Kayıp Masallar 3 (13. Bölüm)
Dolin Pansiyonu
Andrjez masaya dirseğini dayamış, elini alnına
doğru sertçe bastırmış şekilde oturuyordu. Ayakta dikilen astları onun vereceği
kararı beklerken dimdik ayakta, şapkaları ellerinde, botlarının topukları
birbirine değecek şekilde hazır ol konumundaydı. Gözlerini çevirip onlara
bakmıştı. Hepsi kıpırdamadan ona bakıyordu. Talihsizlik bu ya teğmen olduğu
için bütün pis işler ona kalmıştı.
“Ceset nerede?” demişti. Çavuş Olkien bir adım ona çıkmıştı.
“Dolin Pansiyonunda efendim.” Demişti. Andrjez ona bakarken kaşları çatılmıştı.
“Pansiyonda mı ölmüş?” demişti. Çavuş başını usulca sallamıştı.
“Evet efendim. Cesedi kimse almaya gitmedi. Bir kadınla buluşmuş. Sonrasında
fenalaşmış. Bizi arayanlar orada öldüğünü söyledi.” Dedi. Andrjez iç çekmişti.
“Arabayı hazırlasınlar Olkien.” Demişti. Olkien ona bakıyordu. “Neyi
bekliyorsun?” dedi Andrjez. Olkien öne doğru bir iki adım daha atmıştı.
“Efendim, ceset için kamyon hazırlatmayalım mı?” Andrjez bunu duyunca ayağa
kalkıp cebinden bir sigara çıkarıp yakmıştı.
“Oldu! Cesedi taşırken oradaki insanlardan da yardım isteyelim. Bu ordunun
içinde gizli kalmalı. Dediğimi yap arabayı hazırlat.” Dedi. Bir hafta sonra
aynı pansiyona yeniden gidecekti. Nuna ile konuşurken bu haber gelmişti. Onu
ziyaret ederdi bu fırsatla. Yoğunluk, evrak işler ve kışlanın yeni teğmeni
olmak… Bir haftanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştı. Milos’un nasıl olduğunu
düşünmekten, onu düşünmekten uyuyamıyordu. Yorgunluk hastalığa dönüşmeden bir
çözüm bulmalıydı. Sigarası bitince ceketini alıp odasından çıkmıştı. Astları
çoktan arabayı hazırlatmış olmalıydı. Yüzbaşı Lows’un arkadaşının cesedini
almaya gidecek olmak garipti. Bir kadınla gizli gizli birliktelik yaşarken
orada kalp krizi geçirip öldüğünü düşünüyordu. Dolin Pansiyonu gerçekten bütün
pislikleri gizleyen büyük bir paravan gibiydi. Arabaya arka koltuğa oturmuştu. Arabayı
kullanan kişi dışında ön koltukta Çavuş Olkien vardı. Pansiyona doğru yola
çıkıp tarlalara geldiklerinde kazadan arada kalan kırık çitleri görmüştü. Araba
çoktan oradan götürülse de Andrjez orayı hala hatırlıyordu. Arabanın hali ve
Milos’u gördüğü anı…
“Efendim!” demişti Olkien ona bakmadan yola bakarken.
“Evet !”
“Yüzbaşı size arkadaşının yani üst teğmenin nasıl öldüğünü söyledi mi?”
“Hayır! Sadece yanında bir kadın varmış.”
“Ben biliyorum. Ama hoşunuza gitmeyecek.” Dedi. Andrjez ona dikkatini vermişti.
Çavuş ise biraz düşünmüştü. Ardından derin bir nefes aldı.
“Üst teğmen İllarea’yı kendi karısı öldürmüş. Bizi arayan onlardı.” Dedi.
Andrjez duyduğu isimle irkilmişti.
“Achube İllarea mı?” dedi. Çavuş başını sallamıştı.
“Tanır mıydınız?” dedi. Andrjez bir an için duraksamıştı.
“Evet, Manastır okulundaydı. Yani üst dönemimdi ama…”
“Karısı onu normal şekilde öldürmemiş.” Demişti. Andrjez şaşkınlık ona
bakıyordu.
“Birkaç hafta önce buraya atanmışlardı ama personel tesislerinde kalmak
istemedikleri için ev bakıyorlardı. Üst Teğmen için gidip gelmek sorun
olmuyordu ama karısı ile sorunları vardı.” Dedi. Andrjez onun evlenmiş olduğuna
inanmıyordu. Nasıl hemen evlenebilirdi ki? Bu hikaye de yanlış olan bir şey
vardı.
“Eşi kıskançtı…” Andrjez onu dinlemeyi bırakmıştı. Achube evlense bile Emma
gibi bir kadın isterdi. Ondan etkilenmiş ve ona hayranlık duymuştu. Milos’un
okulu bırakması ile Achube her zaman Emma’ya nazik ve ilgili davranmıştı. Andrjez düşünmekten kendini alamıyordu.
Gittiğinde Achube’nin cesedini görecek olamazdı. Bir süre sadece yolu izlemiş
ve araç durduğunda kapısının açılması ile çıkmıştı. Pansiyonun önünde iki araç
daha ardı. Birisi ufak bir otomobil diğeri ise bir askeri kamyondu. Andrjez
gözlerini çavuşa doğru çevirmişti. Çavuş başını salladı.
“Yüzbaşı sadece bize haber verdi efendim.” Dedi. Andrjez beylik silahını
yokladı ve kapıya doğru yürümüştü. Pansiyonun girişi kalabalıktı. Kalan kişiler
panik halinde aşağıda bekliyordu. Aralarında Nuna’da vardı. Nuna içeri giren
Andrjez’i görünce hemen ona doğru yürümüş;
“Tanrım gelmek için hiç iyi gün değil.
Gitsen…”
“Görev için buradayım. Bir ceset bulunmuş. İhbar için geldik.” Demişti Andrjez
onu omuzlarından tutup. Çavuş kadına baktı. Ardından Andrjez’e dönmüştü. Nuna
yorgunca ona bakıp sarılmıştı.
“Ceset… Ta bi ya üst odamda kalıyorlardı.” Dedi. Ardından ayrılıp ona baktı.
Başını yana doğru eğmişti. “Uykusuz duruyorsun Andrjez! Son duyduklarım…”
“Doğru! Kazada karşılaştık. Buraya geliyordum ve arabası kaza yapmış. O
olduğunu bilmiyordum. Ama işte tesadüfler.” Nuna onun ellerini tutmuştu.
“Şey, o burada! Ceset… onu almaya gelmişler.” Dedi. Andrjez bunu duyunca ona
bakıp kalmıştı. Nuna parmak uçlarında yükselip Andrjez’in kulağına yaklaşmıştı.
