Kayıp Masallar 3 (24. Bölüm)
Hain Kim?
Milos dahil herkes aşağıdaydı. Yüzbaşı Dejan
yalnız gelmemişti. Gelen kişi herkesin saygı duyduğu ve Kuzey’de olması gereken
İstihbarat biriminin başındaki General Huxe ve ona eşlik eden kişilerdi. Herkes
onların karşısında ayakta ve hazır ol konumundaydı. Ramsy, Nuna, Emma ve evin
hanımı ise arkada daha uzak duruyorlardı. General Huxe altmışlarına yaklaşmış,
kızıla çalan saçları soluk gri gözleri olan uzun boylu sert yapılı bir kadındı.
Üstünde üniforması omuzlarında apoletleri ağzında uzun sigarası vardı.
Çizmeleri parkeye sertçe vuruyordu. En çok korkulan general olmakla ün yapmış
ev disiplininden taviz vermeyen bir kadındı. Yüzbaşı onun hemen arkasından eve
girmişti. Milos kadını daha önce bir kere görmüştü. Uzaktan gördüğünde hiç
konuşmamışlardı. Andrjez ise general ile daha önce manastırda tanışmıştı. İçeri
girerken herkesi baştan aşağı süzmüştü. Orduda eğitim almış, asker olmuş olan
herkes hizaya geçip selam durmuştu. Milos bile kadına selam durmuştu. Ürkütücü
enerjisi gözlerinden yayılıyordu. Katı ve sert yüzü ise kelimeleri
unutturuyordu hepsine. Yüzbaşı Dejan oldukça rahat ve güler yüzlü duruyordu
onun yanında.
“Bu mu ekip?” demiş ve sağdan sola doğru incelerken konuşmaya başlamıştı.
“Bacakları olmayan bir doktor, öldüğü söylenilen bir teğmen, işe yaramaz bir
seyis, hastalıktan ayakta duramayan Roluge, kendini kaybetmiş ve ne olduğundan
habersiz bir teğmen daha. Karnı burnunda silah tutamayacak kadar elleri
titreyen Teğmen Orgraf, ve sen…” Nuna’ya doğru yaklaşmıştı. “Seni gözüm tuttu.
Eğitimli gibi değilsin ama bakışları sevdim kızım.” Demiş ve arkada duran
kişilere bakmıştı. General Donowan’ı görünce gülmüştü.
“Ve ahmakça ordusunu kaybeden bir general. Söylesene Yüzbaşı Dejan bu ekibi
kurmak için çok uğraştın mı?” dedi. Yüzbaşı gülüp onlara bakmıştı.
“Ben kurmadım efendim. Nasılsa bir araya gelmişler.” Dedi. Milos onlara
bakıyordu. Yüzbaşı Dejan ise iç çekmişti. “Çok umutsuz duruyorlar ama işe
yararlar. Üst teğmen İllarea kristal kullanıcısı ve oldukça iyi eğitilmiş bir
ölüm mangasına kaptanlık yapıyor. Üst teğmen Orgraf ise doğuracağı çocukların
yanı sıra zeki bir keskin nişancı ve içerideki adamımızdı. Doğum yaparken bile
hedefi kaçırmadan vuracağından eminim. Teğmen Dejan ise piyade alayında eğitim
aldı. Duyduğuma göre harita ve strateji üzerine manastırda başarı elde etmiş.
Milos Roluge ise kan rezervleri hazırlayan ekibin lideri. Bunun yanı sıra
kristal hakkında bildikleri hepimizi şaşırtacak kadar çok. Bacakları olmayan bu
doktor ise… Onu cepheden hatırlıyorum. Canını hiçe sayıp hayat kurtarmak için
uğraştı. Yürüyememesi onun için engel değil. Bizim için burayı riske atıp evini
açtı. Seyis dediğiniz kişi Üst Teğmen İllarea ile diye biliyorum.” Dedi. Achube
hemen selam verip bir adım öne çıkmıştı. “Öyle efendim, kendisi hayatımı
kurtardı ve bu bölgeye oldukça hakim.” Demişti. General ona bakıp gülümsemişti.
“Kendi kendinize bir ekip oluşturmuşsunuz, yarısı sivil yarısı asker. Yine de
yeterli değil.” Dediğinde General Donowan ayağa kalkıp oraya doğru gelmişti.
“İçlerinde tek başına bir alay adamı yok edebilecek birisi var.” Demiş ve
Andrjez’e göz ucu ile bakmıştı. General Huxe neler olduğunu biliyordu. General
Donowan’a gülümsemişti.
“Evet kulağıma öyle şeyler geldi. Sanırım içimizde bir mucize yaratabilen var.
Tıpkı kristaller gibi.” Demiş ve Andrjez’in önüne geçmişti.
“Asker, bana göğsünden vurulduğun ve sonra hızla iyileştiğin söylendi, doğru
mu?” dedi. Andrjez selam verip konuşmaya başlamıştı.
“Doğru efendim.” Demişti. Milos onlara bakıyordu. Andrjez’in durumu herkesi hem
heyecanlandırmış hem ürkütmüştü.
“Becerin ne?” demişti. Andrjez bunu duyunca gülümsemişti.
“Efendim size bunu göstermem için birini öldürmem gerek.” Dedi. General Huxe gülümsemişti.
“Tamam, bunu ayarlayabiliriz.” Demiş ve General Donowan’a doğru dönmüştü. “Onu
öldürmek sorun olmaz her halde. Seni bir süre hapsettiği için öfkeli
olmalısın.” Dedi. Andrjez bir an için duraksamıştı. “Bir öfkem yok efendim. O
normal olarak korktu.” Demişti. General Huxe ona doğru dönmüş ve gülümsemişti.
“Korkmak mı? Ne gösterdin ona? Benim bildiğim Donowan korkusuz kaçığın tekidir.
Onu panikleten şey neydi?” dedi. Andrjez ileri doğru adım atmış ve ona elini
uzatmıştı.
“İzninizle General, bunu size farklı şekilde gösterebilirim.” Dedi. General
Huxe önce ona sonra uzattığı eline bakmıştı.
“Nasıl?” dedi. Andrjez’in tekrar yüzüne baktığında simsiyah olmuş gözlere bakıp
kalmıştı.
“Hissetmenizi sağlayabilirim.” Dedi. General Huxe alaycı bir gülümseme ile
elini uzatmıştı.
