Kayıp Masallar 3 (25. Bölüm)
Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?
Sancılar
Sabah kahvaltısı için aşağı toplanmışlardı.
Achube aşağı inmeden Andrjez’i üst katta yakalamıştı. “Bir konuda konuşmamız
gerek.” Demişti. Andrjez ona bakıp kaşlarını çatmıştı. Elini Achube’nin omzuna
koymuştu. “Biliyorum. Hain konusunda konuşmak istiyorsun ama endişelenme. Bulacağım.”
Dedi. Achube onun yüzüne bakıp kalmıştı. “Sabaha karşı sizin ışıklar yanıyordu.
Bir sorun mu var?” dedi. Andrjez ona bakıyordu. Uyumadığı solmuş ve çökmüş
gözlerinden belliydi. “Milos’un ateşi yükselmişti. İlaçları yanında değilmiş.
Onunla uğraştım.” Dedi. Ramsy odadan çıkınca ikisiyle göz göze gelmişti. Bir
süre sessizlik olmuştu. Andrjez hala Ramsy ile arasını soğuk tutmak istiyordu.
Ramsy onu vurmaya çalıştığını biliyordu. Nuna ona bunu söylemişti.
“Günaydın Teğmen Dejan.” Demişti. Andrjez ona bakıyordu. Achube ise ikisi
arasındaki gerginliği hissediyordu.
“Neyse, gidip abimle konuşmam gerek.” Dedi. Achube onun yolunu kesmişti.
“Ramsy sana günaydın dedi. Cevap vermek istersen nezaketen…” Achube soğuk bir
yüzle önce Achube’ye sonra Ramsy’e bakmıştı. Bir şey demeden Achube’nin
yanından dolaşıp aşağı inmek için merdivenlere yönelmişti. Ramsy öylece dikilip
kalmış olan Achube’ye bakıyordu.
“Bunu yapmamalısın. Teğmen Dejan için ben çok kolay seveceği ya da göreceği
birisi değilim. Duruma anlayış göstermek benim tercihim. O yüzden kendini öne
atma Achube.” Dedi. Achube iç çekmişti.
“Geldiğimiz günden beri seni görmezden gelip adam yerine koymuyor. Bu rahatsız
etmiyor mu* Andrjez burnu havada bir piç gibi davrandıkça onu zorlamaya devam…”
“Adamın âşık olduğu adamla yatıyordu neticede. Sen Achube ile yatsa Andrjez’e
sinirlenmez misin?” Ses ile irkilmişlerdi. Nuna sırıtarak onlara bakıyordu.
“Resmen bir kitabın içinde gibiyim. Daha ne olabilir diyorum ve tanrı beni
şaşırtmaya devam ediyor.” Diye eklemişti Nuna yaslandığı kapıdan doğrulup
onlara doğru yürürken. “Ramsy bana biraz temiz su getirir misin aşağıdan?” demiş
ev onu aşağı gönderince Achube’nin kolunu tutup onu odaya doğru sürüklemişti.
“Andrjez şehre giderken onunla gitmen gerek.” Dedi. Achube ona bakıyordu. Nuna
ise bir süre olduğu yerde düşünmüş ve iç çekmişti. “Neden?” dedi Achube. Nuna hemen
cevap vermek için ağzını aralamıştı ki içeri giren kişi ile irkilmişlerdi. General
Huxe ile göz göze gelmişlerdi.
“İlaçların yerini biliyorsundur. Ne kullandığını. Onun için. Teğmen Dejan
bilemez. Zaman kaybetmeyin diye.” Demiş ve hemen oradan ayrılmak için
hareketlendiğinde General Huxe onun yolunu kesmişti.
“Zeki kadınları gözünden tanırım ben. Onların gözlerinde hırs değil bir amaç
vardır. Üst Teğmen İllarea bize müsaade edin de bu hanım efendi ile konuşayım.”
Demişti. Nuna hayatı hep sapaklara girip boşlukta salınan bir insan olmasına
rağmen bir dâhiydi. Farklı düşünür ve her şeyi gözlemlerdi. Olanlardan, ufacık
mimiklerden ve hareketlerden hemen bir çıkarım yapardı. Yalnız kalmayı öğrenmiş
ve hayatın en çirkin pis yönünü görmüştü. General Huxe ona bakıyordu. Genç bir
kadındı. Eti sıkı, fiziği güzel, yüzü dikkat çekici derecede hoştu. Ama
bakışları insanı ürkütüp kaçıracak kadar ateş saçıyordu. Yumuşak kıvrımlı
dudakları gülümserken arkasında saklanmış dişlerini sıkıyordu. Sarı saçlarının
döküldüğü omuzları ne kadar dik ve zarif dursa da nasırlanmıştı yük taşımaktan.
“Biz kadınlar, her zaman temizlik yapmaya mahkûm
varlıklar olarak görülüp durduk. Erkeklerin, çocukların, yaşlıların herkesin
pisliğini temizlemek için evlere kapatıldık ve nadiren göz önüne çıktık.
Eskiden dünya böyle miydi diye düşünüp duruyorum. Antik ve o masalsı topluluklardaki
kadınlarda bizim gibi miydi diye düşünüyorum? Sence öyle midir?” General Huxe
ona odada karşılıklı duran koltukları göstermiş ve yürümüştü. Nuna onun karşısına
geçip oturmuştu.
