Kayıp Masallar 3 (5. Bölüm)
Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?
Gölgeyi Yaratan Işık ,
Zaman insafsız bir işkencecidir. İnsanların
sürekli bedenini saran ve onları yavaş yavaş çürüterek acı çektirir. İnsanlığın
en büyük hastalığıdır. Onlara günahlar işleten ve aceleye sokup hatalar
yaptıran şey zamanın ta kendisidir. Tanrıların bile kontrol edemeyeceği kadar
ilerlemede ısrarcıdır. Zaman Milos için sürekli onu tüketen bir hastalık. Onu saran
ve her saniyesini yavaş yavaş alan bir tefeci gibi.
Derin düşünceler zihnini bulandırırken aralık
ayı bitmek üzereydi. İki gün sonra yeni
yıla girmiş olacaklardı. Sınıfında son günüydü. Pazar akşamı büyük bir balo
düzenlenecekti. Yeni girecekleri yılı kutlamak için geleneksel askeri balo.
Yeni yatakhanesinde huzurlu uyuyup huzursuz uyanıyordu. Haftanın son dersi ve
artık kalem tutmaktan parmakları ağrımaya başlamıştı. Geometri ve açılardan
nefret etmezdi. Ama b gün anlatılan her şey beyninde bir kabarcık gibi patlayıp
yok oluyordu. Elemeler bitmiş ve neredeyse sınıfından on kişi eksilmişti. Hala
onunla konuşmayan ve itip kalkan birileri vardı. Umurunda değildi. Onlarla
sadece kurmaylar varken bir arada kalmak zorundaydı ve bunun rahatlığı içinde
yaşıyordu. Gözü yükselen pencereden dışarı doğru kaymıştı. Koşuda olan sınıfı
görebiliyordu. Andrjez’in sınıfı soğuk havada ağızlarından buhar çıkarak
koşudaydı. Onları izlemeye dalmışken masasına vuran kişi ile sıçramıştı.
“Roluge!” demişti dersi veren subay. Milos ona bakıp sessizce ayağa kalkmıştı.
Derste başka şeyle ilgilenmenin cezasını biliyordu.
“Koridora çıkıyorum hemen efendim.” Demişti. Üç saat boyunca sınıf kapısında
bekleyecekti. Cezasını ezbere bilmek her öğrencinin göreviydi.
“Telefon gelmiş. Seni bekliyor nöbetçi.” Dedi. Milos kapıda kırmızı kolluğu ile
dikilen astsubaya bakmıştı. Bir an için duraksamıştı. Annesinden mektup bile
almamışken şimdi gelen telefon onu ürkütmüştü. Hemen nöbetçi ile çıkıp
santralin bilindiği kata inmişti. Telefon elinde bekleyen kişi ona doğru
uzatmıştı. Korkarak telefonu kulağına götürmüştü. Sandalyeye oturabileceğini
işaret etmişti astsubay. Sandalyeye oturup boğazını temizlemişti.
“Ben Milos Roluge!” demişti. Bir an için
kimin hattın diğer ucunda olduğunu bilmemenin tedirginliği ile yutkunmuştu.
“Milos ben büyük babanın asistanıyım.” Konuşan adamın sesi tok ve sertti. Büyük
babasından bahsediyordu. “Anne hakkında bir durumu bildirmek için arıyorum.”
Demişti. O an onu kovalayan zaman durmuştu. Her şey yavaşlamıştı. Adamın sesi
bulanıklaşmıştı. Kulaklarındaki basınç arttıkça kendi kalp sesini duyuyor
gibiydi.
“Durumu şu an için iyi değil. Elimizden gelenleri yapıyoruz. Ama doktorlar çok
fazla zamanı kalmadığını söyledi. Onu görmek için başkente büyük babanın yanına
gelmelisin.” Asistan konuşurken Milos yavaşça gözlerini kapamıştı. Adamı
duyuyor ama anlamıyordu. Annesine ne olduğunu neden hasta olduğunu anlamıyordu.
“Gelemem…” demişti. Dudaklarından hafif ve yavaş bir şekilde süzülmüştü
kelimler.
“Annenin zamanı çok yok. Büyük baban bir araç gönderdi. Yarın orada olur. Seni
alması…” Milos birden ahizeyi hızla yerine koyup iletişim kablosunu giriş
yuvasından çekip sandalyeden kalkmıştı. “Sorun
mu var?” demişti. Milos ona cevap bile vermeden hızlı adımlarla odadan çıkmıştı.
Andrjez dersin bitişi ile direkt soyunma
odasına gitmişti. Terden saçları sakaklarına yapışmıştı. Yüzünü yıkayıp
oturmuştu. Akşam yemeği için Milos ile
buluşmaya sözleşmişlerdi. Onunla yemekte görüşecekleri için hemen duş almak
için sıraya girmişti. Soyunma odasındaki duşlar daha rahattı. Az kişi ve daha
temizdi. Yıkanıp üstünü değiştirmişti. Saçlarının biraz kuruması için bekleme
salonunda oturmaya başlamıştı. O ara Ruen ile teslim edilecek ödevleri
konuşmaya dalmıştı. Zamanın nasıl aktığını anlamamıştı bile. Tam çıkmaya
hazırlanırken Milos’un sınıfından bir kız ona doğru hızlı adımlarla gelmişti.
