordu. Milos birden tetiğe bastığında ışığın biriktiği karanlık nokta
kaybolmuştu. O anda parlayan tek şey silahtan çıkan muazzam yok edici gücün
ışığı değildi. Kampın ortasında beliren ışığı bir tek o görmüyordu. Achube ölüm
mangasına durmasını işaret etmişti. Milos hemen koşup dürbünü almış ev ışığın
etrafına bakmaya başlamıştı. Bir kaos vardı. Telsizden bir ses gelmişti.
“Milos… Milos…” Achube elsizdeydi Milos hemen telsize koşmuştu.
“Kampa yaklaşmayın. Ters bir şeyler var beni duyuyor musun?” Achube’den yanıt
beklerken dürbünle kamp alanına bakmaya başlamıştı.
“Anlaşıldı. Neler oluyor?” demişti. Milos yanmaya başlayan çadırlara ve onların
yanı sıra merkezdeki kan gölüne bakıp kalmıştı.
“Sanırım uyandı…” dürbünle etrafı tararken telsize konuşmaya başlamıştı.
“Kim uyandı. Anlaşılamadı?” demişti Achube parazit var gibiydi telsizde. Milos
orada kontrolsüz bir güç olduğunu görmesine gerek kalmadan hissetmiş ve başına
saplanan ağrıyla önce dürbün sonra telsiz elinden düşmüştü. Bir dalga vardı ve
beyninde derin bir vınıltıyı tetikliyordu. Vınıltı bir sese dönüşmüştü. Kaba çirkin
ve kulak tırmalayıcı.
“İtaat et!” diye yankılana ses kulaklarını kanatacak kadar güçlüydü. Kaç dakika
sürdüğünü hatırlamıyordu. Gözünü açtığında gün kararmıştı. Telsizi aramak ister
gibi dönmüştü. O an yanan kamp ateşine bakıp kalmıştı. Birileri sohbete diyor
ve ateşin etrafında oturuyordu. Milos başındaki ağrıyla doğrulduğunda Achube’yi
görmüştü.
“Teğmen Dejan’a Roluge’nin uyandığını söyleyin.” Demiş ve oturduğu yerden
kalkıp ona doğru gelmişti. Milos ağrıyan başını avuçları arasına almıştı.
“Neydi o?” demişti. Achube ona su dolu matarayı uzatmıştı.
“Seni bulduğumuzda tepede burnundan akmış olan kan gölü içinde yatıyordun. Ne
olduğunu sen söylemelisin.” Demişti. Milos burnuna götürmüştü elini.
“Bir ses vardı. Telsizden geliyor gibi. Sanki ‘itaat et’ diyordu. O ışık…”
“Işık her ne ise sonrasında General ve diğerlerini kurtardık. Ve Andrjez’de
kurtuldu. Onlar dışında kamptaki herkes ölmüştü.” Dedi. Milos ona bakıp
kalmıştı.
“Andrjez? O nasıl?” demişti. Achube onun arkasına bakıyordu.
“Kendin sor?” demişti. Milos arkasına doğru bakınca Andrjez’i görmüştü. Oldukça
sağlıklıydı. Sadece üstü başı kirli duruyordu. Yüzünde garip bir ifade vardı.
Sanki gözlerinde Milos’un görmediği bir ifade vardı. Milos onun gözlerine bakıp
kalmıştı. Bu tuhaflığı sadece o görüyor olamazdı. Gözlerindeki siyahlık artmış
ve neredeyse bütün gözünü kaplayıp akını yok etmişti. Milos öylece o gözlere
bakıp kaldığında Achube ayağa kalkmıştı.
“Siz konuşun.” Deyip geri uzakta kalan kamp ateşine doğru yürümüştü. Milos
hemen yanına gelip oturan Andrjez’e bakıp kalmıştı. Bir süre sessizce öyle
durmuştu.
“Çevremde olduğunu fark ettiğimde çok geçti. Seni bu kadar etkileyeceğini
bilseydim…” Milos’un bakışlarını görünce susmuştu. Milos ona dehşet içinde
bakıyordu. Kıpırdaman gözlerini ona dikmişti.
“Ne… neden bana öyle korkunç bakıyorsun ha?” demişti. Milos elini uzatıp onun
göz altındaki çatlamış ve kırmıza dönmüş damarlarına dokunacakken durmuştu. “Gözlerin?”
Andrjez bunu duyunca bir an için geri çekilmişti.
“Evet, o an ne olduysa düzelmediler. Sanırım zamana ihtiyaçları var.” Dedi.
Milos kapkaranlık gözlere bakarken donup kalmıştı.
“Ne oldu sana?”
“Sanırım ben güçlendim…”
“İyi mi? Kötü mü?”
“Bilmiyorum… sadece güçlü hissediyorum.”
“Canını yakan bir güç gibi duruyor.”
“Canımın acıdığını mı düşünüyorsun?” Milos bunu duyunca başını sallamıştı.
“Acıyor ama biraz. Zaman geçtikçe azalıyor gibi.” Milos onun gözlerine bakıp
nazikçe gülümsemişti.
“Bir an için sadece tekrar eskisi gibi olamayacağımı sandım. Sonra birden o
sesi duydum. Senin sesin gibiydi.” Milos onun sözünü kesmek için öne doğru
atılmıştı.
