Kayıp Masallar 3 (8. Bölüm)
İç Güdü
İnsan iç güdülerini körelttiğini
evcilleştiğini sanan bir vahşidir. Kendini eğitilmiş ve evcilleşmiş olarak
görmek onu onurlu ve hayvandan farklı gösterse de aslında hala güdüleri ile
yaşayan bir varlıktır. İç güdüleri sayesinde ayakta kalan ve yaşamaya devam
eden bir varlıktı. Eğer bir insan iç güdülerinin ölüp vahşiliğinin dindiğini
söylüyor ise o insan ölmeye hazır demektir. Amaçsız ve boş bir dünyada
varlığını sürdürmektedir. Sadece tüketmek için var olan bir canlı bu dünyaya
ait olamaz. İnsanda hala üreten ve tüketen bir varlıktır. Milos ve Andrjez aileleri, okulları, sosyal
çevreleri ve en önemlisi imparatorluk tarafından evcilleştirilmiş birer vahşi
kurt olduğunu düşünüyordu. Onlar eğitimli, iç güdülerin yeni emirlerin aldığı
bir dünyaya ait olduklarını sanacak kadar baskılanmıştı. İç güdülerinin
ölmediğinin farkında bile değillerdi. Aralarında oluşan doğal çekim ve hırçınca
yaşamak için uzak durma çabalarının hepsi iç güdüleri ile gerçekleşiyordu.
Bir hayvan üreme dönemine girdiğinde
hormonları zirveye çıkar ve etrafındaki dişi ve erkeklere çağrı yaparcasına bu
hormonları bırakırdı. Çekim yasası bununla alakalı idi. Doğanın bir kuralı
üremekti. Her hayvan farklı bir çağrı yöntemi kullansa da ortak olan şey
çağrıyı algılayan bireyler arasında seçicilik olmasıydı. Bu ise doğal seçilime
kafa tutan cinsel seçilimin hamlesiydi. Bir dişi bir erkeği hormonel olarak
çekse de bir dişi ile ilişki yaşaması doğanın hoş gördüğü bir şeydi. Ya da iki
erkek aslanın dişilerin çiftleşme çağrısına cevap vermek yerine birbirlerini
tercih etmesi gibi…
Doğal ve hoş görülebilecek şey insanlar için
büyük bir günahtı. Bu günah doğaya karşı gelmek ve tanrının buyruklarına karşı
gelip ağır cezaya çarptırılmaktı. Ölüm, işkence, terbiye edilme, düzeltilme…
Adı çağlar boyu değişmeye devam etse de insanlar değiştirebileceğine
inandıkları doğal yapıyı sadece kırmaya devam ediyordu.
Andrjez elini kalbine koymuş öylece sandalyede oturuyordu. İlk defa o zaman
sigara yakmıştı. On beş yaşını doldurmasına az kalmıştı. Elinde bir sigara kağıdına
sarılmış filtresiz sarı tütün vardı. Derin bir soluk çekerken ciğerleri yanmış
ve boğuluyor gibi hissetmişti. Yabancı olmadığı bu his onu kucaklamıştı.
Oksijenin kaybolduğu anda gözlerini kapamıştı.
Kendini değiştirebileceğini zannederken kırılıp parça parça olduğundan bir
haber o sigaradan hızlı hızlı birkaç nefes daha almıştı. Olduğu yerden
tiksiniyordu. Üzerine sinen şekerli parfümden nefret etmişti. Midesi
bulanmıştı. Kanın kirli duran kırmızı dudaklarına dokunmamıştı bile. Erkek
olmak ve güdülerini hareketlendirmek için geri dönmeden önce bir genel eve
gitmişti. On beş yaşında kendini değiştireceğine inanmıştı. Milos yerine bir kadınla olmayı denemişti.
Bunu yapmıştı. Söz edilen o erkeklik sıvısını boşaltmıştı, bedeni erekte
olmuştu ama doymayan şey ruhundaydı. Sanki sadece bir görevi yerine getirmiş
gibi hissediyordu. Alçısı kirliydi. Tıpkı oda gibi sararmış duruyordu.
“Paramı ödeyecek misin yoksa bir kez daha…” Kadın yattığı yerden doğrulup ona
bakmıştı. Zührevi hastalık kaptığını düşünecek kadar kirli bir yerdeydi. Ayağa
kalkıp hızla giyinmeye başlamıştı. Tek kol ile giyinme konusunda başarılıydı.