“Orduya ne zaman katıldığımı hatırlayamayacak kadar uzun zaman oldu ama neden
katıldığımı hatırlıyorum. Babam beni evlendirmek istediğini henüz ben ilk defa
kanayıp bir kadın olmaya hazır olduğumda söylemişti. Korku içinde kalmıştım.
Kabuslar görmüş ve bir erkeğin himayesinde olmaktan tiksinmiştim. Hala bana
tiksinç gelir. Ama ordu güçlü bir üniforma ve bana aklımı kullanmak için fırsat
verdi. Orduda ilk defa general rütbesi alacak kadar yükselen tek kadın olmak
ise bu gücüme güç katar sandım. Ama yanıldım ev bir kadının kaderi ile karşı
karşıya kaldım.” Demişti. Nuna onu sessizce dinliyordu. “Yine bir avuç aptal
erkeğin sıçıp batırdığı işleri temizlerken kendimi buldum. Hala lanet olası
önlerindekini nereye sokacağını şaşırmış aptalları temizleyip doyurmak ve mutlu
etmek için buradayım.” Demiş ve dişlerini gıcırdatmıştı. Nuna birden geriye
doğru yaslanıp bacak bacak üstüne atmıştı.
“Üzüldüm.” Demişti. General Huxe ona bakıp kalmıştı.
“Yaptığım işe ve başıma gelenler değil mi?” dedi. Nuna başını hayır anlamında
sallamıştı.
“Peki ya neyime üzüldün?” dedi. Nuna gülüp etek cebinden sigara tabakasını
çıkarıp ona ikram etmiş ve sonra kendisi de alıp sigarasını yakmıştı. “Kendi
arzunuzda girdiğiniz ve olmak istediğiniz olmanıza rağmen kendinizi hala birkaç
erkeğin gözünden görüp değerli hissetme çabanıza. Özgür bir kadın ve size
yüklenen sorumlulukların aksinde davranmaya çabalamışsınız ama hala onların
takdiri için uğraşıyorsunuz. Sırf size hain damgası vurmak korktuğunuz ve
iktidarınızdan emin olmadığınız için bir grup adamın başına çavuşluk yapmaya
geldiniz. Ki bana general olduğunuzu söylediniz. İlk kadın general.” Dedi.
General Huxe ona bakıp kalmıştı. Nuna onu baştan aşağı süzmüştü.
“Erkekler kadınlar gibi değildir. Onlar kompleksli düşünmezler genelde. Dümdüz
ve üç renk vardır hayatlarında. Siyah, beyaz ve gri. O üç şey onlar için
sınıflandırmaya yeter her şeyi. İstisnalar vardır ama net olan budur. Üç renk
ve üç cevap, evet, hayır ve bilmiyorum. Özellikle bir köpek eğitir gibi eğittiğiniz
askerlerinizden söz ediyorum. “demişti. General Huxe ona bakıyordu. Gri
gözlerinde bir karanlık vardı. Nuna ise oldukça soğuk bakıyordu ona.
“Benimle Milos hakkında konuşmaya geldiğinizi biliyorum. Sizin kendi kadın
gücünüzün ispatını dinlemeyeceğim. Açık ve net olarak söylüyorum, Andrjez’i
kendi tarafınıza çekmek için Milos’u kullanmayın. Andrjez tehdit edilmekten
hoşlansaydı en başından onu teslim alırdınız. Bunu yapacaksanız ona kaybetmekle
değil kazanmakla motive edin.” Demişti. General Huxe gülmüştü.
“Zekisin, gerçekten çığır açacak bir kadınsın. Buna rağmen bir fahişe olmak…”
“Mesleğimi aşağılayacaksanız sizin de benden farkınız yok. Sert konuşmamı
isterseniz ben yaladığım şey için para alıyorum siz ise sadece kurşun.”
Demişti. General Huxe bir kahkaha atmıştı.
“Doğru, bunun için üzgünüm. Sadece harcanmak beni üzdü.” Dedi. Nuna ona bakıp
sigarasını kenarda duran çiçek saksısına basmıştı. “Harcanmak için bozulmak
gerek General Huxe. Ben bozulduğumu sanmıyorum. Ruhumda hep heyecan arayan bir
orospu vardı. Hala öyle. Size bol şanslar. Benim verdiğim bir sözüm var ve bunu
yerine getireceğim.” Demişti. General
Huxe birden ayağa kalkmıştı.
“Andrjez Dejan’a verdiğin söz mü?” dedi. Nuna ona omzu üzerinden bakıp
gülümsemişti.
“Hayır, tanımazsınız. O yüzden isimler sormadan ben size söyleyeyim. Roy, oğlum
olur kendisi.” Demiş ve odadan çıkmıştı. Achube’yi bulmak için hemen aşağı
inmişti. Bahçeden odun almaya gittiğini öğrenince hemen üstüne hızla bir şal
geçirip dışarı çıkmıştı. Onu odunluğun orada sepete odun toplarken görüp hemen
yanına gitmişti. Ramsy oradaydı. Nuna odun toplayan Achube’nin hemen önünde
dikilmişti.