“İtaat et… bunu sen mi söylüyordun?” demişti.
Andrjez ona şaşkınlıkla bakıp başını sallamıştı. “Bunu çözeceğim. Sadece
biraz düşünmem gerek. Sana olan şey sıra dışı. Yani gözlerin. Siyah gözler bunu
okumadım. Ve deneylerde bu olduğunda…” Andrjez onu susturmak için elini
tutmuştu.
“Bana ne olduğunu sorman yeterli.” Demişti. Milos elini alnına doğru
götürmüştü. “Sana ne oldu?” dedi. Andrjez
ona doğru eğilmişti.
“Ben bir tanrıyım Milos. Görüp görebilecekleri son ve ilk tanrı. Bunu sana
ispatlamamı ister misin?” demişti. Milos ona şaşkınlıkla bakıyordu. Andrjez
heyecanla gülümserken gözlerinde oluşan ışıltı Milos’un dikkatini çekmişti.
“Nasıl?” demişti. Andrjez onun elini bırakıp iki avucunu Milos’un şakağına
koymuş ve gözlerini ona dikmişti.
“Babanla konuştum Milos. Benden seni korumamı istedi. Benden doğru olanı ve
kendi isteğim olanı yapmamı istedi. Onun gibi acı çekmemeni istedi. Seni
iyileştirmek istiyorum.” Dedi. Milos ona bakmaktan kendini alı koyamıyordu.
“Andrjez gözlerin…” demiş ve birden onu bileklerinden yakalayıp durdurmuştu.
“Şu an değil. Bunu şu an yapma. Sadece bana anlat.” Dedi. Milos bunu söylerken
onu ellerini yavaşça aşağı doğru indirmiş ve bileklerini bırakıp ellerini
tutmuştu. Andrjez bir an için ona bakıp kalmıştı.
“Hasta olduğumu Achube mi söyledi?” dedi.
“Hayır, baban söyledi. Ve Doktor Vasile ile konuşuyorlardı. O da senin gibi
hastaymış. Baban… Kendini vurmadan önce onunla konuştu. Onları gördüm.” Milos ona
bakıp kalmıştı.
“Bunu nasıl…?”
“Zaman Milos. O artık benim için sadece bir film şeridi gibi. Görmek istediğimi
görebilirim. Sadece cevabını bulmak istediğin şeyleri sorman yeterli.” Andrjez
gülümsemiş ve ağrıyan gözlerini kapatmıştı. Milos onu dikkatle izliyordu.
“İyi misin?” demişti. Andrjez başını sallayıp gözlerini geri açmıştı.
“Baş ağrısı, fiziksel olarak tek sorun bu.” Dedi. Milos oturduğu yerde kenarı
doğru kaymıştı.
“Uyumak iyi gelebilir.” Demiş ve ona az önce yattığı yeri göstermişti. Andrjez
uyuyamayacağını bilse de oraya uzanmış ve Milos’a bakmıştı. “Sen kokuyor.”
Demişti. Milos utançla gülümsemiş ve ilerde ateş başında oturanları
göstermişti.
“Başımızı belaya sokmadan uslu bir şekilde dinlen.” Dedi. Andrjez gözlerini
kaparken onun bir elini sıkıca tutmuştu.
“Gün doğunca harekete geçeceğiz. Sende dinlen.” Demişti. Milos orada otururken
ateş başındakileri izliyordu. General Donowan ve adamları, ölüm mangası ve
Achube hararetli bir konuşma içindeydi. Gün doğduğunda Andrjez yattığı yerden
kalkmış ve dibinde uyuyan Milos'u uyandırmadan ayaklanmıştı. Achube ayaktaydı
ve Generalle beraber kamyonun orada dikiliyordu.
“Herkes uyanıp toparlansın.” Demişti general onlara doğru gelen Andrjez’i
görünce susmuştu. Gözleri biraz daha iyi durumdaydı ama karanlıkta gözükmeyen o
korkunç siyahlık gün ışığında kendini sergiliyordu. Gözlerinin etrafındaki
damarların kızıllığı yavaş yavaş siyaha dönmüştü.
“Günaydın General Donowan, Üst teğmenim.” Demiş ve yanlarında durmuştu. Achube
ona bakıyordu.
“Günaydın Teğmen Dejan, birazdan yola çıkacağız. Gecikmeden hareket edelim.”
Dedi. Andrjez dönüp kamyonun orada uyuklayan Milos’a bakmıştı.
“Aslında bende bu konuyu konuşacaktım. Milos ve ben sizinle gelmiyoruz. Kuzey’e
gitmemiz gerek.” Dedi. Achube ona bakıp kalmıştı.
“Neden?” derken onu baştan aşağı süzüyordu. General sessizce kenarda duruyordu.
“Öyle gerekiyor. Daha fazla bu işin içinde olmasına izin vermeyeceğim.
Hastalığı ilerlemiş. Ve bunun sonu ölüm olur. Onu kuzeye götüreceğim. Sizde
burada ne yapacaksınız yapın. Gerçi pek yapabilecek haliniz kalmamış.” Demişti.
Ceketindeki armayı söküp kenarda duran arabanın kaputuna bırakmıştı. “Artık
Teğmen Dejan değilim. Ya da bu ordunun bu fikrin parçası da değilim. O da
değil.” Dedi. Achube onun çekip çıkarıp koyduğu armaya bakıp ona çevirmişti
başını.