“Seninle en kısa zamanda konuşmamız gerek. Ben bir şeyler duydum ve öğrendim.
Belki Roluge’yi affetmeni sağlar.” Demişti. Andrjez olduğu yerde buz kesmişti.
Bedeni kaskatıydı. Ne diyeceğini ne yapacağını bilmeden kalmıştı. Milos’un burada
olması mı yoksa, onun bu cesetle bir bağı olmasına mı şaşırmalıydı? Achube ile
asla iyi anlaşamazdı. Onu sevmezdi bile. Son olanları anımsamıştı. En son
okulda yaşananları. Achube’nin adı geçerek öldürülmeye çalıştığını ve bunu
Milos’un bildiğini. Yutkunurken boğazı yanmıştı. Nuna’nın ellerini sıkıca
tutmuştu. Derin bir nefes almıştı.
“Burada kal tamam mı? Çavuş Olkien, ona göz kulak olun.” Demiş ve hemen
kalabalığı geçip yukarı fırlamıştı. Nuna’ya tuttuğu odanın üst koridoruna
çıkınca kalabalığı görmüştü. Özel korumalar ve birkaç kişi daha. Kapıya hızla
yürüyüp içeri dalmıştı.
“İmparatorluk ordu subayı Teğmen Andrjez Dejan. Güney kışlası komutanlığı adına
bu cesede ve olay yerine el koyuyorum. Hiçbir şeye dokunmayın.” Demişti. Milos
ismi duyunca ona doğru hızla durmuştu. Yatakta yarı baygın oturan kadının
başında dikiliyordu. Cesedin üstüne kabaca atılmış örtü ve başında dikilen
doktora benzer adamlar… Andrjez göz temasından kaçınıp cesede doğru birkaç adım
atmıştı.
“Kimlik tespiti için örtüyü kaldırın.” Demişti. O ara Çavuş Olkien Nuna’yı
şoföre emanet edip yukarı çıkmıştı bile.
“Tespit yapılacak bir ceset değil.” Demişti Milos oraya doğru birkaç adım
atarken. Andrjez ona bakmadan hemen yere çömelmişti.
“İşime karışmayın Bay Roluge. Hakkınızda suç duyurusu yapmadan pansiyonu terk
etmeniz için size beş dakika veriyorum.” Demiş ve hızla örtüyü açınca param
parça olmuş yüzü, kanlı üniformayı görmüştü. Milos yavaşça eğilip Andrjez ile
göz teması kurmuştu.
“Yüzünden pompalı ile vurulmuş bir askeri tespit edecek kadar yakın mıydınız?”
demişti. Andrjez ona bakarken dişlerini sıkmıştı.
“Achube İllarea o! Şerefi ile gömülmeyi hak eden bir subay. Korkak gibi
kaçmayan, hayalleri olan imparatorluğa bağlı bir adam.” Demişti. Milos kendine
yapılan göndermelere gülüp kenarı saçılmış kanları göstermişti.
“Bu işe karışma ve çık. Seni kim gönderdiyse canın yanmasını istiyor.” Demişti.
Andrjez tehdit olarak almıştı bu sözleri. Uyarı olduğunu düşünmeyecek kadar
öfkeliydi. Parçalanmış surata bakıp kalmıştı. Pompalı tüfek ile paramparça
olmuş yüzden kimlik tanımlaması yapmak imkansızdı. Milos’un işle nasıl bir bağı
olduğunu bilmiyordu ama adının geçmesi bile kalbini sıkıştırmıştı. Nefes
alamıyor gibi hissederken gözlerine bir ağırlık çökmüştü.
“Aman tanrım!” diye bir çığlık kopmuştu. Andrjez kapıya doğru dönünce Nuna’yı
görmüştü. Cesede dehşet verici bir halde bakarken rengi kireç gibi olmuştu.
Gözleri büyümüş dudaklarındaki kırmızı ruj dışında bütün yüzü sarıya dönmüştü.
“Çavuş Olkien size onunla kalın demiştim!” diye gürleyerek ayağa kalkmıştı
Andrjez. Nuna’nın cesedi görmemesi için dikilirken bir yandan kadına doğru
hızlı birkaç adım atmıştı.
“Burada olmamalıydın! Neden yukarı çıktın?” demişti. Nuna dehşete kapılmış
halde ona bakıyordu.
“Endişelendim…” demişti. Andrjez kadını omuzlarından tutup çevirmiş ve koridora
doğru almıştı. Milos ise hızla örtüyü örtüp ayağa kalkmıştı. Andrjez’in karısı
olduğunu düşündüğü kadınla onu yalnız bırakamazdı. Öfkelenmişti. Sinirlerine
hakim olamıyordu.
“Teğmen Dejan!” diye kükreyerek dışarı çıkmıştı. Kalabalık onun geçmesi için
yol açarken Milos sinirden elleri titreyerek Andrjez’in önüne dikilmişti.
“Burada olan olay orduyu ilgilendiriyor olsaydı, sıhhiyecileri alıp gelirdiniz.
Bu pisliğe dahil olacaksanız, gidin o cesedi kucaklayıp çıkarın buradan. Sizi
pisliğini temizlemeniz için, botları cilalamanız için mi eğittiler yoksa bu
ülkenin geleceğini korumak için mi?” demişti. Öfkesi sadece Andrjez’in o kadın
için endişelenmesinden kaynaklanmıyordu. Hayatında bir kadın olmasını iyi bile
buluyordu. En azından onu temiz ve kurallara uygun gösterirdi. Ona doğru birkaç
adım daha atmıştı. Sesi yumuşamıştı.
“Seni kullanmalarına izin verme, buradan git
ve laboratuvar ekibinin cesedi aldığını söyle!” demişti. Andrjez ona bakıp bir
an için omuzlarını düşürdü. Nuna’yı arkasına doğru çekmişti.
“Beni kullanan kimse yok! Görevimi yapıyorum.” Demişti. Milos ona bakıp
kalmıştı. Hala yüzünde morluklar vardı. Belli ki tam iyileşmemişti bile. Ona
bakıp ne diyeceğini bilemeden bir iki adım gerilemişti.
“Karını da alıp gitmelisin. Bu iş ne seni ne orduyu ne de karını ilgilendirir.”
Bunları söylerken gözleri Andrjez’den ayrılmıyordu. Andrjez ona dik dik
bakarken başındaki ağrı artıyordu sanki. Gözlerine doğru gelen baskı… Bu
korkunç baş ağrısını biliyordu. Uykusuzluk, yorgunluk ve stresin ona bir
hediyesiydi. Elini alnına doğru götürüp kaşlarının üstünü parmakları ile ovmaya
başlamıştı.