“Andrjez!” deyip yolunu kestiğinde derin bir sessizlik olmuştu. “Özle
konuşabilir miyiz?” demişti. Ruen ve yanındaki arkadaşları ona manalı birer
bakış atmıştı. Onlar giderken ikisi kalmıştı salonda.
“Şey dersteyken Milos’u çağırdılar ve geri dönmedi. Daha sonra yemekhane
tarafında karşılaştık. Seninle konuşmak istiyormuş. Oraya çağırıyor.” Demişti.
Yüzünde garip bir tedirginlik ve korku vardı. Andrjez o an sadece Milos’a bir
şey olduğu için kızın tedirgin olduğunu düşünmüştü. Hemen çantasını almıştı.
“Gidelim. Nerede?” demişti. Kız ile hızla çıkıp kapıda onları bekleyenleri
duymazdan gelip yemekhanenin arkasında hep oturdukları çatıya doğru giden acil
çıkış merdivenlerine doğru yürümüştü.
“Bir şey olmadı değil mi ona?” demişti. Kız hiç konuşmuyordu. Atkısının ardına
saklamıştı yüzünün yarısını. Gözleri yere bakıyor ve adımları hızlıydı. Kapıya
geldiklerinde durmuştu.
“i… İçerde.” Demişti. O an gözleri içeri giren Andrjez’e takılmıştı.
“Ben… ben üzgünüm.” Dediğinde Andrjez’in adımları durmuştu. Andrjez ona bakıp
kaşlarını çatmıştı. “Ne için?” o an bir el onu içeri doğru hızla çekmişti.
Kapının kapanışı ile kendini yerde bulmuş ve yüzüne inan yumrukla beyni çalkalanmıştı.
Bir iki saniye ne olduğunu anlayamadan olduğu yerde kalmıştı. Ona bakan kişileri tanıyor gibiydi. Milos’un
sınıf arkadaşları ve batı cephesi generalinin sevgili oğlu…
“Milos nerede?” demişti ayağa kalkıp çantasını tek sapından tutarken.
“Bence onu sormak yerine buradan nasıl çıkacağını düşün.” Demişti generalin
oğlu kollarını sıvarken. “Kendini bir halt sanıyorsun.” Demişti. Andrjez ondan
sayıca üstün olan gruba bakmıştı.
“Bu kavganın sonunda sağ kalırsam sizi disipline…” kahkaha sesleri onu
bastırmıştı.
“Disiplin mi? Buraya neden geldiğini biliyor musun?” demişti. Andrjez başını
iki yana sallamıştı.
“Achube ve yatakhane liderimiz bir karar verdi ve sorunlarımızı kendi başımıza
halletmek için bize izin verdi. Seni mi koruduğunu sanmıştın?” dedi. Andrjez
birinin ufak bir bıçak çıkardığını görmüştü. Gerçekten onu öldüreceklerdi. Bunu
hissediyordu.
“Achube bunu yapmaz.” Demişti.
“Yapar. Buranın neresi olduğunu anlayamadın mı? İnsanlar yükselmek için pürüz
olanları yok etmek ister. Achube’ye babam batı cephesinde bir kıta da teğmenlik
verecek. Bil bakalım bu nasıl oldu?” dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. “Sen,
Milos ve o ufak tayfan… Anlıyorum akıllısınız ama burada gücün konuştuğundan
bir habersin. Milos’u öldüremeyeceğime göre seni öldürüp canını yakabilirim.
Bunu daha önce yaptım.” Derken dişlerini göstererek gülümsüyordu. “O ve onun
büyükbabası… Sürekli torunun arkasını topluyor. Bir ibne için boşa verilen
emek. Her neyse onu aradan çıkartmak ve tekrar kendini vurmasını sağlamak
hoşuma gidecek.” Demişti. Andrjez kelimeleri birleştirmek için duraksamıştı.
“Altais… onu siz mi öldürdünüz?” demişti. Başını sallamıştı. “Bizzat ipi
boynuna ben geçirdim. Şahsen Milos’un burada olup seni de öldürüşümüzü
izlemesini isterdim ama onu bulamıyoruz. O yüzden buraya geldiğinde seni…”
birden açılan kapı ile arkasını dönmüş ve silah sesi ile olduğu yere
devrilmişti. Milos elinde bir altı patlar ile kapıda dikiliyordu. Generalin
kıymetli oğlunu vurmamıştı bile. Herkes bir an duraksamıştı. Milos onlara
dikmişti gözünü.
“Andrjez çık!” demişti. Dipçiği çekip ikinci defa nişan aldığında herkes
kaçacak yer aramaya başlamış ve yerde korku içinde yatan genci tepeleyerek kapıya
hücum etmişti. Milos bir iki el daha ateş edip onları korkutmuştu. “Bu kimin
silahı biliyor musun?” demişti Milos yerde debelenen gence doğru yürürken.