Taze çıkmış sakallarını yeni yeni tam tıraş edebilir konuma gelmişti. Bir erkek
olmanın yolundaydı. Sakalları daha sık aralıkla uzuyor, göğsü kıllanıyor,
penisi irileşmeye devam ediyordu. Güçlü ve heybetli bir erkek olmaya
kararlıydı. Hem de normal olarak. Reddedilmiş ve bir erkeğin sevdasına onun
peşinde yok olmayacak normal bir erkek… ceketini giyerken bir miktar kâğıt
parayı çıkarıp kenara duran sehpaya bırakıp yanan sigarasını söndürüp çıkmıştı.
Erkeklerin genel evden çıkarken ki o öz güvenli gerilmesini taklit etmişti.
Hepsi bunu yapardı. Onlara verilen en büyük hakları olan üreme hakkını
kullanmıştı. Bunu yaptığını bilmesi toplumda onu söz sahibi yapabilirdi. Artık
on beş yaşını doldurmak üzere ve erkek olmanın yanı sıra normal olacaktı. O gün
Milos ağlayarak uyandığı rüyadan sonra Andrjez ile birkaç gün görüşmemişti.
Sonrasında ise hastaneye gelmiş ve büyük babası ile güneye gideceğini söylemişti.
Okulu bıraktığını ve bunun daha iyi olduğunu belirtmişti.
“Normal birisi olduğunu biliyorum. Kafanı karıştırdım için üzgünüm. Gerçek bir
erkek olarak yaşa ve öl. Daha fazla başına bela olmayacağım.” Demişti. Onu
sevdiğini onunla arkadaş olduğu için mutlu olduğunu söylemeden çekip
gitmişti. Sadece gidiyorum demiş ve
uzaklaşmıştı. Andrjez bir ay hastanede kaldıktan sonra geri dönüş yoluna
düşerken onun dediği gibi birisi olmaya kararlıydı. Ölümü göze almış, güçlü ve
iktidar sahibi bir erkek.
Dürüst olmak gerekecek ki Andrjez günlerce
kendine gelememişti. Milos’u kaybetmekte ki suçluluğunu atamıyordu üstünden.
Ama bir insan olarak yok saymayı bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Başlamadan
bitmiş bir aptallıktı diye bakıyordu. Mirası ve gücü ile kendine eğlenecek çok
şey bulacak olan Milos’u es geçmiş olduğu için akıllı olduğunu düşünüyordu.
Trene binene kadar genel ev hakkında düşünmeye devam etmişti. Ona sevişmeyi
öğretecek bir kadın istemişti. Ama sadece üstünde debelenen bir kadın ile
birlikte olduğu için bulantı içindeydi. Duş almadığı için pişmanlık duyuyordu.
Bu Andrjez’in genel eve ilk gidişi idi. Ama
son olmayacaktı. Kendini kanıtlamak istedikçe doymadıkça daha çok kadın ve daha
fazla farklı ten olacaktı. Erkek olarak kadınları döllemek onun, sadece onun
sorumluluğu olarak düşünecekti. Yanlışlar yapacak ama bunları doğru kabul
edecekti. Her izin için dışarı çıktıklarında Achube ile genel eve gidecek.
Achube subaylık aldıktan sonra Ruen ile bu aktivitesine devam edecekti. Daha
çok sigara ve alkol… Zamanla berduş ve hoş konuşmayan korkulan birisine
dönüşmeye başlayacaktı. Ve subaylık için son sınavına girip bir teğmen olarak
yirmi yaşında okuldan çıktığı o gece…
Beş senelik eğitim bitip savaşın kızgınlaştığı
dönemde yıldızları apoletlerine takılıp üniforması teslim edilip silahı
verildiğinde bir yaz akşamıydı. Başkentte düzenlenen geleneksel subay gecesinde
almıştı dönem arkadaşları ile unvanını. Başarılı ve dönem birincisi gözde bir
teğmendi. Daha uzun daha iri ve daha erkek bir liderdi artık. Ruen ve diğer
birkaç kişi daha rütbesini almıştı. Yedek subay değildi artık. Genç subaylardı
ve sıcak savaşta olacaklardı. Ama önce eğleneceklerdi. Üstleri onlara izin
verdiğinde büyük şaşalı binadan uzaklaşmışlardı. Başkent sokaklarında
dolaşıyorlardı.