“Çok uzun süredir yaşıyorum. Canımı alacaksan da sorun yok. Sadece Donowan’ı
korkutan şeyi bana göster.” Dedi. Andrjez elini tutan kadının gözlerine
gözlerini kilitlediğinde General Huxe derin bir boşluğa çekildiğini
hissetmişti. Derin karanlıkta açılan pencerede birden bir çığlık duyup
irkilmişti. Andrjez’in ona gösterdiği şeyi dehşet içinde izlerken birden
elindeki soğukluk ile irkilip elini çekmek istemişti. Elini çekip geriye doğru
kendini attığında Yüzbaşı Dejan’a çarpmış ve irkilmiş halde etrafına bakmıştı.
Andrjez’in simsiyah olmuş gözleri kaybolmuştu. Yüzbaşı ise generalin
omuzlarından tutup kendini toplamasına yardım etmek istemişti. Andrjez ona
bakıyordu. General Huxe ise doğrulup yutkunmaya çabalamıştı. Andrjez bir adım
geri çekilmişti.
“Yüzbaşım onu…” demeden General Huxe birden olduğu yere yığılıp kalmıştı. Panik
ortama hakim olmuşken Andrjez bir adım geri çekilmişti. Başka bir şey
yapamazdı. Milos onun sakin halindeki hüznü görebiliyordu. Kapıdan sıyrılıp
çıkmıştı General Huxe koltuğa götürülürken.
“Teğmen Dejan!” diye bir sesle Andrjez kapının önünde öylece kalmıştı. General
Donowan onu durdurmuş ve yanına doğru birkaç adım atmıştı.
“Amacım seni hapsedip canını sıkmak değildi. Sadece kararsızsın ve fünyesi
çekilmiş bir bomba gibisin. Ne tarafa düşeceğini bilmemiz gerekiyor.” Dedi.
Andrjez ona bakıyordu. Başını çevirip Milos’a gözlerini dikmişti.
“Kararsız değilim. Bana verilen görevi yerine getireceğim. Zarar görmek
istemiyorsanız siz ne tarafta duracağınıza karar verin. Ben artık sizden emir
alan bir asker değilim. Armamı söküp koydum. Üst teğmen İllarea ve siz bunu
gördünüz. Nerede durduğumu soruyorsanız onun durduğu.” Yerde demiş ve
konuşurken bir saniye bile gözlerini Milos’un gözlerinden ayırmamıştı. “Eğer
onun yanında durmuyor ve ona doğrultulmuş bir silahınız varsa canınızı
yakarım.” Gözlerini General Donowan’a çevirmişti. “Onun dışında herkes aynı
seviyede ve aynı tarafta. Kimseyi kimseden ayırmıyorum.” Demişti. General
Donowan başını sallamıştı.
“Olanlar için…”
“Özür dilemenizi gerektiren bir şey olmadı. Siz bir komutan olarak endişe
ettiniz ve uygun bulduğunuz şekilde müdahale ettiniz.” Demişti Andrjez dışarı
doğru çıkarken. Çıktığında soğuk kar havası onu karşılamış ve ciğerlerine kadar
titremişti. Sigarasını çıkarıp yakmıştı. Milos hemen onun yanında durup tutmuş
karın izleri örtüşünü sessizce izlemeye başlamışlardı.
“Neler olacak?” demişti Milos onun biten sigarasının düştüğü yere bakıyordu bu
soruyu sorarken.
“Bilmem…”
“Tanrı değil misin sen? Geleceği nasıl bilmezsin?”
“Bazen işler hesapladığımız gibi gitmediğini hep sen söylerdin. Bende bu hesaba
uymayan şeylerle karşı karşıyayım.” Dedi. Milos ona bakıp geri karın içinde
sönüp giderken arkasında ufak bir boşluk bırakan sigara izmaritine bakmıştı.
Andrjez buruk bir ifade ile gülümsemişti.
“En sonunda öleceğiz. Herkes gibi. Bir gün bizde. Ama önce yapmamız gereken
şeyler olacak. Birilerini kaybedeceğiz. Sevdiklerimizi… elimizde büyüyen
çocukları ve izi büyütenleri… sonra korumak için uğraştıklarımızı. Sadece biz
değil herkes birilerini kaybedecek. Savaşlar son bulduğunda her zaman az hasar
alan kazanır derlerdi manastırda. Bende en az hasarı almak istiyorum.
Birilerinin ölmesini nasıl engelleyeceğimi soruyorum kendime. Senin, abimin,
annemin, Achube’nin, Emma’nın ya da Nuna ve Lannel’in… Nasıl sizi hayatta tutup
zafer elde edeceğimi düşündüm. Uykuda kaldığım süre belki kısacıktı ama yüz
yıllar boyu bir yere hapsedilmiş gibiydim. Tanrıların ötesindeki şeyi gördüm.
Sönmüş güneş ve onun hüzünlü yasını. Kaybetmeye mecbur olduğumuzu söylediler.
Feda etmem gereken şeyler olduğunu ve ancak o zaman yenilenebileceğini
söylediler… ben kaybetmek istemiyorum.
Kazanmakta.” Milos onu dinliyordu. Achube ise hemen arkasında sessizce olduğu
yerde onları dinlerken sigarasını içiyordu.
“O zaman savaşma.” Demişti Milos nasıl bir çözüm bulacağını bilemeden. “Kendi
yolunda savaşma ve onlara destek ol. Abine, Achube’ye ve diğerlerine.” Andrjez
ona bakıp elini göğsüne doğru koymuştu.
“Bir yükümlülük, bir acı… Bunu yaparsam verdiğim sözü tutmuş olmayacağım.
Amacım bu düzeni bitirmek.”
“Bizim amacımızda bu. Ölümleri durdurmak. Karanlık geleceğe ışık olmak. Neden
asi olmaya çabalıyorsun? Sadece itaat et demiyorum. Burada kimse kimseye itaat
etmiyor.” Achube bunları söylerken olduğu yerden Andrjez’e dikmişti gözlerini.
Milos omzu üstünden orada dikilen Achube’ye bakmıştı.