“Senin!” demişti. Genç şaşkınlıkla ona bakarken Milos birden durup onun eline
tabancayı vermiş ve zorla başına dayatmıştı. “Tetiği çektiğim anda
öleceksin. Ve kendi başına yapmış
olacaksın.” Dedi. Genç titrerken Milos birden tetiği çekmişti. Kurşun gencin
kulağını sıyırıp geçerken çığlıklar atarak yerde debelenmeye başlamıştı. Milos
silahı yere doğru fırlatmıştı.
“Beni başkası ile tehdit etmekten vaz geçtiğin gün seni öldürüp
onurlandıracağım. Altais bunu isterdi.” Dedi. Silahı bir tekme ile köşeye doğru
atmıştı. Tekrar kapıya yürürken Andrjez’e dönmüş ve onu davet eder gibi kapıyı
açmıştı. Andrjez yerde debelenen gencin üzerinden atlayıp onunla dışarı
çıkmıştı. Milos bir süre yürüdükten sonra bulduğu ilk banka oturup omuzlarını
düşürmüştü. Andrjez sessizce onun yanına oturup çantasındaki matarayı
uzatmıştı.
“Teşekkürler.” Demişti. Milos birkaç yudum su içtikten sonra ona doğru
dönmüştü. “Kaşın kanıyor Andrjez. Revire gidip dikiş attır.” Demişti. Soğuk bir
sesle konuşmaya çalışsa da gerginlikten bütün enerjisi tükenmişti. “Onun
silahını nereden buldun?” dedi. Milos bir süre ona baktı. Daha sonra mataradaki
sudan cebinden çıkardığı mendile döküp ona uzattı.
“Çaldım. Dolabından çalıp birisini vuracaktım.” Dedi. Andrjez mendil elinde ona
bakıp kalmıştı. “Kimi?” demişti. Milos bir süre ona baktı ve iç çekmişti.
“Birkaç kişiyi daha doğrusu. Bak bana sinirlenmeyeceğin bir anda konuşalım. Şu
an aklımı toplayamıyorum.” Dedi. Andrjez onun yüzüne bakmak için dönmüştü. Kan
çenesine doğru süzülüp damlamıştı.
“Onları mı vuracaktın?” dedi. Milos başını sallamıştı. “Hapishaneye götürülüp
idam edilirdin.” Dedi. Milos başını iki yana sallamıştı. “Büyük babam buna izin
vermezdi.” Uzanıp Andrjez’in elindeki mendili alıp akan kanı silmek için ona
doğru dönmüştü.
“Büyük babam beni yanına çağırıyor. Oraya gittiğimde geri dönmeme izin vermez.”
Dedi. Andrjez ona bakarken Milos dikkatle onun yarasını siliyordu.
“Gitme.” Demişti. Milos o zaman onunla göz göze gelmişti. Dolmuş gözlerinin
mavisinin etrafı kızıla dönmüştü.
“Annem onunla. Hasta…” demişti. Boğazına takılan hıçkırıkları yutmuştu. “Hasta mı?” Andrjez şaşırmıştı. “Annem onun en
son iyi olduğunu söylemişti telefonda konuştuğumuzda.” Milos’un elini tutup
yüzünden çekmişti. “Emin misin?” dedi. Milos başını iki yana sallamıştı.
“Aradılar…” Andrjez ona dikmişti gözlerini. “Bizde arayalım o zaman. Annemle
konuşalım. Neler oluyor o bilir.” Dedi. Milos şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Abim hala burada. Gidip onunla konuşalım.” Dedi. Milos onu yanında sürüyen
Andrjez’e bir şey diyememişti. Kurmay binasına geldiklerinde Milos onu
durdurmuştu. “Annem gerçekten hastaysa ne yapacağız?” dedi Andrjez ona bir süre
bakıp birden gülmüştü.
“Seni gelip kaçırırım. Ya da yarım kalan işini ben halleder gelirim.” Demişti.
Basamakları hızla çıkıp abisine verilen odaya gelmişti. Kapıyı vurup içeri
girince abisi onun suratına afallamış halde bakmıştı.
“Kaşına ne oldu?” dedi. Ardından giren Milos’a bakmak için koltuğunda yana
doğru eğilmişti. “Sorun mu çıktı?” demişti. Milos oraya doğru yürürken Andrjez
usulca kapıyı kapatmıştı.
“Milos birini kulağından vurdu. Yemekhanenin acil çıkışının orada. Onun
öncesinde beni bıçaklamaya falan çalıştılar abi. Ama problem o değil.” Dedi.
Milos olduğu yerde dikilirken Andrjez abisinin yanına doğru sokulmuştu. “Annemi
aramam lazım. Acil olarak bir şey sormam gerek.” Dedi. Yüzbaşı Dejan ona bakıp
kalmıştı. “Bir saniye bekle. Kulağından vurduğunuz kişi nerede?” dedi. Milos
hazır ol komutunda bekliyordu. “Orada bıraktım efendim.” Dedi. Yüzbaşı Dejan
bir sigara yakıp koltuğa yaslanmıştı. “Neden bu kavga çıktı? Kimin silahı
kullanıldı?” dedi. Milos ona bakıp alt dudağını ısırmıştı. “Vurduğum kişinin
silahını kullandım.” Dedi.
“Siz ikiniz bu yüzden okuldan atılabilirsiniz. Ama buna izin vermem. Şimdi
neden annemi aramaya çabalıyorsunuz?” dedi. Andrjez koltuğa oturmak için izin
istemişti. İkisine de oturmasını söylemişti.