“Ne bu şimdi?”
“İstifa!”
“Neden şimdi. Herkesin hayatı tehlikedeyken neden bu bencillik?”
“Bencillik değil. Olması gereken. Sizler birbirinizi yok edin. Zamanı
geldiğinde herkes ölecek zaten. Bunun uğraşamam. Önce…” Birden susmuştu.
Arkasında hissettiği şeyle ürpermişti.
“Sizinle kalacağız.” Milos bunu söylediğinde Andrjez olduğu yerde kalmıştı.
Milos’un ayağındaki ayakkabılar büyük gelmiş ve ayağında salındıkça vurmuştu.
Andrjez’e bakıp kaşları çatılmıştı.
“Abin seni almam için gönderdi beni. Onu görmeden hiçbir yere gidemezsin.”
Dedi. Milos gözlerindeki bakışla onu rahatsız ediyordu. Yüzünde ufacık bir
mimik bile yoktu. Kaputun üstündeki armayı almış ve avucunda sıkıca tutmuştu.
“Bu olay yaşanmamış gibi yapın.” Demiş ve arkasını dönmüştü. Achube dikilip
kalmış Andrjez’e çevirmişti gözlerini.
“Kuzey’e neden gitmek istedin gerçekten?” demişti. Andrjez omuz silkmişti.
“Bunun önemi kalmadı. Harekete geçelim ve nereye gideceksek gidelim.” Demiş ve
Milos2un arkasından yürümeye başlamıştı.
“O şeytanın vücut bulmuş hali.” General Donowan bunu söylerken uzaklaşan
Andrjez’e bakıyordu. Achube ona dönmüştü.
“Hayatınızı kurtardı.”
“Bu bir şeyi değiştirmez. Onun ne kadar tehlikeli olduğunu bildirmemiz gerek.
General Huxe bu durumu öğrenmeli.” Demişti. Achube ona bakıp birkaç adım atıp
gülümsemişti.
“Sağ olduğunuzu hala bildirmedim. Eğer benden habersiz hareket edersiniz sizi
vururum efendim. Bu bir kurtarma operasyonu. İçimizde bir hain var ve onu
bulana kadar kimse kimseyi raporlamayacak. Bu emir General Huxe tarafından
verildi.” Dedi. General Donowan ona bakıp kalmıştı. Achube ise onun elindeki
silahı uzanıp bir seferde çekip almıştı. Ona bakıp yüzüne doğru yaklaşıp
gülümsemişti. “Andrjez benim kardeşim gibidir. Onun canı yakarsa canınızı
yakmak için çok fazla sebebim olacak. Size tahsis edilen araca geçin.” Demişti.
General ona bakıp kalmıştı. Aşağılanmış hissediyordu. Achube dengesizliği ile
biliniyordu isyancılar arasında. Deneylere bile gönüllü olacak kadar aklını
kaçırmış ve kontrolsüzdü. Ona korku verecek bir şeydi bu. Boynunda sallanan
kırmızı kristali bir anda ağzında parçalara ayırırsa o zaman oradan kimse sağ
çıkamazdı. Tek kontrolsüz deli artık Achube değildi. Andrjez gibi bir sorun
ortaya çıkıyordu ve bunun önüne geçmek için yapabileceği son şeyde elinden
alınmıştı.
“Milos!” demişti Andrjez önden giden Milos’u durdurmak için hızlanıp. Milos onu
duyunca durmuştu. Hemen yan tarafta ölüm mangası kamyonu hazırlamak için etrafı
topluyordu.
“Şu an gidemezsin. Gidersen seninle gelmem.” Demişti Milos durduğunda Andrjez
ondan birkaç adım uzakta öylece duruyordu.
“Peki tedavin? Sana çözümü bulduğumu söyledim ama…”
“Ama yok Andrjez. Ben insanlara söz verdim. Burada kalmazsam sözümden dönerim.
Ben babam değilim. Onun gibi insanları yarı yolda bırakmayacağım.” Demişti.
Andrjez öylece ona bakıp kalmıştı.
“Baban kimseyi yarı yolda bırakmadı. Onun çektiği acıyı ve fedakarlıklarını
biliyorsun.” Dedi. Milos ona doğru dönmüştü. Birkaç adım atıp işaret parmağını
ona doğrultmuştu.
“Nasıl bir acı içinde kıvrandığını biliyorum.” Parmağını kendine doğru
çevirmişti ve devam etmişti. “Bende çekiyorum. On altı yaşıma bastığım günün
gecesinden bu yana yavaş yavaş ölüyorum. Ama savaşıyorum Andrjez. Onun annemi
yarı yolda bıraktığı, Zabor amcamı bıraktığı gibi bende Yüzbaşını, Emma’yı yarı
yolda mı bırakayım? O kolay yoldan bir mermiyle kafasını dağıttı bende kaçıp mı
kurtulayım.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. Milos iç çekmişti. Andrjez ona ne
diyeceğini bilemeden öylece kalmıştı. “Toparlanıp geri dönelim. Sonra
konuşuruz.” Demiş ve onlara kulak kabartmış olan manga askerlerinin yanından
geçip arkada kalan arabaya yürümüştü. Andrjez öylece kalmıştı. Neden Milos’a
cevap veremediğini bilmiyordu. Onu haklı bulmak istemiyordu. Daha fazla acı
çekmesine sebep olurdu onu haklı bulmak. Ne kadar eski tapınaktan uzak kalırlar
ve Milos’un lanetini kaldırmazlarsa o kadar hasta olacak ve sonunda acıya
dayanamayıp kendini öldürmeye çalışacaktı. Andrjez sıktığı yumruğunu sakince
açıp iç çekmişti.