“Andrjez hain kimse onu öldürebilir. Onu sorgulamak istiyorsan onunla git.
İlaçları bahane et bir şey yap git. Onun bir yanlışı birçok kişinin hayatına
mal olabilir. Hainin kim olduğunu biliyor. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak
istiyorsan gitmeden onlarla arabaya bin.” Dedi. Achube ona bakıp kalmıştı. Nuna
ise kararlı duruyordu. “Bayan Orgraf yani Emma’da Andrjez’in haini bildiğinden
şüpheleniyor. Hain varsa bir tane olmayacaktır. Onu öldürmek sadece işimizi
zorlaştırır.” Dedi. Achube elindeki odun sepetini bırakıp doğrulmuştu.
“Bu durum neden seni bu kadar ilgilendiriyor?” dedi. Nuna ona doğru bir adım
katıp kaşlarını çatmıştı. Yüzü havadan daha soğuk bir hal almıştı. “Oğlum için.
Eğer sizin bu iktidar savaşını bizim tarafımızda son vermezse ben bir daha
oğlumu göremem. Şimdi arabaya binmek için toparlanmadan gidip yüz başını ya da
başkasını ikna et. En kötü General Huxe denilen kadına durumu anlat.” Demişti. Achube
hemen ön verandanın baktığı bahçeye doğru yönelmişti. Ramsy ise dikilen Nuna’ya
bakıyordu.
“Amacınızı anlayacak kadar zeki olduğumu sanmıyorum Bayan Nuna ama sizin boş
yere birini bir yere göndereceğini sanmam.” Dedi. Nuna ona bakıp gülümsemişti.
“Merak etme Ramsy sen hepsinden daha zeki ve dikkatlisin. Emma yorulmuş olmalı
gidip Milos’a bakayım. Sende soğukta oturma.” Arkasını dönmüş gidecekken
hatırlayıp dönmüştü. “Bir şey daha var.” Dedi. Ramsy ona dikkatle bakıp
gülümsemişti. “Andrjez hala senin Milos’u etkileyecek kadar yakışıklı olduğunu
düşünmese muhtemelen sana tavır almazdı. Sadece korkuyor. Ona zaman vererek en
doğrusunu yaptın.” Dedi. Ramsy buruk bir ifade ile gülümsemişti.
“Bayan Nuna, hayatta her zaman dümdüz gittim ben. İlk defa yokuş çıkıyorum. Siz
olmasanız muhtemelen asla cesaret edip…”
“Bunu şimdi yapmayalım Ramsy. Ben bir şey yapmadım. Sadece zaman ve doğru yerde
olmakla ilişkili bir olay bu. Ayrıca Achube gerçekten zeki ve çekici birisi.
Onunla karşılaşınca seni cesaretlendirmiş olmalı.” Demiş ve gülmüştü. Yukarı
çıktığında Emma’yı Milos’un odasında oturmuş cama bakarken görmüştü.
“Odana gidip dinlensen iyi olur. Doğumuna az kaldı. Kendini yormaman gerek.”
Dedi. Emma ona bakıyordu. Elini karnına koymuştu. “Orada canım sıkılıyor.”
Demişti. Nuna onun karşısındaki sandalyeye oturup elini Emma’nın karnına koymak
için öne doğru eğilmişti. Emma onun elini koyması için kendi ellerini çekmişti.
“İlk hamile olduğumu öğrendiğim gün o kadar
çok korkmuştum ki ondan kurtulmak istemiştim. İçimde büyüyen şey benim için bir
günahın kanıtıydı. Utancın sebebi olacak diye o kadar korkmuştum ki klinikten
çıkınca olduğum yere çöküp ağlamaya başlamıştım. Sonra onun içimde büyümesi ve
benimle büyümesi hoşuma gitmeye başlamıştı.” Nuna bunları söylerken
gülümsüyordu.
“Oğlun, onu özledin değil mi?” dedi Emma elini onun elinin üstüne koymuştu.
Nuna başını usulca sallamıştı.
“O olmasa hayata tutunamazdım. Kendime bir amaç bulamazdım. Anne olmak sadece
bir çocuğu içinde büyütmek değil. Onu dışarı çıkarmak için acı çekmekte değil.
Anne olmak onun için yaşamayı ve onun için bir şeylere katlanmaktır. Sen çok
güzel bir anne olacaksın Emma Orgraf. Onlar için yaptığın fedakarlıkları
bilmeseler bile bunu hissediyor olmalılar.” Dedi. Emma dolmuş gözlerini silmek
için ellerini çekmiş ve yutkunmuştu. Nuna doğrulup ona bakmıştı.
“Hormonlar insanı mahvediyor. Sorun yok.” Demiş ve küçük kahve masasının
üstündeki mendili ona uzatmıştı. Emma gözlerini kurulayıp derin bir nefes
almıştı.
“Andrjez ve diğerleri yola çıktı mı?” konuyu değiştirmek ve toparlanmak için
ciddileşmişti.
“Arabayı hazırlıyorlar. Çoğu şehre dönecek gibi.” Emma usulca başını
sallamıştı. Gözü Milos’un kıpırdanışına kaymıştı. Nuna oraya bakmak için başını
çevirmişti. Milos yavaşça doğrulmuş ve gözleri yarı açık onlara bakıyordu.