“Dediğin kadar kolay mı? Karanlıktan ışığı yaratmak?” Andrjez ona doğru
dönmüştü. Achube zeki bir adamdı. Dili zehirli ve gözleri keskindi. Avını
kaçırmayacak kadar iyi eğitilmiş bir kartaldı. Yüzbaşı Dejan’ın gurur duyduğu
en iyi öğrencisiydi.
“Annenin rahminden çıkana kadar dünyanın o kadar olduğunu sanırsın. Bir kese ve
sıkışmak zorunda olduğun dar bir boşluk. Ama bir defa dışarı doğru itilip o
ışığı gördüğünde dünyanın ne kadar büyük olduğunu görürsün. Doğmak sadece göbek
bağının kesilmesi değildir. Söküp attığın arman senin göbek bağın olsun. Peki
şimdi o yapa yalnız kaldığın dünyada kim seni büyütecek? Düşün Andrjez Dejan, şu
andan itibaren bir taraf olmazsan bertaraf olacaksın ve ilahi güçlerin seni
nereye kadar taşır bilmem ama birilerinin ölümü elinden olacak. Buna devam
edersen doğumun başkalarının ölümü olur.” Achube sert konuşurdu. Dobra yapısı
onu zor durumlara soksa da doğruları sevdiği insanların yüzüne vurmaktan çekinmezdi.
“Bir yandan kimse ölmesin diyorsun bir yanda da ben itaat etmem, özgürüm
diyorsun. Milos Roluge’ye olan düşkünlüğün ve sevginin neredeyse onu
öldüreceğini bile görmüyorsun.” Demişti. Andrjez ona bakıp kalmıştı. “Madem
yeniden doğdun o zaman yeniden şekillenmek için şansın var. Bencil bir sürtük
gibi davranıp birilerini ürküterek kabadayılıkların ile kendine yol çizme.
Aklını ve yeteneğini kullanacaksan önce ne istediğini değil nasıl istediğini
düşün.” Demişti. Andrjez ona bakıyordu.
“Roluge konusuna gelirsek. Dikkatini çekerim ki o hasta. Cidden hasta. Ve
birden salak gibi kuzeye gitmeliyiz diye kafayı yedin. Adam bir günlük araba
yolculuğunu kaldıramazken sen üç günlük yoldan söz ediyorsun. Mesela onu istiyorsun ama nasıl? Sağlıklı,
mutlu mu* o zaman dayatma ve daraltmalarından vaz geç. Bu ordudaki yerin içinde
geçerli. Subaylıktan istifa edeceksen bunu düzgünce yap. Yıllarca cephede savaş
verip neredeyse alayının yarısını kendi elleri ile gömmüş bir generalin önünde
armanı söküp artistlik yapma. Önce nasıl istediğini ve nasıl istenilmesi
gerektiğini öğren ki ne istediğini hem sen hem biz anlayalım.” Dedi. Andrjez
ona bakıp kalmıştı.
“General Donowan’ı mı savundun sen?” dedi. Achube başını sallamıştı.
“Kendisini sevmesem de ben hak yemem. Ne kadar ondan şüphelenip arkamı dönmesem
de o ve General Huxe yıllarca biz daha kısa pantolonla sokakta koşarken onlar
cephede koştular. O yüzden saygım vardır. Her neyse demek istediğimi anladın
mı?” dedi. Achube bunu söyledikten sonra Ramsy’in sigara kutusundan aldığı ve
yarım ağız içtiği sigarayı karlara doğru atmıştı.
“Ne demek istediğini anlamadım.” Demişti Andrjez ona bakıp. Achube ise
gülmüştü.
“Milos sen anladın değil mi? Taş kafalı bir herif olduğu için ona ince ince
olayları anlatmakla uğraşamam. O yüzden sen anlat. Gidip Ramsy’e yardım
edeceğim.” Dedi. Milos gülümseyip başını sallamıştı. Achube gidince Andrjez ondan açıklama bekler
gibi bakmıştı.
“Herkes senin için endişeleniyor. Nasıl sen onlara değer veriyorsan onlarda
sana değer veriyor. Bu yüzden güvende olmanı ve onların karşısında olup
canlarının yanmasını istemiyor. Yaralanmanı, kaybetmeni istemiyor. Güvenmek ve
güvenilir olmak istiyorlar.” Dedi. Andrjez bir an için gülmüştü.
“Bunu mu demek için o kadar doğum ve saçma şeylerden söz etti?” demişti. Milos
onun omzuna vurup gülmüştü.
“Achube şair gibi konuşmayı sever. Tuhaf örnekler falan verir. Onunla benden
uzun süre kaldın. Buna alışmamış olmamak senin suçun.” Demişti. Achube onların
güldüğünü duyup evin arkasındaki ufak odunluğa doğru yürümüştü. Ramsy orada
olmalı diye umuyordu. Odun getirmek için görev edinmişti kendisine. Sessiz ve
rahatsız edici derecede Achube’den uzak kalmak ister gibiydi. Odunluğun orada
cılız bir fener ışığı vardı. Achube neredeyse parmak uçlarında yürüyecek kadar sessizdi.
Oraya doğru ilerlemiş ve odunluğun orada çökmüş sigara içen ve yanda uyuyan
köpeği seven Ramsy’i görmüştü. Işık yüzünü gölgelendirdiğinde kasvetli ve
korkunç bir adama benzese de oldukça sakindi. Achube onu izlerken göz göze
gelmişlerdi.
“Ne oldu?” demişti onu dalgın halde izleyen Achube’ye bakıp yanında uyuyan
köpeği sevmeye devam ederken.
“Hiç, ne yapıyorsun diye bakmaya geldim. İçeride kaos ortamı var ve General
Huxe fenalaşınca ayak altına dolaşmak istemedim.” Demişti Achube. Ramsy başıyla
köpeği göstermişti.
“Yavrulamış. Sence içerdekilerin haberi var mıdır bahçelerinde sahipsiz bir
köpeğin odunluğu yuva yaptığından?” dedi. Achube yavruları ve köpeği görmek
için yaklaşmaya başlamıştı.
“Bir köpeği dert edeceklerini sanmam. Ne zaman yavrulamış?” dedi. Ramsy kenarda
bulduğu çuvallarla yaptığı yatak gibi yeri ve ufak kasaya oluşturduğu yavruları
göstermişti.
“Birkaç gün önce olabilir. Bilmiyorum. Yeni fark ettim.” Demiş ve uyuyan anne
köpeğin kulaklarını okşayıp elini çekmişti.