“Andrjez kutlama yapmamız gerek. Burada bir gazino varmış…” Ruen bu fikri
ortaya atıp gülmüştü. Sokakta dolaşırken alkol kokusu ve baş döndürücü müzik
sesi onları kendine çekmişti. İçeri girdiklerinde sigara dumanına karışmış
terle beraber parfüm kokularını bastıran içki kokusu vardı. Etraf sisli
gibiydi. Duman göz yakıyordu. Kadınların kahkaha sesleri ara ara müzik
seslerini bastırıyordu. Kurulmuş ufak bar tezgahına yönelmişti dört genç subay.
Hepsi de dikkat çekecek kadar genç ve şıktı. İçkilerini aldıklarında çoktan
yanlarına kadınlar gelmeye başlamıştı bile. Andrjez gözleri koyu siyah saçları
sarı olan bir kızın beline dolamıştı kolunu. Neredeyse yarı çıplaktı herkes.
Localardan birine yürümüşlerdi. Orada oturup sohbet edip apartmanın geri kalan
kısmındaki odalara gideceklerdi. Ruen ona ilginç gelen kızıl saçlı kadınlardan
birini bulmuştu bile. Saçları boya olduğu belli olsada Ruen için kızıl kadınlar
hep öncelik olmuştu. Sohbet boş, alkol ağırdı… Sigara dumanı ciğerlerini
yakarken ona sarılıp öpmeye çalışan kıza tepki vermeye çabalıyordu.
“Cennete gitmeden burada cenneti yaşayabilirsiniz.” Demişti Ruen’in kucağında
oturan kızıl saçlı genç kadın. “Tanrının size bizden daha güzelini vaat
edeceğine inanmayın.” Demişti. Andrjez gülmüştü. “Belki de istediğimiz siz değilsiniz.”
Demişti. Ruen hemen kızın beline daha sıkı sarılmıştı. “Tabi ki sizsiniz.”
Demişti. Andrjez için bu oyun bazen can sıkıcı ara ara eğlenceli oluyordu.
Genelde ise sadece bir görev. O gün hiç içmediği kadar içmişti. Sürekli
bardaklar doluyor ve hızla bitiyordu. Ne kadar içtiğini hesaplamamıştı bile.
Locada en son o ve kız kalmıştı. Diğer herkes bir ara kaçıp gitmişti.
“Odama gitmek ister misin artık?” demişti. Andrjez ona bakıp ayağa kalkmıştı.
Kenarda duran ceketini alıp kızın tuttuğu elini takip etmeye başlamıştı. Elinde
yarım viski bardağı ile basamakları çıkıp hoş kokan bir odaya girmişti. Loş
ışıkta temiz yatağa bakıp uyumak ister gibi hemen oraya devrilmişti. Elindeki
bardağı kenarı koymuştu.
“Herhangi bir fantezin var mı? Normalde sizin gibi genç müşterilerimiz olmaz.
Geceyi güzel ve eğlenceli kılalım.” Demişti kadın üstündeki son kalan
kıyafetleri çıkardığında. Andrjez ona bakıyordu. Sert çehresi daha da
sertleşmiş gibiydi. Kadın saçını
toplayınca bir an için Andrjez hızla doğrulmuştu. Saçlarının toplanmış hali ve
sarısı ona Milos’u anımsatmıştı. Kız tekrar saçlarını serbest bıraktığında
Andrjez olduğu yerden kalkmıştı.
“Saçlarını topla.” Demişti bir emir nidası ile. Kız şaşkınlıkla tekrar
saçlarını eline almıştı. Hızla yukarı doğru toplamıştı.
“Kısa saçlı kadınlardan mı hoşlanıyorsun Teğmen Dejan?” demişti. Andrjez onu
seyrediyordu arkasını dönmesini istemişti. Kısa saçları, narin omuzları ve
beyaz tenine uzunuzun bakmaya başlamıştı. Milos’u durduk yere anımsatan
kadından hem nefret etmiş hem hoşlanmıştı. Ayağa kalkıp ona arkadan sıkıca
sarılıp boynuna birkaç öpücük kondurmuştu. Kadın ona bir meta olarak değil de
sevgili gibi yaklaşan Andrjez’in dokunuşları karşısında şaşkındı. Öylece
kalmıştı. Elini sıkıca saçında tutuyordu. Andrjez çenesini onun omzuna
dayamıştı.
“Özlediğim birisine benziyorsun.” Demişti. Kadın bunu duyduğunda kalmıştı. O
hiçbir zaman birisinin sevgilisi olmamıştı. Hep özlenen sevgililer ve hayal
edilen aşıklar olmuştu. Gerçekte kim olduğu önemli olmamıştı kimse için. Sürekli
olarak başka isimler ve başka yüzlerin yerleştirildiği bir beden olmuştu.