Sabah doktorun karısı bir serum hazırlamıştı. İçinde morfin olan serum
ağrılarını bastırmış ve ateşi neredeyse normale dönmüştü.
“Kendini yorma.” Demişti Nuna oturduğu yerden kalkarken. Milos koluna bağlı
seruma ardından onlara bakmıştı.
“Andrjez?” demişti. Emma oturduğu yerden sandalyenin kolçaklarından destek olup
kalkmıştı.
“Aşağıdalar. Kalkmamalısın.” Dedi. Milos üstündeki ince örtüyü kenarı doğru
atmıştı.
“Tuvalete gitmem gerek.” Demişti. Serum iğnesini çıkarmak yerine kenarı asılmış
serumu çıkarıp almıştı. Nuna onun yanına
koşup serumu elinden almıştı. Yürümesen iyi olur. Burada lazımlık var. Onu
getirelim.” Dedi. Milos ona bakıyordu. Yüzünde ifade yoktu. Bembeyaz ve
solgundu. Bir süre ona bakmış ve öğürtü ile öne doğru eğilmişti. Midesindeki su
ve asitle karışık kusmuk Nuna’nın ayaklarına doğru boşalırken Milos olduğu
yerde öne doğru eğilip kalmıştı. Panikle geri doğrulmuştu.
“Tamam, oturtalım seni. Gidip bez ve su alacağım. Bir yere kıpırdama.” Demiş ve
üç çengelli uzun sopanın olduğu yere serumu geri asmıştı. Milos midesindeki
bulantıyı hala hissediyordu. Emma ona doğru yavaş adımlarla gelip kusmuğa
basmadan diğer taraf dolaşıp sehpadan aldığı suyu ona doğru uzatmıştı.
“Korkacak bir şey yok. Bende uzun süre uyanır uyanmaz kusup durdum. Oluyor
böyle şeyler.” Demişti. Milos acı çekmesine rağmen gülmüştü.
“Senin içindeki şey bebek. Benim içimde ise bir hastalık var.” Dedi. Emma onun
suyu içmesine yardım ederken gülümsemişti.
“Çok farkları yok. İkiside hayatımızı bir noktada felç ediyor.” Demişti. Nuna
hemen oraya gelmiş ve temiz havlu ile Milos’un yüzünü silip kusmuk sıçrayan
üstünü silmişti. Onu temizleyip geri yatırmışlardı. Emma ona temiz bir kıyafet
giydirmiş ve düğmelerini iliklerken Nuna yeri çoktan temizleyip doğrulmuştu.
“Karnın aç mı? Aşağıda çok güzel yumurta ve pastırma vardı.” Dedi. Milos başını
sallamıştı. “Midem hala bulanıyor. Bir şey yemek istemiyorum.” Demiş ve
temizlenmiş yere doğru bakmıştı. “Bayan Nuna, size sorun çıkarttığım…”
“Bunu yapacak mısın Bay Roluge? Gerçekten şu halinle bi beyefendi gibi özür
dileyip af dilenmene gerek yok.” Deyip dolu kovayı alıp kapıya yönelmişti. O
çıkarken merdivenlerden çıkan Andrjez’i görmüş ve ona doğru dönmüştü.
Andrjez onun elindeki kovaya sonra yüzüne bakmıştı. “Bir şey mi oldu?” dedi.
Nuna başını sallamıştı.
“Önemsiz, Milos uyandı. Ona uğrayıp çıksan iyi olur.” Demişti. Andrjez’in
gözleri parlamıştı. Nuna’yı geçip hemen odaya girmişti. Emma onun girdiğini
görünce yataktan kalkmıştı. İkisini yalnız bırakmak için Nuna’ya bakmayı bahane
edip hemen çıkmıştı. Milos koluna takılı serumu göstermek için kolunu havaya
doğru kaldırmıştı.
“Morfin… ağrılarım yok ve ateşim düşmüş.” Dedi. Andrjez yatağın yanına kadar
gelmişti ve sessizdi. Onun yüzüne bakıyordu. “Doktorun karısı serum hazırlarken
Achube ona senin morfin bağımlısı olduğunu ve dozu yüksek tutmazsa ağrının
dinmeyeceğini, yükseltirse de bağımlılığını tetikleyeceğini söyledi.” Andrjez
bunu söylerken yatağın kenarına doğru oturmuştu. “Dozu düşük tuttular. Bu
sadece bir süre için çözüm olacak.” Diye devam etmişti. Milos ona bakıyordu.
“Yine de iyiyim.” Demişti. Andrjez onun alnına elinin tersini koymuştu. “Şehre
gidip laboratuvardan ilaçlarını alacağım. Gün kararmadan uraya dönmeye
çalışacağım. Yol uzun ama hızlı olmak için oyalanmadan geri geleceğim.
İlaçların olmadan çok uzun süre dayanamazsın dediler.” Dedi. Milos ona
bakıyordu. “Onları yanıma almamak benim hatam…” sesi durgunlaşmıştı. Gözleri
yorgunca boşluğa doğru dalmıştı. Andrjez elini çekip ona bakmaya başlamıştı.