“Milos ile karşılaşmamak için mi burada saklanıyorsun?” demişti Achube konuya
bodoslama dalıp. Ramsy birkaç saniye susmuş ve başını sallamıştı.
“Yok, odun almak için geldim. Ve senin gibi ortalıkta dolaşmamak için buraya
oturdum.” Achube onun oturduğu kütüğün yanındaki kütüğe oturmuştu.
“Yerde üç izmarit var ve fenerin ışığı kısılmış, daha çok saklanıyor gibisin.”
Achube ona bakıyordu. Ramsy omuz silkmişti. Achube onun bacağına elini
koymuştu.
“Merak etme, ben kıskanç birisi değilim. Onunla olan yaşanmışlığına saygı duyuyorum.
Sadece bir an için ondan kaçmak için soğukta sigara içmen canımı sıktığı için
üstüne geldim.” Demişti. Ramsy ona bakıp kalmıştı. Gerçekten gülümsüyordu.
“Aynı yerde olmak tuhaf. O, Teğmen Dejan, sen… ben bu kadar kalabalığa alışık
değilim. Sanki herkes her şeyi biliyor gibi. Bayan Nuna var bi de…” Achube onun
konuşmasını kısa bir öpücükle boğmuştu. Ramsy bir an için şaşkınlıkla kalıp
etrafa bakmıştı.
“Birisi görebilir…” demişti ancak Achube arsızca gülümsemişti.
“Kaosun güzel yanı ne biliyor musun?” dedi. Ramsy bacağındaki elin yukarı doğru
kaydığını hissediyordu. Cevap verememiş öylece kalmıştı. “Kimse kimseyi
umursamaz. General Huxe fenalaştı ve Andrjez tanrısal bir yetenekle ortaya
çıktı. Bu süreçte kimse seni ya da beni aramaz. Kaçıp saklanacak bir yer
biliyorum. Biraz vakit geçirebileceğimiz.” Demişti. Ramsy ona bakıp kalmıştı.
“Üşümüşsün hem. Arkadaki kulübe rahat ve sıcak olur. Ayrıca geri döndüm ve
sözünü…” Birden ayak sesi ile irkilmişlerdi. Ramsy hemen Achube’nin elini tutup
kenarı doğru çekmişti. Achube ise sese kulak vermişti. Birileri dolaşıyordu
arkada. Ramsy ona bakıp susmasını işaret etmiş ve mutfağın açıldığı verandada
oynayan gölgeleri işaret etmişti.
“Anlıyorum…” demişti tanıdık bir ses. General Donowan’ın sesiydi bu. Onun
konuştuğu kişinin sesi ise Achube için oldukça tanıdık ve unutulmazdı.
“Bu durumda yolculuk doğru olmaz. Gün doğana kadar burada kalırız ve sonra size
refakat ederim. Bir hain var ve onu bulmam için emir aldım. Bana tekrar nasıl
yakalandığınızı anlatmanızı istemiyorum.” Yüzbaşı Dejan konuşuyordu.
“Benim mi hain olduğumu düşünüyorsun Loan. Bunca yılın ardından kafana giren bu
düşünceyi o yaşlı cadı Huxe soktu değil mi? Çatlak karı.” Demişti. Achube
dikkatini oraya vermişti.
“Hayır efendim. Sadece sizin yerinizi bilen birisi bunca şeyi planlar. Cephe
hattı çok uzun ama sizi ele geçirmişler. Tam konum bilen birileri olmalı.”
“O zaman ben sana gerçeği söyleyeyim Loan. Telsiz subaylarından birisinin
ihanetini öğrendiğimizde çok geç kalmıştık. Ayaklanmaya dair bilgilerin çoğunu
kardeşin ve Roluge arasında geçen konuşmadan öğrenmişler. Doğum bizim için
artık bir geri sayım değil. Aksine Yüzbaşı Lows nişanlısının ne zaman doğum
yapacağını biliyor. Kafasına sıktığım ihanetçiyi arıyorsan kalıntıları cephe
hattında olmalı. Sizin gibi ben sürekli haberleşme ağında değilim ama hala elim
kolum uzun.” Kısa bir sessizlik olmuş ve sesleri kısılmıştı. Achube tedirgin
halde onları dinliyordu. Soğuk hava estikçe içi titremişti.
“Hain mi?” demişti Ramsy. Achube başını sallayıp ona doğru dönmüştü.
“Evet, senin Milos ile yakın olduğunu ve bir çiftlikte yaşadığını onlara birisi
söylemiş. Başta Bayan Nuna diye düşündük ama Milos o olayı aydınlattı. Nuna
sadece Andrjez’in buraya geldiği ve ayaklanmaya katılmadığına dair şeyler
söylemiş. Sonra başka bilgilerde sızdırılmaya başladı. İçeriden birisi her şeyi
bilen birisi bunu yapıyor olabilir. General Huxe ve Yüzbaşı Dejan bunun için
General Donowan’dan şüphelendi.” Ramsy kaşlarını çatmıştı.
“Neden?” Achube acı bir gülümseme ile ona baktı.
“General Donowan tuhaf bir adam. Uzun süre cephede kaldı ve biraz çatlaktır.
İmparatorluğun yıkılmasını istemese de savaşın son bulmasını istiyor. Yani
ideolojik çatışma.” Dedi. Ramsy ona bakıp kaşlarını çatmıştı.
“İdeolojik çatışma ne oluyor?” dedi. Achube gülüp ona doğru eğilmişti.
“Daha fazla kitap okumalısın. Ya da an bunu zorla yaptıracağım. Bu kafayı boşa
harcıyorsun. Ve bu vücudu.” Dedi. Ramsy ona bakıp gülmüştü. “İdeolojik çatışma
düşünceleri uyuşmuyor. Birisi hala imparatorluğu istiyor diğeri ise bir
meclis.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı.
“Anladım. Meclis olursa benim gibi küçük inşalar yani herkes orada kendini
ifade edebilir mi?” dedi. Achube ona bakıp iç çekmişti.
“Kendini küçük görmenden hoşlanmıyorum. Aslında ne kadar güçlü ve zeki olduğunu
bilmene rağmen kenarı çekiliyorsun. Neden bilmiyorum ama içindeki Ramsy beni
azdırıyor.” Dedi. Ramsy ona bakıp gülmüştü. Achube ise onun omzuna kolunu koyup
uyanıp etrafa bakınmak için başını çıkaran anne köpeğe bakmıştı.
