Kayıp Masallar 3 (13. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?


Dolin Pansiyonu

 

Andrjez masaya dirseğini dayamış, elini alnına doğru sertçe bastırmış şekilde oturuyordu. Ayakta dikilen astları onun vereceği kararı beklerken dimdik ayakta, şapkaları ellerinde, botlarının topukları birbirine değecek şekilde hazır ol konumundaydı. Gözlerini çevirip onlara bakmıştı. Hepsi kıpırdamadan ona bakıyordu. Talihsizlik bu ya teğmen olduğu için bütün pis işler ona kalmıştı.
“Ceset nerede?” demişti. Çavuş Olkien bir adım ona çıkmıştı.
“Dolin Pansiyonunda efendim.” Demişti. Andrjez ona bakarken kaşları çatılmıştı.
“Pansiyonda mı ölmüş?” demişti. Çavuş başını usulca sallamıştı.
“Evet efendim. Cesedi kimse almaya gitmedi. Bir kadınla buluşmuş. Sonrasında fenalaşmış. Bizi arayanlar orada öldüğünü söyledi.” Dedi. Andrjez iç çekmişti.
“Arabayı hazırlasınlar Olkien.” Demişti. Olkien ona bakıyordu. “Neyi bekliyorsun?” dedi Andrjez. Olkien öne doğru bir iki adım daha atmıştı.
“Efendim, ceset için kamyon hazırlatmayalım mı?” Andrjez bunu duyunca ayağa kalkıp cebinden bir sigara çıkarıp yakmıştı.
“Oldu! Cesedi taşırken oradaki insanlardan da yardım isteyelim. Bu ordunun içinde gizli kalmalı. Dediğimi yap arabayı hazırlat.” Dedi. Bir hafta sonra aynı pansiyona yeniden gidecekti. Nuna ile konuşurken bu haber gelmişti. Onu ziyaret ederdi bu fırsatla. Yoğunluk, evrak işler ve kışlanın yeni teğmeni olmak… Bir haftanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştı. Milos’un nasıl olduğunu düşünmekten, onu düşünmekten uyuyamıyordu. Yorgunluk hastalığa dönüşmeden bir çözüm bulmalıydı. Sigarası bitince ceketini alıp odasından çıkmıştı. Astları çoktan arabayı hazırlatmış olmalıydı. Yüzbaşı Lows’un arkadaşının cesedini almaya gidecek olmak garipti. Bir kadınla gizli gizli birliktelik yaşarken orada kalp krizi geçirip öldüğünü düşünüyordu. Dolin Pansiyonu gerçekten bütün pislikleri gizleyen büyük bir paravan gibiydi. Arabaya arka koltuğa oturmuştu. Arabayı kullanan kişi dışında ön koltukta Çavuş Olkien vardı. Pansiyona doğru yola çıkıp tarlalara geldiklerinde kazadan arada kalan kırık çitleri görmüştü. Araba çoktan oradan götürülse de Andrjez orayı hala hatırlıyordu. Arabanın hali ve Milos’u gördüğü anı…
“Efendim!” demişti Olkien ona bakmadan yola bakarken.
“Evet !”
“Yüzbaşı size arkadaşının yani üst teğmenin nasıl öldüğünü söyledi mi?”
“Hayır! Sadece yanında bir kadın varmış.”
“Ben biliyorum. Ama hoşunuza gitmeyecek.” Dedi. Andrjez ona dikkatini vermişti. Çavuş ise biraz düşünmüştü. Ardından derin bir nefes aldı.
“Üst teğmen İllarea’yı kendi karısı öldürmüş. Bizi arayan onlardı.” Dedi. Andrjez duyduğu isimle irkilmişti.
“Achube İllarea mı?” dedi. Çavuş başını sallamıştı.
“Tanır mıydınız?” dedi. Andrjez bir an için duraksamıştı.
“Evet, Manastır okulundaydı. Yani üst dönemimdi ama…”
“Karısı onu normal şekilde öldürmemiş.” Demişti. Andrjez şaşkınlık ona bakıyordu.
“Birkaç hafta önce buraya atanmışlardı ama personel tesislerinde kalmak istemedikleri için ev bakıyorlardı. Üst Teğmen için gidip gelmek sorun olmuyordu ama karısı ile sorunları vardı.” Dedi. Andrjez onun evlenmiş olduğuna inanmıyordu. Nasıl hemen evlenebilirdi ki? Bu hikaye de yanlış olan bir şey vardı.
“Eşi kıskançtı…” Andrjez onu dinlemeyi bırakmıştı. Achube evlense bile Emma gibi bir kadın isterdi. Ondan etkilenmiş ve ona hayranlık duymuştu. Milos’un okulu bırakması ile Achube her zaman Emma’ya nazik ve ilgili davranmıştı.   Andrjez düşünmekten kendini alamıyordu. Gittiğinde Achube’nin cesedini görecek olamazdı. Bir süre sadece yolu izlemiş ve araç durduğunda kapısının açılması ile çıkmıştı. Pansiyonun önünde iki araç daha ardı. Birisi ufak bir otomobil diğeri ise bir askeri kamyondu. Andrjez gözlerini çavuşa doğru çevirmişti. Çavuş başını salladı.
“Yüzbaşı sadece bize haber verdi efendim.” Dedi. Andrjez beylik silahını yokladı ve kapıya doğru yürümüştü. Pansiyonun girişi kalabalıktı. Kalan kişiler panik halinde aşağıda bekliyordu. Aralarında Nuna’da vardı. Nuna içeri giren Andrjez’i görünce hemen ona doğru yürümüş;

“Tanrım gelmek için hiç iyi gün değil. Gitsen…”
“Görev için buradayım. Bir ceset bulunmuş. İhbar için geldik.” Demişti Andrjez onu omuzlarından tutup. Çavuş kadına baktı. Ardından Andrjez’e dönmüştü. Nuna yorgunca ona bakıp sarılmıştı.
“Ceset… Ta bi ya üst odamda kalıyorlardı.” Dedi. Ardından ayrılıp ona baktı. Başını yana doğru eğmişti. “Uykusuz duruyorsun Andrjez! Son duyduklarım…”
“Doğru! Kazada karşılaştık. Buraya geliyordum ve arabası kaza yapmış. O olduğunu bilmiyordum. Ama işte tesadüfler.” Nuna onun ellerini tutmuştu.