“Milos’un annesinin hasta olduğunu söylemiş büyük babası ama biz buna
inanmıyoruz. Annem ve Bayan Roluge yakın arkadaş. O yüzden annemi arayıp
soracağım. Bu sayede emin olmuş olurum.” Demişti. Yüzbaşı Dejan bunu duyunca
bir an için duraksadı. Ardından telefona uzanmıştı.
“Santral bana reviri bağla.” Demişti. Kısa süre sonra revirden dikiş için bir
hemşire istemiş ve telefonu kapatmıştı.
“Annemi kaşına baksınlar öyle ara. Roluge eğer annen hasta ise gidecek misin?”
dedi. Milos başını sallamıştı. “Evet, onu tek bırakmam istemem.” Dedi.
Yüzbaşı Dejan ona bakıp içi çekmişti. Andrjez’in kaşına dikiş atılmamıştı. Ufak
bir pansuman ve sargı bezi ile halledilmişti. Daha sonra telefon görüşmesi için
Yüzbaşı sözünü tutmuştu.
“Anne!” demişti Andrjez biraz heyecanla. Annesi ile son görüşmesinin üstünden
çok geçmemişti. Annesini postane telefonundan aramış ve onu heyecan ile
beklemişti.
“Telefon geldiklerini söylediklerinde çok heyecanlandım. Sanırım artık eve
telefon bağlatmam gerekecek. Tatlım nasılsın?” Bayan Dejan heyecan ile
konuşuyordu.
“Ben iyiyim anne. Sen nasılsın? Bir şey sormak istiyorum. Çok zamanım yok.”
“Ben iyiyim oğlum. Sor! Ne oldu? Bir sıkıntı mı var?”
“Hayır yok. Abim hala burada. Bir sıkıntı yok sadece Bayan Roluge ile hiç
görüştün mü diye soracaktım sana.” Dedi. Bayan Dejan bir an duraksamıştı.
“Evet. Geçen hafta gördüm onu. Sağlığı pe iyi olmadığı için işten ayrılmak için
fabrikaya gelmişti. Daha sonrasında uğradım ama evde yoktu. Ne oldu?” dedi.
Andrjez göz ucu ile Milos’a bakmıştı.
“Hiç, oğlu annesini merak etmiş ulaşamayınca haberin var mı diye sormak
istedim. Teşekkür ederim.” Demişti. Kısa bir veda konuşması sonrasında telefonu
kapatmıştı.
“Annem?” demişti Milos. Andrjez ona bir süre bakmıştı.
“Abi izin hakkımı kullanma şansım var mı?” demişti Andrjez. Milos aldığı
haberin doğru olduğunu anlamıştı. Geriye
doğru yaslanıp Andrjez’e bakmaya başlamıştı.
Kader insanın kendi verdiği kararlar ile
örülen bir ağdır. O gün Andrjez kendi kaderinde önemli ir dönüm noktasında
olduğunun bile farkında değildi. Tesadüfler ise sadece insanların birbirinden
habersiz olarak aldığı kararlarla ilişkilidir. Milos ve Andrjez’in hayatlarında
hiç rast gelmeme ihtimalleri vardı. İkisi içinde bambaşka hayatlar
düzenlenmişti. Ama onlar aldıkları kararlar ile birbirlerine olan nedensiz
sevgilerinin etkisiyle bir kader ağının örülmesine neden olmuşlardı. Tanrıların
terk edip insanın inisiyatifine bırakılan bir kader ağı oluşmuştu. Gençlik
onlara verilen en büyü k lütuf ve güçtü. Onlar ise bunun farkında olmayacak
kadar toydu.
Andrjez abisinin ısrarına rağmen o gün yarın için Milos ile gitmeye kararlıydı.
İnsanlık biri birini yok etmek ve kanla gelen
zaferler içinde zenginliğin hayali kurarken sapkın zihnin yönettiği dünyada birçok
yenilik ve buluşu da yaratmak için bahane buluyordu. Zeplinler helyum dolu uçan
bombalar o dönem popüler savaş araçları haline gelmeye yeni yeni başlamıştı.
İnsanları ve birçok bombayı taşıyabilen dev uçan balonlar ufacık arza
belirtisinde yanmaya ve büyük patlamalara sebep olurken birer cephanelik haline
getirilen bu makineler bu örülen kader ağında büyük bir rol oynuyordu.
Ertesi sabah;
Gelen araç askeri plaka taşıyordu. Anten
yerinde imparatorluğun üç başlı aslanı ve kırmızı rengi üzerine işlenmiş altın
yıldızları ile parlıyordu. Yemekten hemen sonra yola çıkacaklardı. Milos ufak
bir çanta almıştı yanına. Andrjez’de sadece giyecek ve bir miktar para. İkiside
yemekten sonra ufak çantaları ile kurmaylığın önüne doğru yürüyordu.