“Yüzbaşı Lows, cesedi alıp gelmemi emretti. Bana istediğini söyle! O cesedi
kucaklayıp çıkarırım.” Demişti. Tam adım atacakken bir ses ile irkilmişti.
“Bir adım daha atma Teğmen Dejan!” tanıdık ses abisinindi. Dönünce abisinin
koridorda dikildiğini görmüştü. Onu görmeyeli bir sene olmuştu. Neredeyse bir
senedir abisi ile sadece telefonda toplasan on defa konuşmuşlardı. Şimdi birden
Güney bölgesinde hayalet gibi belirmiş olması ürkütücü bir o kadar inanılmazdı.
“Bay Roluge!” demişti. Milos ona bakarken sakinleşmiş ve derin bir nefes
almıştı.
“Binbaşı Dejan, sizi buraya kadar yorduğum için kusura bakmayın. Ama durum acil
olunca…”
“Telefon gelir gelmez yola çıktım. Nerede?”
“Laboratuvara taşındı. Ceset ise odada.” Demişti. Binbaşı Dejan yanında dikilen
teğmene dönmüştü.
“Cesedi hemen paketleyin. Daha sonra strateji karargahına telgraf çekin. Olayın
kontrol altında olduğunu belirtin.” Demişti. Andrjez şaşkınlık içinde onlara
bakıyordu. Milos birkaç adım atıp Binbaşı Dejan’a yaklaşmıştı.
“Konun detaylarını konuşmak için sizinle yalnız kalabilir miyiz?” demişti.
Binbaşı Dejan başını sallayıp kardeşine dönmüştü.
“Seninle de konuşacağız. Aşağıda bekleyin beni.” Demişti. Andrjez olayın
şaşkınlığı içinde onlara bakarken Milos öksürüp elini karnına doğru götürmüştü.
“Olay sizde Binbaşı Dejan. İzninizle aşağıdayım.” Demiş ve merdivenlere
yürümeye başlamıştı. Binbaşı Dejan ise kardeşine bakıyordu. Ona doğru hızla
birkaç adım atmıştı.
“Tayin yerini değiştirmen için yazı yollayacağım. Başkente geri döneceksin.
Burada ne halt yiyorsun ha?” diye çıkışmıştı. Andrjez her şeyden habersiz
olduğunun farkındaydı. Etrafında birileri bir şeyler yapıyor ama bundan uzak
tutulmak artık onu delirtmeye başlamıştı.
“Hayır!” demişti sert bir sesle. Ona karşı çıkmak istemiyordu. Abisi hayatta en
değer verdiği insandı. Onu incitmek, sözlerine karşı asi davranmak huyu değildi
ama şimdi sinirleri ve uykusuzluğu bütün beyninde bir gıcıklanma yapıyordu.
Abisini kırmak umurunda bile değildi.
“Ne demek hayır? İn aşağı ve arabanın orada beni bekle!” dedi. Andrjez o an
beyninde oluşan bir kıvılcım ile olduğu yerde kalmıştı. Achube uzun bir adamdı.
İri yapılı olmasın rağmen çok kaslı birisi değildi. Bunun en büyük dezavantajı
atış yaparken tüfeğin geri sekmesiydi. Boyu avantaj olsada ona hiç fayda
sağlamadığından yakınırdı.
“Pilot olabilirdim. Seviyorum. Yakın dövüş beni hep yoruyor ama boyum yüzünden
elendim. Küçük kabinler benim sığmama engel. Kas yapmak için çabalıyorum ama
nedense bu beden kas tutmak yerine kilo vermeye devam ediyor.” Derdi. Kilo
verdiğinden yakınıp dururdu. Düşününce yerde yatan adam ne kadar ona benzese de
kasları vardı ve göbeği… O iri yapısı Achube’ye benzemiyordu. Fiziksel
özellikleri, giyinişi Achube olsada o olamayacak kadar kas kütlesine sahipti.
Parçalanmış yüzü ile onu tanımak mümkün değildi. Dış görünüşünü bilmeyenler
için Achube demek kolay olurdu ama o değildi. Bunu hissetmişti. Aynı duşları,
soyunma odasını ve yatakhaneyi kullanmışlardı. Kas yapısı hep zayıftı. Omuzları
iri, kemikleri iri olsada kasları zayıf bir adam göre gergin gömleği, daralmış
gibi duran ceketi ile o olamazdı.
“Neler dönüyor burada? Achube ölmedi! Orada yatan kişinin kim olduğunu
bilmiyorum ama Achube değil.” Demişti. Abisi ona bakarken Nuna’ya kaymış
gözleri.
“Bunu şimdi konuşmayacağız! Aşağı in!” demişti. Nuna dehşete kapılmış halde
onlara bakıyordu. Gördükleri duyduklarının yanında hiç kalıyordu.
“Konuşacağız! Bundan bıktım. Ben artık korumak zorunda olduğun küçük kardeşin
değilim. Buraya bir görev ile geldim.” Demişti. Binbaşı Dejan ona bakarken
yorgunluğunu, bitkinliğini ve tükenmiş gözlerini görebiliyordu. Hemen yanında
dikilen çavuşa dönmüştü.
“Teğmene lobiye kadar eşlik edin. Beni orada beklesin.” Demişti. Arkada duran
kadına dönmüştü.
“Sen Andrjez’in herkese karım diye tanıttığı kadın olmalısın.” Demişti. Nuna
başını sallamıştı. Binbaşı ona bakıp gözlerini yavaşça kapatmıştı.
“Sende lobiye git.” Demişti. Nuna olduğu yerde kilitlenmişti. Ne adım atacak
hali vardı ne de gücü kalmıştı. Bacakları titriyordu. Bütün kanı çekilmişti
bedeninden. Birkaç adım atsa bayılacağını hissediyordu. Andrjez abisine
bakarken kaşları çatıktı. Nuna onun kolundan tuttuğunda gözleri ona doğru
dönmüştü.
“Andrjez ben iyi hissetmiyorum.” Demişti. Andrjez onun ne dediğini anlamamıştı.
Dönüp ona baktığında solgun yüzüne, düşmüş gözlerine bakıp kalmıştı. Nuna orada
bayılacaktı neredeyse. Onu odasına götürmek daha mantıklı gelmişti.
“Çavuş Olkien siz lobiye geçin ben Nuna’yı odasına bırakıp geleceğim.
