Kayıp Masallar 3 (26. Bölüm)

Serinin devamı geldi! Okumaya hazır mısınız?


Dönüşüm

 

“Onu seviyorsun değil mi?” Karşısında oturan kişi ona bakarken Yüzbaşı Lows konuşuyordu. “Aşk bizim elimizde olan bir şey değil. Kimi nasıl seveceğimizi bilemeyiz. Bende yanlış kişiye âşık oldum. Bunun bedelini ödeyeceğim. Bunu hissediyorum.” Karşısındaki kadına bir bardak su vermişti.
“Onu sadece sevmiyorum…”
“Biliyorum. Biliyorum… Aşk sadece sevmek değildir. Nefrettir aynı zamanda.”
“Onu benden aldılar. Önce bırakıp gittiler. Yıkılmış, yapayalnız. Şimdi ise…”
“Sanki onlara aitmiş gibi aldılar değil mi? Seni anlıyorum.” Dedi. İkisi karşılıklı oturuyordu. Andrjez dikildiği yerden onlara bakıp kalmıştı. Geçmişe gidip ihaneti kimin yaptığını anlamak için dolaşıyordu. Denk geldiği bu zamanda onu durduran şey tanıdık gelen kadın sesi olmuştu.
“Onun aklını yıkıyorlar. Bunu yapan kişi kim biliyor musun?”
“Hayır.” Demişti kadın. Lows oturduğu yerde derin bir nefes almıştı.
“Biliyorsun ama kabul etmek istemiyorsun. Ailenin yaptığı şeyleri hata olarak görmekten vaz geçmen gerek.” Dedi. Kadın şaşkındı.
“Ailenin verdiği karar en doğrusuydu. O ailesi için vaz geçti her şeyden. Sende ailen için bir şeyleri değiştirmek istemez misin? Sevgili babanın hep istediği gibi doğru bir eş…”
“Olmaz. O başkası ile olmak için…”
“Çok safsın. Çok saf…” Lows bunu söyleyip geriye doğru yaslanmıştı.
“Dünya öyle sandığın gibi kelebeklerin uçup sevenlerin kavuşup mutlu olduğu bir yer olsaydı o zaman burada olmazdın hemşire hanım.” Dedi. Andrjez biraz yürüyünce diğer tarafta oturan kadının yüzünü görmüştü. Lannel solgun ve hasta gibi duruyordu. Perişan halini dolmuş gözleri daha kötü gösteriyordu.
“Yapman gereken şey bu imparatorluğa ve ailene sadık kalmak. Kimse zarar görmeyecek ve belki ona da zarar vermeyiz.” Lows bunu söylerken yüzüne sakin bir ifade vardı.
“Milos Roluge peki?”
“İhanet affedilemez bir şeydir Lannel. Kullanılmak ise daha korkunç. O seni kullandı. Onun yokluğunda duygusal olarak seni yerine koymak istedi. Ve şimdi o Milos Roluge’nin peşinde koşarken sana yalan söyledi. Şimdi sen bizimlesin o ise nerede? Korumayı düşündüğün Roluge’nin peşinde. Aşk iğrenç bir şeydir Lannel. İnsanın canını yakar, kalbini ağrıtır ve öldürmek istersin. Milos’u hiçbir zaman sevmedin. Sadece onu sevdiğin için ona iyi davrandır. Yıllar önce ondan nefret ettin. İlgileri üstüne toplayan ve her zaman herkesi kendi etrafına çeken bir pislik olduğunu biliyorsun. O kendini özel hissettikçe ondan nefret ettin. O sadece kanı kıymetli diye yaşatılırken Doktor Manuh ise… Sadece sevdiği birilerini korumak isterken öldü. Tıpkı baban gibi. Son zamanlarda yaşadığı çaresizliğin sebebini biliyorsun. Sadece kabul etmek istemedin.” Lannel gözlerinden akan yaşları silip elini başının arasına almıştı.
“Hiçbir şey bilmiyorum. Bunu bana neden yapıyorsunuz. Amacınız Andrjez’i öldürmek mi? Beni mi öldürmek ne istiyorsunuz?” demişti. Lows ona bakıp iç çekmiş ve sıkkın yüzünde bir gerginlik oluşmuştu.
“Biliyorsun Lannel. Ülkene ihanet edildiğini, babanın bu ihaneti kaldıramadığını, Doktor Manuh’un bu ihanet yüzünden öldüğünü. Ve şimdi Andrjez Dejan’ın da bu ihanet yüzünden öleceğini.” Dedi. Lannel ağlarken Lows’un gözlerini görüyordu Andrjez.
“Yardım edin o zaman onu kurtarmam için.”  
“O zaman kim olduğunu kabullen. Neden burada olduğunu ve ne istediğini.” Lannel bir an için zaman durmuş gibi olduğu yerde kalmıştı.
“Onlar olmasaydı bu olmayacaktı.” Lows onu kıvama getirmişti.
“Evet Lannel. Bir yuvan ve bir ailen olacaktı. Elinden her şeyi almadılar. Hala onları ortadan kaldırıp bir aile bir hayat kurabilirsin. Yok olmadan bir şeyler…”
Andrjez birden olduğu yerde kalmış ve zaman çizgisi akarken gördükleri canını yakmıştı.

Achube onu dürtüklemişti. “Canını sıkan şey Milos’un hastalığı mı?” Geri direksiyonu sıkıca tutmuştu. Andrjez doğrulup ona bakmıştı.
“Beni neden durdurdun?” Achube ona göz ucu ile bakıp arabayı sürmeye devam etmişti.  Achube bir süre karanlık yolda sessizce arabayı sürmeye devam etmişti. Kardan yansıyan far ışığı arada bir arabanın içine vuruyordu. Achube göz ucu ile durumdan mutsuz olan Andrjez’e bakıyordu. 

“Döndüğümüzde Ramsy’e nazik davran.” Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Ondan hoşlanmıyorum. Güvenilir değil. Ve Milos’un etrafında olması…” Achube birden gülmüştü.
“Milos’un etrafında falan dolanmıyor. Aksine senden ve ondan uzak durmak için kaçmaya çabalıyor. Ona nazik davran Dejan bir daha uyarmam. Bir şeyler için çabalarken canını sıkarsan bende senin canını sıkacağım.” Andrjez onun ciddi ses tonu ile toplanmıştı.
“Onu neden koruyorsun? Tanımıyorsun bile. Eski dostun olarak ondan hoşlanmıyorum.” Achube iç çekip burnundan solumuştu.
“Cidden aptalsın. Gözün görse bile aklın okuyamıyor. O yüzden Lannel’i öldürmene izin vermedim geri zekalı.” Dedi. Andrjez onu sinirlendirmişti. “Yine de Milos’un etrafında olması hoşuma gitmiyor.” Achube birden frene basınca Andrjez öne doğru düşüp başını arabanın konsoluna vurmuştu.