“Şey, o burada! Ceset… onu almaya gelmişler.” Dedi. Andrjez bunu duyunca ona bakıp kalmıştı. Nuna parmak uçlarında yükselip Andrjez’in kulağına yaklaşmıştı.
“Seninle en kısa zamanda konuşmamız gerek. Ben bir şeyler duydum ve öğrendim. Belki Roluge’yi affetmeni sağlar.” Demişti. Andrjez olduğu yerde buz kesmişti. Bedeni kaskatıydı. Ne diyeceğini ne yapacağını bilmeden kalmıştı. Milos’un burada olması mı yoksa, onun bu cesetle bir bağı olmasına mı şaşırmalıydı? Achube ile asla iyi anlaşamazdı. Onu sevmezdi bile. Son olanları anımsamıştı. En son okulda yaşananları. Achube’nin adı geçerek öldürülmeye çalıştığını ve bunu Milos’un bildiğini. Yutkunurken boğazı yanmıştı. Nuna’nın ellerini sıkıca tutmuştu. Derin bir nefes almıştı.
“Burada kal tamam mı? Çavuş Olkien, ona göz kulak olun.” Demiş ve hemen kalabalığı geçip yukarı fırlamıştı. Nuna’ya tuttuğu odanın üst koridoruna çıkınca kalabalığı görmüştü. Özel korumalar ve birkaç kişi daha. Kapıya hızla yürüyüp içeri dalmıştı.
“İmparatorluk ordu subayı Teğmen Andrjez Dejan. Güney kışlası komutanlığı adına bu cesede ve olay yerine el koyuyorum. Hiçbir şeye dokunmayın.” Demişti. Milos ismi duyunca ona doğru hızla durmuştu. Yatakta yarı baygın oturan kadının başında dikiliyordu. Cesedin üstüne kabaca atılmış örtü ve başında dikilen doktora benzer adamlar… Andrjez göz temasından kaçınıp cesede doğru birkaç adım atmıştı.
“Kimlik tespiti için örtüyü kaldırın.” Demişti. O ara Çavuş Olkien Nuna’yı şoföre emanet edip yukarı çıkmıştı bile.
“Tespit yapılacak bir ceset değil.” Demişti Milos oraya doğru birkaç adım atarken. Andrjez ona bakmadan hemen yere çömelmişti.
“İşime karışmayın Bay Roluge. Hakkınızda suç duyurusu yapmadan pansiyonu terk etmeniz için size beş dakika veriyorum.” Demiş ve hızla örtüyü açınca param parça olmuş yüzü, kanlı üniformayı görmüştü. Milos yavaşça eğilip Andrjez ile göz teması kurmuştu.
“Yüzünden pompalı ile vurulmuş bir askeri tespit edecek kadar yakın mıydınız?” demişti. Andrjez ona bakarken dişlerini sıkmıştı.
“Achube İllarea o! Şerefi ile gömülmeyi hak eden bir subay. Korkak gibi kaçmayan, hayalleri olan imparatorluğa bağlı bir adam.” Demişti. Milos kendine yapılan göndermelere gülüp kenarı saçılmış kanları göstermişti.
“Bu işe karışma ve çık. Seni kim gönderdiyse canın yanmasını istiyor.” Demişti. Andrjez tehdit olarak almıştı bu sözleri. Uyarı olduğunu düşünmeyecek kadar öfkeliydi. Parçalanmış surata bakıp kalmıştı. Pompalı tüfek ile paramparça olmuş yüzden kimlik tanımlaması yapmak imkansızdı. Milos’un işle nasıl bir bağı olduğunu bilmiyordu ama adının geçmesi bile kalbini sıkıştırmıştı. Nefes alamıyor gibi hissederken gözlerine bir ağırlık çökmüştü.
“Aman tanrım!” diye bir çığlık kopmuştu. Andrjez kapıya doğru dönünce Nuna’yı görmüştü. Cesede dehşet verici bir halde bakarken rengi kireç gibi olmuştu. Gözleri büyümüş dudaklarındaki kırmızı ruj dışında bütün yüzü sarıya dönmüştü.
“Çavuş Olkien size onunla kalın demiştim!” diye gürleyerek ayağa kalkmıştı Andrjez. Nuna’nın cesedi görmemesi için dikilirken bir yandan kadına doğru hızlı birkaç adım atmıştı.
“Burada olmamalıydın! Neden yukarı çıktın?” demişti. Nuna dehşete kapılmış halde ona bakıyordu.
“Endişelendim…” demişti. Andrjez kadını omuzlarından tutup çevirmiş ve koridora doğru almıştı. Milos ise hızla örtüyü örtüp ayağa kalkmıştı. Andrjez’in karısı olduğunu düşündüğü kadınla onu yalnız bırakamazdı. Öfkelenmişti. Sinirlerine hakim olamıyordu.
“Teğmen Dejan!” diye kükreyerek dışarı çıkmıştı. Kalabalık onun geçmesi için yol açarken Milos sinirden elleri titreyerek Andrjez’in önüne dikilmişti.
“Burada olan olay orduyu ilgilendiriyor olsaydı, sıhhiyecileri alıp gelirdiniz. Bu pisliğe dahil olacaksanız, gidin o cesedi kucaklayıp çıkarın buradan. Sizi pisliğini temizlemeniz için, botları cilalamanız için mi eğittiler yoksa bu ülkenin geleceğini korumak için mi?” demişti. Öfkesi sadece Andrjez’in o kadın için endişelenmesinden kaynaklanmıyordu. Hayatında bir kadın olmasını iyi bile buluyordu. En azından onu temiz ve kurallara uygun gösterirdi. Ona doğru birkaç adım daha atmıştı. Sesi yumuşamıştı.

“Seni kullanmalarına izin verme, buradan git ve laboratuvar ekibinin cesedi aldığını söyle!” demişti. Andrjez ona bakıp bir an için omuzlarını düşürdü. Nuna’yı arkasına doğru çekmişti.
“Beni kullanan kimse yok! Görevimi yapıyorum.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı. Hala yüzünde morluklar vardı. Belli ki tam iyileşmemişti bile. Ona bakıp ne diyeceğini bilemeden bir iki adım gerilemişti.
“Karını da alıp gitmelisin. Bu iş ne seni ne orduyu ne de karını ilgilendirir.” Bunları söylerken gözleri Andrjez’den ayrılmıyordu. Andrjez ona dik dik bakarken başındaki ağrı artıyordu sanki. Gözlerine doğru gelen baskı… Bu korkunç baş ağrısını biliyordu. Uykusuzluk, yorgunluk ve stresin ona bir hediyesiydi. Elini alnına doğru götürüp kaşlarının üstünü parmakları ile ovmaya başlamıştı.