Binbaşım!” demiş ve selam verip Nuna’nın koluna girmişti. Yavaş yavaş onunla
merdivenlere kadar gelmişti. Nuna midesindeki bulantı ve yorgunlukla
tırabzanlara tutunmuştu.
“Başına bela oldum. Ben giderim sen lobiye git. Hem Roluge’de orada.” Demişti.
Andrjez onu yalnız bırakmak istememişti. Kadına karşı hisleri vardı. Ama bu
sevgi bir arkadaşa duyulan sevgi gibiydi. Ona acımıyor ama etkilenmişti. Yalnız
bırakmayacağını söylemek için konuşacakken Çavuş kenarda durmuştu.
“Efendim ben Bayan Dejan’ı odasına götürürüm.” Demişti. Yanlarına doğru gelip
elini uzatıp Nuna’nın elini tutmuştu.
“Binbaşının emrini dinleyip lobiye inin.” Demişti. Andrjez içi rahat edecek
birisine onu emanet etmişti. Hızla merdivenleri inerken Olkien yavaş yavaş inen
Nuna’ya destek oluyordu.
“Sakıncası yoksa sizi kucağıma alabilirim. Durumunuz pek iyi değil gibi.”
demişti. Nuna buna hayır diyemezdi.
Olkien’e bakıp başını sallamıştı. Olkien göründüğünden daha hafif olan kadını
kucaklayıp aşağı koridora gelmişti. Yarı açık kapıya gelip ayağı ile itip
kapıdan içeri girmişti. Nuna’yı yatağa uzandırıp ayakkabılarını çıkarmıştı.
“Su getiriyim.” Derken masaya yönelmişti. Bir sürü evrak, bir miktar par,
fotoğraflar dolu masaya bakıp kalmıştı. Nuna ona durmasını söyleyecekken Olkien
olduğu yerde durmuştu. Milos’un resimleri, güney gölgesinden resimler ve birkaç
kişi daha…
“Teğmen Dejan ile evli olmadığınızı biliyorum. Endişeniz olmasın. Bu
gördüklerimi kimseye söylemem.” Demişti. Nuna kenarda duran sigara tabakasını
alıp bir sigara çıkarmıştı.
“O iyi bir adam. Sadece yanlış anlaşılan şeyler yüzünden yalnız kalmış.” Dedi.
Olkien ona suyu getirip yatağın kenarına oturmuştu.
“Binbaşının burada olması daha kötü oldu.” Dedi. Nuna ona bakıyordu. Sigara
ikram etti çavuş kibarca reddetti.
“Abisi mi?”
“Evet! Orduda sevilen birisidir. Başarılı ve gözü pektir. Birçok cephede
bulundu. Şimdi strateji bölümünde kıdemli subay. Teğmen Dejan tıpkı abisi gibi.
Sadece ondan daha insaflı.” Dedi. Nuna gülümsemişti.
“İnsaflı tabi. Birazda…” duraksayıp kapıya çevirmişti gözlerini. Ramsy orada
dikilmiş ona bakıyordu. “Bayan Dejan iyi misiniz?” demişti. Nuna hemen
toparlanıp ayaklarını yataktan indirmişti.
“Merhaba Ramsy! Ben iyiyim. Pansiyonda olanlar…”
“Biliyorum. Ama ben başka bir şey için geldim.” Dedi. Nuna ona bakıyordu. Ramsy
ise gözlerinde bir karanlık ile orada dikiliyordu.
“İçeri gel Ramsy eğer Bay Roluge…” sürekli olarak cümlesi yarım kalacak şekilde
Ramsy onu bölüyordu. “Onunla konuşmak istedim ama beni görmek istemedi. Ona bir
şey yapmadım. O kazadan beri tuhaf davranıyor. Sizi beni anlarsınız Bayan
Dejan. Nerede hata yaptım ben?” demişti. Nuna ona bakıp kalmıştı. Ramsy ve onun
Milos takıntısını konuşacak gününde değildi.
“Ramsy ben iyi hissetmiyorum. Çok fazla şey oldu. Daha sonra bunu konuşsak…”
“Ben aptal değilim!” diye bağırmıştı Ramsy birden. Kapıdan hızla içeri girip
sinirle solumaya başlamıştı.
“Okul okumadım, bir şey olamadım, atlara bakıyorum diye beni aptal mı
sanıyorsunuz ha? Olanları görüyorum! Neden böyle olduğunu biliyorum. Sizi de
uyarmak istedim.” Dedi. Nuna bakıyordu. Ramsy ise sinirle titriyordu.
“O da seni kandırıyor bence.” Demiş ve birden gözü dağınık masadaki
fotoğraftaki tanıdık yüze kaymıştı.
“Bu!” derken hızla oraya yürümüştü. Nuna onun peşinden birkaç adım atmış ama yetişemeden
o fotoğrafı çoktan almıştı.
“Benim fotoğrafım bu! Ve bu… Milos…” Bunları söylerken fotoğraflara hızla
bakmaya başlamıştı. Çavuş silahına götürmüştü elini. Onu vurması gerekirse bunu
yapacaktı. Ramsy ise şaşkınlık ile resimlere bakıyordu.
“Siz neden bizim fotoğraflarımızı tutuyorsunuz? Onları nereden aldınız?” derken
şaşkındı. Nuna ise yorgunca yatağın kenarına elini koymuştu. “Ramsy bunları
şimdi konuşacak halim yok.” Demişti. Ramsy ise Milos’un fotoğrafına bakıp
sandalyeye oturmuştu.
“Onu kaybediyorum! Ve sizde kaybedeceksiniz.” Demişti. Nuna Çavuşun silahına
bakıp birkaç adım attı. Ramsy’in yanındaki sandalyeye oturmuştu.
“Sana daha önce dediğimi hatırlıyor musun?” Ramsy ona bakıyordu. Nuna
gülümserken onun elini tutup diğer eli ile fotoğrafı masaya koymuştu.
“Sen kimseyi kaybetmiyorsun. Sadece zaman sana başka bir kader çiziyor. Tanrıya
inanıyorsun değil mi? Onun varlığı ve gücüne… Seni neden yarattığını
soruyorsun. O da sana bunun cevabını bulman için seni kaderine doğru
sürüklüyor.” Masadan çektiği eli yavaşça Ramsy’in ensesine doğru gitmişti. Biraz
saçını okşayıp omzuna doğru indiğinde Çavuş onu dikkatle izliyordu.
“Kaderin seni sürüklüyor Ramsy buna izin ver. Sadece izin vermelisin.” Demiş ve
birden omzunu sıktığında Ramsy ona doğru devrilmişti. Kolları yana doğru
düşmüştü. Nuna dikilen çavuşa bakarken ağırlıkla olduğu yerde sabit kalmaya
çabalıyordu.