“Küçük Bey bir arkadaşınızın eşlik edeceğinden büyük babanızın haberi yok. Bu
doğru olur mu?” demişti onu almaya gelen asistan. Milos ona göz ucu ile
bakmıştı. “Onu kendi evimde ağırlayacağım. Büyük babamı ilgilendiren bir şey
yok. Endişelenme.” Demişti. Andrjez onun
önemli akrabalara sahip olduğunu anlamıştı çoktan. Sessizce onu takip ediyordu.
Çantasını alıp arabaya oturduğunda Andrjez’de binmişti. Milos sessizce
gözlerini dikiz aynasına dikmiş duruyordu.
“Andrjez araba kullanmayı biliyor musun?” demişti. Manasız bir sohbet açmak
ister gibiydi.
“Hayır. Abim hiçbir zaman öğrenmem müsaade etmedi.”
“Ben biliyorum. Babamın yaralandığını duyduğumuzda annemin elleri şiddetle
titriyordu. Direksiyona geçip onun çalıştırdığı arabayı sürmeye devam ettim.
Bana sürekli hızlı gitmemi söylemişti. Askeri hastaneye nasıl vardım o arabayı
nasıl sürdüm bilmiyorum ama ayağım pedala yetişmediği için neredeyse ayakta
sürmüştüm. Önümü göremeden. Yani öğrenmesi zor değil.” Dedi. Andrjez ona ve
direksiyona baktı.
“Anladım. Belki bende bir gün sürerim.” Dedi.
Milos ona doğru göz ucu ile bakmıştı. Hisleri güçlüydü. Ne zaman
gereksiz bir konu üzerine düşünse o an başına geleceklerden haberdar gibiydi. Elindeki
silaha bakarken Andrjez’in silah kullanmayı bilip bilmediğini düşünmüştü.
“Oraya gittiğimizde sakin olmalısın.” Demişti Andrjez. Milos omuz silkmişti.
“Sakin kalmaya çalışacağım. Benimle geldiğin için teşekkürler.”
Milos’un hiç bilinmeyen pasif agresif yanını Andrjez bugün görmüştü. Öfkeden
gözü dönüyordu. Güçsüzlüğünden dolayı öfkesi sinsiliğe dönüşüyordu. Zekasını
yanlış yönlendiren bir gençti. Yumruklarını kullanacak kadar güçlü değildi.
Toplum içinde aşağılanıp bastırılmış kişiliği yüzünden kalbinde hep gizlediği
bir öfke vardı. Cinnetin bir sebebi de bastırılmış öfkenin patlaması gibi.
Sürekli aktif olan volkan dağları arada lav ve
kül püskürterek içlerinde sıkışan enerjiyi atar. Ama uyuyan bir yanardağ
patladığında çevresindeki her şeye zarar verir. Birkaç gün gündüzü geceye
çevirmez. Aylar yıllar boyunca kül tabakasından güneş toprağa dokunamaz.
Saçtığı lavlar her şeyi eritip kendine katarak yol alır. Milos uyuyan bir
yanardağ gibiydi. Korkuları ile bastırılmış öfkesinin ne zaman ortaya çıkacağını
kimse kestiremezdi. Andrjez onu ilgi çekici ve ilginç olarak görmeye
başlamıştı. Onu sevmenin ötesinde izlemesi eğlenceli bir kişilikti. Korkunç bir
hayal gücü vardı. İnsanları öldürmek üzerine bin bir yol bulabilirdi. Bunun sebebi olarak babasının tıp kitaplarını
sunardı. Birisinin boğazını iki parmağı ile sıkarak öldürebilirken kulağına
cıva damlatarak da öldüre bileceğini anlatmıştı bir defasında ona. Annesi onu hayatta durduran ve hatalar
yapmasına engel olan kişiydi. Bazen özgür olması için bir pranga… Milos için
annesi vaz geçemeyeceği ve korumak zorunda hissettiği bir kadındı. Annesi ile
çok iyi bir ilişkisi yoktu ama onu severdi. Sevgisini belli etme konusunda
ciddi sorunları vardı. İfadesizce annesi hakkında konuşur ve daha sonra gülümseyip
onu sevdiğini söylerdi. Onun ölmesinden korkardı ama bunu kimseye söyleyemezdi.
Kimsesiz kalmak ve gidecek bir yeri olmadığını hissedeceğini bilirdi. Başını
yaslayıp saçlarını okşayan bir annesi vardı. Onunla sadece konuşmadan anlaşıp
sessizce ağlamasına göz yuman ve onu kabul eden tek kişiydi annesi. Onu
korumaya çalışırken kendi sağlığını ve zenginliğini kenarı iten fedakâr annesi.
Annesinin ne zamandan beri hasta olduğunu
bilmemenin hüznü vardı içinde. Büyük babasının yanına gidecek kadar durumu
kötüydü. Ona haber vermediği için annesine kızgındı. Gerçi evden kaçarak
manastıra gidip onu arkasında bırakırken üzüleceğini düşünmemişti. Çocukça ve
bencilce davranmaktan vaz geçemiyordu. Annesinin ölümden kurtulma şansı
olmadığını düşünüyordu. Babasının yaptığı şeyler yüzünden lanetlendiğine
inanmıştı. Temiz değildi ve bütün yüzü tek başına sırtlamayacak kadar da
küçüktü.
“Büyük babam nasıl?” demişti şoförün yanında sessizce oturmuş sigara saran
asistana göz ucu ile bakıp.