“Yüzbaşı Lows, cesedi alıp gelmemi emretti. Bana istediğini söyle! O cesedi kucaklayıp çıkarırım.” Demişti. Tam adım atacakken bir ses ile irkilmişti.
“Bir adım daha atma Teğmen Dejan!” tanıdık ses abisinindi. Dönünce abisinin koridorda dikildiğini görmüştü. Onu görmeyeli bir sene olmuştu. Neredeyse bir senedir abisi ile sadece telefonda toplasan on defa konuşmuşlardı. Şimdi birden Güney bölgesinde hayalet gibi belirmiş olması ürkütücü bir o kadar inanılmazdı.
“Bay Roluge!” demişti. Milos ona bakarken sakinleşmiş ve derin bir nefes almıştı.
“Binbaşı Dejan, sizi buraya kadar yorduğum için kusura bakmayın. Ama durum acil olunca…”
“Telefon gelir gelmez yola çıktım. Nerede?”
“Laboratuvara taşındı. Ceset ise odada.” Demişti. Binbaşı Dejan yanında dikilen teğmene dönmüştü.
“Cesedi hemen paketleyin. Daha sonra strateji karargahına telgraf çekin. Olayın kontrol altında olduğunu belirtin.” Demişti. Andrjez şaşkınlık içinde onlara bakıyordu. Milos birkaç adım atıp Binbaşı Dejan’a yaklaşmıştı.
“Konun detaylarını konuşmak için sizinle yalnız kalabilir miyiz?” demişti. Binbaşı Dejan başını sallayıp kardeşine dönmüştü.
“Seninle de konuşacağız. Aşağıda bekleyin beni.” Demişti. Andrjez olayın şaşkınlığı içinde onlara bakarken Milos öksürüp elini karnına doğru götürmüştü.
“Olay sizde Binbaşı Dejan. İzninizle aşağıdayım.” Demiş ve merdivenlere yürümeye başlamıştı. Binbaşı Dejan ise kardeşine bakıyordu. Ona doğru hızla birkaç adım atmıştı.
“Tayin yerini değiştirmen için yazı yollayacağım. Başkente geri döneceksin. Burada ne halt yiyorsun ha?” diye çıkışmıştı. Andrjez her şeyden habersiz olduğunun farkındaydı. Etrafında birileri bir şeyler yapıyor ama bundan uzak tutulmak artık onu delirtmeye başlamıştı.
“Hayır!” demişti sert bir sesle. Ona karşı çıkmak istemiyordu. Abisi hayatta en değer verdiği insandı. Onu incitmek, sözlerine karşı asi davranmak huyu değildi ama şimdi sinirleri ve uykusuzluğu bütün beyninde bir gıcıklanma yapıyordu. Abisini kırmak umurunda bile değildi.
“Ne demek hayır? İn aşağı ve arabanın orada beni bekle!” dedi. Andrjez o an beyninde oluşan bir kıvılcım ile olduğu yerde kalmıştı. Achube uzun bir adamdı. İri yapılı olmasın rağmen çok kaslı birisi değildi. Bunun en büyük dezavantajı atış yaparken tüfeğin geri sekmesiydi. Boyu avantaj olsada ona hiç fayda sağlamadığından yakınırdı.
“Pilot olabilirdim. Seviyorum. Yakın dövüş beni hep yoruyor ama boyum yüzünden elendim. Küçük kabinler benim sığmama engel. Kas yapmak için çabalıyorum ama nedense bu beden kas tutmak yerine kilo vermeye devam ediyor.” Derdi. Kilo verdiğinden yakınıp dururdu. Düşününce yerde yatan adam ne kadar ona benzese de kasları vardı ve göbeği… O iri yapısı Achube’ye benzemiyordu. Fiziksel özellikleri, giyinişi Achube olsada o olamayacak kadar kas kütlesine sahipti. Parçalanmış yüzü ile onu tanımak mümkün değildi. Dış görünüşünü bilmeyenler için Achube demek kolay olurdu ama o değildi. Bunu hissetmişti. Aynı duşları, soyunma odasını ve yatakhaneyi kullanmışlardı. Kas yapısı hep zayıftı. Omuzları iri, kemikleri iri olsada kasları zayıf bir adam göre gergin gömleği, daralmış gibi duran ceketi ile o olamazdı.
“Neler dönüyor burada? Achube ölmedi! Orada yatan kişinin kim olduğunu bilmiyorum ama Achube değil.” Demişti. Abisi ona bakarken Nuna’ya kaymış gözleri.
“Bunu şimdi konuşmayacağız! Aşağı in!” demişti. Nuna dehşete kapılmış halde onlara bakıyordu. Gördükleri duyduklarının yanında hiç kalıyordu.
“Konuşacağız! Bundan bıktım. Ben artık korumak zorunda olduğun küçük kardeşin değilim. Buraya bir görev ile geldim.” Demişti. Binbaşı Dejan ona bakarken yorgunluğunu, bitkinliğini ve tükenmiş gözlerini görebiliyordu. Hemen yanında dikilen çavuşa dönmüştü.
“Teğmene lobiye kadar eşlik edin. Beni orada beklesin.” Demişti. Arkada duran kadına dönmüştü.
“Sen Andrjez’in herkese karım diye tanıttığı kadın olmalısın.” Demişti. Nuna başını sallamıştı. Binbaşı ona bakıp gözlerini yavaşça kapatmıştı.
“Sende lobiye git.” Demişti. Nuna olduğu yerde kilitlenmişti. Ne adım atacak hali vardı ne de gücü kalmıştı. Bacakları titriyordu. Bütün kanı çekilmişti bedeninden. Birkaç adım atsa bayılacağını hissediyordu. Andrjez abisine bakarken kaşları çatıktı. Nuna onun kolundan tuttuğunda gözleri ona doğru dönmüştü.
“Andrjez ben iyi hissetmiyorum.” Demişti. Andrjez onun ne dediğini anlamamıştı. Dönüp ona baktığında solgun yüzüne, düşmüş gözlerine bakıp kalmıştı. Nuna orada bayılacaktı neredeyse. Onu odasına götürmek daha mantıklı gelmişti.