“Güneş bana yol göstersin ki birisini vurmadan oraya varabileyim.” Demişti.
Manga askerlerinden onu duyanlar olmuştu. Güneş’e sesleniyor ve kendince bir
dua etmişti. Kafir miydi? İnanç ordu için vaz geçilmezdi. Bir kafir asker
olamazdı. İster isyancı olsun ister imparatorluk için çalışan.
“Teğmen Dejan’ın dediklerini duydun mu?” demişti yerdeki külleri toprağa
karıştıran asker. Elindeki kürekle dikilen asker ona bakıp göz devirmişti.
“Teğmen Dejan’ın yoldan çıktığını mı düşünüyorsun?” demişti. Asker başını
sallayıp doğrulmuş ve kül kaplı ellerini birbirine vurup çırpmıştı.
“Evet, onun Roluge’ye nasıl davrandığına bak. Tıpkı şey gibi…” diğer küreği
kaldırıp omzuna doğru almıştı. “Nasıl?” asker sorarken gülüyordu. “Ne bileyim? Sanki
ona aşık gibi geziyor.” Demişti. Asker gülüp ona küreğin sapıyla yavaşça
vurmuştu. “Saçmalama. Dejan’ı bilmiyor
musun? Manastırda bile kaçıp genel eve giden bir kadın düşkünü. Oğlum o ve
abisi gerçekten ibne olamayacak kadar erkek. Yüzbaşının kardeşinden söz
ediyoruz.” Demiş ve yürümeye başlamıştı. Asker ona gülüp söylediklerini geri
almıştı. Milos’u onlar zayıf ev çelimsiz buluyordu. Bir kadın kadar güzel
olmasından rahatsızlardı. Ama Dejan’ın ona olan düşkünlüğünü sadece dostane
şekilde görmek istiyorlardı. Ölüm mangası manastırda disiplin cezası almış
uyumsuzlardan oluşurdu. Andrjez’in o mangaya dahil edilmemesinin tek sebebi
abisinin kıdemli bir subay olmasıydı. Ölüm mangasında yer alacak kadar sorunlu
ve yetenekli bir askerdi. Şimdi onun delirmiş tavırları bu adamlara tuhaf
geliyor olamazdı. Çoğu Dejan’ın gözlerinin neden simsiyah olup damarlarının
karardığını düşünmek yerine onun Milos’a olan aşırı düşkün tavırlarına
takılacak kadar kıt düşünceye sahipti. Hepsi az önce yanlarında bir tanrının
olduğunu bilmeyecek kadar bağnaz ve kördü. Dejan ise taşıdığı kanın ve verilen
mührün değerini uzun bir uykuda keşfetmişti.
Yolculuk başladığında iki araba ve bir
kamyonla yola çıkmışlardı. Kamyon ölüm mangasını taşıyordu. Ayrıca sağ kalan
Donowan’ın askerlerinin birçoğu da o kamyondaydı. Andrjez, Milos, General
Donowan ve Achube bir arabadaydı. Milos ve Andrjez arka koltuktaydı. İkisinin
arasında tuhaf bir gerginlik vardı. Achube ise arabayı kullanıyordu.
Biz doktorun evine geçeceğiz. Manga ve adamlarınız ise kışlaya gidecek.” Achube
yanında oturmuş olan General ile konuşuyordu. Andrjez yanında yolu izleyen
Milos’un omzuna dokunmuştu. Milos ona bakınca Andrjez ona gözünü göstermişti.
Yavaş yavaş beyazı gözükmeye başlamıştı. Milos bir an için gülmüştü.
“Peki bu nasıl hissettiriyor?” dedi. Andrjez başını yana doğru yatırmıştı.
“Birisi şakaklarıma bastırıyor gibi bir his. Sanki gözlerim acıyor.” Dedi. Milos ona bakıp başını iki yana sallamıştı.
“Birde kuzeye gideceğiz diye tutturdun. Önünü göremiyorsun ev bende bu iğrenç
ayakkabılar yüzünden ayaklarım acırken nasıl gitmeyi düşünüyordun ki?” demişti.
Andrjez ona bakıp başını elleri arasına alıp öne doğru eğilmişti.
“Bunun için ne kadar dırdır edip duracaksın. İstediğin gibi kurtaramayacağın
insanların yanına gidiyoruz.” Derken dişlerini sıkmıştı. Milos ona bakıyordu.
“Kurtaramayacağın mı?”
“Evet, kurtaramayacaksın çünkü onlardan önce öleceksin aptal Milos.” Demişti.
Milos onun yükselen sesi ile ürpermişti. “Günlerdir uyutuluyorsun. Seni gördüm.
Buraya gelip kimi kurtarmaya çalıştın ha? Seni bulduklarında kan gölü olmuş
yerde yatıyordun. İnsanlara sadece yük olmaktansa tedavi için gelmen gerekirdi.