İsimsiz ve kimsesiz bir bedende binlerce kişinin adı ve özlemi ile sevilmişti.
“Onu çok sever miydin?” demişti. Andrjez kadının ince beline kollarını
dolamıştı.
“Çok severdim. Kırılmaması, üzülmemesi için elimden geleni yapmak isterdim.”
Dedi. Kadın boşta kalan elini onun elinin üstüne koymuştu.
“Öldü mü?” dedi. Andrjez gözlerini kapamıştı.
“Ölmedi. Beni bırakıp kendi hayatını yaşamak için gitti. Özgür olmak istedi.”
Dedi. Kadın onun yüzüne bakmak için hızla dönmüştü.
“Peki sen neden kendini özgür bırakmadın? Seni terk eden birisi için neden hala
yas tutuyorsun?” demişti. Saçlarını bırakıp Andrjez’e koyu siyah gözlerini
dikmişti.
“Bilmiyorum, deniyorum…” demişti Andrjez omuzları düşmüş halde.
“Başkasını sevmeyi denedin mi hiç?” dedi. Andrjez başını yavaşça sallamıştı.
Bir hemşire kız var. Sürekli bana mektup yazıyor. Onu sevmeyi denedim. Sevmiş
gibi yapmaya devam ediyorum. Ama olmuyor.” Demişti. Kız ona yatağa oturmasını
işaret etti. Hızla kenarda duran ipek sabahlığı üstüne geçirmişti.
“Sana içki koyacağım. Burada anlattıklarımız burada kalacak unutma. Sana belki
onu unutturmak için elimden geleni yapabilirim.” Dedi. Andrjez yatağa
oturmuştu. Kıza bakıyordu. “Manastır Şehrindeki her kadın aynısını söyledi.
Seni farklı kılan ne?” dedi. Kız ona bakıp hemen iki içki doldurmuştu. Yatağa
doğru gelip birini ona uzatıp yanına oturmuştu.
“Çünkü onlar seninle yatarak bunu yapmaya çabaladı. Ben seninle konuşacağım.
Benimle pek konuşan ve bana sarılan olmaz. Sana bir istisna yapacağım.”
Demişti. Andrjez ondan içkiyi alıp yanına oturan kadına bakmıştı.
“Neden o özel?” demişti kadın. Andrjez gülümsemişti.
“Özel… Birçok kişi için özel bile değil. Sıradan, kendi halinde ve ürkek
birisi… Hatta birçok kişi için nefret edilesi birisiydi. Onu tanımayanlar onu
sevmezdi.” Dedi. Kız ona bakıyordu.
“Sen nasıl tanıştın onunla?” dedi. Andrjez saçlarını kaşımıştı.
“Altı sene önce… Benim şehrime taşınmıştı. Annesi ile. Kuzeye… Orada annesi ile
annem yakın arkadaş olmuştu. Annem ve annesi sık sık görüşürdü. Annem annesini
kendine yakın bulmuştu. İkiside kocasını kaybetmiş ayakta kalmaya çabalayan
kişilerdi. Aynı yaşta çocukları vardı ve bizim de arkadaş olmamızı istedi. Onu
pek sevmemiştim. Kendi kendine otururdu. Konuşmazdı. Annesi gidene kadar bir
kenarda sadece otururdu. Sonra zamanla birbirimize alıştık ve konuşmaya
başladık. Bir sevgilisi varmış ve kendini asmış. Asla onu unutamamış. Onun için
ölmeyi bile denemiş. Bir insanın birisini bu kadar sevmesine imrendim. Sonra
bunun kıskançlık olduğunu anladım. Manastır şehrine beraber gittik. Ölen
sevgilisinin hayalini yaşatmak için subay olmaya yemin etmişti. Ama onu
sevdiğimin farkında bile olmadan bana onu anlattı. Her hareketini ezberlediğim
birisiydim. Ve yılbaşında… O büyük zeplinlerin düştüğü gecenin birkaç dakikası
öncesinde onunla olmak istediğimi söylediğimde beni reddetti. Onunla
olamayacağımı söyleyip beni tek başıma bırakıp gitti. Kalbinin ölen sevgilisi
için attığını anlayamayacak kadar salaktım bende. Hala salağım değil mi? Onu
hatırlayıp unutamayarak.” Dedi. Kadın ona bakıp kalmıştı.