Milos bir şey söylemek ister gibi ona bakıyordu. “Dayanmaya çabala. Gidip
geleceğim.” Dedi. Milos sadece başını sallamıştı. Andrjez eğilip onun yanağına
dudaklarını dokundurmuştu. Milos
gülümsemek için dudaklarını yukarı doğru kıvırmıştı. “Sen gelene kadar
toparlanmış olacağım.” Demişti. Andrjez odadan çıkana kadar gülümsemesi
yüzünden eksilmemişti. O çıkınca birden gülümsemesi yüzünden silinip gözlerinde
bir boşluk belirmişti. Yumruk atmaktan nasır tutan el nasıl zamanla vururken
acıyı hissetmemeye başlarsa Milos’da artık bu acıya katlanmayı ve gizlemeyi
öğrenmişti. Nasır tutmuştu. Andrjez
gidince kemiklerine kadar vuran ağrıyla olduğu yerde kalmıştı. Çığlık atmak ve
bağırarak kendini yerlere vurmak istemişti. Ama sadece ellerini ağzına doğru
basıp geriye doğru atmıştı başını. Organlarını yakan ve kemiklerini iliklerine
kadar sızlatan bu acıya dayanmaya çabalamak hissizleştirmişti onu artık.
Yana doğru kıvrılmış ve acısının dinmesini
beklerken akan göz yaşlarını saklamaya çabalamıştı. Acı her zaman kötü sonuçlar
doğurmazdı. Bazen mucizelere sebep olurdu. Arabanın hareketinden sadece bir
dakika sonra büyük banyodan çıkıp koridora dönen Emma bacakları arasında bir
ıslaklık hissetmiş ve karnını tutup aşağı doğru bakarken keskin bir sancı rahim
ağzına doğru gelen baskıyla belini kıracakmış gibi hissettirmişti. O anda
tutunabildiği ilk duvara dayanıp elini karnın altına doğru koymuştu.
“Nuna!” demişti feryat içinde. Dün geceden başlayan ara ara gelen ve kalbini
sıkıştıran sancılar sonunda rahim ağzını genişletmiş ve bebekler dışarı çıkmak
için keseyi patlatmıştı. Nuna hemen onun yanına koşmuş ve suyunun geldiğini
görünce heyecanını bastırıp kolunun altına girmişti.
“Ramsy! Ramsy! Bayan Orgraf doğum yapacak.” Demişti. Aşağı indirmeleri
gerekiyordu onu. Ramsy aşağıdan hemen odunları bırakıp yukarı fırlamış ve
Nuna’nın imdadına yetişmişti. Emma’yı kucakladığı gibi aşağı inmişlerdi. Doktor
ve eşi de onlar kadar heyecanlıydı. Doktor sıcak su temiz havlular ve çantasını
istemişti. Karısı onun en iyi asistanıydı. Emma’nın sancılarının ne durumda
olduğunu sorarken ellerini hızla getirilen leğende yıkıyordu. Emma yattığı
yerde dişini sıkmıştı.
“Dün geceden beri çok fazla sancım vardı. Şimdi bacaklarım uyuşmuş gibi.” Dedi.
Adam onun rahim ağzının tam olarak açıldığından emin olmak istiyordu. “Suyun
gelmiş ama doğum için hazır mısın bakmamız gerek. Bayan Nuna onun iç çamaşırını
çıkarıp bacaklarını doğuma hazır konuma getirin.” Demişti. Nuna bir doğum
tecrübesine sahipti ama onun sancıları o kadar korkunç geçmişti ki ağlamaktan
baygınlık geçirmişti. Emma’nın bu kadar sakin kalmasına anlam veremiyordu. Onu
hazırlarken Emma dişlerini sıkmıştı.
“Sancın olduğundan emin misin?” demişti doktor ona bakıp. Emma başını
sallamıştı.
“Dün gece başladı daha önceleri kesik kesikti ama dünden beri sürekli bir sancı
var. Arada bir kesiliyor.” Demişti. Doktor ona hayret etmişti.
“Birkaç hemşiremin doğumunu yaptırdım ama bu kadar sakin olman beni tedirgin
ediyor.” Demiş ve rahim ağzının genişliğine bakmak için harekete geçmişti.
“Açılmış.” Demişti. Bir kadının doğum sancısına bu kadar kolay dayanması nadir
rastlanır bir durumdu. Döllenmemiş yumurtaları kanama yolu ile uterustan
atarken bile çekilen acının yanında doğum sancısı bin kat daha kötüydü.
“Bebekler çıkmaya hazır. Sende hazırsan başlayabilir.” Demişti. Bu saatten
sonra olacak şeyler bebeklerin hayatta kalmak için kendini dışarı doğru itmesi
ve annenin ıkınarak onlara yardım etmesiydi. Doktor ve diğerleri çok fazla
müdahale edemezdi. Ramsy kapının yanında heyecanla onlara bakıyordu.
“Bayan Orgraf için doğumdan sonra yiyecek bir şeyler hazırlamalısınız.” Dedi
doktor doğrulup. Ramsy hemen hareketlenmişti.
“Arpa lapası, şekerli…” Doktor ona dönmüştü.
“Evet, bebekleri doğduğunda çok aç olacak. Daha önce doğum gördün mü sen?”
demişti. Ramsy başını heyecanla sallamıştı.