Beni caydırdın kazanmış gibi şimdi beni umursamayıp sağa sola bakınıyorsun.”
Dedi. Milos ondan yayılan gergin enerjiyi hissediyordu. Achube arkada tartışma
çıkacağını anlayıp dikiz aynasından onlara bakmıştı. Andrjez başını öne doğru
eğmiş ellerini şakaklarına bastırmış dururken Milos ona tedirgin halde
bakıyordu.
“Babam hakkında çok şey biliyor gibi konuşuyor olman dediklerini doğru yapmaz.”
Milos bunu söylerken Andrjez başını kaldırıp ona bakmıştı.
“Bana inanmıyorsan Doktor Vasile ile konuş. Onun neden kendini vurduğunu ve ne
istediğini sor sana anlatsın. Kabul etmiyorsun ama baban yapabileceği en iyi
şeyi yaptı.” Dedi. Milos ona bakıp kalmıştı. Andrjez geriye doğru yaslanıp
derin bir nefes almıştı.
“Seni zorlamayacağım. Hayat senin hayatın. Kurtarmakta mahvetmekte senin. Ben
sana bir şans sunuyorum. Ne zaman değerlendireceğin senin elinde.” Dedi. Milos
onun durgun haline bakıp bir anlığına pişman olmuştu. Ona çıkıştığı için
kendini suçlu hissediyordu.
“Seninle kavga etmek istemiyorum Andrjez. İşler bazen istediğimiz gibi
gitmiyor. Emma’yı yarı yolda bırakamam. Onu bu işe ben sürükledim.” Dedi. Andrjez
ona bakıyordu.
“Neden? O sonuç olarak Lows’u sevip ondan hamile kaldı ve ondan kaçıp bir doğum
yapmayı tercih etti.” Milos ona bakıyordu. “Lows’u gerçekten seviyor Andrjez.
Ona âşık oldu. İnsan bunu hesaplayamaz. O arkadaşları için sevdiği adamdan
uzaklaşmak istedi. Yapılan şeye göz yummak yerine o karşı koymak istedi. O
karnındaki çocuğu ve sevdiği adamı bir kenarı koyabiliyorken ben bencillik
edemem. Bu babamla ya da onun geçmişi ile alakalı değil.” Andrjez onu diniliyordu
sakince. Milos ise yutkunmuş ve kaşlarını çatmıştı.
“Her neyse… Kuzey işini bir süre için unutalım.” Dedi. Arabada sessizlik
başlamıştı. Achube ara ara dikiz aynasından arka koltukta oturanların
tansiyonunu ölçmek için bakıyordu. Milos bir süre sessizliğini korumuştu.
“Değişiyorsun. Bu değildin. Bu olmamalısın.” Dedi. Andrjez ona bakmak için
başını çevirmişti.
“Evet, değişiyorum. Bu hoşuma gidiyor mu bilmiyorum Milos. Sadece düşününce bir
şeyleri değiştirmek için bana bir şans verildi. Ölmem gereken zamanda ölmedim. Ve
bu mühürler… onlar bana bir şey yapıyor. Ama iyiyim. İyi olurum. Endişelenme.”
Demişti. Milos bir şey demeden tekrar yolu izlemeye başlamıştı. Hiçbir şeyin
eskisi gibi olmayacağını hissetmiyor görüyordu. Andrjez’e her ne olduysa artık
kontrol edebilecekleri bir şey değildi. Milos düşünüyordu. Onun başına gelen
her ne ise nu baştan aşağı bambaşka birisi yapmaya başlamıştı. Bu iyi mi yoksa
kötü mü bilmiyordu. Sadece zamana ve akışına bırakmak istemişti. Onlar
konvoydan ayrılıp çiftlik evine doğru yola koyulduğunda araba, Andrjez uyuyordu.
Milos yaklaştıkları çiftlik evinin önündeki karların ezildiğini görmüştü.
Birkaç aracın gelip gittiğini gösteren lastik izleri içeri kapıya kadar devam
ediyordu. Milos kafasındaki soru işaretlerinden bir türlü kurtulamıyordu.
Yüzbaşı ayrılmadan hemen önce ona bir hikaye anlatmıştı. Onu düşündükçe
Andrjez’e neler olduğu konusunda daha da endişeleniyordu.
Araba yanaşıp durduktan sonra inmişler ve
onları Ramsy, Nuna ve doktorun karısı karşılamıştı. Nuna hayatta olduklarını
gördüğünde sevinmişti ama gergin hava yüzünden tepki veremiyordu. Milos içeri
doğru yürürken üstündeki paltoyu dışarı bırakmış ve kurumuş kan kaplı
kıyafetlerinden kurtulmak istemişti. Sıcak su vardı ve dışarıda yağmaya
başlayan karı telafi edecek kadar ev sıcaktı.
“Yukarıda kazan yanıyor. Su koymuştum. Gidip temizlenin lütfen.” Derken kadın
onlara gülümsüyordu. General Donowan ise eskiden onunla çalışan şimdi bacakları
olmayan askerle selamlaşıp bir puro yakıp oturmuştu. Neden burada olduğunu
bilmiyordu ama tanımadığı çok kişi olması hoşuna gitmişti. Ev sıcak, yemek
sıcak ve pislik kokmuyordu. Cephede çok uzun zamandır yer almış ve rahat bir
koltuğa oturup yanan ateşte mayışmayı özleyecek kadar yaşlanmıştı.