“Ramsy onun etrafında falan dolaşmıyor. Paranoyak olduğunu fark etmemiştim. Neyin var Andrjez. Biraz kendine güven.” Dedi. Andrjez bir an için öylece kalmıştı. Geriye doğru yaslanmıştı.
“Yapamıyorum Achube. Kafamın içindeki o görüntüler. Olanlar. Sen hiç sonunu bildiğin bir masalı dinledin mi? Ne olacağını bildiğin bir masalı. Olacak sonu ve olacakları biliyorum. Önüne geçmek için uğraştığımda ise… anlamıyorum. Olanları anlayamıyorum. Geçmiş, bugün ve gelecek. Kafam çok karışmış durumda.” Achube ona bakıp kalmıştı.
“Zamanı görmek çok zor. Eve geri döndüğümüzde ne olacağını örmek istiyorum. Ama olmuyor. Sadece anlamsız şeyler…”
“Eğitim. Bir silahı kullanmak için eğitim alıyoruz. Eğer bu sana olan her ne ise kendini eğitmen gerek.” Dedi. Andrjez ona bakmıştı.
“Beni eğitecek olan o şey… adam… Tesna o yok. Bana gösteriyordu. Sonra orada eğer adamlar beni öldürürse Milos’un öleceğini gösterdi. Sonra kayboldu. Lannel’in suçlu olduğunu biliyordum. Gördüm. Bir şeyler görmek için uğraşıp onu buldum ve sen beni durdurdun.” Dedi. Achube ona bakmıştı.
“Doğru gelmedi. Lannel ihanetçi olsaydı en azından büyük balık bize yardım etmesine izin vermezdi.” Dedi. Achube kontağı çevirip arabayı harekete geçirmişti. “Takip ediyorlar.” Diye ekledi. Andrjez kaşlarını çatınca Achube ona ileri bakmasını söylemişti.
“Ramsy ile kaldığım eski çiftlik evine süreceğim. Orada onları pusuya alabiliriz. Bu gece oraya varamayız.” Dedi. Andrjez başını sallamıştı.
“Onları doktorun evine götüremeyiz. Bu intihar olur. Bildiğin yere sür.” Dedi. Achube sapağa girmeden yukarı doğru döndüğünde arkalarındaki aracında yavaşça döndüğünü görmüştü. Farları kapalı şekilde sessizce takip ediyordu. Dikkat etmeseydi Achube onları asla fark edemezdi. Çok sessiz takip edip mesafeyi her zaman koruyorlardı.
“Şu güçlerin bize yardım eder mi?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. “Arabayı göremedim ama kalabalık olmalılar. Kolay olmayacak. Plan yapmalıyız.” Andrjez esniyor gibi yapıp başını arkaya doğru çevirmişti. Karanlıkta bir gölge gibi takip ediyordu araba onları.
“Şu ev nasıl bir yapıya sahip?” Achube düşünmüştü.
“Pencerelere tahta çakmıştık. Ön verandadan içerisi gözükmüyor. Evin altında geniş bir kiler var. Karanlık olacak. Işıklar yok. Üst kat var bir de.”
“Ne kadar kaldınız orada?”
“Belki bir hafta ya da bir haftadan az…”
“O zaman kileri kullanalım.”
“Çıkamayız. Eğer fark ederlerse bizi orada kıstırıp öldürürler.”
“Daha önce baskın yedi mi orası?”
“Evet. Ramsy ile kaldığımız sürede geldiler. Kilere saklandık ama oradan çıkış yok. Fark ederlerse girerler ve…”
“Anladım. Onları sıkıştırmak için oraya tuzak kurabiliriz. Silah sesi dikkat çeker. Kışlaya uzak değiliz. Dikkat çekmeden sessizce yapmalıyız.”
“Peki, bıçak oyunu olsun.” Dedi. Taşlı yola girmişlerdi. Achube kaşlarını çatmış derin derin düşünüyordu. Andrjez ise yorgundu. İki güne yakındır uyumamıştı ve bedeninde garip bir şeyler oluyordu. Işıkları sönük ve ıssız duran çiftlik evi gözüktüğünde Achube yavaşlamıştı.
“Hazır mısın?” dedi. Andrjez başını sallayınca araç yavaş yavaş çiftliğe doğru girmişti. Karanlık olmasına izin verelim. Sadece salonda eski gaz lambası ve mumları yakalım. Onlar oraya yöneldiğinde…”
“Ben öldürürüm.” Dedi Andrjez parmaklarını birbirine kenetlemiş halde kaşlarını çatıp öne doğru eğilmişti. Achube başını salladı ve kontağı kapatıp arabanın kapısını açtı. Arkadaki aracın motor sesi duyulmuyordu.
“Birazdan gelirler. Acele edelim.” Demiş ve plana uygun şekilde dışardan gözükecek biçimde salonu ışıklandırmışlardı. Andrjez üst kata doğru çıktığında Achube mutfağa gizlenmişti. Kısa süre sonra kapıda bir tıkırtı hissettiler. Yavaşça açılan kapının ardından radyodan gelen ses ayak seslerini bastırmıştı. Achube onları görmek için ileri doğru hamle yaptığında gözüne çarpan ilk şey loş ışıktaki kızıl taş olmuştu. Kızıl taş adamın boynunda sallanırken içeri doğru dört kişi girmişti. Yüzleri seçmek istedi ama kendini gösteremezdi. Taş kullanıcıları olduğunu bilmiyordu. Onun ve seçilmiş birkaç kişi dışında taş kullanan yoktu. Andrjez’i uyarması gerekiyordu.
“Tuzak olabilir.” Demişti bir adam. Çok geçmeden boş salon ile karşılaşacaklardı. Achube hazırlıksız olmak istemiyordu. Boynunda eski deri ipe bağlı taşı aramak için elini gömleğinden içeri sokup taşı kavramıştı. Andrjez ise onların nasıl geleceğini bilmiyordu.
“Boş.” Dedi birisi.
“Siz ikiniz üst kata.” Demişti adam. Achube tuzağın bir işe yaramayacağını anlamıştı. Taşı kullanmaktan kaçamazdı artık.
“Aktive edin.” Demişti adam hemen ardından. Karşısındaki kişilerde onun gibi taş kullanıcısıydı. Mücadele etmek için tek yok onlarla eş güce erişmekti. Taşı söküp ağzına yerleştirmişti. Mutfağa doğru gelen adımları hissederken eski çekmeceyi açıp iki bıçak almıştı. Ölümüne savaşmak zorundaydılar. Taş kullanıcısı dört kişi onları burada ya öldürecekti ya da ölecekti.