“Değilsin. İnsan bir kere âşık olduğunda gözü görmez oluyor. Sende ona çok âşık
olmuşsun. Neden seninle olmak yerine kaçtı gitti?” dedi. Andrjez alkolün etkisinde
geriye doğru devrilmişti.
“Çünkü benim normal olmam gerektiğine karar vermiş. Sadece öylesine bir arzu ve
gençlik hatası imiş. Bir kişinin daha zarar görmesini istemiyormuş. Her şeye
tek başına karar vereceğini sanarak yaptı bunu. Beni yok sayarak.” Dedi. Kadın
onun elindeki içkiyi alıp diğer yarım bardağın yanına koymuştu. Yanına
uzanmıştı.
“Belki de korkmuştur. Ailesinden… Senden ve gerçekten sevmekten. Tekrar severse
yine kaybedeceğini sanmıştır.” Dedi. Andrjez ona bakmıştı.
“Öyle mi? İnsan sevmekten nasıl korkar ki?” demişti. Kadın buruk bir tebessüm
ile ona bakmıştı.
“Ben korkarım.” Demişti. Tavana çevirmişti yüzünü. Yamuk tavana bakarken
konuşmaya devam etmişti.
“Burada olmamın sebebi çok sevmiş olmam. Güneyde yaşıyordum. Ailem çiftçiydi.
Bir adamı çok sevdim. Oraya gelmiş bir rahipti. Ona çok âşık oldum. Onunla
olmaktan korkmadım. Ama beni yarı yolda bıraktı. Herkesi karşıma almışken beni
karnımda bir çocuk ile öylece bu şehrin ortasında bıraktı. Günahlarından pişman
olduğunu söyledi ve kendini cezalandırmak için gideceğini söyledi. Ama asıl cezayı bana kesti. Karnımda çocuk
ile bu koskoca şehrin sokaklarında kaldım. Sonra karnımdaki çocuk ölüp beni
zehirledi. Ve gözümü açtığımda tekrar sokaklardaydım. Tek sığınağım burası
oldu. Sözde o kendini cezalandırdı. Ama burada acı çeken ve bir hiç olan
benim.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. “Seni cezalandırdığının farkında bile
değil o da. Sözde kendini cezalandırmış oldu.” Dedi kadın. Andrjez derin bir
nefes almıştı.
“Öyle mi diyorsun? Peki halimize bakarsak ne yapacağız?” dedi. Kadın gülmüştü.
“Para biriktiriyorum. Buradan çıkıp kendime bir ev tutacak kadar param olunca
tekrar güneye döneceğim. Orada bir iş bulup çalışacağım. Ben bu şekilde
kurtulacağım sen?” dedi. Andrjez başını iki yana sallamıştı. “Belki bende kuzey
cephesine daha uzağa giderim.” Dedi. Kadın gülmüştü. “Kaçarak çözüm bulabilmiş
olsaydın ne benimle burada konuşuyor olurdun ne de bu kadar korkunç bir durumda
olurdun.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu.
Kadın doğrulmuştu. “Güney’e gitmelisin. Onunla yüzleşmek en kolayı olmalı. En
azından ona gerçekten neden gittiğini sor. Neden korktuğunu sor. Artık çocuk
değilsin değil mi? O da değil şimdiden erişkin bir kadın olmuştur.” Dedi.
Andrjez doğrulup kadına bakmıştı.
“O bir kadın değil. Bir erkek.” Dedi. Kadın bir an için duraksamıştı. Bir süre
Andrjez ile göz göze kaldı.
“Bu neyi değiştirir ki? Sonuçta sen onu seviyorsun ve o da seni belki sevecek.
Yine de gidip konuşmalısın.” Dedi. Andrjez kadına bakarken tekrar geriye doğru
devrilmişti.
“Bak çok ciddiyim. En azından onunla yüzleşmelisin.” Dedi. Andrjez gözlerini
kapamıştı.
“Haklı olduğun gerçeği canımı sıktı. Uyuyacağım.” Demişti. Kadın gülüp onun
yanına gelip postallarını çözmüştü. “Madem uyuyacaksın bana da yer aç.”