“Çavuş Olkien siz lobiye geçin ben Nuna’yı odasına bırakıp geleceğim. Binbaşım!” demiş ve selam verip Nuna’nın koluna girmişti. Yavaş yavaş onunla merdivenlere kadar gelmişti. Nuna midesindeki bulantı ve yorgunlukla tırabzanlara tutunmuştu.
“Başına bela oldum. Ben giderim sen lobiye git. Hem Roluge’de orada.” Demişti. Andrjez onu yalnız bırakmak istememişti. Kadına karşı hisleri vardı. Ama bu sevgi bir arkadaşa duyulan sevgi gibiydi. Ona acımıyor ama etkilenmişti. Yalnız bırakmayacağını söylemek için konuşacakken Çavuş kenarda durmuştu.
“Efendim ben Bayan Dejan’ı odasına götürürüm.” Demişti. Yanlarına doğru gelip elini uzatıp Nuna’nın elini tutmuştu.
“Binbaşının emrini dinleyip lobiye inin.” Demişti. Andrjez içi rahat edecek birisine onu emanet etmişti. Hızla merdivenleri inerken Olkien yavaş yavaş inen Nuna’ya destek oluyordu.
“Sakıncası yoksa sizi kucağıma alabilirim. Durumunuz pek iyi değil gibi.” demişti.  Nuna buna hayır diyemezdi. Olkien’e bakıp başını sallamıştı. Olkien göründüğünden daha hafif olan kadını kucaklayıp aşağı koridora gelmişti. Yarı açık kapıya gelip ayağı ile itip kapıdan içeri girmişti. Nuna’yı yatağa uzandırıp ayakkabılarını çıkarmıştı.
“Su getiriyim.” Derken masaya yönelmişti. Bir sürü evrak, bir miktar par, fotoğraflar dolu masaya bakıp kalmıştı. Nuna ona durmasını söyleyecekken Olkien olduğu yerde durmuştu. Milos’un resimleri, güney gölgesinden resimler ve birkaç kişi daha…
“Teğmen Dejan ile evli olmadığınızı biliyorum. Endişeniz olmasın. Bu gördüklerimi kimseye söylemem.” Demişti. Nuna kenarda duran sigara tabakasını alıp bir sigara çıkarmıştı.
“O iyi bir adam. Sadece yanlış anlaşılan şeyler yüzünden yalnız kalmış.” Dedi. Olkien ona suyu getirip yatağın kenarına oturmuştu.
“Binbaşının burada olması daha kötü oldu.” Dedi. Nuna ona bakıyordu. Sigara ikram etti çavuş kibarca reddetti.
“Abisi mi?”
“Evet! Orduda sevilen birisidir. Başarılı ve gözü pektir. Birçok cephede bulundu. Şimdi strateji bölümünde kıdemli subay. Teğmen Dejan tıpkı abisi gibi. Sadece ondan daha insaflı.” Dedi. Nuna gülümsemişti.
“İnsaflı tabi. Birazda…” duraksayıp kapıya çevirmişti gözlerini. Ramsy orada dikilmiş ona bakıyordu. “Bayan Dejan iyi misiniz?” demişti. Nuna hemen toparlanıp ayaklarını yataktan indirmişti.
“Merhaba Ramsy! Ben iyiyim. Pansiyonda olanlar…”
“Biliyorum. Ama ben başka bir şey için geldim.” Dedi. Nuna ona bakıyordu. Ramsy ise gözlerinde bir karanlık ile orada dikiliyordu.
“İçeri gel Ramsy eğer Bay Roluge…” sürekli olarak cümlesi yarım kalacak şekilde Ramsy onu bölüyordu. “Onunla konuşmak istedim ama beni görmek istemedi. Ona bir şey yapmadım. O kazadan beri tuhaf davranıyor. Sizi beni anlarsınız Bayan Dejan. Nerede hata yaptım ben?” demişti. Nuna ona bakıp kalmıştı. Ramsy ve onun Milos takıntısını konuşacak gününde değildi.  
“Ramsy ben iyi hissetmiyorum. Çok fazla şey oldu. Daha sonra bunu konuşsak…”
“Ben aptal değilim!” diye bağırmıştı Ramsy birden. Kapıdan hızla içeri girip sinirle solumaya başlamıştı.
“Okul okumadım, bir şey olamadım, atlara bakıyorum diye beni aptal mı sanıyorsunuz ha? Olanları görüyorum! Neden böyle olduğunu biliyorum. Sizi de uyarmak istedim.” Dedi. Nuna bakıyordu. Ramsy ise sinirle titriyordu.
“O da seni kandırıyor bence.” Demiş ve birden gözü dağınık masadaki fotoğraftaki tanıdık yüze kaymıştı.
“Bu!” derken hızla oraya yürümüştü. Nuna onun peşinden birkaç adım atmış ama yetişemeden o fotoğrafı çoktan almıştı.
“Benim fotoğrafım bu! Ve bu… Milos…” Bunları söylerken fotoğraflara hızla bakmaya başlamıştı. Çavuş silahına götürmüştü elini. Onu vurması gerekirse bunu yapacaktı. Ramsy ise şaşkınlık ile resimlere bakıyordu.
“Siz neden bizim fotoğraflarımızı tutuyorsunuz? Onları nereden aldınız?” derken şaşkındı. Nuna ise yorgunca yatağın kenarına elini koymuştu. “Ramsy bunları şimdi konuşacak halim yok.” Demişti. Ramsy ise Milos’un fotoğrafına bakıp sandalyeye oturmuştu.
“Onu kaybediyorum! Ve sizde kaybedeceksiniz.” Demişti. Nuna Çavuşun silahına bakıp birkaç adım attı. Ramsy’in yanındaki sandalyeye oturmuştu.
“Sana daha önce dediğimi hatırlıyor musun?” Ramsy ona bakıyordu. Nuna gülümserken onun elini tutup diğer eli ile fotoğrafı masaya koymuştu.
“Sen kimseyi kaybetmiyorsun. Sadece zaman sana başka bir kader çiziyor. Tanrıya inanıyorsun değil mi? Onun varlığı ve gücüne… Seni neden yarattığını soruyorsun. O da sana bunun cevabını bulman için seni kaderine doğru sürüklüyor.” Masadan çektiği eli yavaşça Ramsy’in ensesine doğru gitmişti. Biraz saçını okşayıp omzuna doğru indiğinde Çavuş onu dikkatle izliyordu.