“Kaptan…” birisi bağırmıştı. “Üst kat boş.” Diye devam etmişti. Achube neler olduğunu anlamadan koridordan süzülen yansımayı görmüştü.
“Mutfağa ve arka odalar bakın.” Demişti adam sert bir sesle. Achube Andrjez’in yukarı çıktığından emindi. O sırada dışarıdan silah sesi duyulmuştu. Kapıya doğru koşan adamların ardından eve bir sessizlik çökmüştü.
“Tarlalara…” son duyduğu boydu. Dişleri arasında kırılan taşın verdiği korkunç enerji kulaklarındaki sesi bastırıp gözlerine kan indirmişti. Bedenin yandığını ve bu ateşin ona güç verdiğini hissediyordu. Dışarı doğru yürürken bedeni yavaş yavaş güç kazanmaya başlamış ve elindeki bıçaklar ona bir uzuv gibi gelmeye başlamıştı. Taşlar insanın yeteneğini en üst seviyeye çıkarıyordu. Achube ise insan üstü bir hıza sahip bir yok ediciye dönüşmesiyle kendini ispatlamıştı. Etrafındaki yoğun enerji hissediliyordu. Kapının orada dikilen ve bağıran adamı görüyordu.  Etrafındaki enerji onun da taşı kırdığını gösteriyordu.
“Bulun şu piçleri!” diye bağırırken kabarmış sırtı derin derin soluması ile inip kalkıyordu.  Arkasındaki enerji yoğunluğunu hissettiğinde dönüp kapının orada dikilen Achube’yi görmüştü.  Gülüp ona doğru çevirmişti tüm bedenini.
“Bakın burada kim varmış. Minik bir fare.” Achube bunu duyunca gülmüştü. Taş herkeste aynı enerji bütünlüğünü sağlamıyordu. İrade ve arzu ile bağlantılıydı. Achube arzusunu hiç bu kadar derin hissetmemişti.
“Öldürmek istiyorum.” Derken dişleri arasından sızan kanın tadı hoşuna gitmişti. Daha fazlasını istiyorum.” Bir adım atmış ev adam birden karnında soğuk bıçağı hissetmişti. Sadece karnında değil defalarca bedeninde hissetmiş ama yerinden bile kımıldamamıştı. Achube onun kulağına doğru eğilmiş ve hırıltılı sesi yükselmişti.
“Seni parça parça edeceğim.” Derken nefesi alev gibiydi.
“Üst teğmen size kötü bir haberim var…” adam karnından çıkan bıçakların yaraları kapanırken onun omuzlarını tutup onu havaya doğru kaldırmış ve ileri doğru fırlatmıştı. “Ölüm mangasının liderisin ama biz ölümsüz mangayız. Sana adına yaraşır gerçek bir ölüm takdim edeyim.” Demişti. Achube düştüğü yerden hemen kalkmıştı. Bıçakların ucu erimişti. Karşısında normal bir taş kullanıcısı yoktu. Onun gibi enerji yaymıyordu. Ve bedeni hiç hasar almış gibi durmuyordu.
“Artık siz ve şu irade saçmalıklarınız demode oldu.” Adam bunları söylerken cebinden çıkardığı kızıl taşları dişleri arasında parçalamış ve ağzından akan kanları elinin tersi ile silmişti. “Ölümsüz bir tanrı kırbacı olan bizler varız.” Demiş ve birden ileri doğru koşmaya başlamıştı. Achube kenarı doğru çekilmeseydi paramparça olan veranda yerinde o olacaktı. Taşın gücü yarım saat içinde bitecek ve kademe kademe azaldıkça halsizleşip bilincini kaybedecekti. Adamın işini bitirmek için kısa bir süresi vardı. Birkaç hamle daha yapıp kaçmayı başarmıştı ama adama saldırması gerekiyordu. Onu durdurması gerekiyordu. Çözümlemesi gereken şey bu tuhaf varlığın nasıl zapt edileceği olmalıydı. Birden olduğu yerde gözleri erimiş bıçaklara gitmişti. Paslanmaz saf çelik ona zarar vermemişti.
“Oynamaya devam mı edeceğiz?” adam bunu söyledikten hemen sonra bir avuç kristali dişleri arasında kırmış ev kan tükürmüştü yere. Kel başındaki damarlar çatlayacak kadar şişmiş ve gözleri kaşları altında kararmışken kırmızı göz bebekleri gözüküyordu. Daha da şişen ve irileşen bedeni onu korkutucu gösteriyordu.
“Hızı ve esnekliği ile meşhur olmuş kullanıcısın. Bakalım ne kadar esniyorsun ve hızlı koşuyorsun?” demişti. Achube bu sefer üstüne doğru koşan adamdan kaçamazdı. Hızını korumazsa kalbi çatlayabilirdi. Suratına doğru inen kolu yakalasa bile geriye doğru sendeleyip ikinci darbeyi karnında hissetmişti. Silahını içerde bıraktığı için pişmandı. Onu alnın çatından vurabilirdi. Diğer üçü ile Andrjez2in nasıl mücadele ettiğini düşünmek dahi istemezken tarlalardan bir çığlık yükselmiş ve çığlık devam ederken birden kesilmişti. Adamın bir anlığına dikkati dağıldığında Achube atağa geçmiş ve boynunu tutan kolu bırakıp iki eli ile adamın gözlerine doğru saldırmıştı. Baş parmakları ile göz kenarındaki kemiği kırıp içeri doğru ellerini daldırdığında göz kürelerini hissetmiş ve adamın bağırtısı ile ona bir yumruk indirmesi bir olmuştu. Birkaç metre ileri doğru fırlayıp yere düşüp bir süre duramamıştı. Adam ellerini gözlerine bastırıp yaralı bir hayvan gibi böğürmeye başlamıştı. Achube hemen toplanmak için ayağa kalkmış ama kolu yerinden çıkmıştı. Bir kolu boşlukta sallanırken diğerini kullanmaya odaklamıştı kendini. Adamın arkasına doğru saniyeler içinde geçip dizlerine doğru tekme vurup onu yere düşürmüştü. Derisi çeliği geçirmiyordu ama Achube için onu parçalamak zor olmayacaktı. Birden ağzına elini sokup başını geriye doğru çekmeye başlamıştı. Sertçe çekerken dizini adamın sırtına doğru dayamış ve boynunu koparmak için tüm gücünü koluna vermişti. Adam onu durdurmak için kolunu parçalarcasına çekse de durmayacaktı. Kemiğin çatırtısı ile birden başının yarısı kemik ve kas dokusundan ayrılıp elinde kaldığında adamın bedeni halsizce öne doğru düşmüş ve Achube’de geriye doğru düşmüştü. Bittiğini sanıp başı yana doğru attığında bir ses duymuştu.