Demişti. Sabahın ilk ışıklarında kadına yüklü bir para bırakmıştı. Onu
rahatlatmıştı. Ama bu sefer bunu cinsel yolla değil konuşarak yapmıştı. Tıpkı
bir terapist gibi. İlk defa gösteriş yapmadan yalan söylemeden mutlu çıkmıştı
kapıdan. Diğerleri henüz ayılamamışken o çoktan başkent askeri idareye
gitmişti. Güneyde görevlendirme istediğine dair dilekçesini yazıp imzaladığında
öğlen sularıydı. Kaldıkları ordu evinde duş aldıktan sonra yakındaki bir kafeye
gitmişti. Sıcak bir kahve biraz tarçınlı ekmek yemek istemişti. Havuç ve tarçın
katılmış ve fırında pişmiş sıcak ekmeklere manastır kentinde alışmıştı. Onun
yaşadığı kuzeyde bu ekmeklerden yoktu. Bir süre oturup tek başına kahve
içmişti. Daha sonra akşam üstü tekrar gazino yolunda bulmuştu kendini. Dün gece
birlikte kaldığı kadını aramıştı gözü. Onu bar kısmında oturmuş arkadaşları ile
konuşurken görmüştü. Ellerini pantolon ceplerine sokup oraya doğru yürümüştü.
“Bayan Nuna!” demişti. Kadın ağzında sigara ile ona şaşkınlıkla bakmıştı.
“Teğmen Dejan?” demişti şaşkınlıkla. Ayağa kalkmıştı oturduğu bar taburesinden.
“Sana bir içki ısmarlayabilir miyim?” demişti. Kadın gülümsemiş ve ona boş bir
locayı göstermişti.
“Elbette!” demişti. Locaya geçtiklerinde içkileri gelmişti. Nuna gülümseyip ona
bakmıştı.
“Sabah bıraktığın para fazla olduğu için içkileri ben ısmarlamış olacağım. O
yüzden izin ver ben doldurayım.” Dedi. Bardağa içki koyarken Andrjez ona
bakıyordu.
“Dediklerini düşündüm. Birçoğunu yarım yamalak hatırlasam da kaçmaktansa
yüzleşmem gerektiğini söylemiştin.” Dedi. Nuna gülümsemişti. “Ben güney için
gönüllü görevlilik istedim.” Dedi. Nuna bunu duyunca ona bakıp kalmıştı.
“Ciddi misin?” diyebilmişti. Onu ciddiye alıp böyle bir karar vereceğini hiç
düşünmemişti.
“Evet, onunla karşılaşmak için gideceğim. Orada ne durumda bilmiyorum ama
sadece gidip kaçmadığımı bilmesini istiyorum.” Dedi. Nuna şaşkınlıkla ona
bakıyordu.
“Kaçmadığın mı?”
“Evet, acı çeken taraf olduğumu görsün istiyorum. Ne hale geldiğimi ne
hissettiğimi görsün istiyorum.” Dedi. Nuna şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı.
“Bu dediğin onu sadece mutlu etmez mi?”
“Sanmıyorum. Benden nefret etmiyordu. Aksine beni düşündüğü için bunu yaptığını
düşünüyorum. Yani gitmek ve normal
olduğumu düşünmemi istedi. Ama dün gece düşündüm…”
“Dün gece bayılmış gibi uyuyordun. Çok hızlı karar alıyorsun. Bu seni zor
duruma sokabilir. Dini ve imparatorluk kurallarını biliyorsun. Ağır ceza
alırsın. Ve orduda bir subaysın. Seni infaz etme riskleri var.” Dedi. Andrjez
derin bir nefes almıştı.
“Saklamak zor olmaz her halde. Eğer anlaşılacak gibi olursa istifa ederim.”
Dedi. Nuna başını sallayıp iç çekmişti.
“Cidden korkmuyor musun? Savaşın ortasındayız. Subaysın ve seni terk eden bir
adamın peşinden gideceksin. Biraz fazla riskli bir durum değil mi?”
“Sanırım, yine de gidecek olmamı değiştirmeyecek. Beni en kötü durumda batı
cephesine ölüme gönderirler. Birisini gönderdiler… Biliyorum. Abim anlatmıştı
zamanında. İnfazdan daha kötü olarak düşünüyorlar. Ordunun durumu şu an subay
kaybetmeye müsait değil. Bunu değerlendirip onu görmeye gidebilirim.” Dedi.
Nuna biraz düşünmüştü. İçkisini hızla içip yenisini doldurmuştu.
“Peki, manasızca onu aradın buldun. Ne olacak?”
“Bilmem, o an buna karar veririm.” Dedi. Nuna olayın içinde kendi rolünü
arıyordu.
“Bu durumda ben neden bunu biliyorum. Orduya seni satmayacağım ne malum?” dedi.