“Kaderin seni sürüklüyor Ramsy buna izin ver. Sadece izin vermelisin.” Demiş ve birden omzunu sıktığında Ramsy ona doğru devrilmişti. Kolları yana doğru düşmüştü. Nuna dikilen çavuşa bakarken ağırlıkla olduğu yerde sabit kalmaya çabalıyordu.
“Yardım eder misiniz Çavuş Olkien. Onu yatağa yatıralım.” Demişti. Çavuş şaşkındı. Nuna ise Ramsy’i kaldırmasına yardım etmesi için bekliyordu.
“Asla bir kadına gelip kendi egoist sorunların için sızlanıp hesap sorma çavuş. Bu o kadının seni öldürmesine sebep olur.” Demişti yatakta yatan Ramsy’e bakarken. Çavuş şaşkınlıkla adama bakıp ona dönmüştü.
“Siz erkekler iki eliniz olmasına rağmen her yerinize pislik bulaştırmaya devam ediyorsunuz. Tanrı kadını sizin pisliğinizi temizlesin diye yaratmış ha?” derken kenarda duran topuklularını giymişti. Eteğini düzeltip saçını hızla topladı.
“Bayan Nuna!” demişti Çavuş Olkien ondan etkilenmiş ve korkmuştu. “Evet?”
“Sadece merak ediyorum da mesleğiniz neydi?” dedi. Nuna ona bakıp gülümsemişti.
“İnan bunu söylersem benden nefret etmesen bile öyle davranacaksın. Sadece çok fazla insanla görüşmek zorunda kalan birisiyim. Ve onlarla uğraşmak. Bunu bilmen yeterli.” Dedi. Çavuş ona bakıp gülümsemişti.

Lobide ise derin bir sessizlik vardı. Ramsy oradan gittiğinden beri Milos ve Andrjez oturdukları koltuklarda sessizce birbirlerine bakıyorlardı. Kapıda dikilen iki asker ortamdaki gerginlikten ter döküyordu.
“Bana öyle bakmayı devam edecek misin?” demişti Milos rahatsız olduğunu belli eder şekilde yüzünü buruşturup.
“O herifi hiç sevmedim.” Demişti Ramsy’den söz ettiği belli eder gibi gözünü kapıya çevirmişti. Milos ona bakıp göz devirmişti.
“Bu seni ilgilendirseydi soru sorardım.”
“Soru sormana gerek yok. Başına bela açmada çok iyisin. Seni uyarıyım dedim.” Milos bunu duyunca gülmüştü. Kahkahası gergin ve agresifti.
“Bunu bana diyen az önce abisi tarafından enselenen mi? Buraya atamanın yapıldığını bile söylememişsin. Onu aramasam asla haberi olmazdı.” Dediğinde Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Sen mi ayarladın bu oyunu?”
“Sadece tesadüf. Benim birimim abinin birliğine bağlı. Benim amacım olayı raporlamaktı.” Demiş ve gülümsemişti. “Achube onun çaylaklarından. Onun olmasa bile ona raporlardım.” Dedi. Andrjez gergin halde ona bakıyordu. Ölen kişinin Achube olmadığını biliyordu.
“Her zaman bu kadar usta yalancı mıydın diye düşünüyorum.” Milos’a doğru çevirmişti gözlerini. Yüzünde korkutucu bir soğukluk vardı. Bacak bacak üstüne atıp arkaya doğru yaslanmıştı.
“Senin kadar değilim. Mirel Savelli hakkında konuşmak ister misin?” demişti. Andrjez ilk defa duyduğu bu isim karşısında ona bakıp kalmıştı. Milos ise ona donuk bir yüzle bakıyordu. Kapıda dikilen askerler ikisinin sohbetini sessizlik içinde dinliyordu.
“Tanıyamadıysan Nuna olarak söz edelim ondan. Genel evde kullandığı isimle tanıyorsun tabi onu.” Demişti. Andrjez birden duraksayıp kaşlarını çatmıştı. “Genel evde onunla tanıştığında ne düşündün? Onu karın gibi tanıtarak burada ne yapmayı planladın. Seninle karşılaştığımızda bana bir oyun mu sergilemeyi planladın? Sana daha gerçek bir şeyden söz edeyim.” Öne doğru eğilip ona gözlerini dikmişti. “Ramsy! Olmadığı kadar gerçek ve Altais kadar yakın.” Demişti. Andrjez kalbinin bir el tarafından sıkıldığını fark ediyordu. Milos ne kadar gaddardı. Ona hiç acımıyordu.
“Dahası var! Kaçıp gelmedim ben buraya! Senin gibi birilerinin peşine de takılmadım. Kendi iradem ve isteğimle buradayım ve Ramsy benim ona ödediğim para için yanımda değil. Mirel’e yani Nuna’ya verdiğin paraları biliyorum. O görgüsüz ve bilinçsiz kadının gerçekten senin karın olduğuna inanmamı mı bekledin?” demişti. Andrjez ona bakarken birden başını iki yana sallamıştı.
“Hala yalan söylüyorsun. Nuna bana Ramsy’e ödediğin paradan ve buraya neden geldiğini söyledi. Onu vurmamı ister misin? Bu sayede istemediğin bazı böceklerden kurtulmuş olursun. Sonuçta son zamanlarda onu iteklemek için çok fazla efor sarf ediyorsun.” Milos bir an için onun gerçekleri bilmesinden rahatsız olmuştu. Birisi ile para karşılığı birlikte olmak rahatsız edici gelse de Andrjez’i iteklemek için elindeki kozunu yere bırakamazdı.
“Yapmamı istersen onu vurabilirim. Sonuçta ben senin gibi hayallerini satan birisi olmadım. Verdiği sözleri tutmayan birisi de olmadım. Sana bir defa yanında olup seni koruyacağım dediysem bunu yaparım. Senin aksine ben sözümü tutarım. Korkmam ve korkularım yüzünden kaçıp gitmem. Buna bahane de uydurmam. Nuna konusunda gerçeği öğrenmiş olman beni rahatlattı. O zaman amacımı da bil!” Ayağa kalkmıştı. Kenarda duran ufak bara doğru yürürken konuşuyordu.
“Benden sakladığın ve o korktuğun şey her ne ise onu bulup param parça edeceğim. Seni koruyacağımı, yalnız bırakmayacağımı söylediğimde bana inanmadın. Şimdi bunu izle ve gör. Senden nefret etmemi istedin değil mi? Etmiyorum. Sana kızgın bile değilim.” Milos öylece olduğu yerde kalmıştı. Ne cevap verebilirdi ki? “Korkmana neden olan ne ise bulduğumda yok edeceğim. Eğer senin için değerli bir şey varsa şimdi kurtar onu.” Dedi. Milos öylece kalmıştı. Kımıldayamıyordu sanki. Andrjez doldurduğu viskiden bir kaç yudum alıp bara doğru yaslanıp ona bakmaya başladı.