“Çiftlikte. Efendinin yeğeni doğum yapmıştı. Ama o çığlıklar atıp neredeyse
herkesi öldürecek gibiydi. Bir de atlar…” Emma acı ile gülmüştü.
“Atlar çok ses yapar mıydı?” dedi. Ramsy başını sallamıştı.
“Sancıları gelince yatarlar ve homurdanırlar. Sonra yavaş yavaş tayı çıkarmaya
başlarlar rahimden.” Dedi. Emma sancı ile gülmüş ve başını geriye atmıştı.
Ramsy bir koşu mutfağa gidip Emma’nın yemeğini hazırlamaya başlamıştı. Doğum
mucize gibiydi. Ölümü insana unutturacak tek şeydi. Emma’nın sancısı ve acısı
dindiğinde göz yaşları yeni doğmuş iki bebeği içindi. Onları kucağına aldığında
bütün acısını unutmuştu. Göz yaşları mutluluk ve yorgunluğu içindi artık.
Bebekleri temizlenip ilk defa kucağına aldığında ise bütün kalbi ile onların
sıcaklığını hissetmişti.
“Yorgunsun. Emzirmeyi denemelisin ama dinlenmen…”
“Deneyeceğim.” Demişti Emma heyecanla Nuna’nın sözünü kesip. Doğumun
yorgunluğunu unutmuştu neredeyse. Göğsünden ilk sütün gelmesi için beklemeye
başlamış ve bebeklerini emzirmek için duyduğu heyecan hiçbir zaman
hissedemediği bir heyecandı. Yukarıda ise Milos’un ağrısı dinmeye başlamıştı.
Aşağıda doğumun gerçekleştirildiğini biliyordu. İnip Emma’nın bebeklerini
görmek istiyordu. Biraz gücünü toplayınca yataktan çıkmıştı. Aşağı inerken
Ramsy’i görmüştü. Elinde bir tepsi ile odaya doğru gidiyordu. Bir anlığına
birbirlerine bakıp kalmışlardı. Ramsy onun ayağa kalkabileceğini düşünmemişti.
“Bayan Orgraf, doğum yaptı.” Demişti. Milos gülümseyip tırabzanlardan tutunup
basamaklardan inmeye başlamıştı.
“Duydum.” Demiş ve yavaş yavaş inerken Ramsy onu gözleriyle takip etmeye
başlamıştı. Son basamağa geldiğinde Ramsy’in yanına gelmişti.
“Bir erkek ve bir kız. Kız çok ufak ve cılız. Oğlan ise… Tombul ve güçlü duruyor.”
Dedi. Milos gülümsemiş ve yavaş yavaş onunla yürümeye başlamıştı. “Bayan Orgraf
gibi sarışınlar.” Dedi. Odanın kapısına geldiklerinde içerisi sessizdi. Ramsy
içeri girmeden birkaç saniye arayla Milos’a susmasını işaret etmişti. Bebekler
uyuyordu. Emma ise yorgun ve açtı artık. Ramsy içeri sessizce girip yatakta
oturan Emma’nın dizleri üzerine tepsiyi koymuştu. Nuna ise kenardaki küçük
yatağa yatırılmış bebeklere bakıyordu.
“Onların beşik gibi bir şeye ihtiyacı olacak.” Demiş ve döndüğünde Ramsy’in
arkasında dikilen Milos’a bakıp kalmıştı.
“Yataktan kalkmamalısın!” demişti Nuna ona doğru yürürken.
“Bebekleri görmek istedim.” Demişti. Nuna kenarı çekilip uyuyan bebekleri
göstermişti.
“Karınları doydu ve şimdi uyuyorlar. Onlara bak.” Demişti. Milos korkarak
divana doğru yaklaşıp bebeklere bakmıştı. Yumuk suratlı ve hala tenleri
kırmızıydı. Seyrek altın sarısı saçları vardı. Beyaz kundaklarında uyurken
güzel gözüküyorlardı. Milos onlara bakıp kalmıştı. Gülümserken gözler,
dolmuştu.
“Bunlar tıpkı sana benziyor.” Demiş ve Emma’ya dönmüştü. Emma ona bakıp
gülümserken yorgunca gözlerini kapatmıştı.
“Tanrı biliyor ki babaları kadar inatçıydılar.” Derin bir sessizlik olmuştu. Milos yatağa doğru gelip kenarda duran
sandalyeye oturmuş ve başını yana doğru çevirip bebeklere bakmaya başlamıştı.
“Beklenenden erken oldu doğum. Sağlıklı olmalarına sevindim.” Milos bunları
söylerken başını Emma’ya doğru çevirmişti.
“Senin durumun nasıl?” dedi. Emma yediği lapayı ona gösterip iç çekmişti.
“Korkunç aç ve yorgun hissediyorum.” Dedi. Lapadan bir kaşık alıp iştahla
yuttu. “Çok lezzetli olmuş. Ramsy gerçekten yemek yapmayı biliyorsun.” Demişti.
Ramsy utançla gülümsemişti. “Achube söylediğinde inanmamıştım ama cidden çok nefis
olmuş. Sadece lapada bile bunu gösteriyorsun.” Dedi. Milos onlara bakıyordu.