“Andrjez!” demişti Achube merdivenlerden çıkarken onu durdurup. Derin sessizlik
baş göstermiş ve herkes onları duymak ister gibi bir anda sessizliğe
gömülmüştü. “İşin bitince beni bul seninle konuşalım.” Demiş ve Achube mutfağa
doğru yolunu çevirmişti. Milos çoktan banyoya koşup üstündeki kıyafetleri
çıkarıp ılık suyla ıslattığı havluyla vücudunu silmeye başlamıştı bile.
Bencilce bütün küveti doldurup içine yatmak istiyordu. Her yeri ağrıyor ve kan
kokusu ıslandıkça artıyordu. Havlu
kızıla döndükçe kovaya doldurduğu suda kızıla dönüyordu. Kovadaki suyu
değiştirmeye üşenip yorgunca olduğu yerde oturup elini çenesine dayamış ve
gözlerini kapatmıştı. O an metal kovanın yerden kalktığını duymuş ve suyun
boşaltılması ile irkilip dönmüştü. Andrjez kovayı boşaltıyordu. Milos sessizce
onu izlerken kazandan su alıp ılıştırmış ve sertçe kovayı yanına bırakırken
bacaklarındaki kanlı havluyu almış yerine temiz havluyu bırakmıştı.
“Teşekkürler.” Demişti Milos sesini toplamaya çabalayarak. Andrjez hiçbir şey
söylemeden öylece dikiliyordu. Milos havluyu suya daldırıp çıkarmış ve
kollarını silmeye devam ederken sırtına doğru uzanmak için çabalamıştı.
“Bırak.” Demişti Andrjez eğilip havluyu alıp suya daldırıp sıkıp onun sırtını
silmeye başlamıştı. Milos onun yüzündeki ifadeyi merak ediyordu. Dönüp
baktığında ise onun sinirli olmasını beklerken gözlerinin dolmuş olduğunu
görmüştü. Ağlayacak gibi duruyordu.
“Önüne bak.” Demişti Andrjez sert bir sesle. Milos hemen geri dönmüştü.
“Neden kızgın gibi davranıyorsun?” demişti. Andrjez Milos’un sırtındaki iğne
deliklerine bakıyordu.
“Kızgın gibi davranmıyorum. Kızgınım.” Demiş ve daha önce görmediği bu izlerin
neden olduğunu düşünürken canın yanıp yanmadığını düşünmüştü.
“Bana mı? Kuzey’e gitmek istemediğim için mi kızgınsın?” dedi. Andrjez
durmuştu. Elindeki havluya bulaşan kana bakıp olduğu yerde öylece kalmıştı.
“Üstündeki kan sadece senin değil.” Demişti. Milos bunu duyunca irkilmişti.
“Seni bulduğumda kendinden geçmiştin. Ve birileri daha vardı. Batı birliğinden
bizim üniformamızı giyen askerler. Seni vuracaklardı. Oraya yetişmeseydik seni
öldüreceklerdi. Bu halde neden cepheye gelmeye kalkıştın ki? Şu sırtındaki iğne
deliklerine ve morluklara bak.” Milos onu sessizce dinlerken oturduğu taburenin
üstünde öne doğru eğilmişti. Sırtındaki izlerin ne kadar korkunç olduğunu
bilmiyordu. Ya da orada neden bayılıp kaldığını da bilmiyordu. Sadece neden
oraya gittiğini biliyordu.
“Seni kurtarmak istedim.” Demişti. Mahcup hissediyordu. Yük olmak istememişti.
“Bu halinle hiçbir şey yapamazsın. Sadece…”
“Sadece yük olurum. Biliyorum. Eskisi gibi olmadığımı biliyorum. Hiçbir zaman
olamayacağımda. İşe yaramak istedim.” Dedi.
Andrjez ona bir şey söylemeden kan lekelerini silmeye devam etmişti.
Milos onun soğuk davranışıyla kendini rahatsız hissediyordu. Orada olmasını
istiyordu ama bir o kadar ondan nefret ediyordu.
“Tamam ben hallederim. Demiş ve ayağa kalkmıştı. Andrjez’in yaydığı korkunç
enerji onu yoruyordu. Andrjez çömeldiği yerden ayağa kalkıp ona bakıp havluyu
kovaya doğru atmıştı. Milos arkası ona dönük onun çıkmasını bekliyordu. Andrjez
ise onun isteğinin aksine gitmeyecekti. Orada dikilmeye ve ona bakmaya devam
ediyordu.
“Gitmeyeceğimi biliyorsun değil mi?” dedi. Milos bunu duyunca geri oturmuştu.
Öne doğru eğilip çenesini dizlerine doğru dayamış kollarını bacaklarına
sarmıştı. Andrjez ise onun tam önünde durmuştu. Çömelip ellerini Milos’un
kollarının üzerine koymuştu. Milos kıpırdamadan öylece duruyor ve Andrjez’in
yüzüne bakmaktansa yerdeki ıslanmış fayanslara bakıyordu.
“Saçlarını yıkamalıyız. Bu şekilde oturursan hasta olursun.” Demişti. Milos
gözlerini ona doğru çevirmişti. Andrjez ise istemsizce gülümsemişti.