“Ne sanıyordun ha? Buraya gelip her şey yolunda diye rol mü yapacağı mı? Nuna’yı buraya yerleştirirken onun sadece seni değil her şeyi bilmesi gerektiğini söyledim bile. O yüzden son endişen Nuna’nın benim karım olması olsun.” Dedi. Milos sessizce nefes alıp veriyordu. Birkaç saniye sessizlik oldu.
“Ya bulduğun şey yok edemeyeceğin bir şeyse?” Andrjez biten viski bardağını hızla bar masasına koymuş ve birkaç adım atmıştı.
“Bazen güçsüz ve aptal gözükmek en büyük silahtır. Bunun için endişelenme. Ben senelerce güçlenmek için uğraştım. Bir anda buraya atamam yapılmasını sağlayacak kadar. O yüzden sen endişelenme.” Demişti. Milos düşünüyordu. Andrjez’in abisinin bile haberi olmadan buraya ataması yapılması hoşuna gitmemişti. Bilmediği bir şeyler olmasından rahatsızlık duymuştu. Onun neyi ne kadar bildiğini anlamıyordu bile. Blöf mü yapıyordu yoksa bir şeylerin farkında mıydı? Düşünceler beynine hücum ederken kan damarlarının zonklamasına sebep oluyordu.
“Blöf!” demişti. Bunu söylerken ona doğru çevirmişti başını.
“Blöf yapıyorsun!” diye tekrar ettiğinde Andrjez ona dönüp gülümsemişti.
“Blöf demek!” demiş ve yürümeye başlamıştı. Milos tedirgin halde ona bakıyordu.
“Nereye?” ayağa kalkmıştı. Andrjez belinden silahını çıkarmıştı.
“Ağlamak için Nuna’nın odasına giden Ramsy’i vurmaya. Sana ilk iyiliğim bu olacak. Sonra devamı gelecek.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı.
“Saçmalama artık.” Dese de Andrjez elindeki silahın emniyetini açmıştı. Askerler tedirgin halde ona bakıyordu. Binbaşı Dejan onlara kapıdan ayrılmamasını söylemişti.
“Gerçekten onu vuracağım. Seni kenarı çekip rahatsız etmesi hoşuna gitmedi. Bunu iyilik olarak gör.” Demiş ve kapıdan çıkmıştı. Askerler ne yapacağını bilmeden Milos’a bakıyordu. Milos tedirgin halde etrafa bakmıştı. Ramsy’in kötü birisi olmadığını biliyordu. Sadece fazla ısrarcı ve çok çabuk etkilenen bir adamdı. Şu zamana kadar bir köpek kadar Milos’a sadıktı. Onun arzularını, isteklerini gerçekleştiren, onunla yatması karşılığında para alan bir adamdı. Kötü değildi. Sadece hayata karşı saftı ve yanlış duygular içinde kalmıştı. Andrjez’in onu vuracak olması tedirgin ediyordu. Hızla kapıya doğru yürürken kendi kendine konuşuyordu.
“Lanet olası aptal. Birden ortaya çıkıp her şeyi mahvetmekten zevk alıyor olmalı. Kendini öldürtecek.” Demişti. Ramsy’in ölmesi sorun olur muydu? Milos için pek önemli değildi ama Andrjez bu infazı açıklayamazdı. Milos merdivenleri hızla çıkmıştı. Nuna’nın odasına doğru adımları hızlanmıştı. İçeride bir arbede yaşanıyordu. Nuna hırçınca bağırıyordu.
“Aklını mı kaçırdın sen ha? İndir o silahını. Kimi neden vurduğunu nasıl açıklayacaksın ha? Başı boş bir köpek mi sanıyorsun kendini. Sen ordunun köpeğisin. Onlara hesap vermek zorundasın.” Derken sesi çatlamış ama sertti. Çavuş ise Andrjez’in hemen yanında duruyordu.
“Efendim kendinizi kaybediyorsunuz. Uykusuzluk ve yorgunluktan…”
“Kesin sesinizi!” diye gürlemişti Andrjez. Milos kapıda dikiliyordu. Yatakta yatan Ramsy’e ardından hemen onun önünde dikilmiş olan Nuna’ya bakmıştı. Nuna ve Ramsy ilk andan beri hep iyi anlaşmıştı. Nuna o adama üzülüyor ve onu korumak istiyordu. Cahil ama iyi yürekli! Bunu söylemese bile bu sözlere benzer davranış sergiliyordu.
“Kesin sesinizi mi? Kendine bir bak! Haline bak!” diye Nuna gürlerken namluya doğru adım atmıştı.
“Buraya neden geldin sen? Amacın buysa yattığın bütün kadınları vursun o da! Kıskanç ve aptal bir adam değilsin sen! Kendine gel!” namlu göğsüne dayalıyken eli havaya kalkmış ve bir tokat sesi odada patlamıştı. Andrjez yüzüne inen tokadın ardında bıraktığı yakıcı izle beraber başı yana doğru dönmüş ve dolabın aynasında kendi yansımasını görmüştü. Ne sefil bir haldi. Kendini kime ispatlamaya çabalıyordu ki? Güçlü olduğunu, korkusuz olduğunu ispatlasa eline ne geçerdi. Ramsy gibi sıradan ve olayların çok dışında kalmış, birazda tutkusuna yenik düşmüş bir adamın canını almak ona ne fayda sağlardı ki? Öylece kendine bakıp kalmıştı.

Milos arkasında hissettiği kişinin kim olduğunu anlamak için başını çevirdiğinde Binbaşı Dejan ile karşılaşmıştı. Olayların ne kadarına şahit olduğunu bile bilmiyordu ama çok kızgın duruyordu.
“Kendi kendini yıpratacak kadar aptal mısın sen ha?” Nuna silahı alırken Andrjez’in yakasını sıkıca kavramıştı. Binbaşı Dejan olayları sadece izliyordu. Elleri arkasında oraya kilitlenmiş bakıyordu. Milos onun ne düşündüğünü merak ediyordu. Neden gözleri öfke saçarken bu kadar sakin kaldığını anlamamıştı. Nuna silahı kenarı koyduğunda Binbaşı Dejan’ı görmüştü. Onun öfkeli gözlerindeki korkutucu ruhu görebilecek ve yorumlayacak kadar uzun süredir hayattaydı.