“Yardım eder misiniz Çavuş Olkien. Onu yatağa yatıralım.” Demişti. Çavuş şaşkındı.
Nuna ise Ramsy’i kaldırmasına yardım etmesi için bekliyordu.
“Asla bir kadına gelip kendi egoist sorunların için sızlanıp hesap sorma çavuş.
Bu o kadının seni öldürmesine sebep olur.” Demişti yatakta yatan Ramsy’e
bakarken. Çavuş şaşkınlıkla adama bakıp ona dönmüştü.
“Siz erkekler iki eliniz olmasına rağmen her yerinize pislik bulaştırmaya devam
ediyorsunuz. Tanrı kadını sizin pisliğinizi temizlesin diye yaratmış ha?”
derken kenarda duran topuklularını giymişti. Eteğini düzeltip saçını hızla
topladı.
“Bayan Nuna!” demişti Çavuş Olkien ondan etkilenmiş ve korkmuştu. “Evet?”
“Sadece merak ediyorum da mesleğiniz neydi?” dedi. Nuna ona bakıp gülümsemişti.
“İnan bunu söylersem benden nefret etmesen bile öyle davranacaksın. Sadece çok
fazla insanla görüşmek zorunda kalan birisiyim. Ve onlarla uğraşmak. Bunu
bilmen yeterli.” Dedi. Çavuş ona bakıp gülümsemişti.
Lobide ise derin bir sessizlik vardı. Ramsy
oradan gittiğinden beri Milos ve Andrjez oturdukları koltuklarda sessizce
birbirlerine bakıyorlardı. Kapıda dikilen iki asker ortamdaki gerginlikten ter
döküyordu.
“Bana öyle bakmayı devam edecek misin?” demişti Milos rahatsız olduğunu belli
eder şekilde yüzünü buruşturup.
“O herifi hiç sevmedim.” Demişti Ramsy’den söz ettiği belli eder gibi gözünü
kapıya çevirmişti. Milos ona bakıp göz devirmişti.
“Bu seni ilgilendirseydi soru sorardım.”
“Soru sormana gerek yok. Başına bela açmada çok iyisin. Seni uyarıyım dedim.”
Milos bunu duyunca gülmüştü. Kahkahası gergin ve agresifti.
“Bunu bana diyen az önce abisi tarafından enselenen mi? Buraya atamanın
yapıldığını bile söylememişsin. Onu aramasam asla haberi olmazdı.” Dediğinde
Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Sen mi ayarladın bu oyunu?”
“Sadece tesadüf. Benim birimim abinin birliğine bağlı. Benim amacım olayı
raporlamaktı.” Demiş ve gülümsemişti. “Achube onun çaylaklarından. Onun olmasa
bile ona raporlardım.” Dedi. Andrjez gergin halde ona bakıyordu. Ölen kişinin
Achube olmadığını biliyordu.
“Her zaman bu kadar usta yalancı mıydın diye düşünüyorum.” Milos’a doğru
çevirmişti gözlerini. Yüzünde korkutucu bir soğukluk vardı. Bacak bacak üstüne
atıp arkaya doğru yaslanmıştı.
“Senin kadar değilim. Mirel Savelli hakkında konuşmak ister misin?” demişti.
Andrjez ilk defa duyduğu bu isim karşısında ona bakıp kalmıştı. Milos ise ona
donuk bir yüzle bakıyordu. Kapıda dikilen askerler ikisinin sohbetini sessizlik
içinde dinliyordu.
“Tanıyamadıysan Nuna olarak söz edelim ondan. Genel evde kullandığı isimle tanıyorsun
tabi onu.” Demişti. Andrjez birden duraksayıp kaşlarını çatmıştı. “Genel evde
onunla tanıştığında ne düşündün? Onu karın gibi tanıtarak burada ne yapmayı
planladın. Seninle karşılaştığımızda bana bir oyun mu sergilemeyi planladın?
Sana daha gerçek bir şeyden söz edeyim.” Öne doğru eğilip ona gözlerini
dikmişti. “Ramsy! Olmadığı kadar gerçek ve Altais kadar yakın.” Demişti.
Andrjez kalbinin bir el tarafından sıkıldığını fark ediyordu. Milos ne kadar
gaddardı. Ona hiç acımıyordu.
“Dahası var! Kaçıp gelmedim ben buraya! Senin gibi birilerinin peşine de
takılmadım. Kendi iradem ve isteğimle buradayım ve Ramsy benim ona ödediğim
para için yanımda değil. Mirel’e yani Nuna’ya verdiğin paraları biliyorum. O
görgüsüz ve bilinçsiz kadının gerçekten senin karın olduğuna inanmamı mı
bekledin?” demişti. Andrjez ona bakarken birden başını iki yana sallamıştı.
“Hala yalan söylüyorsun. Nuna bana Ramsy’e ödediğin paradan ve buraya neden
geldiğini söyledi. Onu vurmamı ister misin? Bu sayede istemediğin bazı böceklerden
kurtulmuş olursun. Sonuçta son zamanlarda onu iteklemek için çok fazla efor
sarf ediyorsun.” Milos bir an için onun gerçekleri bilmesinden rahatsız
olmuştu. Birisi ile para karşılığı birlikte olmak rahatsız edici gelse de
Andrjez’i iteklemek için elindeki kozunu yere bırakamazdı.
“Yapmamı istersen onu vurabilirim. Sonuçta ben senin gibi hayallerini satan
birisi olmadım. Verdiği sözleri tutmayan birisi de olmadım. Sana bir defa
yanında olup seni koruyacağım dediysem bunu yaparım. Senin aksine ben sözümü
tutarım. Korkmam ve korkularım yüzünden kaçıp gitmem. Buna bahane de uydurmam.
Nuna konusunda gerçeği öğrenmiş olman beni rahatlattı. O zaman amacımı da bil!”
Ayağa kalkmıştı. Kenarda duran ufak bara doğru yürürken konuşuyordu.
“Benden sakladığın ve o korktuğun şey her ne ise onu bulup param parça
edeceğim. Seni koruyacağımı, yalnız bırakmayacağımı söylediğimde bana
inanmadın. Şimdi bunu izle ve gör. Senden nefret etmemi istedin değil mi?
Etmiyorum. Sana kızgın bile değilim.” Milos öylece olduğu yerde kalmıştı. Ne
cevap verebilirdi ki? “Korkmana neden olan ne ise bulduğumda yok edeceğim. Eğer
senin için değerli bir şey varsa şimdi kurtar onu.” Dedi. Milos öylece
kalmıştı. Kımıldayamıyordu sanki. Andrjez doldurduğu viskiden bir kaç yudum
alıp bara doğru yaslanıp ona bakmaya başladı.