“Kadınlar çok şanslı varlıklar.” Demişti. Ramsy onun konudan konuya geçişine
alışmaya başlamıştı. “Bence yanılıyorsun. Hayat onlar için çok zor. Şuna
baksana yavruları için karda yerde yatıyor.” Ramsy bunu söyleyip köpeğin başını
okşamıştı.
“Onlar bir şey yaratıp onun için savaşabiliyor ve bundan vaz geçmiyor. Erkekler
ise sadece bir kadını bir dişi varlığı döllüyor ve kadın isterse senin değil
deyip onu başından defedebiliyor. Ama kadının doğurduğu şey onun ve herkes
biliyor. General Huxe gördüğüm en güçlü kadın o yüzden. O yaratılan yeni
dünyanın inşacısı ve onun içinde büyüyen şey onun eseri olduğunu herkes bilecek
bizler ise…” Ramsy ona bakıp kaşlarını çatmıştı.
“Bağnaz bir adamsın Achube. Kendini kullanılmış ve bir gün kenarı atılacak gibi
hissetmen için ne yaşadın bilmiyorum ama eminim o dediğin gibi bir kadınsa
sende onun emek verdiği şeyin parçası olarak büyüyeceksin. Cidden bağnazsın.”
Dedi. Achube ona etkilenmiş halde bakmıştı. Kafası o kadar doluydu ki bir şey
düşünememeye başlamıştı. Ramsy’e çok şey anlatmak istiyordu ama yorgun ve yoğun
düşünceleri kelimeleri yanlış seçmesine sebep olacak diye korkuyordu.
“Ene kötü ihtimalle seni kenarı atarlarsa ben alırım.” Demişti Ramsy başka
tarafa bakarak. Achube bir an için gülüp doğrulmuştu.
“Güzel seçenekmiş. Bana yemek yapıp iyi bakarsın. Sarhoş olduğumda beni
taşırsın ve daha nice şeyler.” Ramsy gülümsemişti. “Senin bana faydan ne olur
acaba? Sürekli konuşuyorsun ve bana bir şeyler anlatıp kafamı şişirmek
dışında.” Dedi. Achube ona bakıp sırıtmıştı. “Sanırım sana iyi hizmet edebilirim.
Dayanıklı ve gösterişli vücudum sayesinde. Bir de ağzım sadece konuşmaya
yaramıyor.” Demişti. Ramsy ona bakıp utançla kızarmıştı.
“Şu kulübe…” demişti Ramsy boğuk ve kısık sesle.
“Ne olmuş kulübeye?”
“Gidebiliriz. Yani görmek isterim.” Dedi. Achube ona bakıp sırıtıp ayağa
kalkmıştı. Oraya köpeği ve yavrularını taşıyalım. Bizim için daha farklı bir
yer bulabiliriz. Zavallılar burada donabilirler.” Dedi. Ramsy ayağa kalkmıştı. Uzanıp yavruların
olduğu kutuyu kucaklamış ev anne köpek onu takip ederken, Ramsy’de yol gösteren
Achube’yi takip etmeye başlamıştı. Kulübeye vardığında yavru köpeklerin olduğu
tahta kutuyu sıkıca tutuyor ve Achube’nin aydınlattığı yolda onu takip
ediyordu.
“Düşünüyorum da hain neden sizi çok iyi tanıyor olmasına rağmen ihanet ediyor?”
dedi. Achube onun sorusuna cevap verebilmeyi çok isterdi. “Bilmiyorum, keşke sana
cevap verecek kadar zeki olsaydım.” Ramsy onun yanına doğru birkaç adım
atmıştı. “Cevap verememek insanı aptal yapmaz. İdeoloji dediğin şey yüzünden
değil anlaşılan. Düşünelim beraber.” Dedi. Achube gülümsemişti. Yürümeye devam
ederken anne köpek kulübeyi ondan önce bulmuştu ve havlayarak onları çağırmaya
başladı. Ramsy karanlıkta seçilebilen küçük kulübeye bakıp Achube’yi takip
etmeye devam etmişti.
“Belki de o tehdit ediliyordur. Tıpkı Bayan Nuna’nın tehdit edilmesi gibi. Bu
durumda olabilecek kişiler var mıdır? Çok yakınınız olan, seni, onları iyi
tanıyan?” dedi. Achube başını iki yana
sallamıştı.
“Bilmiyorum. Yani planlar çok kişiye ulaşır ve çok kişi olanlardan haberdar
olur.” Dedi. Ramsy ona bakıp kaşlarını çatmıştı.
“Milos ile olan şeyimiz. Yani onu bilen çok kişi yoktu. Pansiyondaki kişiler
ve…” duraksamıştı.
“Yüzbaşı Dejan.” Dedi. Ramsy ona bakıp kalmıştı.
“O değildir. Onun olması mümkün değil Achube. Sen o adama güveniyorsun ve
seviyorsun.” Dedi. Achube kapıyı açıp içeri doğru girmişti. Ramsy hemen
ardından girip yavruları kapıya yakın annenin girebileceği boşluğuna yanına
bırakmıştı. “Sorunda kim olduğunu bilmediğimiz için herkes birbirine şüphe ile
yaklaşıyor. Yüzbaşı benimle konuşmadı bile. Sadece kardeşine güvenmesini
anlıyorum.” Demişti. Ramsy onun gerginliğini hissediyordu.
“Tamam böyle olmayacak düşünmeyi bırakalım. Hain kim bunu bulmak için daha iyi
bir plan lazım. Şimdilik sadece bırakalım ve kime güvenebileceğini söyle bana.”
Dedi. Achube ona bakıp kalmıştı. Ramsy gülümseyip fenerin konulduğu ufak yamuk
masanın yanındaki boşluğa konulmuş eski çuvallara doğru yürümüş ve olduğu yere
çöküp bir sigara yakmıştı.
“Bir şeyler beni rahatsız etmeye başladığında her zaman eski çiftliğin
arkasındaki at ahırının orada ki ufak odaya gidip oturur ve biraz dinlenirdim.