“Geçen yaz evlendi. Ve bir bebek bekliyorlar.” Demişti asistan. Milos
büyükbabasının genç kadınlara olan düşkünlüğünden hayıflanan babasını
anımsamıştı.
“Garip, bebek bir teyzem ya da dayım olacak ha?” dedi. Asistan gülmüştü.
“Aile içinde ondan daha büyük olduğunuz için sizin kıdeminiz yüksek olacak. Bu
konuda endişeniz olmasın. Annenizin vefatı sonucunda siz onun yerine
geçiyorsunuz.” Demişti. Sardığı sigarayı yakıp derin bir nefes çekmişti.
“Annemin vefatı mı* öleceğinden bu kadar emin misin?” demişti. Asistan başını
sallamıştı. “Tıpkı büyük anneniz gibi kan öksürüp bir şey yemiyor. Verem
hastalığının pençesine düşmüş. Doktorlar son evreye geldiğini kurtulmanın
mümkün olmadığını söyledi. Sizi bir nevi cenaze için götürüyorum. Buna
hazırlıklı olun.” Resmi ve soğuktu konuşma. Andrjez onları şaşkınlıkla
dinliyordu.
“Annem kendi evinde mi?”
“Evet. Bir hemşire onunla ilgileniyor.”
“O zaman bizde oraya gidelim direkt. Büyükbabama annemi gördükten sonra
giderim.”
“Buna gerek yok, büyükbabanız orada zaten.”
“Anladım. Her neyse…” Demişti. Yolculuğun kalanı sessizdi. Andrjez ilk defa
başkenti görecekti. Anlatıldığı gibi rengarenk bir şehir görmeyi beklerken
saatler sonra gri bir şehir onu karşılamıştı. Üstünde kara bulutların
dolaştığı, bacaların duman kustuğu, yolların gürültü ile dolduğu başkente
girdiğinde şaşırmıştı. Yükselen binalar arasında koşturan asık suratlı gri
insanlar… Binalar kir içinde ve isle kaplıydı. İnsanlar birbirini tanımadan
yürüyüp giderken sis vardı sanki. Araba sık sık dura dura bir apartmana doğru
ilerlemişti. Girişinde şık bir valenin beklediği, kırmızı hali serili yüksek
bina… Andrjez aşağı indiğinde Milos hemen onu kolundan tutup içeri doğru
sürüklemişti. İçeri girince merdivenler yerine asansöre yönelmişlerdi. Asistan
onlara eşlik ediyordu. Yüzü sert ve gözleri kısık bir adamdı. Tıraşlı yüzü
vardı. Geniş omuzluydu. Askeri personel olabilir diye düşünmüştü Andrjez. Kat
görevlisi asansörün kapısını açmıştı. Yerler yumuşak kaliteli halılar
döşeliydi. Milos hızla koridorun sonundaki çift kanatlı kapılardan birine
yürümüştü. Asistan onun adımlarına yetişmek ister gibi hızlanıyordu. Milos
kapıyı bir defa tıklatması ile bir kadın açmıştı.
“Küçük Bey…” demiş ama Milos onu kenarı doğru iteklemişti. Ana salona girince
büyükbabasını görmüştü. Bir koltukta oturuyordu. Andrjez ona yetişmişti. Kalın
kaşlı, buruşuk derili yaşlılığına rağmen iri bir adamdı. Takım elbisesinde bir
kırışık bile yoktu. Yanında karnı burnunda genç bir kadın oturuyordu. Bir kadın
daha vardı. Orta yaşlı dağınık saçlı. Bayan Roluge’nin andırıyordu. Andrjez
onlara bakarken asistan onun yavaşça omzuna dokunup içeri doğru girmişti.
“Yolculuk nasıldı?” demişti büyükbabası sert bir sesle. Sesi salonda
yankılanıyordu sanki. Milos bir süre ona bakmıştı. Adamın kalın beyaz kaşları
altında yeşile çelen soluk gri gözleri Milos’a dikiliydi. Daha sonra arkasını
dönüp uzanan koridora açılan ikinci kapıya doğru yürürken büyükbabası koltuğun
kenarlarından destek alıp ayaklanmıştı.
“Sana bir şey sordum Milos Roluge!” demişti. Milos ona bakmak için dönmüştü.
“Evimden çıkın!” demişti. O an oluşan sessizlikte Andrjez kulağında bir çınlama
hissetmişti.
“Ne dedin sen?” diye kükremişti büyükbabası. Milos sakin bir sesle devam
etmişti.
“Evimden gidin. Sizin gibi akrabalarım yok benim. Ben gelene kadar anneme
baktığınız için teşekkürler. Gerekli ödemeyi hesabınıza yaparım. Çıkın şimdi.”
Demişti. Aşağılama… Onlara para verip birer bakıcıymış gibi davranıyordu.
Büyükbabasının sinirden elleri titriyordu. Sessizlik o kadar yoğundu ki Andrjez
nefes almaya çekiniyordu. Ne olursa olsun büyüklere saygısızlık yapılmaması
gerektiğini düşünüyordu. Bir aile kaosunun içinde kalmayı beklemiyordu.
“Kat görevlisini aramadan çıkın.” Demiş ve kenarda duran telefona yürümüştü.
“Seni terbiyesiz piç.” Demişti büyükbabası onun üstüne doğru yürürken. Milos
kılını kıpırdatmıyordu.
“Hayret genelde ibne derdin. Piç diyerek annemi orospu olarak gördüğünü
düşünüyorum.” Demişti soğuk bir sesle. Andrjez göz ucu ile asistana bakmıştı.
Zavallı adam ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kilitlenip kalmıştı.
“Ahlaksız, buraya gelip bana terbiyesizlik yapma hakkını kim verdi sana.” Demiş
ve eli havaya kalktığında Milos ona bakıp birden soğuk ve keskin bir sesle
konuşmuştu.
“Annem sana geldiğinde benim gibi torunun olmadığını söylemedin mi? Hastalıklı
ve pislik bir insan olduğumu düşünmedin mi? Hastaneye yatırılıp orada çürümemi
istemedin mi? Şimdi çık. Bende seni görmek istemiyorum. Eminim kızında seni
görmek istemez. Teyze onu ve kadını alıp götür.” Demiş ve oturmuş olaylarla
ilgilenmeden sigara içen kadına dönmüştü. Kadın omuz silkmişti.
“Bir şey diyemem baba. Her konuda çocuk haklı. Sana onu burada bekleme
demiştim.” Dedi ve ayaklandı. Oturan kadına bakıp başıyla işaret etmişti.
“Andrew arabayı hazırlasınlar. Hadi baba sende uzatma işte. Ne yapacaksın onu
dövecek misin? Misafirlerin önünde.” Demişti. Büyükbabası dikilen Andrjez’e
bakmak için Milos’un üstünden gözlerini çekmişti. Kısa bir sessizlik olmuştu.
“Efendim, gidelim mi? Eşiniz rahatsız gibi.” Dedi. Büyükbabası bir süre olduğu
yerde kesik kesik nefes aldı. Daha sonra hızla çıkıp kapıyı çarparken diğerleri
ona yetişmeye çabalıyordu. Bir tek Milos’un teyzesi geri yerine oturmuştu.
“Sen niye gitmiyorsun?” dedi. Teyzesi kabarık saçlarına ellerini sokup biraz
daha dağıtmıştı.
“Şimdi gidip saatlerce senin ve baban hakkında söylenip küfürler etmesini
dinlemek istemiyorum. Beni de kovacak değilsin ha?” demişti. Milos bir süre ona bakmış ve Andrjez’e
dönmüştü.
“Maruz kaldığın şeylerden dolayı özür dilerim. Banyoyu kullanmak istersen
girişte solda. Anneme bakıp geleceğim.” Demişti. Andrjez çantasını kenarı
indirmişti. Gülümsemiş ve banyoya gidip yüzünü yıkayıp aynadan kendine bakıp
kalmıştı. Milos’un hiyerarşisi bozuk ailesi ile böyle bir şekilde tanışmayı hiç
beklemiyordu. Milos o gelen kadar içeriden geri çıkmıştı. Andrjez onu
bekliyordu. Beklerken vitrindeki fotoğraflara takılmıştı. Aile fotoğrafları.
“İnsanın ailesini seçme şansı olsaydı bu aileyi seçmezdim.” Demişti Milos
koltuğa otururken. Andrjez onun karşısındaki berjere oturup ceketini
çıkarmıştı. Kol düğmelerini söküp kollarını katlamaya başlamıştı.
“Yiyecek bir şeyler hazırlarız. Hemşire ile konuştun mu annenin durumunu?”
Milos başını sallamıştı.
“Damardan besleniyormuş. Pek kendinden değildi. Ağrı kesiciler acı çekmesini
engelliyormuş. Verem olduğunu söyledi.” Dedi. Andrjez ona bakıp bir anlığına
durmuştu.
“Onunla çok yakın temasta bulunmamalısın. Salgın hastalıklar dersinde veremin
ciddi bir akciğer hastalığı ve bulaşıcı olduğunu söylediler.” Milos ellerini
şakaklarına dayayıp saçlarını yana doğru çekiştirmişti.
“Biliyorum. Biliyorum ama benimle konuşmak istiyordu. Hemşire pek izin vermedi.
Yorulacağını söyledi. Çok yakın durmama izin vermedi.” Andrjez kollarını
katlamıştı. Kravatını sakince çıkarıp ceketinin hemen üstüne berjerin koluna
bırakıp ayağa kalkmıştı.
“Çok iyi yemem yapamam ama karın doyuracak şeyler öğrendim. Gidip etrafa
bakacağım.” Demişti. Milos onunla ayaklanmıştı. Teyzesine dönmüştü.
“Kilerdeki konservelere dokunmadınız değil mi?” demişti. Teyzesi bir sigara
yakıp bacak bacak üstüne atmıştı. “Bu eve o günden beri kimsenin girmesine izin
vermedim. Kiler nasıl bıraktıysanız öyle.” Demişti. Milos ona kileri gösterip
malzemeleri almasına yardım etmişti. Mutfakta yardım etmeyi teklif etmiş ama
Andrjez onu kovmuştu. Hemşire, Milos’un teyzesi kendisi ve Milos’a sade bir
akşam yemeği çıkarmıştı. Konserve fasulye vardı. Havuç ve bulduğu bezelyelerden
salata yapmış ve en önemlisi turşu… Hemşire daha önce birkaç şey alındığını
söyleyip sofraya birkaç hamur işi çıkarmıştı. Akşam yemeği için masaya oturduklarında
sessizlik devam ediyordu.