“Çavuş Olkien!” demişti Binbaşı içeri doğru birkaç adım atarken.
“Binbaşım!” demişti Olkien selam verip. Binbaşı bir süre ona bakmış ve arkasını dönmüştü.
“Beş dakika sonra Teğmen Dejan’ın lobide olmasını sağlayın. Size verdiğim görevi yerine getirmenizi tavsiye ederim.” Demişti. Arkasını dönüp yürüyecekken Milos’un omzuna elini koymuştu.
“Sizde Bay Roluge!” demişti. Milos odaya bakıp onu geri dönmüştü. Binbaşı geldiği gibi sessizce uzaklaşırken Milos odaya geri dönüp içeri doğru bakmıştı. Ne yapacağını bilmeden öylece duruyordu. Binbaşı Dejan’ın ne kadar agresif olduğu Milos artık Andrjez’den daha iyi biliyordu. Birimi ona bağlı çalışıyordu ve onun keskin kararları, cezaları ile yüz yüze kalmış çok kişi ile tanışmıştı.
“Andrjez…” demişti. Andrjez bir şey diyemeden ona doğru dönmüştü. Yüzündeki tokadın kızarıklığı dışında rengi solmuştu.
“Ben ona durumu anlatırken toparlanıp gel.” Andrjez sadece ona bakmaya devam ediyordu.
“Anladın mı? Binbaşı Dejan ile konuşacağım. Tamam mı?” Milos bunu tekrarlarken Andrjez ona bakıp yürümeye başlamıştı. Tepkisiz abisinin onu beklediği Lobiye yürürken koridorda Milos birkaç adım gerideydi. Olkien ise onlara yetişmek için çıkmadan önce Nuna’ya odada beklemesini söylemişti. Nuna ne yapacağını bilmeden sandalyeye oturmuş Andrjez’e attığı tokat ile o da şaşkına uğramıştı. “Aptal herifler!” demiş ve birkaç küfür savurup sigarasını yakmıştı.

“Oturun!” demişti Binbaşı Dejan. Milos ona itaat ederken Andrjez kenarda dikilmiş ona bakıyordu. Yediği tokadın etkisinden çıkmıştı.
“Andrjez otur!” demişti Binbaşı Dejan. Andrjez başını yana doğru çevirmişti.
“Seni ayakta dinleyebilirim abi!” demişti. Binbaşı onunla uğraşmamak için oturmuştu.
“Milos geçirdiğin kazanın haberini aldım. Andrjez bulmuş seni. Onun burada olduğunu duyduğumda biraz şaşırmadım değil.” Dedi. Odada üçü dışında kimse yoktu. Andrjez onlara göz ucu ile bakmıştı. “Bana neden buraya geldiğini söyleyecek misin? Bunu bilmeyi burada oturan herkes hak ediyor Andrjez!” demişti Binbaşı. Andrjez ona bakıp duvara yaslanıp kollarını bağlamıştı birbirine sıkıca.
“Annem senin başkentte olduğunu sanıyor. Ve bana bile bilgi gelmeden ne halt yemeye buraya geldin ha?” demişti. Andrjez aptal değildi. Onların neler karıştırdığını ne haltlar çevirdiğini anlamadan bu odadan çıkmayacaktı.
“Haberin olmasına gerek var mı? İmparatorluk topraklarında bir yerde görevim için bulunuyorum. Neden Başkentten daha sakin olan bu bölge seni rahatsız ediyor? Niye?” demişti. Binbaşı onun en çok bu inat halinden nefrete diyordu. Bir çocuk gibi denilenin tersini yapmaya bayılırdı bu halinde.
“Çünkü, burası savaş sınırının olduğu yer. Güney cephesi yerine acemiliğini…”
“Eninde sonunda sıcak savaşla yüzleşmek zorunda kalacağım. Şimdi ya da birkaç ay sonra. Ne fark eder ki?” Binbaşı ona bakarken Milos yavaşça kıpırdanıp ona doğru dönmüştü.
“Çünkü bu odada oturan iki kişide senin ölmeni istemeyecek kadar sana değer veriyor.” Andrjez bunu duyduğunda gülmüştü. Alaycı kahkahası dudakları arasından fırlayıp gitmişti.

“Değer vermek mi? Bundan emin misiniz? Bana öğretilen değer kavramı bu değil çünkü.” Binbaşı sert bir ses tonu takınmaya başlayacaktı.
“Gelip buraya otur ve çocukluğu bırakıp konuş. Ne haltlar ettiğini bilmiyorum ama Lows seni bu işe karıştırırsa onu odasında vuracağım. O yüzden gelip otur buraya!” demişti. Andrjez abisinin Yüzbaşı Lows ile geçinemediğini, onu sevmediğini biliyordu. Manastırda alt dönemi olan bu adamdan hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Hızlı yükselen Lows onun gözünde yağcı ve ukala cahildi. Andrjez içinde çok bir farkı yoktu ama burada olması için gereken birisiydi. Lows onun ilk basamağıydı. Onun emirlerine uymak zorunda kalacak olsa bile Güney’e gelmeyi tercih etmişti.
“Andrjez lafımı tekrarlatırsan buradan kalktığımda seni hastaneye kendim götüreceğim.” Demişti. Milos gerginliği hissediyordu. Ortamı yumuşatmak için sakince konuşmaya başlamıştı.
“Tamam! Biraz sakin olalım. Andrjez bizi suçlamakta haklısın. Çözemediğin şeyler var ama buna çok tepki veriyorsun.” Demişti. Andrjez ona kilitlenmişti.
“Çok mu tepki veriyorum?”
“Evet! Neden seni uzak tutmak istediğimizi bile anlamıyorsun.”
“Anlamam gereken bir şey varsa anlat Milos! Kaçarak, birden ortadan kaybolarak bunu yapamazsın. Anlat!” dedi. Milos gözlerini Binbaşına çevirmişti. Ondan onay ister gibi bakıyordu.
“Bilgi sadece sorumluluk getirir. Sen henüz ordunun sana verdiği sorumluluğu bile alamıyorsun.” Binbaşı konuşurken acımasızdı. Kardeşini korumak için onu hırpalamaktan çekinmeyecek bir adamdı.