Andrjez gülümseyip ceketinin iç cebinden bir tomar parayı çıkarıp masaya
koymuştu.
“Çünkü sana iyi bir para ve iş teklif edeceğim.” Dedi. Nuna ona bakıp kalmıştı.
“Güney’de onu bulmak zor olacak benimle gelip ben cephe ve karakoldayken sen
şehirde onu arayacaksın. Bu ön ödeme. İyi bir para birikimim var. Kendi işini
kuracak kadar zengin olabilirsin ha? Kaybettiğin yaşamına geri dönmeni
istemiyorum. Onu bulup güneyi terk edebilirsin ama benimle gelmen karşılığında
zengin olacaksın.” Dedi. Nuna şaşkınlıkla paraya bakıyordu.
“Sadece onu mu arayacağım?” dedi. Andrjez başını sallamıştı.
“Evet, sana ona dair bir dosya hazırlayacağım. Oraya gittiğimizde onu bulmanı
isteyeceğim. Karşılığında ödeme alacaksın. Ne kadar hızlı bulursa o kadar çok
ödeme.” Dedi. Nuna gülümsemişti.
“Eski memleketimde bir av avcı oyunu, karşılığında hayatımı kuracağım para…”
dedi. Uzanıp parayı alıp geniş iri bel kemeri ile kıyafeti arasındaki boşluğa
sokmuştu.
“Tamam, şehri terk etmek için ne kadar zamanımız var? Başkentten ne zaman
ayrılacağız yani?” dedi. Andrjez düşündü.
“Muhtemelen bir hafta. Belli olunca sana tren biletini getiririm.” Dedi. Nuna
gülümsemişti.
“Sen aklını kaçırmışsın ama paraya ihtiyacım var. Tamam.” Dedi.
Doğasını reddetmekten ilk Andrjez vaz
geçmişti. Onu buna iten ise Nuna ile konuşması değildi. Hep içine gömdüğü şeyi
birisi tırmalamaya başlayınca hemen ortaya çıkmıştı. Sır tutan görmüş geçirmiş
güçlü bir kadın tarafından tırmalanan yarasını hemen açmıştı. Sadece biraz
teşvik…
O tekrar Milos’u bulma iç güdüsünü takip
ederken Milos için hayat bambaşka bir biçim almıştı. Ummadığı yerlerde ummadığı
bir hayat yaşıyordu.
“Erkeklerle yatıyor olman büyük babanı delirttiği için mi bunu tercih
ediyorsun?” demiş yatakta çırılçıplak uzanmış sigara içen adam. Uzun esmer
karışık saçları olan bir gençti Milos ile konuşan. Milos hızla gömlek
düğmelerini ilikliyordu.
“Sadece işini yap ve git. Bir şeyler sorgulamaktan vaz geç.” Dedi Milos sert ve
soğuk bir sesle. Adam onu baştan aşağı süzüyordu.
“Sürekli bunu diyorsun ama…” Milos hızla ona dönmüştü.
“Aması yok. Paranı al ve git.” Dedi. Adam yataktan tek hamlede kalkmıştı.
“Para istemiyorum. Onun yerine biraz daha zaman…” Milos hızla ceketini
giymişti. Ara ara buluştukları pansiyondan çıkmak için hemen toparlanmıştı.
“Paran orada. Daha sonra ararım seni.” Demişti. O artık hayatını ikili yaşamayı
seçmişti. Büyük babası ile anlaşmasına sadık kalmak için bunu yapıyordu. Hızla
saçlarını geriye doğru çekiştirmişti. Kapıyı çekip çıkmıştı. Arabasına hızla giderken pansiyon
resepsiyonuna bir zarf bırakmıştı. Gizli ilişkilerini gizlemesi için ufak bir
rüşvet vermişti pansiyon sahibine. Eve
gitmiyordu. Arabada radyoda günlük haberler okunuyordu. Cephelerdeki kanlı
savaşa rağmen tanrının onlarla olduğuna inana rahiplerin bütün hafta aç bir
şekilde tanrıya dua edeceğini gururla söylüyordu spiker. Araç fabrika yoluna
girmişti. Eski kereste fabrikasının yolunu pek kimse kullanmazdı. Zaten
yasaklanmıştı. Ordu tarafından korumalı bölge olarak tutuluyordu Milos oraya
sürüyordu arabasını. Kaçmaya çalıştığı baba mirası ile baş başa kalmıştı. İçeri
girip arabayı büyük iki tankın yanına bırakıp ellerini ceplerini sokup kereste
fabrikasına ilerlemişti. Ağır morfin kokusunu alabiliyordu. Morfin onun zaafı
olmuştu artık. Kokusunu kilometrelerce öteden alabilirdi. Tıpkı bir köpek
balığının kan kokusunu alması gibi.