Ölüm sessizdir. Nereden geleceği, nasıl ortaya çıkacağı pek bilinmezdi. Milos
ölümü soğuk bir esinti olarak tanımlardı. Sırtına doğru sokulan soğuk bir
esinti gibi hissettirirdi. Ürpertici ama karşı konulması zor bir his…
“Annemin ölmesini istemiyorum.” Demişti.
Yattığı yerden Andrjez’i görmek için yan dönmüştü. Yemekte sadece bir kelime
etmişti. Sonrasında teyzesinin hiçbir sorusuna cevap vermeden yatmak istemiş ve
ona da gitmesini söylemişti. Andrjez ışığı kapatmak için odasına girmişti.
Misafir odasında kalmak için kendine yer yapmıştı. Milos onun girdiğini
hissedince onu görmek için dönüp konuşmaya başlamıştı.
“Kim annesinin ölmesini ister ki Milos.” Andrjez onu teselli edecek kadar
kendini yetenekli görmüyordu. Ölümü sadece babasını kaybederek hissetmişti.
Eski ve donuk bir hatıra olarak ölüm aklındaki bir varlıktı.
“Biliyorum. Sadece bir sabah uyandığımda olmayacak olması fikri…” Andrjez onun
yanına doğru gelip yatağa oturmuştu.
“Yalnız kalmaktan korkuyorsun. Annen senin için bu hayattaki dayanağın olduğunu
düşünüyorum. Ondan kaçıyorsun, dediklerini duymazdan geliyorsun ama annen o
Milos. Anne ve çocuklar arasında kurulan bağın nasıl olduğunu biliyorum.
Korkmanı anlıyorum ama biz buraya gelmeden önce ne konuştuk?” demişti. Milos akan
göz yaşlarını silmeden ona bakıyordu. Burnunu çekmişti.
“Anneme veda etmeye geldim. Bunu cesurca yapacağım.” Dedi. Milos ölenlere veda
etmemişti hayatı boyunca. Ne Altais ne babası… Hiç kimseye veda etmemişti. Annesinin
kurtulma ihtimali olmadığı gerçeği ile burun burunaydı ve annesine veda etmek
dışında elinden ne gelirdi ki?
“Her anında yanında olacağım. Korkma.” Demişti. Milos elini tutan Andrjez’e
bakarken gözlerini kapatmıştı.
“Benimle uyur musun?” demişti. Bu Andrjez için hayır denilemeyecek kadar güzel
bir teklifti. Ona yakın olmak isterdi. “Tamam, ışığı kapatıp geliyorum. Yanında
yer aç.” Demişti. Işığı kapatıp yatağa gelip dümdüz uzanmıştı. Milos onu taklit
eder gibi sırt üstü dönmüştü.
“Ben uyuyunca gidecek misin?” demiş. Andrjez başını onu görmek için yana doğru
çevirmişti.
“Hayır. Uyu şimdi.” Demişti.
İnsanlar var olan gölgelerden her zaman karanlığı
suçlar. Onun hatası olduğunu söyler. Ama gölgeyi yaratanda ışık olmuştur.
Ölümün olması kaçınılmazdır. Yenilenmeye müsait olmayan vücudumuz zaman
tarafından hırpalandıkça çürümeye ve yavaş yavaş işlevini kaybetmeye başlar.
Ölüm bir huzur bulma yoludur. Bir ışık ise ardında bıraktığı şey gölge olarak
kalır. Milos o gölgenin altında tek başına kalmaktan korkuyordu. Andrjez’in
onunla olmasından minnettardı. Bayan Owari’nin kitabındaki satırlar aklına
gelmişti.
“Ölüm yeniden başlangıçtır. Hem ölenler hem arda kalanlar için. Ölen kişinin
ağırlığından kurtulmak gerekir. Onun özür oluşunu kutlamak için özgür hissetmek
gerek. İnsan ölümü abartmayı sevse de tıpkı doğum gibi neşe verici bir
durumdur. Beklenmedik ya da beklendik… Sonuçta ölüm hepimiz için bir gün
gelecek ve onu bir düğün havasında karşılayarak özgürlüğü hissetmek gerek.
Gölgesinde ezilmektense ışında aydınlanmak gerek.”
Milos Bayan Owari hakkında düşünürken
Andrjez’in uyuduğunu fark etmişti. Doğrulup bir süre ona bakıp battaniyenin
ucunu tutup Andrjez’in üstüne doğru çekiştirmişti. Hiç düşünmeden ona doğru
dönüp bir süre daha düşünmeye devam etmişti. Sonrasında nefes alışının
yavaşlayıp gözlerinin ağırlaştığını hissetmişti. Annesinin hastalığı gölge ve
ölümü gölge olabilirdi ama onu yaratan ışığı düşünmekten başka çaresi yoktu.
Yorumlar
Yorum Gönder