“Sen demiyor muydun bazen işlerin istediğimiz gibi olmadığını. Olmuyorsa
zorlamak doğru olmaz. Güçsüzsün ve güçlenmeye çalışmak seni daha da kötü hale
getirdi. O yüzden sadece biraz dur.” Dedi. Milos ona bakıyordu. Gözlerini
kapatıp başını yana doğru yatırmıştı. Andrjez tekrar temiz su ve sabun alıp
yanına çöküp saçlarını yıkamaya başlamıştı. Milos öylece karşıdaki duvara
bakıyordu. Andrjez saçları yıkamayı bitirdiğinde Milos başını kaldırmıştı.
“Kıyafetim yok…” demişti. Andrjez gülüp ona bakmıştı.
“Aşağıdan isteriz. Bekle bir havlu buluyum.” Demiş ve kenarda duran dolapları
kurcalayıp büyük bir havlu bulup Milos’un omuzlarından örtmüştü. Milos öylece
kıpırdamadan duruyordu. Andrjez aşağı inip Nuna ile göz göze gelmişti.
“Nuna Milos’un giyecek bir şeylere ihtiyacı var.” Demişti. Nuna gülümseyerek
hemen yanına gelmişti.
“Evin hanımına soralım. Eminim ona olacak kıyafetleri vardır.” dedi. Mutfağa
doğru dönmüşlerdi. Emma orada oturmuş evin hanımı yemek hazırlarken orada ona
eşlik ediyordu. Emma onların girdiğini görünce ayaklanmak istemişti. Ama
Andrjez ona oturmasını işaret etmişti.
“Milos Roluge için giyecek bir şeyler rica edecektim.” Demişti ocağın başında
tencerede bir şeyler karıştıran kadına yönelip Andrjez. Kadın gülümsemişti.
“Elbette. Hemen getireyim. Eminim ona olacak şeyler vardır.” demiş ve kaşığı
kenarı koyup hemen mutfaktan çıkmıştı. Nuna onun çıkışı ile Andrjez’e dönmüştü.
“Neredeydin sen? Yani amacım sorgulamak değil ama sadece nereye kaybolduğunu
merak ettim.” Demişti. Andrjez ona ve etrafa bakmıştı.
“Asıl soru sen neden buradasın? Neler oldu?” diye üste çıkmaya çabalamıştı. Nuna
ona bakıp bir süre durup kollarını göğsünde bağlayıp arkasındaki dolaba doğru
yaslanmıştı.
“Orası biraz karışık. Milos sana ir şeyler anlattı mı?” dedi. Andrjez onu
baştan aşağı süzmüştü.
“Nasıl bir şey anlatması lazım?” dedi. Nuna gülmüştü. “Hiç… önemli değil.”
Demişti. Emma ise ona bakıp gülmüştü. “Casustu. O Lows’a çalışıyordu.” Demişti.
Andrjez ona bakıp kalmıştı. Nuna ise gülmüş ve birden soğuk bir ifade ile ona
bakıp. “Yani mecburdum. Neyse...” dedi. Andrjez kaşlarını kaldırıp ona bakıp
derin bir nefes almıştı.
“Bilmem gereken bir şey daha var mı?” dedi. Emma ona bakıyordu. “İkiz
doğuracağım.” Dedi. Andrjez bunu bildiğini belirtmişti. Nuna etrafa bakıp öne
doğru eğilmişti.
“Siz ne yaptınız? Aranız biraz soğuk gibi.” Dedi. Andrjez ona bakıp iç
çekmişti.
“Sadece yorgun ve hasta ondan böyle yüzsüz.” Dedi. Nuna ona bakıp gözünü
devirmişti. “O değil sen. Yüzüne baksana. Sanki birisi ölmüş gibisin. Yüzün
berbat halde. Sürekli gözlerin yorgun. Neler oluyor?” dedi. Andrjez ona bakıp
yüzündeki acı dolu ifadeyi saklamadan ona bakmıştı.
“Milos hasta ve ölüyor.” Dedi. Nuna on bakıp kalmış ve gülüşü kaybolmuştu. Emma
ağrıyan başına elini koymuştu. “Bunu herkes bilmesine rağmen kimse ona dur ve
dinlen demiyor. Canımı sıkan şey bu Nuna. Onu iyileştirmek istiyorum ama ona
bile izin vermiyor.” Emma ona bakıp boğazını temizler gibi öksürmüştü.
“Andrjez, onunla konuşup benimle kalmasını isteyebilirim. Dediklerinde çok
haklısın.” Andrjez ona bakmış ve tam konuşacakken Achube içeri doğru girmişti.
“İşin bitti mi Andrjez?” demişti.
“Yok, Milos’a yardım ediyordum. Birazdan ona kıyafet çıkarıp gelirim.” Dedi.
Achube ona bakıyordu. “Hala kavga mı ediyorsunuz?” dedi. Andrjez bir süre
düşünmüştü.
“Yok yorgun ve halsiz olduğu için banyoda yardım ettim.”