“Kaptan!” gelen sesle beraber bir yumruk suratında patlamıştı. Yerde yuvarlanıp durduğunda öfke ile soluyan az önce öldürdüğü adamdan daha güçsüz ve toy bir kullanıcı görmüştü. Achube ayağa kalkıp sağ kalan kolu ile ağzını silmişti. Kolunu bir hışımla yerine oturtup yumruğunu sıkmıştı.
“Hızlı olacak evlat.” Demiş ve oraya doğru hedefe kitlendiğinde bir anda yanında belirmişti. Adamın ensesine vurup onu yere düşürüp kafasını koparmıştı. Kafayı yana doğru atarken beden birden dirilmiş bir ölü gibi ayaklanmış ev sağa sola saldırmaya başlamıştı. Achube ise şoka uğrayıp geriye doğru çekilmişti. Başsız bir bedenin hareket etmesinden daha tuhaf olan şey kopan başın bir kahkaha atmasıydı. Şaşkınlıkla arkasına bakınca kopmuş başın ona güldüğünü ve gözlerini kırptığını görmüştü. Achube zaman adamın bedenindeki dikişleri fark etmişti. Kana bulanmış karların üstünde kahkaha atan baş ve ona doğru giden bedene bakıp kalmıştı.

Andrjez tarlaya çektiği adamlardan birisini lime lime etmişti. Diğeri ise ona direnmek için soluk soluğa kalmıştı. Her yeri yara içindeydi.
“Siz nesiniz böyle?” derken Andrjez ona doğru birkaç adım atmıştı. Adam silahını ona doğrultup ateş etmişti. Dişleri arasından sızan kan taşların kestiği yanaklarından ve dilinden akıyordu. Andrjez ona bakıp kaşlarını çatmıştı.
“İçindeki enerji Milos’un enerjisine benziyor. Lanet olsun sizi kim yaptı?” dedi. Adam ona bakarken silahını ateşlemişti ama kurşunlar Andrjez’i es geçmiş ve dağılmıştı.
“İnsan değilsin. Çekebileceğim bir ruhun yok. Ve gözlerin. Göz bebeklerinde ışık yok. Sizi yaratan şey ne?” demiş ve ona yaklaştığında adam bir enerji patlaması ile onu savuşturmuştu.  
“Konuşmak istiyorum. Arkadaşlarının hepsi senin gibi mi?” Andrjez bunu sorup olduğu yerde durmuştu. “Konuşma yok. Öldüreceksen beni…”
“Yaşamıyorsun ki… Seni öldürmeyeceğim. Sadece… Sadece… kapatacağım. Sanırım.” Demişti. Adam ona bakarken Andrjez birden gülümsemişti. “Sizin yüzünüzden Milos’a söz verdiğim saatte yanında olamadım.” Demiş ve adam hareket edemediğini hissetmişti. Bedeni şiştikçe her yeri uyuşuyor ve çatlıyordu. Birden patlamış ve dokular, organlar, kemikler ve kan etrafa saçılmıştı. Andrjez onun arda kalan kalbini almak içine eğildiğinde kalp birden simsiyah olup derin bir çürük kokusu sarmıştı etrafı. Yayılan siyah enerji onu ürkütmüş ve geriye doğru çekilmişti. Dokunamadan çürüyüp yok olmuştu. Achube’nin yanına dönmek için tarladan çıkmaya hazırlanmıştı. Döndüğünde param parça cesetler ve yanan bir ev bulmuştu. Achube saçlarından asıldığı başı yerden yere vuruyordu. Elinde tuttuğu baş ise kahkaha atıyordu. Delice bir manzaraydı.
“Achube…” demişti Andrjez ondan yayılan enerjiyi bastırmak için yaklaşırken.
“Onu öldürmemi…”
“Hayır!” demişti Achube hırıltılı bir sesle. “Gerek yok bizimle gelecek bu kesik kafalı orospu çocuğu.” Demişti. Baş kahkaha atarken Andrjez kenarda duran gübre çuvalını boşatıp ona uzatmıştı. “Tamam. İçine at ve arabaya bin. Gitmemiz gerek.” Dedi. Achube birden durup başı çuvala bırakıp arabaya doğru sallanarak giderken yaralı olduğunu görmüştü Andrjez. Arabaya doğru koşmuştu.
“Ben sürerim.” Demiş ev araka kapıyı açıp başı içeri doğru atıp ön koltuğa geçmişti. Achube hemen yanına oturmuş ve acı içinde dişlerini sıkmıştı.
“Yara…”
“Sadece sür Andrjez. Gittiğimizde bakarız. Çok gürültü yaptık.” Dedi. Achube hemen taşlı yola dönmüş ve doktorun evine giden tarlaların ve kışlanın uzağındaki toprak yola arabayı çıkardığında Achube bilincini yitirmişti. Arka koltukta gübre çuvalında kahkaha atan kesik baş ve yanında neredeyse kan kaybından ölecek olan Achube ile Andrjez gün doğarken doktorun evinin yoluna girmişti.  Achube’nin rengi solmuş halsizce koltukta oturur konumda baygındı. Kesik baş ise susmuştu. Andrjez kapıyı açan Nuna’yı görmüştü. Hemen arabayı evin önünde durdurup motoru bile kapatmadan diğer kapıya koşmuştu.
“Doktora haber verin.” Demiş ev yan koltuktaki Achube’yi kucaklayıp çıkarmıştı. Verandaya doğru giden yola ardında kan izleri bırakarak içeri girmişti. Ne olduğunu soramamıştı kimse. Ramsy ise onu gördüğü anda bütün bedeni kitlenmişti. Achube’yi doktorun ameliyat odasına götürürken Andrjez’in peşinden gitmişti. Andrjez onu içerdeki muşamba serili yatağa yatırıp kenarı çekilmişti.
“Ona ne oldu?” Ramsy bunu sorarken gözleri kocaman açılmış korku içindeydi. Andrjez ne diyeceğini bilemeden bir süre ona bakmış ve yanından geçip gitmişti. Arabaya geri koşup gübre çuvalı ve ilaç olan çantayı almıştı arka koltuktan. Gübre çuvalından sızan kan durmuş ve kurumaya başlamıştı bile. Nuna onun yanına doğru koşup çuvala bakmıştı.
“Ne oldu? Neden geciktiniz?” demiş ve çuvalı işaret etmişti. “Bu ne?” demişti. Andrjez çuvalı arabanın bagajına koymuştu.
“Dokunmamanız gereken bir şey. Ne duyarsanız duyun bagajı açmayın. Milos nerede? Durumu nasıl?” dedi.  Nuna ona yukarı çıkarken olanları anlatmıştı. İçeri girdiklerinde Milos artık hiçbir şeye tepki vermeden öylece yatıyordu.  Bağlı bilekleri zorlanmaktan morarmıştı. Serum takılıydı vücuduna.