“Ne sanıyordun ha? Buraya gelip her şey yolunda diye rol mü yapacağı mı?
Nuna’yı buraya yerleştirirken onun sadece seni değil her şeyi bilmesi
gerektiğini söyledim bile. O yüzden son endişen Nuna’nın benim karım olması
olsun.” Dedi. Milos sessizce nefes alıp veriyordu. Birkaç saniye sessizlik
oldu.
“Ya bulduğun şey yok edemeyeceğin bir şeyse?” Andrjez biten viski bardağını
hızla bar masasına koymuş ve birkaç adım atmıştı.
“Bazen güçsüz ve aptal gözükmek en büyük silahtır. Bunun için endişelenme. Ben
senelerce güçlenmek için uğraştım. Bir anda buraya atamam yapılmasını
sağlayacak kadar. O yüzden sen endişelenme.” Demişti. Milos düşünüyordu.
Andrjez’in abisinin bile haberi olmadan buraya ataması yapılması hoşuna
gitmemişti. Bilmediği bir şeyler olmasından rahatsızlık duymuştu. Onun neyi ne
kadar bildiğini anlamıyordu bile. Blöf mü yapıyordu yoksa bir şeylerin farkında
mıydı? Düşünceler beynine hücum ederken kan damarlarının zonklamasına sebep
oluyordu.
“Blöf!” demişti. Bunu söylerken ona doğru çevirmişti başını.
“Blöf yapıyorsun!” diye tekrar ettiğinde Andrjez ona dönüp gülümsemişti.
“Blöf demek!” demiş ve yürümeye başlamıştı. Milos tedirgin halde ona bakıyordu.
“Nereye?” ayağa kalkmıştı. Andrjez belinden silahını çıkarmıştı.
“Ağlamak için Nuna’nın odasına giden Ramsy’i vurmaya. Sana ilk iyiliğim bu
olacak. Sonra devamı gelecek.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı.
“Saçmalama artık.” Dese de Andrjez elindeki silahın emniyetini açmıştı.
Askerler tedirgin halde ona bakıyordu. Binbaşı Dejan onlara kapıdan
ayrılmamasını söylemişti.
“Gerçekten onu vuracağım. Seni kenarı çekip rahatsız etmesi hoşuna gitmedi.
Bunu iyilik olarak gör.” Demiş ve kapıdan çıkmıştı. Askerler ne yapacağını
bilmeden Milos’a bakıyordu. Milos tedirgin halde etrafa bakmıştı. Ramsy’in kötü
birisi olmadığını biliyordu. Sadece fazla ısrarcı ve çok çabuk etkilenen bir
adamdı. Şu zamana kadar bir köpek kadar Milos’a sadıktı. Onun arzularını,
isteklerini gerçekleştiren, onunla yatması karşılığında para alan bir adamdı. Kötü
değildi. Sadece hayata karşı saftı ve yanlış duygular içinde kalmıştı.
Andrjez’in onu vuracak olması tedirgin ediyordu. Hızla kapıya doğru yürürken
kendi kendine konuşuyordu.
“Lanet olası aptal. Birden ortaya çıkıp her şeyi mahvetmekten zevk alıyor olmalı.
Kendini öldürtecek.” Demişti. Ramsy’in ölmesi sorun olur muydu? Milos için pek
önemli değildi ama Andrjez bu infazı açıklayamazdı. Milos merdivenleri hızla
çıkmıştı. Nuna’nın odasına doğru adımları hızlanmıştı. İçeride bir arbede
yaşanıyordu. Nuna hırçınca bağırıyordu.
“Aklını mı kaçırdın sen ha? İndir o silahını. Kimi neden vurduğunu nasıl
açıklayacaksın ha? Başı boş bir köpek mi sanıyorsun kendini. Sen ordunun
köpeğisin. Onlara hesap vermek zorundasın.” Derken sesi çatlamış ama sertti.
Çavuş ise Andrjez’in hemen yanında duruyordu.
“Efendim kendinizi kaybediyorsunuz. Uykusuzluk ve yorgunluktan…”
“Kesin sesinizi!” diye gürlemişti Andrjez. Milos kapıda dikiliyordu. Yatakta
yatan Ramsy’e ardından hemen onun önünde dikilmiş olan Nuna’ya bakmıştı. Nuna
ve Ramsy ilk andan beri hep iyi anlaşmıştı. Nuna o adama üzülüyor ve onu
korumak istiyordu. Cahil ama iyi yürekli! Bunu söylemese bile bu sözlere benzer
davranış sergiliyordu.
“Kesin sesinizi mi? Kendine bir bak! Haline bak!” diye Nuna gürlerken namluya
doğru adım atmıştı.
“Buraya neden geldin sen? Amacın buysa yattığın bütün kadınları vursun o da!
Kıskanç ve aptal bir adam değilsin sen! Kendine gel!” namlu göğsüne dayalıyken
eli havaya kalkmış ve bir tokat sesi odada patlamıştı. Andrjez yüzüne inen
tokadın ardında bıraktığı yakıcı izle beraber başı yana doğru dönmüş ve dolabın
aynasında kendi yansımasını görmüştü. Ne sefil bir haldi. Kendini kime
ispatlamaya çabalıyordu ki? Güçlü olduğunu, korkusuz olduğunu ispatlasa eline
ne geçerdi. Ramsy gibi sıradan ve olayların çok dışında kalmış, birazda
tutkusuna yenik düşmüş bir adamın canını almak ona ne fayda sağlardı ki? Öylece
kendine bakıp kalmıştı.
Milos arkasında hissettiği kişinin kim
olduğunu anlamak için başını çevirdiğinde Binbaşı Dejan ile karşılaşmıştı.
Olayların ne kadarına şahit olduğunu bile bilmiyordu ama çok kızgın duruyordu.
“Kendi kendini yıpratacak kadar aptal mısın sen ha?” Nuna silahı alırken
Andrjez’in yakasını sıkıca kavramıştı. Binbaşı Dejan olayları sadece izliyordu.
Elleri arkasında oraya kilitlenmiş bakıyordu. Milos onun ne düşündüğünü merak
ediyordu. Neden gözleri öfke saçarken bu kadar sakin kaldığını anlamamıştı.
Nuna silahı kenarı koyduğunda Binbaşı Dejan’ı görmüştü. Onun öfkeli
gözlerindeki korkutucu ruhu görebilecek ve yorumlayacak kadar uzun süredir
hayattaydı.
“Çavuş Olkien!” demişti Binbaşı içeri doğru birkaç adım atarken.
“Binbaşım!” demişti Olkien selam verip. Binbaşı bir süre ona bakmış ve arkasını
dönmüştü.
“Beş dakika sonra Teğmen Dejan’ın lobide olmasını sağlayın. Size verdiğim
görevi yerine getirmenizi tavsiye ederim.” Demişti. Arkasını dönüp yürüyecekken
Milos’un omzuna elini koymuştu.
“Sizde Bay Roluge!” demişti. Milos odaya bakıp onu geri dönmüştü. Binbaşı
geldiği gibi sessizce uzaklaşırken Milos odaya geri dönüp içeri doğru bakmıştı.
Ne yapacağını bilmeden öylece duruyordu. Binbaşı Dejan’ın ne kadar agresif
olduğu Milos artık Andrjez’den daha iyi biliyordu. Birimi ona bağlı çalışıyordu
ve onun keskin kararları, cezaları ile yüz yüze kalmış çok kişi ile tanışmıştı.
“Andrjez…” demişti. Andrjez bir şey diyemeden ona doğru dönmüştü. Yüzündeki
tokadın kızarıklığı dışında rengi solmuştu.
“Ben ona durumu anlatırken toparlanıp gel.” Andrjez sadece ona bakmaya devam
ediyordu.
“Anladın mı? Binbaşı Dejan ile konuşacağım. Tamam mı?” Milos bunu tekrarlarken Andrjez
ona bakıp yürümeye başlamıştı. Tepkisiz abisinin onu beklediği Lobiye yürürken
koridorda Milos birkaç adım gerideydi. Olkien ise onlara yetişmek için çıkmadan
önce Nuna’ya odada beklemesini söylemişti. Nuna ne yapacağını bilmeden
sandalyeye oturmuş Andrjez’e attığı tokat ile o da şaşkına uğramıştı. “Aptal
herifler!” demiş ve birkaç küfür savurup sigarasını yakmıştı.
“Oturun!” demişti Binbaşı Dejan. Milos ona
itaat ederken Andrjez kenarda dikilmiş ona bakıyordu. Yediği tokadın etkisinden
çıkmıştı.
“Andrjez otur!” demişti Binbaşı Dejan. Andrjez başını yana doğru çevirmişti.
“Seni ayakta dinleyebilirim abi!” demişti. Binbaşı onunla uğraşmamak için
oturmuştu.
“Milos geçirdiğin kazanın haberini aldım. Andrjez bulmuş seni. Onun burada
olduğunu duyduğumda biraz şaşırmadım değil.” Dedi. Odada üçü dışında kimse
yoktu. Andrjez onlara göz ucu ile bakmıştı. “Bana neden buraya geldiğini
söyleyecek misin? Bunu bilmeyi burada oturan herkes hak ediyor Andrjez!”
demişti Binbaşı. Andrjez ona bakıp duvara yaslanıp kollarını bağlamıştı
birbirine sıkıca.
“Annem senin başkentte olduğunu sanıyor. Ve bana bile bilgi gelmeden ne halt
yemeye buraya geldin ha?” demişti. Andrjez aptal değildi. Onların neler
karıştırdığını ne haltlar çevirdiğini anlamadan bu odadan çıkmayacaktı.
“Haberin olmasına gerek var mı? İmparatorluk topraklarında bir yerde görevim
için bulunuyorum. Neden Başkentten daha sakin olan bu bölge seni rahatsız
ediyor? Niye?” demişti. Binbaşı onun en çok bu inat halinden nefrete diyordu.
Bir çocuk gibi denilenin tersini yapmaya bayılırdı bu halinde.
“Çünkü, burası savaş sınırının olduğu yer. Güney cephesi yerine acemiliğini…”
“Eninde sonunda sıcak savaşla yüzleşmek zorunda kalacağım. Şimdi ya da birkaç
ay sonra. Ne fark eder ki?” Binbaşı ona bakarken Milos yavaşça kıpırdanıp ona
doğru dönmüştü.
“Çünkü bu odada oturan iki kişide senin ölmeni istemeyecek kadar sana değer
veriyor.” Andrjez bunu duyduğunda gülmüştü. Alaycı kahkahası dudakları
arasından fırlayıp gitmişti.
“Değer vermek mi? Bundan emin misiniz? Bana
öğretilen değer kavramı bu değil çünkü.” Binbaşı sert bir ses tonu takınmaya
başlayacaktı.
“Gelip buraya otur ve çocukluğu bırakıp konuş. Ne haltlar ettiğini bilmiyorum
ama Lows seni bu işe karıştırırsa onu odasında vuracağım. O yüzden gelip otur
buraya!” demişti. Andrjez abisinin Yüzbaşı Lows ile geçinemediğini, onu
sevmediğini biliyordu. Manastırda alt dönemi olan bu adamdan hiçbir zaman
hoşlanmamıştı. Hızlı yükselen Lows onun gözünde yağcı ve ukala cahildi. Andrjez
içinde çok bir farkı yoktu ama burada olması için gereken birisiydi. Lows onun
ilk basamağıydı. Onun emirlerine uymak zorunda kalacak olsa bile Güney’e
gelmeyi tercih etmişti.
“Andrjez lafımı tekrarlatırsan buradan kalktığımda seni hastaneye kendim
götüreceğim.” Demişti. Milos gerginliği hissediyordu. Ortamı yumuşatmak için
sakince konuşmaya başlamıştı.
“Tamam! Biraz sakin olalım. Andrjez bizi suçlamakta haklısın. Çözemediğin
şeyler var ama buna çok tepki veriyorsun.” Demişti. Andrjez ona kilitlenmişti.
“Çok mu tepki veriyorum?”
“Evet! Neden seni uzak tutmak istediğimizi bile anlamıyorsun.”
“Anlamam gereken bir şey varsa anlat Milos! Kaçarak, birden ortadan kaybolarak
bunu yapamazsın. Anlat!” dedi. Milos gözlerini Binbaşına çevirmişti. Ondan onay
ister gibi bakıyordu.
“Bilgi sadece sorumluluk getirir. Sen henüz ordunun sana verdiği sorumluluğu
bile alamıyorsun.” Binbaşı konuşurken acımasızdı. Kardeşini korumak için onu
hırpalamaktan çekinmeyecek bir adamdı.
“Pekala, madem konuşmamak için bahanelere ihtiyacınız var o zaman size güzel
bir bahane veriyim. Sakladığınız şeyi bulacağım. Anlatmadığınız her an sadece
zamanı geciktirecek.” Dedi. Milos ayağa kalkmıştı.