Bazen kafam karışırdı. Senin de kafan karışık durumda ve korkuyorsun. O yüzden
gel yanıma otur.” Demişti. Achube onun yanına oturup sırtını tahtalara doğru
yaslamıştı. Anne köpek içeri aralıktan girip yavrularını emzirmek için onlara
kurulan yere yavrularını taşımış ve yatmıştı. Achube sessizce anne köpeği
izliyordu. Ramsy ise onun gergin ruh hali yüzünden titreyen yüzünü.
“Belki de Teğmen Dejan en masum olan. Hiçbir şeyden haberi yoktu ve olanlara
hakim bile değil. Onunla bir fikir birliği yapmak ister misin?” dedi. Achube
ona doğru çevirmişti başını. Dizlerini büküp göğsüne doğru çekmişti.
“Olabilir, Milos’a güvenmeli miyim?” dedi. Ramsy başını sallamıştı.
“Güvenebilirsin. Tuhaf birisi ama o yalan söylemez. Ve eğer birisi onun için
değerli ise zarar görsün istemez.” Achube başını sallamıştı.
“Gün doğduğunda onlarla konuşmalıyım.”
“Üst teğmen Orgraf? O sonuçta diğer yüzbaşından hamile…”
“Yok hayır, Emma olamaz. O olsaydı şu an ölmüş olurduk. Emma karnındaki varlık
için bu riski aldı. Doğacak olan çocuğunun ya da çocuklarının ileride mutlu
olmasını istiyor.”
“Babalarının ölümüne yardım ederek mi?” Achube bunu duyunca bir an kalmıştı.
Emma gerçekten de sevdiği adamın ölümünü istiyordu.
“Onun hikayesi bambaşka.” Demişti. Ramsy iç çekip külünü çırpmıştı.
“Sadece merak ediyorum, o ve nişanlısı, anlaşamaz mıydı? İstese onun yanında
olsa çocukları için iyi bir gelecek olmaz mıydı?” dedi. Achube başını iki yana
sallamıştı.
“Emma hamile kaldığını öğrendiğinde çok geç kalmıştı. Lows’un yaptıklarını
öğrenmiş ve kaçmak istemişti. Kendi askerini infaz eden birisinden korkmuştu.
Ama kaçacak yeri yoktu. Bana geldi ve ona yardım etmemi istedi. Lows normal
birisi değil. O saplantılı ve korkunçtur. Emma her şey yolunda gibi davranmak
için çok uğraştı. Onunla iyi geçinmek için çok çabaladı. Eğer anlasaydı onu ve
çocuğunu öldürürdü. Emma’nın ailesini bir gecede katlederdi. Lows sanıldığı
kadar normal birisi değil Ramsy.” Achube bunları söyleyip yorgunca ellerini
yüzüne sürüp başına doğru çekmişti. “Her şey alt üst oldu. Laboratuvar,
silahlar, destekçiler… her şey mahvoldu ve kurtarmak için ne yapacağımızı
bilmiyoruz. General Huxe buraya geldi çünkü ne yapacağını o da bilmiyor.” Ramsy
kolunu onun omzuna doğru atıp onu kendine doğru çekmişti.
“Sadece düşünmeyi bırak. Üzün titriyor ve sanki boğazını birisi sıkıyor gibi
davranıyorsun. Bir süreliğine bu kulübede düşünmeyi bırak.” Dedi. Achube onun
göğsüne doğru yaslanmıştı. Gözlerini kapatmıştı.
“Yardım etmek istiyorum. Bir şeyi gözden kaçırıyorum. Bunu bulmam gerek.” Demiş
ve susmuştu. Ramsy onu daha sıkı kendine doğru çekmişti. Achube onun ne yapmak
istediğini anlıyordu. Ramsy onu sakin tutmak ve dinlenmesini için bir ortam
sağlamaya çabalıyordu. Bu anı mahvetmemek için duraksamıştı. Sesleri,
düşünceleri kapatmıştı. Hain kim bilmiyordu ve bulamıyordu ama Ramsy onlardan
birisi değildi.
Haini arayan sadece o değildi. Bir ihanetçi
olduğunu Milos uzun süredir biliyordu. Bilgi sızdırılmasını fark ettiğinden
beri herkesi sessizce soruşturuyordu. Odada otururken bir yandan General Huxe
ve Yüzbaşı Dejan hakkında düşünüyordu. Pencereye doğru dönmüştü.
“General Huxe kendini toplamaya başlamış.” Andrjez içeri girerken konuşmaya
başlamıştı. Milos ise sakince ona doğru dönmüştü.
“Bir süredir bir şeyleri araştırıyorum. Ve son zamanlarda aklıma bir konu
takıldı. Abinin hayatında birisi mi var?” dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Ne
diyeceğini bilemeden öylece kalmıştı.
“Bilmiyorum. Varsa da bunu söylemez.” Dedi. Milos gülümsemişti.
“General Huxe kimseye söylemediği bir kıza sahip. Kendi kızı. Soy adını taşıyan
ve kuzey cephesinde hemşirelik yapan birisi. Perna Huxe. Perna annesinden uzak
büyümüş. Generalin işinin yoğunluğu sürecinde ablası saydığı birisi tarafından
büyütülmüş. Bizden küçük bu kız.” Andrjez onun anlattığı olayı dikkatle
dinliyordu. “Onu yetiştiren kişi hava kuvvetlerinde kıdemli Yüzbaşı Nikota
Oslow. Otuz yaşına yaklaşmış güzel bir kadın. Esmer ve sert yüzü var. Ama
önemli olan onun kraliyet soyundan gelmesi. İmparatorun kuzenin kızı olarak
biliniyor. Bu kişi aynı zamanda General Huxe imparatorun kuzeni ile arasının
samimi olması dedikoduları var. Yani Oslow ve Huxe arasında her ne olduysa bu
iki kız, kardeş gibi büyümeyi kabul etmiş.” Andrjez yatağa oturup ona bakmaya
başlamıştı.
“Bunun abimin ilişkisi olup olmaması ile alakası ne?” dedi. Milos gülümseyip
ona doğru dönmüş ve yanına doğru yürümüştü.
“Yüzbaşı Dejan ve Yüzbaşı Nikita manastırda ilk sene tanışıyorlar. Henüz
öğrenciyken. Ve ikisinin yakın olduğunu düşünüyorum. Çünkü Yüzbaşı Nikita
piyade olmaktansa havacı olmak istediğinde bile hala ikisinin çok sık ortak
ders almayı tercih ettiğini söylediler. Abin Yüzbaşı Nikita ile birlikte
olabilir.” Dedi. Andrjez hala anlamamış halde ona bakıyordu.