“Uyuşturmak zorunda kaldık.” Nuna bunu söylerken cevaplar istiyordu bir yandan da. Andrjez çantayı ona uzatmıştı.
“Bir tüp. Belirtileri azaltırmış. On iki saat sonra ikinci tüp. İğne yapmayı biliyor musun? Doktor ve karısı meşgul.” Dedi. Nuna başını sallamış ve çantayı alıp ufak masaya koyup açmıştı. Bir sürü minik cam şişe olan tahta kutuyu açmıştı. Birini alıp kapağından içeri çantadan aldığı şırıngayı sokmuştu. İğneyi yapmak için oraya doğru döndüğünde Milos’un uyandığını görmüştü. Andrjez ona sessizce bakarken Milos dudaklarını aralamıştı.
“Kâbus gördüm.” Dedi. Andrjez elini saçlarına doğru götürmüştü.
“Sadece bir kâbus. Daha iyi olacaksın.” Dedi. Nuna sokulmuş ve serum iğnesini çıkarmıştı. Kolunu iç kısmından damara ilacı enjekte etmek için şırıngayı soktuğunda Milos soğuk bir sesle konuşmaya başlamıştı.
“Her yerinde kan var. Ne oldu?” dedi. Andrjez ona bakıp özlerini yavaşça kapayıp açmıştı.
“Sadece kan. Önemli değil dinlen.” Dedi. Milos elini oynatmak istemiş ama kemerler engel olmuştu. Başını doğrultup bağlı el ve kollarına bakmıştı. Geri başını geriye doğru attığında Andrjez onun alnındaki morluğa bakıp öne doğru eğilmişti.
“İyi uykular.” Demişti. Nuna birden uykuya dalan Milos’a ardından doğrulan Andrjez’e bakmıştı.
“Üst Teğmen İllarea, ona ne oldu. Amatör değil. Onu yaralayan şey neydi?” dedi. Andrjez yorgunca ona bakıp yürümeye başlamıştı.
“İnsan değillerdi. Tek kozu olan biz değilmişiz. Dört adam vardı. İkisini öldürdüğümde geri döndüm. Ve Achube diğer ikisini öldürmüştü. Ama yaralanmış ve aklı karışmış gibiydi. Yol boyunca sayıklayıp durdu.” Merdivenlerin orada oturan Ramsy’i görmüştü Andrjez. Oraya doğru inerken ellerini cebine sokmuştu. Onun oturduğu basamağa gelince durmuştu.
“Seyis. Ramsy değil mi adın.” Demişti. Ramsy ona tepki vermemişti. “Achube güçlüdür. Çok fazla yaralandı. Her zaman fazlasıyla yara alır ama ayağa kalkar. Eskisinden daha iyi olur. Merak etme o insan üstü bir adam.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı. Andrjez onun yanına oturmuştu birden.
“Milos’un kendine zarar vermesini engellemişsin. Hakkında iyi düşünmediğimi biliyorsun ama sana bir teşekkür hatta daha fazlasını borçluyum.” Dedi. Ramsy dönüp ona bakmıştı. Donuk ve hüzün dolu bakışlarında derinlik vardı.
“Değilsiniz Teğmen Dejan. Milos ya da başkası… kim odluğu önemli değil. Zarar görsün istemem kendini çok borçlu hissedecekseniz rahat olun. Achube’yi ölmeden getirdiniz ve onu korudunuz. Bu borcunuzu öder ve ödeşiriz.” Demişti. Andrjez birden duraksamıştı. Arabada Ramsy’in adını sayıklayan Achube gözünün önünde belirmişti. Kafasında oturan şeylerle birden doğrulmuştu. Merdivenlerden geri çıkarken Nuna ona yol vermişti. Aşağı doğru inmiş ve Ramsy’in yanına oturmuştu. Sırtını sıvazlamıştı.
“Endişelenme. O kaçık Achube hayatı ve seni bırakamayacak kadar genç kendini toparlar.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı. “Biliyorum Bayan Nuna. Sadece bir an için onun öldüğünü sandım. İyi olacağını biliyorum.” Demişti. Nuna gülümsemişti. “Sanırım Andrjez Dejan sana saygı duydu az önce.” Dedi. Ramsy buruk bir ifade ile gülümsemişti. O sırada doktorun karısı dışarı doğru çıkmıştı. Ramsy kadını görünce hemen ayaklanmıştı.
“Yaraları derin değil. Sadece yorgun olduğu için bayılmış. Kan grubunu biliyor musun?” dedi. Ramsy başını iki yana sallamıştı.
“A pozitif.” Kadın bunu söylediğinde Nuna öne çıkmıştı.
“Ben verebilirim. A pozitif.” Dedi. Kadın ona kapıyı göstermişti.
“Olur, gelin Bayan Nuna.” Dedi. Bir süre sonra doktor dışarı çıkmıştı. Üstündeki önlüğü kucağında katlıyordu. Ramsy’e doğru bakmıştı.
“Durumu iyi. Bir süre kendine gelemez.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı. Nuna hemen arkasından çıkmıştı. Rengi soluktu. Gülümsemişti.
“Hanım efendiye yardım etmelisin Ramsy.” Demişti. Ramsy içeri girmişti. Kadın etrafı topluyordu. Ramsy alçak olan masaya doğru yaklaşmıştı. Achube yan yatırılmıştı. Sırtındaki sargılara bakıp onun yüzünü görmek için etrafında dolaşmıştı. Yüzüne takılı maskenin ardında huzurlu bir ifadesi vardı.
“İyi olacak. Onu yan odaya geçirelim mi?” dedi. Ramsy başını sallamıştı.
“Sedyemiz yok. Onu nazikçe kaldırmamız gerek.” Dedi. Kapıda Andrjez belirmişti.
“Beraber taşıyalım. Dikişleri patlamasın.” Demişti. Ramsy ona bakıp başını sallamıştı. Andrjez ve Ramsy sedye olarak ufak ameliyat masasını kullanmıştı. Onu yan odada da Emma’nın doğum yaptığı odaya götürmüştü. Oksijen desteği ve ilaç desteği ile derin bir uykudayken yatağa yan yatırmışlardı. Andrjez ona bakıp iç çekmişti.
“Ona göz kulak olmam gerekirdi. İki kişiyle başa çıkabilir sandım.” Ramsy bunu duyunca ona doğru dönmüştü. “O hep öne atılıyor. Tahmin edilmesi zor birisi.” Ramsy bunu söyleyip yavaşça örtüyü örtmüştü. Andrjez ona bakmıştı. Bir şey soracak gibiydi.