“Günaydın Bay Roluge.” Demişti kapıda sigara içen çavuş. İri yarı bir adam.
Milos ona bakıp başıyla selam vermişti. Soğuk, sarı benizli Roluge askerler
arasında dedikodusu yapılması yasak sermaye mirasçısıydı. Askeri geçmişi
hakkında kimse bir şey konuşamazdı. Büyük babasının saçtığı dehşetten dolayı
değildi bu. Birçoğu orada Milos’a saygı duymayı öğrenmişti. Saygı duymayanların
hemen işine son vermesi ile alakası yoktu elbette…
Katı sert ve duygusuz bir adam olmuştu. Yirmi
yaşında olmasına rağmen kırk yaşında bir adam gibi bakar ve konuşurdu. Kaşları
daima çatıktı.
“Güney cephesindeki savunma için ilk denemeleri yapmak istiyorlar.” Demişti kırk
beş yaşlarında beyaz önlüklü saçının ortası kelleşmeye başlamış yuvarlak
gözlüklü orta boylu doktor. Milos ona bakıp ceketini çıkarmıştı.
“Daha denemeler yapıldığını bildirdin mi strateji dairesine?” demişti. Adam
başını sallamıştı. “Evet ama onlar için önemli olan bir şeyler görmek. Bu kadar
askeri burada tutmak yeterince zormuş. Cepheler gün geçtikçe içeri doğru
ilerliyormuş.” Dedi. Milos derin bir iç çekmişti.
“Sabah iyi uyanamadınız mı?” demişti. Milos ona bakıp uzatılan kağıtları
almıştı.
“Ufak bir manga ayarlasınlar. Birkaç gün içinde bu bölgede onlara bir gösteri
sunarız. Güvendikleri ve hızlı olan adamları olsun. Kuru sıkı silahlarda…”
dedi. Doktor asla onunla doğru bir iletişim kuramazdı. Doktor Roluge ile
tanışıklığı vardı. Aynı projede yer almışlardı. Onun oğlunu tıpkı onun gibi
bekliyordu. Konuşkan hevesli. Milos ise babasının aksine soğuk, konuşmaktan
hoşlanmayan birisiydi. Büyük babasının olduğu günler fabrikaya gelmezdi. O
günlerde birden kaybolur ve kimse ona ulaşamazdı. Gittiği yer bilinmezdi.
Pansiyonu onun için gizli bir sığınaktı. Sadece bulduğu partneri ile zaman
geçirmek için gitmezdi. Orada kafa dinlemeye, bazen pansiyon sahibini görmeye
giderdi. Milos’un yatak arkadaşını o bulmuştu. Yakınlarda yaşayan bir çiftlikte
seyislik yapan genci o getirmiş ve Milos ile tanıştırmıştı.
“Başka bir şey yoksa aşağı ineceğim.” Demişti. Elindeki kağıtları rulo yapıp
doktora bakmıştı.
“Yok, sadece bu öğlen yemeği bizimle yemek ister misin? Dün gece avı yapmışlar,
askerler… etleri buz kovasına koymuşlar… ateş yakıp…” Milos iç çekmişti.
“Olur. Öğlen beni çağırır asistanın.” Demiş ve doktorun hemen birkaç adım
gerisinde dikilen kıza kısa bir bakış atıp asansöre yürümüştü. Silahlı bir adam
asansörün kırmızı çağrı düğmesine basmıştı.
“Bay Roluge burada, asansörü yukarı gönderin.” Demişti.
Zaman ikisi içinde büyük değişimlere sebep
olmuştu. Kaçtıkları güdüleri onları çağırsa bile zincirler ile olması gereken
hayatlara kendilerini bağlamayı öğrenmiş ve yetişkin olmanın bu olduğunu
sanmışlardı. İç güdüleri ikisinin de arayışını sürdürmeye devam ederken Milos o
arayışı seyiste, Andrjez ise birçok genel ev yatağında bulmaya çabalamıştı. Her
şeye rağmen doyumsuzluk ve hala bir şeylerin eksikliği ikisinin de tekrardan iç
güdülerine teslim olmasına sebep olacaktı.
Yorumlar
Yorum Gönder