“Achube ile sen…” sözünü devam ettiremeden öylece kalmıştı. Kalbine kadar vuran
ağrı ile olduğu yerde öylece kitlenmişti. Ramsy onunla olduğu zamanlarda bir
defasında bu ataklardan birine şahit olmuştu. Öylece ayakta dikilmiş giyinirken
birden bir böyle yine bomboş bakmaya başlamıştı. Sonrasında ise çektiği acıdan
kurtulmak için kendine zarar vermeye başlamıştı. Onu durdurmak için çok
uğraşmış ve ilacını alana kadar kendine gelememişti.
“Bay Roluge?” demişti. Ona doğru birkaç adım atmıştı. “Bay Roluge sizi
odanıza…” Milos ayağa kalkmıştı.
“Haklısın Ramsy. Gidip dinlensem iyi olacak. Bana yardım eder misin?” demiş ve
elini uzatmıştı. Derin sessizlik devam ederken Ramsy onu merdivenlere kadar
yürürken nazikçe koluna girmiş halde takip ediyordu. Merdivenlerin oraya
gelince Milos birden onun kolunu bırakıp basamaklara dizleri üzerinde çökmüştü.
Dişlerini birbirine kilitlerken yanaklarını ısırmış ve ağzına gelen kan tadı
onu daha kötü hale getirmişti.
“Doktoru çağırsam…” Milos onun koluna yapışmıştı.
“Yukarı…” demişti. Ramsy’den yardım istiyordu. Kimsenin onun yüzünden panik
yaşamasını istememişti. Ramsy onu yukarı çıkarmak için kucaklamıştı. Odaya
geldiklerinde onu yatırmaya çalıştı ama olduğu yerde kıvranıyor ve yardım
etmesini istiyordu.
“Nasıl? İlaçların…” Milos ona bir bıçak getirmesini istemişti. Ramsy bunu
yapmayacaktı. Milos’un atak geçirdiği o gün kendini pencereden atmaya
çabaladığını hatırlamıştı.
“Bu olmaz. Senin sadece uyuman gerek. Belki aşağı inip morfin…”
“Ramsy sadece bir bıçak vermen…” Sözcüklerinin devamını acı dolu bir mırıltı
ile boğulmuştu. Yatağın yanına doğru çekip iki büklüm olmuştu. “Canımın yanmasına izin verme.” Demişti. Yerde
sürünüp ona doğru giderken kendini dirsekleri ile öne doğru çekiyordu. “Lütfen
Ramsy, canımın yanmaması için bana o bıçağı getirmen…” Ramsy onun elini
uzatmasına izin vermeden geriye doğru çekilmişti.
“Hayır, kendine zarar vermek istemen iyi olacağın anlamına gelmez.” Dedi. Doktor
Zabor daha önce olan olayda Ramsy’e durumu anlatmıştı. “Acıyı bastırmak için
daha büyük bir acı yaratmaya çabalıyor. Tıpkı bir kesiği kapatmak için kızgın
demir basmak gibi. Onu sakin tutmak için bu ilaçlara ihtiyacı var. Uyuşturup
acısını bastırıyor.” Zabor bunları Ramsy’e söylediği günden beri Ramsy bunu
hiçbir zaman unutmamıştı.
“Bana bir bıçak vermeyeceksen defol git!” Milos hırçın şekilde bağırmıştı.
Ramsy olduğu yerden ona bakıyordu. Onu öylece bırakamazdı. Bir şeyler bulup
kendine zarar verebilirdi. Onu sakinleştirmeliydi. Milos birden kafasını hızla
yere vurmaya ve bağırmaya başlamıştı.
“ACI ÇEKMEME İZİN VERİYORSUNUZ!!!” bağırarak kafasını parçalamak ister gibi
yere vurmuş ve birden Ramsy onu durdurmak için kavrayıp yerde boğuşmaya
başlamışlardı. Bir süre sonra Ramsy onu sıkıca kavramış halde yerde durmuştu.
Sırtını duvara doğru dayayıp onun debelenmesine izin vermemek için sabit
tutmaya başlamıştı. Nuna hızla yukarı koşmuştu.
“Neler oluyor?” Onlara bakıp kalmıştı. Ramsy sakinliğini korumaya çabalarken
Milos olduğu yerde çırpınıyordu. İkisinin de yüzü kan içindeydi.
“Evin hanımına morfine ihtiyacımız olduğunu söyler misiniz Bayan Nuna? Biraz
acele eder misiniz?” derken çok sakindi ve Milos’u bırakmıyordu. Nuna öylece
kalmıştı.
“Lütfen Bayan Nuna onu daha fazla…” birden Milos onun kolunu kavramış ve
tırnaklarını geçirmişti. Nuna hemen aşağı inmiş ve Doktorun karısını bulup
morfine ihtiyaçları olduğunu söylemişti. Yukarı çıktıklarında Ramsy kolunu tırnaklayıp bağırıp
ağlayan Milos’u yere mıhlamıştı. Nuna ve doktorun karısı onlara şaşkınlık
içinde bakıyordu. İğneyi yapmak için Nuna kadını sarsmıştı. Milos’a Morfin
iğnesi yapıldıktan dakikalar sonra sakinleşmeye başlamış ve Ramsy onu bırakmaya
başlamıştı. Milos yerde morfinin verdiği rahatlama ile yatarken tavana bakmaya
başlamıştı. Ramsy ise burnunu tutup kenarı doğru çekilmişti. Ramsy elinin
tersiyle burnunu silmişti.