“Pekala, madem konuşmamak için bahanelere ihtiyacınız var o zaman size güzel bir bahane veriyim. Sakladığınız şeyi bulacağım. Anlatmadığınız her an sadece zamanı geciktirecek.” Dedi. Milos ayağa kalkmıştı.
“Bulman bir şeyi değiştirmeyecek. Daha önce abinin dediğini hatırlıyor musun? Sınavı kaybeder ve sınıf geçemezsen seni kampa gönderirler demişti. Hatırlıyorsun değil mi?” demişti. Andrjez nasıl unutabilirdi ki o gerçeği. Düşük seviyede subay istemedikleri için onları bir yere gönderiyorlardı.

“Aptal değilsin madem bu gün burada çöz olayı. Zekana ve kendine güvenin boşa çıkmasın. Ben abin gibi kırıcı konuşup seni usandırmam. Aksine yaranı deşmek beni daha çok heyecanlandırır. Hadi.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. Milos ise koltuğun kenarına oturup onun tam karşısındaydı.
“Kamptakilere bir şeyler yapılıyor demiştin. Onlar birer deney hayvanı gibi kullanılıyor. Ve kullanıldıkları amaç imparatorluğun ordusu için. Onlar için mi çalışıyorsunuz?” Milos başını sallamıştı.
“Sende onlar için çalışıyorsun. İmparatorluk askeri değil misin?” Andrjez bunu duyunca kaşlarını çatmış ve gözleri yere dönmüştü. Düşünmek istese de o kadar yorgundu ki düşünceleri karman çormandı. Milos ona bakıp gülümsemişti.
“Zamanın var. Düşün ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı. Yanlış yerde yanlış insanları suçlamak çok kolay.” Dedi.  Andrjez ellerini çözüp cebine doğru soktu.
“Lannel Frenklen bu olayın neresinde?”
“Doktor Manuh yerine getirilmiş bir çalışma asistanı. Sadece yanlış yerde yanlış zamanda bulunmuş.” Andrjez ona dikmişti gözlerini Binbaşı Dejan bir sigara yakıp ona bakmaya başlamıştı. Milos bir saniye olsun gözünü kırpmıyordu. Sarı saçları altında parlayan yeşile dönmüş gözleri onu izlerken bir porselen bebek yüzü kadar ruhsuz bir yüzü vardı. Dudakları nazikçe kapanmış gözleri sabitlenmişti. Ondan cevap bekliyordu. Peşine düştüğü şeyin ne kadarını bildiğini bilmek istiyordu. Nefes alırken inip kalkan göğsü ceketini oynatıyordu. Kravatı bugün boynunu sıkı sıkıya sarmıyordu. Gevşemiş kravatı altında boynu incecik duruyordu. Bir sıkımda kırılacak olan boynun taşıdığı kafasının içi ise bir ülkeyi yok etmeye yetecek dahi ama şeytani planlarla çevriliydi. Boynu kırılsa bile düşünceleri yok olmayacak bir deliye dönüşmek üzereydi. Andrjez ise iri cüssesi, kalın ensesi üstünde sadece bulanık bir beyinle orada dikiliyordu. Düşünceleri karanlık, beynin içi bulanıktı. Uykusuzluk değildi bunun sebebi. Sadece cevap bulamadıkça ipleri birbirine bağlıyor ve sökmek için uğraşıyordu. Milos onu taciz eder gibi gözlerini yüzüne sabitlemişti.
“Proje…” demişti Andrjez. Okuduğu dosya birden beyninde canlanmıştı. Milos onda yakaladığı ışıkla heyecanlanmıştı.
“Proje ve silah! İmparatorluk bir silah üretiyor. Güçlü ve yenilmez. İnsanların eriştiği teknolojinin çok ötesinde bir silah. Doktor Frenklen, Doktor Manuh, Doktor Roluge ve Doktor Vasile tarafından devam eden proje. Şimdi Frenklen babasının yerine geçti. Yanlış yerde yanlış zamanda. Doktor Roluge’nin yerinde de sen. Manuh öldü ve Doktor Vasile projenin başında. Sende o projedesin.” Milos gülümseyip başını sallamıştı. Andrjez ise ona dikmişti gözlerini.
“Babanın yolundan gitmeyeceğini söylemiştin. Onun yaptıklarından nefret ettiğini söylemiştin. Neden şimdi onun gibi… bu işe kendini verdin?” demişti. Milos ellerini birbirine vurmaya başlamıştı.
“Tebrik ederim Teğmen Dejan. Sonunda doğru soruları sormaya başladın.” Milos ayağa kalkıp ona bakmaya başlamıştı.
“Her şeyi elimden aldılar. Babamı, annemi, Altais’i ve hayatımı… Buna rağmen neden onların istediğini yapıyorum diye soruyorsun bana. Cevabını çok iyi biliyorsun. Ama bilmemek için elinden geleni yapıyorsun. Çünkü insanlar suçlu ve sorumlu hissetmek istemez.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Milos ise gülümsüyordu. Buruk, yorgun ve biraz sinirli bir tebessümdü.
“Normal bir insan olmanı istedim. Kimse bana senin kadar iyi yaklaşmadı çünkü.” Dedi. Binbaşı onlara sakince bakarken Milos yavaşça ona doğru dönmüştü.
“Abinin neden burada olduğunu biliyor musun?” dedi. Andrjez abisine doğru dönmüştü.
“Çünkü koruması gereken kişiler var.” Dedi. Milos başını sallamıştı. “Kimse, aklını kaçırmamış kimse bu işi yapmak istemez. Gönüllü olmaz. Her zaman korumak istedikleri için ellerini pisliğe sokar.” Andrjez onlara bakıyordu. Midesi ağrımaya başlamıştı. Sanki kelimeleri kusmak istiyordu. Öfkeliydi. Ama kime? Neden? Bunların cevabı net değildi. Elleri cebinde yaslandığı duvardan ayrılmıştı. Kapıya doğru yönelmişti.
“Hiçbir zaman kötü olmak istemedim. Kötü olan güzel konuşur. Kandırır, kabul eder. Ben hep iyi insan olmak istedim. İyi doğruyu söyler doğru ise güzel değildir. O yüzden size şunu söyleyeceğim. Benim de korumaya kararlı olduğum birileri var. Burada kalacağım.” Demişti. Kapıyı tutmak için elini cebinden çıkarmıştı.
“Siz beni korumaya kararlıysanız bende burada olacağım. Sizin için…” Kapıyı açmış ve döndüğünde bir silah sesi duyulmuştu.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)