“Bulman bir şeyi değiştirmeyecek. Daha önce abinin dediğini hatırlıyor musun?
Sınavı kaybeder ve sınıf geçemezsen seni kampa gönderirler demişti.
Hatırlıyorsun değil mi?” demişti. Andrjez nasıl unutabilirdi ki o gerçeği.
Düşük seviyede subay istemedikleri için onları bir yere gönderiyorlardı.
“Aptal değilsin madem bu gün burada çöz olayı.
Zekana ve kendine güvenin boşa çıkmasın. Ben abin gibi kırıcı konuşup seni
usandırmam. Aksine yaranı deşmek beni daha çok heyecanlandırır. Hadi.” Dedi.
Andrjez ona bakıyordu. Milos ise koltuğun kenarına oturup onun tam
karşısındaydı.
“Kamptakilere bir şeyler yapılıyor demiştin. Onlar birer deney hayvanı gibi
kullanılıyor. Ve kullanıldıkları amaç imparatorluğun ordusu için. Onlar için mi
çalışıyorsunuz?” Milos başını sallamıştı.
“Sende onlar için çalışıyorsun. İmparatorluk askeri değil misin?” Andrjez bunu
duyunca kaşlarını çatmış ve gözleri yere dönmüştü. Düşünmek istese de o kadar
yorgundu ki düşünceleri karman çormandı. Milos ona bakıp gülümsemişti.
“Zamanın var. Düşün ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı. Yanlış yerde yanlış
insanları suçlamak çok kolay.” Dedi. Andrjez
ellerini çözüp cebine doğru soktu.
“Lannel Frenklen bu olayın neresinde?”
“Doktor Manuh yerine getirilmiş bir çalışma asistanı. Sadece yanlış yerde
yanlış zamanda bulunmuş.” Andrjez ona dikmişti gözlerini Binbaşı Dejan bir
sigara yakıp ona bakmaya başlamıştı. Milos bir saniye olsun gözünü kırpmıyordu.
Sarı saçları altında parlayan yeşile dönmüş gözleri onu izlerken bir porselen
bebek yüzü kadar ruhsuz bir yüzü vardı. Dudakları nazikçe kapanmış gözleri
sabitlenmişti. Ondan cevap bekliyordu. Peşine düştüğü şeyin ne kadarını
bildiğini bilmek istiyordu. Nefes alırken inip kalkan göğsü ceketini
oynatıyordu. Kravatı bugün boynunu sıkı sıkıya sarmıyordu. Gevşemiş kravatı
altında boynu incecik duruyordu. Bir sıkımda kırılacak olan boynun taşıdığı
kafasının içi ise bir ülkeyi yok etmeye yetecek dahi ama şeytani planlarla
çevriliydi. Boynu kırılsa bile düşünceleri yok olmayacak bir deliye dönüşmek üzereydi.
Andrjez ise iri cüssesi, kalın ensesi üstünde sadece bulanık bir beyinle orada
dikiliyordu. Düşünceleri karanlık, beynin içi bulanıktı. Uykusuzluk değildi
bunun sebebi. Sadece cevap bulamadıkça ipleri birbirine bağlıyor ve sökmek için
uğraşıyordu. Milos onu taciz eder gibi gözlerini yüzüne sabitlemişti.
“Proje…” demişti Andrjez. Okuduğu dosya birden beyninde canlanmıştı. Milos onda
yakaladığı ışıkla heyecanlanmıştı.
“Proje ve silah! İmparatorluk bir silah üretiyor. Güçlü ve yenilmez. İnsanların
eriştiği teknolojinin çok ötesinde bir silah. Doktor Frenklen, Doktor Manuh,
Doktor Roluge ve Doktor Vasile tarafından devam eden proje. Şimdi Frenklen
babasının yerine geçti. Yanlış yerde yanlış zamanda. Doktor Roluge’nin yerinde
de sen. Manuh öldü ve Doktor Vasile projenin başında. Sende o projedesin.”
Milos gülümseyip başını sallamıştı. Andrjez ise ona dikmişti gözlerini.
“Babanın yolundan gitmeyeceğini söylemiştin. Onun yaptıklarından nefret
ettiğini söylemiştin. Neden şimdi onun gibi… bu işe kendini verdin?” demişti.
Milos ellerini birbirine vurmaya başlamıştı.
“Tebrik ederim Teğmen Dejan. Sonunda doğru soruları sormaya başladın.” Milos
ayağa kalkıp ona bakmaya başlamıştı.
“Her şeyi elimden aldılar. Babamı, annemi, Altais’i ve hayatımı… Buna rağmen neden
onların istediğini yapıyorum diye soruyorsun bana. Cevabını çok iyi biliyorsun.
Ama bilmemek için elinden geleni yapıyorsun. Çünkü insanlar suçlu ve sorumlu
hissetmek istemez.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Milos ise gülümsüyordu.
Buruk, yorgun ve biraz sinirli bir tebessümdü.
“Normal bir insan olmanı istedim. Kimse bana senin kadar iyi yaklaşmadı çünkü.”
Dedi. Binbaşı onlara sakince bakarken Milos yavaşça ona doğru dönmüştü.
“Abinin neden burada olduğunu biliyor musun?” dedi. Andrjez abisine doğru
dönmüştü.
“Çünkü koruması gereken kişiler var.” Dedi. Milos başını sallamıştı. “Kimse,
aklını kaçırmamış kimse bu işi yapmak istemez. Gönüllü olmaz. Her zaman korumak
istedikleri için ellerini pisliğe sokar.” Andrjez onlara bakıyordu. Midesi
ağrımaya başlamıştı. Sanki kelimeleri kusmak istiyordu. Öfkeliydi. Ama kime?
Neden? Bunların cevabı net değildi. Elleri cebinde yaslandığı duvardan
ayrılmıştı. Kapıya doğru yönelmişti.
“Hiçbir zaman kötü olmak istemedim. Kötü olan güzel konuşur. Kandırır, kabul
eder. Ben hep iyi insan olmak istedim. İyi doğruyu söyler doğru ise güzel
değildir. O yüzden size şunu söyleyeceğim. Benim de korumaya kararlı olduğum
birileri var. Burada kalacağım.” Demişti. Kapıyı tutmak için elini cebinden
çıkarmıştı.
“Siz beni korumaya kararlıysanız bende burada olacağım. Sizin için…” Kapıyı
açmış ve döndüğünde bir silah sesi duyulmuştu.
Yorumlar
Yorum Gönder