“Teğmen Dejan benim hakkımda iyi şeyler düşünmediğinizi biliyorum. Milos’a yakın olmamdan hoşlanmıyorsunuz belki. Ama onun yardıma ihtiyacı var. Ben onun sizi ve sizin onu ne kadar sevdiğinizi anlıyorum. Asla ona karşı öyle duygular beslemediğimi, en azından eskiden olan duygularımın…”
“Teşekkürler. Farkındayım. Bir şeye ihtiyacınız olursa Milos’un yanında olacağım.” Dedi. Andrjez hemen kapıya yönelmişti. Ramsy o gidince yatağın kenarına oturmuştu. Kapı tekrar aralanınca başını çevirmişti. Emma kapının oradan ona bakıyordu.
“Bebekleri eni yerlerine yerleştirdim. Achube nasıl?” dedi.
“Galiba iyi Bayan Orgraf.” Dedi. Emma yatakta yatan Achube’ye bakıp gülümsemişti.
“Sen nasılsın? Dün Milos bugün Achube. Maruz kaldığın şeyler…”
“Alışmaya çalışıyorum. Achube zor olacağını söylemişti.” dedi. Emma ona bakıp bir anne şefkati ile gülümsemişti.
“Achube üst dönemimdi. Hiç kimseye güvenmezdi. Hep pimpirikli ve detaylara takılan bir adamdır. Sana sonsuz bir güveni var gibi.” Dedi. Ramsy başını çevirip uyuyan Achube’ye bakmıştı.
“Sanırım bende ona güveniyorum. Bana ne zaman iyi olacak dese hep kötü şeyler olmasına rağmen ona güveniyorum. Bu normal mi Bayan Orgraf?” dedi. Emma gülmüştü.
“Galiba. Abiel yani nişanlım ne zaman iyi olacak dese her zaman işler kötüye gitti. Ona sonsuza dek güvenmeye çalıştım ama başaramadım. Birisine güvenmek için bir sebebin olmalıdır. Sen bu sebebi buldun mu?” dedi. Ramsy o an cevap vermek için hazırdı. Onu sevdiği için güvendiğini söyleyecekti. Ama Achube’nin prestiji zarar görür korkusu ile susmayı tercih etmişti. Emma onun düşünceli yüzüne bakıp düşünmeye başlamıştı.
“Gerçekten naziksin. İnsanların zarar görmesinden korktuğun için fedakârlık yapabiliyorsun. Achube’nin sana güvenmesini anlıyorum. Andrjez ile aranız düzelmeye başlamış gibi. O biraz vahşi bir adam. Seni incitmeye kalkarsa bana söyle onun ağzının ortasına bir yumruk savurayım.” Dedi. Kol kasını göstermek için kolunu sıkmıştı. Ramsy istemsizce gülmüştü.
“Gülümserken çok güzelsin…” Achube’nin orgun sesi ile irkilmişti. Emma da aynı şekilde ona dönmüştü. Achube gözlerini aralamış ona bakıyordu. Ramsy onun kımıldamasına izin vermemek için hemen doğrulmuştu.
“Uyuyor olman gerekiyordu.” Dedi. Achube ona bakmış ve gülümsemişti.
“Taş kullandım. Uzun süre gözlerim kapalı kalsa da bilincim açık kaldı.” Dedi. Ramsy ona bakıyordu. Emma onlara bakıp gülümsemişti.
“Bayan Nuna’ya gidip bakayım. Bebekler uyanınca bağırıp onu rahatsız etmesin.” Demiş ve çıkmıştı. Ramsy odada oluşan sessizlik ile gerilmişti.
“Seni korkuttum mu?” Achube bunu söylerken doğrulmak istemişti. Ramsy ona yatmasını söyleyecekken Achube kolundaki iğneleri sonra yüzündeki maskeyi sökmüştü. Ramsy ona durmasını söylemek için dudaklarını araladığında Achube onun elini tutmuştu.
“Korkmuşsun. Beni bu halde görmek zorunda değildin.” Ramsy ne diyeceğini bilemeden ona bakıyordu. “Uzanman gerek. Doktorun karısı…” Achube başını sallamıştı. “Biliyorum. Dikişler. Lanet herif sırtımı bir hayvan gibi tırnaklarıyla deşti. Kafasını koparsam bile vücudu saldırmaya devam etti.” Dedi. Ramsy şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı. “Bir an için öleceğimi sandım.” Dişlerini sıkıp oturur konuma gelmişti.
“Nasıl yani?” dedi. Ramsy elini tutan eli sıkıca parmaklarıyla sarıp. “Tuhaflardı. Birisi derisine değen çelik bıçakları eritti. Diğer ise başını boynundan kopardım ama hala hareket ediyor ve konuşuyordu. Bedenini parçalayıp yakmak zorunda kalana kadar…” bir şey hatırlamış gibi durmuştu. “Andrjez nerede?” dedi. Ramsy ona bakarken Achube kalkmak için elini çekmişti. Ramsy ise onu durdurmak için elini geri yakalamıştı.
“Milos’un yanında. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Senin de var.” Demişti. Achube o an duraksamıştı.
“Haklısın.” Demiş ve sızlayan yarasının acısı ile aklı başına gelmişti. Ramsy onun yüzüne bakıp gülümsemişti.
“Hayatta olduğun için mutluyum. Sanırım sadece bununla mutlu olmayı öğrenmem gerekecek.” Demişti. Achube bunu duyunca öylece kalmıştı. “Sadece ben değil herkes. Düşünüyordum da…”
“Düşünme.” Achube onu kendine doğru çekip sarılmıştı. “Bununla yaşamayacağız. Kimse bununla yaşamak zorunda değil. Savaş bitecek ve o gün sadece güne uyandığımı için, hayatta olduğumuz için mutlu olmayacağız. Yanımda olduğun için, beni sevdiğin ve seni sevdiğim için mutlu olacağız.” Achube ona sıkıca sarılmış ve çenesini omzuna koymuştu. Ramsy ona nazikçe sarılmıştı. Yaralarını acıtmaktan çekinerek. Achube onu tahrik etmek ister gibiydi.
“Seni ihmal ettim değil mi?” dedi. Ramsy onun amacını anladığında onu omuzlarından tutup iteklemişti.
“Henüz olmaz. Dikişlerin var ve bu şekilde sana eziyet etmiş gibi hissederim.” Dedi. Achube gülmüş ve gözlerini devirmişti.
“İyileşme hızımın fazla olduğunu söylememiştim galiba sana. Beni geri mi çevireceksin. Hemde üzerimde hiçbir şey yokken?” dedi. Ramsy ayağa kalkmıştı.