“Anladım. Oda konusunda konuştuk. İki kişilik misafir odaları var. Yatağı
paylaşmak konusunda sorun yaşamazsınız. Siz orada kalın. General bugün geri
kışlaya dönecek.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Kim götürecek?” dedi. Achube iç çekmişti. Bende o konuyu konuşacaktım. Gün
batmaya yakın Yüzbaşı dejan burada olacak. Seninle konuşmak istiyor. Onun
öncesinde…” çekinerek etrafa bakmıştı. Emma masadan destek alıp yavaşça kalkmış
ve elini Nuna’ya uzatmıştı.
“Bana yardım eder misin Nuna tuvalete gitmem gerek.” Demiş ve ikisi bir bahane
ayrılınca Achube ona doğru yaklaşıp alçak bir sesle konuşmaya başlamıştı.
“General Huxe bu saldırıların bir bilgi sızıntısı ile mümkün olacağını söyledi.
Sadece hasar alan yerler direniş gizli birliklerinin bölgeleri. Hemen ardından
General Donowan baskına uğradı. Oradaydın. Neler olduğunu hatırlıyor musun?
Bilgi sızdırma işinde hala tedirgin oldukları bir isimde o.” Andrjez ona bakıp
kalmıştı.
“Gözümü açtığımda hepimiz aynı hücre gibi yerdeydik. Neler olduğunu ilmiyorum.
Hatırlamıyorum. Ama şüphelerin varsa onu takip edip…” Achube onu susturmuştu.
“Bu senin görevin değil. Göz önünde olmayan birisi olarak ben yapmalıyım. Neyse
gidip Milos ile ilgilen. Birde öldüğümü düşünmen gerekiyordu arkadaşım. Bu
durumu seninle paylaşamadığım için üzgünüm.” Dedi. Andrjez gülümsemişti. “Sorun
değil. Herkesin ufak tefek sırları var.” Demiş ve içeri giren kadını görüp ona
doğru yürüyüp gülümsemişti. Kıyafetleri alıp geri yukarı çıkmış ve banyoda
Milos’u bıraktığı gibi bulmuştu. Milos üşüyordu ve üzerine örtülen havluya
sarılmıştı.
“Gel odaya gidelim. Giyinir ve ısınırsın.” Demişti. Milos tabureden kalkıp diz
kapaklarına kadar dökülen havluya sıkıca sarılmıştı. Odaya gidince yatağa
oturup etrafa bakmıştı. Eski bir yatak odasıydı ve kullanılmadığı her halinden
belliydi. Andrjez kıyafetleri onun yanına bırakıp etrafa bakınmaya başlamıştı.
Milos ise oturduğu yerden kalkıp üstündeki havluyu yere bırakmışı.
“Güçlü olmak için iyileşmem mi gerekiyor?” dedi. Andrjez bunu duyunca ona doğru
dönmüştü.
“Evet.” Diye kısa bir cevap verip öylece titreyen Milos’un giyinmesini işaret
etmişti.
“İyileşmek için ne yapmam gerek.”
“Kuzey’e Darta tapınağı denilen yere gitmemiz gerek. Sınırın ötesinde.”
“Düşman? Orası düşman bölgesi değil mi?”
“Öyle ama imkansız değil. Eğer iki kişi gidersek kimse bizi fark etmez.” Dedi.
Milos ona bakıp elini kalbine doğru götürmüştü.
“Orası bir insanın tanrı olarak yükseldiği ilk yer diyordu eski yazıtlar sen…”
“Ben gerçekten değiştim Milos. Ama bu kötü anlamda değil. Hiç olmadığı kadar
güçlü ve kudretliyim. Bunu sana ispatlamak için yanımda olman gerek.” Dedi.
Milos ona doğru bri kaç adım atmıştı.
“Bana kanıtlaman gereken bir şey yok. Güçlendiğini görüyorum ve hissediyorum.
Ama sadece bu tuhaf… Sanki yarım kalan bir şey var gibi.” Dedi. Andrjez ona
bakıp gülümsemişti.
“Yarım klana bir şey var. Bir parçam eksik. Sen! O yüzden güçlü olmak için sana
ihtiyacım var. Yozlaşmamak için seni görmem gerek. Sonuna kadar seni görmem
için ayakta kalmalısın.” Dedi. Milos ona bakıyordu.
“Bütün kan üniteleri saldırı sırasında mahvolmuş durumda. İyileşirsem kanım işe
yaramaz olacak mı?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. “O zaman son defa son
kalan gücümü onlara vermeme izin verirsen geleceğim. İstediğin anda yola
çıkabiliriz.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Milos buruk bir ifade ile
gülümsüyordu.
“Kimseyi yarı yolda bırakmam. Bana izin ver.” Demişti. Andrjez ona doğru bir
kaç adım atıp ona sıkıca sarılmıştı.
“Bir defaya mahsus son kez onların güçlenmesine izin vereceğim. İlk defa
konuştuğumuz zaman bana birisini sevdiğin için hayatından vaz geçtiğini
söylemiştin ve bunu enim hiç yapıp yapmadığımı sormuştun. Şimdi buna cevap
verebilirim. Yaptım. Asla eskisi gibi olmayacağım ve bana verilen ikinci yaşamı
değerlendirip hiç görmedikleri bir şeyi onlara göstereceğim.” Dedi. Milos onun omzuna
doğru dayamıştı başını.
“Onlara ne göstereceksin Andrjez?” dedi. Andrjez iç çekmişti.
“Bir tanrının yükselişini.”
Yorumlar
Yorum Gönder