“Bundan ne sonuç çıkartmalıyım.” Dedi. Milos onun kucağına doğru oturmuştu.
Kollarını boynuna doğru sarıp yüzüne doğru yüzünü yaklaştırmıştı. “Sadece
düşünüyorum, General Huxe hakkında biraz daha araştırma yaptıkça onun geçmişinin
karanlığı benim hain konusunda fikir edinmemi sağlıyor.” Dedi. Andrjez ona
bakıp kalmıştı. “Haini bulmam gerek. Her kimse bizi tanıyor ve içimizde. Onu
bulamazsak kurduğumuz her şey yıkılıp gidecek. Bombardıman ve güney
laboratuvarı başlangıçtı. Daha kötüleri olacak.” Dedi. Andrjez ona bakıp
kaşlarını çatmıştı.
“Her kimse abimi kandırıyor olmalı. Şimdi anladım.” Dedi. Milos başını yavaşça
sallayıp onun omzuna doğru koymuştu. “Onu bulabilirim. Uzun sürer ama onu
görebilirim. Zamanda kayarak…” Milos bunu duyunca ona görmek için doğrulmuştu.
“Abinin geçmişine bakman gerekecek. Bunu tek başına yapmak istemezsin.” Dedi.
Andrjez onun beline sarmıştı kollarını. “Sorun değil. General Huxe ve karanlık
geçmişi konusunda haklı olabilirsin. Ona gücümü göstermek için hayatta en
korkunç suçunu gösterdim. Ve bu kadar sarsıldığına göre belki de doğru
söylüyorsun. Ama neden o da haini aramak için General Donowan’ı suçlasın ki?”
dedi. Milos iç çekmişti. “Bilmiyorum.
Belki de ona senin de hoşlanmadığın bir kurban gerekiyordu. Bunu anlamaya
çalıştıkça çıkmazla karşılaşıyorum.” Dedi. Andrjez onun belini daha sıkı
kavramıştı.
“Acube’de haini arıyor. Onunla da konuşup doğru hedefi taramamız gerekecek.”
Milos bunu onalar şekilde başını sallamıştı. “Evet, sabah onunla konuşmalısın.
Bunu kimse bilmemeli. Araştırıldığını öğrenmemeleri için çok uğraştım.” Dedi. Andrjez
başını sallamıştı.
“Kimse bilmeyecek.” Demişti. Milos gülümseyip ona daha sıkı sarılıp geriye doğru
düşecek şekilde onu iteklemişti.
“Uyuyalım.” Demişti. Andrjez onun hareketlerinden gecenin daha renkli geçmesini
ummuştu. Ama Milos’u zorlayacak değildi.
“Tamam. Üstümü çıkarmam gerek. Kalkacak mısın?” demişti. Milos başını onun
omzuna doğru gömmüştü. “Hayır. Üstünü neden çıkarıyorsun? Yıkandığında
değiştirdin.” Demişti. Andrjez onu sıkıca sarıp birden ayağa kalkmak için hamle
yapmış ve hiç zorlanmamıştı. Değişen şey düşünceleri değildi sadece. Bedeni hiç
olmadığı kadar güçlüydü. Milos onun kalkması ile başını kaldırmıştı. “Gün boyu
etrafta dolaşıp durdum. Kıyafetlerim kirlim. Seni yatıralım.” Demiş ve eğilip
onu yatağa koymuştu. Milos ona bakıp kendini yumuşak yatağa bırakmıştı. Andrjez
kemerini ve gömleğini çıkarmıştı. Daha sonra pantolonundan kurtulup onlara gece
için verilen pijamaları giymek istemişti. Tişört olmamış altına giydiği şey ise
onun için paçaları oldukça kısaydı. Milos ona akıp gülmüştü. Geri başını
yastığa doğru bırakmıştı.
“Çıplak mı yatayım?” demişti Andrjez. Milos gözleri kapalı gülümsemişti. “Fark
eder mi? Daha önce görmediğim bir şey varsa…” Milos yatağa oturan Andrjez’in
yarattığı ağırlığı hissetti.
“Uğraşma gel yat uyu. Sabah işimiz var.” Demişti. Andrjez yatağa doğru
tırmanırken Milos gözlerini açmıştı.
“Işığı kapatmayacak mısın?” dedi. Andrjez olduğu yerde kalmıştı.
“Açık kalması sorun olur mu?”
“Hayır ama misafiriz ve doğru olmaz diye…” Andrjez homurdanarak geri
ayaklanmıştı. Dar gelen kıyafetler onu komik gösteriyordu. Işıkları söndürüp yatağa
gelmişti. Gecenin geri kalanında Milos için rahat bir gece olsada Andrjez’in
gözüne uyku girmemişti. Gün doğmaya yakın Milos yattığı yerde sıçramıştı. Eli Andrjez'in olması gerektiği yerdeki boşluğa gitmişti. Pencerenin orada duran eski koltukta
Andrjez’i otururken görmüştü. Sigara dumanı içeri dolan son ay ışığında
dağılıyordu. Milos doğrulup ona bakmıştı.
“Uyandın mı?” demişti Andrjez başını ona doğru çevirmişti. Milos öksürüp
doğrulmuştu. “Boğazım kurumuş.” Dedi. Andrjez sigarasını söndürüp ayağa
kalkmıştı. Kenarda duran sürahiden biraz su doldurup yatağın yanına gelmiştim.
Milos suyu içip geri bardağı uzattığında Andrjez onun yanına oturmuştu.
“Ateşin mi var?” dedi. Milos başını iki yana sallamıştı. Andrjez elini onun
alnına koymuş ve bir süre beklemişti. Milos yorgun gözlerle ona bakmıştı. “Var
mı?” Andrjez başını sallamıştı. “Var, yükselmeden düşürelim. Bekle beni. Biraz
su ve havlu alıp geleceğim.” Demişti. Çözüm o kadar kolay değildi. Sabaha kadar uğraşmıştı ama Milos’un ateşi
düşmek yerine yükselmişti. Andrjez çözüm bulamayınca Nuna ve Emma’nın kapısını
çalmıştı. Sabah olmak üzereydi ve Nuna uyku sersemi uyanıp onunla konuşmak için
kapıyı açmıştı.