“Evet, çünkü yeni ameliyattan çıktın ve ölümden döndün.” Dedi. Achube onun bileğine asılıp çekiştirmişti. “Tamam, tamam gitme. Burada kal bari. Belki fikrini değiştirecek…” Ramsy göz devirince Achube gülmüştü. “Fikrin değişmeyecek anladım. Bari yanıma uzan ve uyumama yardım et.” Dedi. Ramsy ona bakıyordu. Achube bileğini bırakmıştı. “Söz veriyorum seni tahrik etmeyeceğim ev ellerimi yukarıda tutacağım.” Dedi. Ramsy buna ikan olmuştu. Üstündeki ceketi çıkarıp yatağa uzanmıştı. Achube’nin sargılı sırtına bakıp kolunu yana doğru uzatmıştı. Achube onun koluna doğru uzanmıştı yan yatarak.  Ramsy’e bakmaya başlamıştı.
“Lanet olsun kirli sakalınla inanılmaz derecede tahrik edici durman beni azdırıyor.” Dedi. Ramsy ona bakınca Achube sırıtmış ev gözlerini kapatmıştı.
“Tamam. Uyuyorum bakmıyorum sana.” Dedi. Ramsy gülüp doğrulup o gözlerini kapattığında onu dudaklarından öptüğünde Achube gözleri hemen geri açmıştı. Ramsy ise ona bakıp geri uzanmış ve ona doğru dönmüştü. Achube ona heyecanla bakınca Ramsy gözlerini kapatmıştı. “Fikrim değişmedi. Uyu!” demişti.
Milos, Achube kadar şanslı değildi. Bedeni gecikmiş ilaç yüzünden harap olmuş haldeydi. İlaç ağrılarını ve kanında dolaşan hastalığı durdursa da bağlı bilekleri ve yere vurduğu kafası yüzünden mahvolmuştu. Hastalık hiç bu kadar erken tekrar etmemişti. Bu durum bedenini toparlanmadan daha beter hale getirmişti. Andrjez yatağın kenarına konulmuş sandalyede oturmuş onu izlerken Nuna ve Emma koridorda konuşmaya başlamıştı. Sesleri geliyordu.
“Arabada ne olduğunu ona soracağım Bayan Nuna.” Demişti Emma. Nuna ise onun sesini bastırmak için eliyle hareket yapıyordu.
“Ona bunu soramazsın. Araba hakkında konuşmamamı istedi. Sana söylediğime pişman etme. Çocukların üzerine yemin mi ettireceksin?” Andrjez bacak bacak üstüne atmış elini alnına dayamış halde iç çekmişti.
“Sesinizi duyuyorum.” Dediğinde koridorda bir sessizlik başlamıştı. Emma gözlerine belirtmiş ona bakan Nuna’nın yanından sıyrılıp kapıya doğru yürümüş ve yarı aralık kapıdan bir rüzgâr gibi içeri doğru süzülmüştü. Sahte bir gülüş vardı sesinde.
“Kulakların da güçlenmiş.” Dedi. Andrjez yatakta yatan Milos’a bakıyordu. Emma ona doğru sokulmuştu. Nuna ise kapıyı içeri girince kapatmıştı.
“Ona ben söylemedim. Yani söyledim ama Ramsy ve İllarea konuşurken bir şeyler duymuş.” Derken birden susmuştu. Andrjez iç çekip onlara doğru bakmıştı.
“İnsanın ömrünü kısaltan şeyin merak olduğu söylendi bize hep manastırda. Bir asker merak etmez, sorgulamaz. Görevini yerine getirip kanın son damlasına kadar savaşır denildi. Ama biz artık asker değiliz. Değil mi?” demişti. Emma ona bakıp kalmıştı. “Bebekleri gördüm. Çok güzeller.” Diye devam etmişti. Onlara kenarda duran diğer yatağı göstermişti.
“Arabada kesik bir kafa var. Daha doğrusu Achube’nin koparıp aldığı bir kafa. Bedeninden kopmuş ve sekiz saattir o halde olsada hala yaşıyor. En azından konuşup duruyor.” İki kadında şok olmuş halde ona bakıp kalmıştı. Andrjez elini çenesine dayamış ev düşünceli halde Milos2a bakmaya başlamıştı.
“Her neyse onlar ben ve Achube için beklenmedik bir şeydi. Achube gibi taş kullanıyorlardı ve bedenleri çok garipti. Bir sürü dikiş izi ve farklı şeyler vardı. Ruhları yok gibiydi.” Dedi. Nuna yatağın ucuna doğru oturmuştu. Emma ise şaşkınlıkla iki elini yatağa koymuş ona bakıyordu.
“Lows hiç böyle bir şeyden söz etmiş miydi?” dedi. Emma başını sallamıştı.
“Hayır. Sadece Achube gibi irade ile taş kullananların kayıtları vardı.” Dedi. Andrjez onlara çevirmişti başını. “İki manga silahlı adama bedel bir güç vardı hepsinde.” Bunuş söylerken gözleri düşünceliydi.
“O şeyi konuşturacak mısınız?” Emma bunu sorarken hala şok içindeydi. Andrjez başını sallamıştı.
“Çürümeden zihnini görmem gerek. Milos uyandıktan sonra onunla ilgileneceğim.” Başını Milos’a doğru çevirmişti. “Geç kalmamızın sebebi onlar. Eğer zamanında gelebilseydim durumu daha iyi olabilirdi.” Dedi. Milos’un alnı şişmişti. Saçları şişlik ve yaranın üstünde sağa doğru dökülürken sarı kirpikler sımsıkı kapanmıştı.
“Sanmam.” Nuna bunu söylediğinde Andrjez ona hızla başını çevirmişti. Nuna açıklama gereksinimi duymuştu. “Dün öğlen geçirdiği kriz sonrasında tamamen bilincini kaybetti ve ondan sonra toparlayamadı. Öğlen gelemezdiniz. Hiçbir şekilde. O yüzden kendini suçlamanı istemem.” Dedi. Andrjez elini alnına doğru götürmüştü.
“İyileşmesi için onu götürmem gerek ama yapamıyorum.”
“Neden?” Emma saf bir şekilde bunu sormuştu. Andrjez ise ona doğru bakıp dalgın bir tebessümle bakmıştı.
“Sanırım onun gelmek istememesi ile aynı sebepten. Sorumluluk Emma. Değer vermek. Burada ilgilenmemiz gereken çok büyük şeyler var ve o tehlikeyi hep erkenden hissediyor. Beni burada tutmak istedi. Çünkü o şeyleri biliyor olmalı.” Dedi. Emma şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı.
“Nasıl yani?” dedi. Andrjez uyuyan Milos’a bakmıştı.
“Galiba dahi. Beni cepheye gönderdi çünkü bir hain olduğunu biliyordu. Ve orada olanlardan sonra kendini sorumlu hissetmemi istedi. Buraya sizin yanınıza sürükledi. Görmemi istediği şey ne şimdi anlıyorum. En başından beri neyin doğru olduğunu anlamamı istedi.” Dedi. Emma uyuyan Milos’a bakıp acı dolu bir gülümseme ile dolmuş gözlerini silmişti.
“O hep bir plan yapıyor kafasında ve buna herkesin uymasını sağlıyor. Bu hastalıkta bir plan mı?” dedi. Andrjez başını öne doğru eğmişti. Emma doğum sonrası artan duygu bozukluğu ile mücadele etmeye çalışırken sessizce ağlıyordu.
“Ölüm bir kalp atışı kadar yakın Emma. Eğer onun bir gün son defa kalbinin atacağı anı düşünürsem deliririm. O yüzden bu8radaki şu işi çözüp onu alıp gitmem gerek.” Andrjez bunu söylerken yorgundu sesi. Emma burnunu çekip ayağa kalkmıştı.
“Ne yapabilirim? Bana ne yapacağımı söyle. Sana yardım edeyim.” Dedi.
“Sadece abime ulaşacağım bir hat olmalı. Onu bulmanı istiyorum. Telsiz kodlarını biliyorsundur. Başka bir şey yapma. Çocuklarının geleceği görmesini ve bizden uzun yaşamasını sağla.” Dedi. Emma başını sallamıştı. Kapıya doğru yürürken Nuna onun çıkmasını bekledi. Kapı kapanınca Andrjez’e doğru döndü.
“Bir şey planlıyorsun. Herkesi o yüzden mi uzaklaştırmak için aptal aptal konuşuyorsun ha?” dedi. Andrjez ona bakmıştı.
“Sende uzaklaş. Sizi gerçekle yüzleşmek zorunda bırakırsam Achube kadar şanslı olamazsınız.” Dedi. Nuna ayağa kalkmıştı.
“Şu hain. Ne oldu da onu öldürmeden döndün?” Nuna acımasız ve zeki bir kadındı. Andrjez onunla baş etmekte hep zorlanmıştı.
“O sadece aklı karıştırılmış birisi.”
“O zaman kim onun aklını karıştırıyor biliyorsun. Şu sana verilen ilahi güçlerin, onu yok etmeye yeter diye düşünüyorum. Neden duruyorsun?”
“Olaylar sandığım gibi dümdüz değilmiş. Benden yanıldığımı mı duymak istiyorsun?” dedi. Nuna birden gülmüştü.
“Evet. Çünkü yine yanılıyorsun. Yine tek yumrukta olayı çözebileceğine inan bir aptal gibi davranıyorsun. Çözemeyeceğini bu sefer birinin ölümünü görünce mi anlayacaksın? Akşam toplantı yapacağız ve o dangalak kafandan geçenleri anlatacaksın. Geçmişi ve geleceği görebiliyordun değil mi? Herkes bunu konuşuyor. Bize ne gördüğünü anlatacaksın. Ve beraber hareket edeceğiz.” Dedi. Andrjez üstündeki baskıya direnmek istemişti.
“Yapmaz…”
“Yapmazsan birileri gerçekten ölüme bir kalp atışı kadar yakın olacak. Bu sefer Achube kurtuldu ama başka sefer Emma, Milos ya da abin belki başkaları olacak.  O yüzden burada oturup sevgilinin uyanmasını beklerken ne gördüğünü ne bildiğini düşün ve akşam yemeğinden sonra herkese bunu anlatacaksın. Şimdi dinlen.” Dedi. Kapıya doğru yürüyüp çıktığında kalbi o kadar hızlı atıyordu ki elleri titriyordu. Nuna her zaman mantıklı ve sert tarafı oynamak zorunda kaldığını hissediyordu. Onların hep dışındaydı ve duygusal olarak çöken bu güçlü erkek ve kadınları kaldırmazsa oğluna bir gelecek bırakamayacağını biliyordu. Değişmek ve birazda dönüşmek zorundaydı. Tıpkı General Huxe gibi. Nasır tutmayı öğrenmek zorundaydı. Yaralarını dağlayıp başkalarının yaralarına koşmalıydı. Onlar gibi iyi silah kullanamazdı. İlahı bir yeteneği ya da güçlü istihbarat ekibi yoktu. Bir ordu tarafından eğitilmemişti. Basit bir çiftçinin basit bir kızıydı ve hayatının bir kısmını fahişelik yaparak kazanmak zorunda kalmıştı. Tanrı vergisi bir zekâsı vardı. Ama şu zamana kadar bunu keşfetse bile kullanamamıştı. İnsanın kendini yönetirken kafasını kullanması gerekirdi. O ise senelerce kalbini kullanmış ev bunun acı sonuçlarını almıştı. Şimdi kalbini kullanmak yerine kafasını kullanıyor ve kalbini kullanan bir grup güçlü adama ve kadına yön verme gereksinimi duyuyordu.
“En güçlüler lider olmaz. En zekilerde olmaz. En deneyimliler lider olur. Onlar her hatasında aldığı yarayı gururla taşıyanlardır.” Milos’un dedikleri kafasında yankılanmıştı. Oğlunun nasıl odluğunu öğrenmek için odasına çıktığı gün Milos bunu demişti ona.
“Oğlun senin liderliğinle, bir hayat değil birçok hayat kurtarmış olmanla gurur duyduğu gün onun karşısına çıkmalısın. Nuna olarak değil gerçek adın ve soyadınla. Şanınla ve ona yarattığın dünyayla. Onu görmek istersen adresi.” Demiş ve bir kâğıt vermişti. Ama cesaret edip oraya gitmek istemişti. Korkusuz bir kadındı fakat asla cesur olmamıştı. Nerede durup nerede hareket geçeceğini hayat ona öğretmişti. Cesaretin aptallık olduğunu bildiği için bugün o odada Andrjez’in canını yakıp üstüne basmıştı. Titreyen elleri ile yanağına akan yaşları silmişti. “Roluge uyanmış olup bu halimi görsen benimle guru mu duyardın yoksa sevgilini kışkırtıp sinirlendirdiğim için bana kızar mıydın? Bunun cevabını öğrenmek istiyorum. Uyanman gerek.” İçindeki ses bunları söylerken derin bir nefes alıp göğsünü dikleştirmişti. Omuzlarını geriye atıp yüzüne sert mizacını ve gülümsemesini yerleştirmişti. Kahramanlar kolay yetişmez ve kolay kolay bu dünyada tutunamazdı. Tanrıların terk ettiği bu dünyanın bir kahramanı olmaya hazırlanan bir diğer kişide dönüşümünü tamamlıyordu. O gün geldiğinde ve adı şan ve şerefle anıldığında Nuna oğlunun yanında olacağını biliyordu. Hayatın ona bu noktada kazık atmaması için çabalamaktan başka bir şey yapamazdı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)