“Onu bağlamamız gerek. Morfin etkisini yitirdiğinde kendini öldürmek için bir
şeyler yapabilir.” Dedi.
“Tek kişilik yatak ve kemerler…” Milos tavana bakarken konuşuyordu.
“Gerekenler… Morfin bağımlılığı bu kadar dozu çabucak sindirip yok edebilir.”
Yattığı yerden Ramsy’e bakmak için başını yana çevirmişti. “Teşekkür ederim…”
demişti. Ramsy onun kanayan burnuna ve moraracak olan alnına bakıp doğrulmuştu.
“Seni bağlayalım. Daha fazla morfin…”
“Hayır… hayır… işe yaramayacak. Sadece bağlayın.” Demişti. Akşam Achube ve Andrjez’in
dönmesini beklemek zorundaydılar. Emma ve Nuna’nın kaldığı misafir odasındaki
bir yatağa onu bağlamışlardı. İlk yardım yapmışlardı Milos’a. Ramsy ise kanayan
burnuna bir buz torbası koymuş halde duruyordu. Milos bağlanmış ellerine bakıp
derin bir nefes almıştı.
“Burada kalmama…” yine gözleri boşluğa dikilip kalmıştı. Ramsy yüzündeki buzu
çekip doğrulmuştu.
“O haklı, onu burada yalnız bırakmak iyi olabilir.” Demişti. Saat ilerledikçe
Nuna arada bir kapısına geliyordu ya onu ağlarken ya da yardım etmeleri için
bağırırken buluyordu. Ramsy kimsenin içeri girmemesini doğru bulmuştu.
Yorgunluktan ve acıdan baygın düştüğünde saat gece yarısına gelmişti. Emma
salonda doktor ve eşiyle otururken Ramsy ve Nuna’da onlara katılmıştı.
“Milos nasıl?” Emma ilk bunu sormuştu. Nuna rahatsız olmuş şekilde yüzünü
buruşturmuştu. “Yardıma ihtiyacı var. Şehirden gelecek olan ilaç onu daha iyi
yapacak.” Ramsy bunu söylerken soğuk bir ifadesi vardı.
“Burun kemiğini kırmış.” Dedi doktor onun yüzüne bakarken. Ramsy başını
sallamıştı. “Bay Roluge her zaman böyle değildi. O acı çekiyor. Ve acısını
bastırmak için daha çok acı çekmesi gerektiğine inanıyor.” Bunları söylerken o
kadar durgundu ki yüzünde tek bir mimik yoktu.
“Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun?” Emma ona bakıyordu. Onun sakinliğinden
ürküyordu.
“Kalmak zorundayım. Başka seçeneğim yok.” Ramsy durgun sesiyle konuşuyordu.
Ramsy hayatı boyunca sakin ve tepkisiz kalmak zorunda kalmıştı. Asla
duygularını dışa vuracak cesaret ve hak verilmemişti ona.
“Bu saate kadar dönmeleri gerekirdi.” Demişti Nuna konuyu değiştirmek için
salonda köşede duran ayaklı saate bakıp. Gece yarısını geçiyordu artık.
“Eminim yoldalardır.” Demişti Emma. Ramsy başını cama doğru çevirmişti.
“Sanmıyorum. Gecikecekler gibi. İçimden bir his onları yarından önce göremeyiz
diyor.” Hepsi ona bakıyordu. Ramsy kaşlarını çatmıştı.
“Achube’nin Andrjez’i durduracağından eminim.” Dedi Nuna onun dizine elini
koyup. Ramsy gözlerini ona çevirmişti. Nuna dudakları yarı açık mırıldanmıştı.
“Umarım.” Ramsy ayağa kalkıp kapıya yönelmişti.
“Nereye gitti?” demişti Emma kapanan kapıya bakmıştı. Nuna oturduğu yerde iç
çekmişti.
“Sigara içmeye muhtemelen. Umarım.” Dedi. Kısa süreli sessizlik sonrasında
bebeklerin ardı ardına ağlaması duyulmuştu. Emma yorgunca ayağa kalkmıştı.
“Sanırım doğurmak en kolayıydı. Gidip göğüslerimi sömürmelerine izin vereceğim.
Küçük canavarlar.” Demişti. Nuna gülüp
onun ardından kalkmıştı.
“Sana yardım edeyim. İkisiyle başa çıkmak zorunda kalmak çok kötü.” Demiş ve
peşine takılmıştı. Doktorun karısı elindeki dikiş kutusunu toplamaya
başlamıştı.
“Onlar iyi olacak mı?” eşine bunu soruyordu. Adam başını usulca sallamıştı.
“Bazen evet bazen hayır. Yaşam böyle bir şey. Sürekli iyi olamaz.” Dedi. Kadın
usulca başını sallamıştı. “Tanrı onlar için iyi bir gelecek yazmış olsun.” Adam
buruk bir ifade ile gülümsemişti.
Yorumlar
Yorum Gönder