“Neler oluyor?”
“Nuna rahatsız ediyorum ama birisinin ateşini düşürmek için ne yapılabilir?
Milos’un ateşi yükseliyor ve ne yapacağımı bilemedim. Doktoru uyandırmak
istemeyince…” Emma yattığı yerden doğrulmuştu.
“Islak havlu koydun mu?” demişti uykulu halde. Andrjez ona bakıp başını
sallamıştı. “Evet, ama pek etkili olmadı. Emma ayağa kalkmıştı. Sabahlığını
giyip yürümeye başlamıştı.
“Milos uyanık mı?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. Emma karnını tutup kapıdan
çıkmıştı. Milos’u görmek için odaya yürümüştü. İçeri girince ışığın açık
olduğunu görmüştü. Milos yatakta yatıyordu. Üstü açık ve üstüne ıslak havlular vardır.
Emma karnını tutarak yanına gidip oturmuştu. Elini Milos’un yanağına sonra
göğsüne doğru koymuştu.
“İlaçlarını aldın mı?” dedi. Milos gözlerini aralamıştı. Kan çanağına dönmüş
gözlerini Emma’ya dikmişti. “Yanımda değil.” Demişti. Emma onun ateşinin
düşmesi için ilaçlarına ihtiyacı olduğunu biliyordu. Başka bir yol bulmak için
düşünmeye başlamıştı. “Susadım.” Demişti Milos doğrulurken. Emma kenarda duran bardağı
alıp ona vermişti. Milos derin derin nefes alıp ona bakmış ve istemsizce
gülümsemişti. “Karnın çok daha şişkin.” Demişti. Emma gülümsemişti. Elini tutup
karnına doğru koymasını sağlamıştı. “Az kaldı. Sabırsızlar ve doğmak için
sürekli karnımı tekme atıyorlar.” Dedi. Andrjez onlara bakıp kalmıştı. Milos
Emma’nın karnındaki eline bakıp gülümserken yüksek ateşten kızaran yanakları
daha çok kızarmıştı. “Keşke işler farklı olsaydı ve onlar babasının yanında
doğsaydı Emma. Bunun için üzgünüm. Seni bu işe sürüklediğim için üzgünüm.”
Dedi. Dolan gözlerini boştaki eli ile silmişti. Emma ona bakıp gülümsemişti.
“Ateşini düşürmemiz gerek.” Demişti. Kapıda dikilen Andrjez’e dönmüştü.
“Aşağı mutfakta ufak dolapta ateş düşürücü olmalı. Ondan verelim biraz. Bayan
Nuna siz…” Nuna hareketlenmişti. “Ben hallederim. Bulamaz Andrjez. O suyu
değiştirsin.” Demiş ve aşağı inmişti. Milos’un ateşi gün doğduğunda düşmüş
gibiydi ve uyumasına yardım edecek ağrı kesiciler sayesinde derin bir uykuya
dalmıştı. Emma hemen yanında oturuyordu ve elini tutuyordu. Andrjez bir sigara
yakıp pencereye yönelmiş ve aralayıp içmeye başlamıştı. Emma ona bakıp iç
çekmişti.
“Andrjez, içimizde bir hain olduğu doğru mu?” dedi. Andrjez bir anlığına bakıp
ona kalmıştı. Emma nefesi daralmış halde iç çekmişti. “Ben bu yola girerken çok
şeyden vaz geçtim. Birileri bu vaz geçtiklerimin sonucunun kötü olmasına neden
olacaksa buna izin vermem.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. Emma Milos’un elini
yavaşça yatağa doğru bırakmıştı. Ayağa kalkıp elini beline koymuştu. “Birisi
var mı aklında? Bir şeyler konusunda yardım etmek…”
“Gebeliğinin son zamanlarındasın. Seni riske atmak doğru olmaz. Bu işi biz
hallederiz. Merak etme.” Dedi. Emma ona bakıp buruk bir ifade ile gülümsemişti.
“Çocukluğumdan beri onu çok sevdim. Hep, Altais ile tanıştığında onunla ilgili
kurduğum hayallerin asla gerçek olmayacağını anlamıştım. O hep benim için
etkilendiğim birisi olmuştu. Zamanla onu nasıl sevdiğimi anladım. Ben onun gibi
olmak isterdim. Dikkat çeken, sevilen ve her zaman olmak istediği kişi olabilen
birisi. Sonra Abiel ile tanıştım. Ve bana karşı olan nezaketi, sevgisi hep beni
mutlu etti. Bana özel hissettirdi. Yaşadığım şeyden pişman değilim. Hiçbir
zaman olmadım. Doğuracağım çocuğun ondan olmasından da utanmadım. Ama benim
dünyama ait olan insanların canını yakıyordu. Ve ben öyle birisini hayatımdan
çıkarmak istedim. Kendim için değil ama sevdiğim insanları korumak için bunu
yaptım.” Andrjez ona bakıp kalmıştı. Emma gülümsemişti. Onun tam karşısında
duruyordu. “Bir şeyler bildiğinin farkındayım. Ama sessiz kalmak istiyorsun.
Bunun elbette bir sebebi vardır. Fakat bazen sevdiğimiz birileri zarar
görüyorsa bizim için değerli olan birisinden vaz geçmemiz gerekebilir.” Andrjez
dün geceden beri bu konu üzerine gitmişti. Kafasındaki bulanıklık onu
yoruyordu. Emma sancı ile dişlerini sıkmıştı.
“Milos’un ateşi yükselirse bana haber ver. Biraz uzanacağım.” Demişti. Andrjez’in
gözlerinden bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyordu. Hainin kim olduğunu bildiğinden emin değildi
ama bunu seziyordu. Andrjez’in müdahale
edip etmeyeceğinden emin olamıyordu. Onu söylemeye zorlayacak değildi. Sadece kime
güveneceğini bilmiyordu artık. Şu an hayatında ona destek olan kişi çok olsada
onu dinleyen kişi yoktu. Milos’un aylar önce dediği şeyleri kafasından
silemiyordu. “Doğacak çocuğun için dünyayı değiştir Emma. Bunu başkası için
yapma.” Bu sözleri duyduğu günden beri unutamamıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder