Kayıp Masallar 3 (15. Bölüm)
Hesaplaşma
Milos canı sıkkın şekilde sandalyede oturmuş
kavlamış olan tırnak etiyle uğraşıyordu. Yüzbaşı Dejan’ın ona anlattıklarını
dinliyordu.
“Andrjez’i vuran kişinin kim olduğunu bilsek bile, onu kimin tuttuğunu
bilmiyoruz. Kayıtsız bir göçmen. Muhtemelen
asilere destek olan sızıntılar var içimizde.” Milos başını kaldırıp ona
bakmıştı.
“Savaş karşıtları mı?”
“Pek sayılmaz, asilere fon sağlayan büyük gruplar var. Onlar savaşı destekleyen
ve savaşa karşı olanlara silah satanlar. Onlardan birisi bunu yapmış olabilir. Amaçları
hala Buz Kristalini ele geçirmek olabilir. Silah güvenli yerde mi?” Milos
başını sallayıp tırnağındaki eti koparmak için parmağını dişleri arasına
götürmüştü. Eti bir hışımla koparmıştı.
“Evet, kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerde. Laboratuvar ifşa olmuş olmalı.
Orada cesedi almaya gideceğimizi biliyor olmalılar. O zaman her yeri
biliyorlardır.” Dedi. Yüzbaşı Dejan ona bakıyordu. Oturduğu yerde ona getirilen
kahvesinden bir yudum aldı.
“Peki cesedin aslında o olmadığını biliyorlar mı?” demişti. Milos başını iki
yana sallamıştı.
“Sanmam.” Demişti. Gözü köşede oturmuş kahve içen diğer subaya kaymıştı. Achube
ona bakıp gülümsemişti.
“Artık ölü müyüm?” dedi. Milos başını sallamıştı.
“Cesedine el koydular. Sorun olacağını sanmam, örnek seninle aynı. Seni çok iyi
tanıyan birisi olsada tahmin edemez.” Demişti. Yüzbaşı Dejan bunu duyunca
yüzünü buruşturmuştu. “Andrjez senin ölmediğini anladı.” Dedi. Achube’ye doğru
dönmüştü. Achube gülmüştü.
“Normal, adamla uzun süre aynı banyoyu ve yatakhaneyi kullandık. Fiziksel
özelliklerime fazlasıyla hakimdir.” Demişti. Milos bunu duyunca gülmüştü.
Yüzbaşı Dejan ise gülmemek için başını yana doğru çevirmişti.
“Her neyse öldüğüme göre şimdi ne yapacağım? Sonuçta ben aradan çıkmış oldum.”
Dedi. Milos başını usulca sallamıştı.
“Doğru, artık Andrjez’de oyun dışı kalamaz. Bu olanlardan sonra başını daha
fazla belaya sokmaya çalışacak. Lows’a güvenemeyiz. Andrjez’i kendi tarafında
tutup bir silah olarak kullanabilir. Özellikle Yüzbaşı Dejan sizin soy adınızı
taşıyan birisi o. Onu oyun dışı yaparsak…” Yüzbaşı başını sallamıştı. “Farkındayım.
Andrjez nasıl? Ameliyatı nasıl geçti?” demişti. Milos bir an için olanları
hatırlamıştı. Andrjez’in bir anda kapanan yaralarını, iyileşen bedenini
anımsamıştı.
“İyi geçti, dinlenmesi için benim odama çıkardık. Uyuyordu. Bir süre
gözetimimde kalması gerekecek.” Dedi. Yüzbaşı başını usulca sallamıştı. “Öyle
olması gerektiğini düşünüyorsan… Sadece onu görmek istiyorum. Durumu konusunda
endişeliyim.” Demişti. Milos gülümsemişti. Onunla neredeyse yarım saat önce
birlikte olduğu ve bir ayı kadar kuvvetli olduğu aklına gelmişti. “Endişen
olmasın Loan abi. Andrjez şimdiden daha iyi hissediyor.” Dedi. Yüzbaşı Dejan
gülümsemişti. “Onun ne kadar heyecanlı olduğunu görüyorsun Milos. Hata yapmaya
yatkın ve sakin düşünemiyor. Sanki sürekli çocuk gibi. Ona göz kulak olmazsam
bir hata yapacağını düşünüyorum. Onu sende tanıyorsun ve sende Achube.” Dedi. Kahvesinden
bir kaç yudum aldı. “Andrjez heyecanlı ve atılgandır. O plan yapmaz ve sadece
bir amaca yöneliktir. Onun bu işte olmasını baştan beri bu yüzden istemedim.
Çok fazla…” Milos başını usulca sallayıp söze girmişti. “Çok fazla dikkat
çekiyor. Geleceği parlak bir subay. Alınma Achube ama seni çoktan geriye atacak
kadar hızlı üstlerinin gözüne giriyor. Onun dikkat çekici bir şekilde
atılganlığı ve öğrenme yeteneği var. VE sonuçta babası, abisi hep orduda olan
birisi. Ailesi Ordu için çalışan, güvenilir birisi. Birçok kişi Andrjez’i
vatanına sadık olarak görecek.” Demişti. Achube bunu duyunca kaşlarını
çatmıştı.
“Biz ihanetçi miyiz? Bizden hainmiş gibi söz etme. Sonuçta biz insanlarımızı
korumak için yapıyoruz.” Milos onu sakinleştirmek için başını usulca
sallamıştı. “Biliyorum Achube, sadece bazen sanki bunca yüksek mevkidekiler bizi
hain ilan etmiş gibi hissedince, öyle olduğumuza inanıyorum. Doğru olanı yapmak
için yanlış bir şey yapıyor gibi hissediyorum. Sonuçta Buz Kristalini
aktifleştirmek en başından beri onların planıydı. Biz şimdi bu savaşı durdurmak
için onu kullanmaya karar verdik. Sadece kazananı farklı bir savaş gibi
geliyor.” Dedi. Milos bunu söylerken başını yana doğru
çevirmiş ve odanın kapısına kaymıştı gözü. “Çok kişi ölebilir.” Diye eklemişti.
Yüzbaşı onun tedirginliğini anlayacak kadar tecrübe sahibiydi. “Endişelerini anlıyorum Milos. Sonuçta bu da
bir savaş biçimi. O yüzden seni yargılamayacağım. Biz iktidarın yarattığı
karmaşanın fayda sağlamasının önüne geçeceğiz. İmparatorluk zayıfladı ve artık
imparator bir kukla gibi birkaç generalin parmakları arasında yoğurulup
şekillendiriliyor. Biliyorsun Veliaht prensin ölümü…” Milos başını Sallamıştı.
“Evet, talihsiz bir kaza.” Bunu imalı söylemişti. Yüzbaşı başını sallamıştı.
“Öldürüldüğünü kanıtlayamadık ve imparatoriçe bu olaydan sonra felç geçirdi.
Veliaht prens son gelecek şansıydı.” Demişti. Achube başını iki yana
sallamıştı.
“Şimdi bir şansımız daha var. Konsey üyelerinin dediklerini duydunuz.
İmparatorluk yıkılmalı ve daha doğru bir yönetim seçilmeli. Danışmanların
yönettiği bir çiftlik olmaktan çıkarmalıyız. Bizim için bir şans daha var. Buz
Kristali. Bu operasyon başarılı olursa, istenilen aydınlık gelecek
yaratılabilir. İnsanlar yorgun ve bıkkın. Savaş sonsuza dek sürecek gibi
hissediyorlar. Bunun önüne geçme şansımız var artık. İnsanlar ölmekten ve öldürmekten,
kaybetmekten yoruldu. Onlara kazanacakları son bir savaş vereceğiz. Bundan
rahatsız olma Milos. Yıllardır kaybettiklerimiz çok fazla oldu. Ve karşılığında
bir şey alamadık.” Achube olgun bir tavırla konuşuyordu. “Biliyorsun ki biz
yanlış bir şey yapmıyoruz. En başından beri birilerinin yaptığı yanlışları
düzeltmek için uğraşıyoruz. Hepimiz bu yanlış düzende birilerini kaybettik. Daha
fazla kayıp vermemek için elimden geleni yapmam gerektiğini biliyorum. Bunu Buz
Kristali operasyonuna dahil bütün subay ve sivillerde biliyor.” Milos başını
sallayıp kanayan tırnak etine bakmıştı. İncecik bir sızı vardı. İçini
gıcıklayan bu sızının sonunda birkaç damla kan akmıştı. İki senedir bu
operasyonda yöneticilerden birisi olma şansına sahipti. Herkes gibi kaybetmekten bıkmış ve kazanmakta
istemiyordu. Sadece birilerinin öldüğünü görmekten usanmıştı. Yıllardır süre
gelen savaşın manasızlığından kurtulmak istemişti. Yüzbaşı Dejan ona gelip bu
operasyona dahil olmasını talep ettiğinde korkmuştu. Sonuçta imparatorluk ona
bir şeyler kaybetmemesi için söz dinlemesini söylemişken gizli bir ayaklanmanın
öncüsü olmaktan korkmuştu. Hala korkuyordu ama artık korkularının yarattığı
kafese sığmıyordu. Andrjez için, ailesi için var olan korkuları onun cesaretini
tetikliyordu sanki.
“Gitmeden önce Andrjez’i görme şansım var mı?” Yüzbaşı Dejan’in sesi ile
dalgınlığından kurtulup uzatılan mendili almıştı. Parmağından akan kanı
mendille silip Yüzbaşı Dejan’a bakmıştı. “Elbette!” demişti. Yüzbaşı ellerini
arkasında birleştirmişti.
“Achube’yi saklamanı istiyorum. Onun bir süre cenazesine kadar ortada olmaması
gerek.” Demişti. Achube ayaklanıp selam durmuştu.
“Endişeniz olmasın Yüzbaşım. Siz çık emri verene kadar ortalığa çıkmayacağım.”
Dedi. Milos onlar gibi ayağa kalkmıştı.
“Kısa süreliğine de olsa Andrjez benim kontrolümde kalacak. Ama eninde sonunda
onunla bu konuyu konuşmamız gerekecek. Bu
işi bana bırakmanızı isteyeceğim. Ona fazla yüklenirseniz kırgınlıklar başlar.
İzniniz olursa Yüzbaşı Dejan onu ben ikna edeceğim.” Dedi. Yüzbaşı ona
bakmıştı. “Sana güveniyorum Milos. Eğer bir sorun olursa bana ulaş.” Dedi.
Odadan çıkmışlardı. Yüzbaşının güvendiği iki adamı onlara eşlik ederken üst
kata gelmişlerdi. Odaya yaklaştıklarında Milos bir an duraksamıştı. Andrjez’in
başına gelenler hakkında düşünmeden edemiyordu. Vurulmuş ama şimdi kurşun izi
yerinde Nilüfer çiçeği baskısı vardı. Yüzbaşına bunu nasıl açıklayacağını
düşünüyordu. Ondan bir şeyler gizlemek hoşuna gitmiyordu. Uzun süredir var olan
iletişimleri Yüzbaşı Dejan’a saygı duymasına sebep olmuştu. Andrjez kadar fevri
değildi. Uzun uzun düşünüp planlayan, planlarının uygulanması için doğru anı
bekleyen bir adamdı. Andrjez gibi atılgan davranmıyordu. Her zaman alternatif
planları olan birisiydi. Milos durup kopardığı etin ardında kalan kana bakıyor
gibi yapmıştı. Yüzbaşı ise onun odasının
önünde dikiliyordu.
“Sorun ne?” demişti. Milos elini göstermişti.
“Sanırım biraz fazla derinden koparmışım.” Dedi. Yüzbaşı onu baştan aşağı
süzmüştü. “Morfin bağımlılığın ile mücadele zor. Sana sigara içmeni tavsiye
etmek isterdim ama buna gerek yok. Zamanla daha iyi oluyorsun.” Demişti. Milos
gülümseyip yanına geldiğinde kapıyı açmıştı. Hava iyice kararmıştı. Oda artık
karanlıktı. Milos el yordamı ile düğmeyi bulmuştu. Yakınca sarı ışık yavaş
yavaş odayı aydınlatmaya başladı. Kargaşa ve tozun dolu olduğu oda Yüzbaşının
dikkatini çekmişti. Çalışma masası kaos içindeydi.
“Paravanın arkasındaki yatakta yatıyor. Etrafın dağınıklığı için kusuruma
bakmayın.” Demişti. Yüzbaşı yavaşça paravana doğru yürümüştü. İçeri doğru
bakınca yatakta uyuyan Andrjez’i görmüştü. Oraya doğru birkaç adım atıp yatağın
kenarında duran eski boyaları dökülmüş tabureyi çekip oturmuştu. Dizlerinin
altında baldırlarını saran deri çizmeleri gıcırdamıştı bacak bacak üstüne
atarken. Bir sigara yakıp uyuyan
kardeşine bakmaya başlamıştı. Andrjez onu hissetmiş gibi gözlerini aralamıştı.
Uykunun verdiği perişanlık ile gözleri kanlanmıştı.
“Kışlaya dönüyorum.” Demişti Yüzbaşı Dejan. Andrjez abisine bakıp geri
gözlerini kapamıştı. Üstüne çöken yorgunluk ile konuşacak hali yok gibi
hissediyordu.
“Burada Milos’un sözünden çıkma. Daha sonra geleceğim. Seni almak için. Kışlaya
yaralandığını ve tedavi için laboratuvara getirildiğini bildirdim. Bir süre
izinli olursun.” Dedi. Andrjez ona bakıp doğrulmuştu. Gömleği üstündeydi. Yara
izi olup olmadığını kimse sormasın diye düğmelerini iliklemişti.
“Sigara alabilir miyim?” demişti. Abisi tabakayı ona uzatıp sigara almasını
beklemişti. Andrjez sağ kolunu kullanıyordu. Sanki sol tarafında bir sancı
varmış gibi rol yapıyordu.
“Ciğerlerin için iyi olmayabilir.” Dedi. Andrjez gülümseyip eğilip yanan
çakmağın ateşinde sigarasını yakmıştı. “Kendini iyi hissediyor gibi
görünüyorsun.” Dedi. Andrjez gülümsemişti. “Hiç olmadığı kadar iyi
hissediyorum. Belki bir kaç güne toparlarım.” Sigarasının dumanını izlemeye
başlamıştı. “Annemle konuşma şansım var mı?” demişti. Abisi başını sallamıştı.
“İyi olur. Seni merak ediyordu. Ona nerede olduğunu söyleyip biraz gönlünü al.
Son günlerde kendini çok yalnız hissettiği için yakınıyordu.” Dedi. Andrjez
gülümsemişti. Milos paravanın oraya gelip durmuştu.
“Yüzbaşım yemek için kalmayacak mısınız?” demişti. Milos onlara bakıyordu.
Yüzbaşı Dejan sigarasını kenarda duran küllüğe söndürüp ayağa kalkmıştı.
“Gitsem iyi olur. Kardeşim sana emanet. Yolcu etmene gerek yok.” Deyip
paravanın yanından geçerken elini Milos’un omzuna koymuştu. “Onu ayağa kaldır
ve anlat.” Demişti. Milos omzundaki ağırlık gitmesine rağmen olduğu yerde
kalmıştı. Kapının kapandığını duyunca nefes almıştı adeta. Andrjez bitmiş
sigarasını bırakmış geri uzanmıştı.
“Ona ne olduğunu söylememişsin.” Dedi. Milos başını sallamıştı.
“Senin dirildiğini kimsenin söylememesini sağladım. Bu durumda ona ne
anlatacaksan önce ben bilmeliyim.” Demişti. Andrjez ona bakıyordu.
“Bilmen gereken bir şey yok.” Dedi. Milos bunu duyunca yatağa doğru yaklaşıp
ayak ucuna oturdu. “Senin bilmen gereken çok şey var.” Bunu söylerken ellerine
dikmişti gözlerini. Parmakları sıkı sıkıya birbirine kenetlenmişti. Andrjez ona
bakıyordu. Milos ise derin bir nefes almıştı. “Nereden başlayacağımı
bilmiyorum.” Dedi. Andrjez doğrulmuştu. Sırtını yatak başlığına dayamıştı.
“Neden beni bırakıp gittiğinle başla. Seni günlerce bekledim ve okuldan
ayrıldığın haberini aldım. Bunu neden yaptın?” dedi. Milos ona bakıyordu.
“Seni ve ailemi korumak için. Ordu benden onların emrine uymazsam beni hain
ilan edip ailemi idam edip seni öldüreceğini söyledi. Dolayısıyla senin de
ailen...” Andrjez kaşlarını çatmıştı.
“Bunu neden yapsınlar ki? Onlar senden ne…” duraksamıştı. Yutkunmuştu. “Silah
projesi!” demişti. Milos başını sallamıştı. “Evet, sineye çekmek zorundaydım. Onların
dediğini kabule dip babamın bana bıraktığı mirasa sahip çıkmam gerekiyordu.”
Dedi. Andrjez olayı anlamıyordu. Kaşları çatılmış, alnında derin bir yarık
oluşmuştu. “Tıbbi bilgin bile yoktu, neden sen? Ne diye seni buna zorladılar.
Sırf soy adın için mi?” Milos ona bakıp
kalmıştı. Durgun gözlerinde derin bir hüzün vardı. Sanki konuşmak istiyordu ama
sesi boğulup gidiyordu.
“Hayır!” demişti. Eline bakıp kaşlarını çatmıştı. “Kanım yüzünden. Babamın bana
bıraktığı miras bu. Kanımın etkisi.” Andrjez bunu duyunca ona bakıp kalmıştı.
Anlamak için daha fazla soru sormak istiyordu.
“Ne demek bu? Kanın mı? Kan bağınız mı?”
“Hayır, damarlarımda akan kan yüzünden. İçinde her ne varsa babamın yaptığı
mührü kırabiliyor. Ve daha fazla, daha fazla kristal elde ediyorlar. Çıkan
kristallerin param parça olmaması için bu kana ihtiyaçları var.” Dedi. Andrjez
ona bakıp kalmıştı. “Ne dedin sen?” dedi. Milos ona bakıp gülümsemişti. “Sana
bunu gösterebilirim. Bana izin ver.” Dedi. Kalkıp çalışma masasına gidip bir
süre etrafı kurcaladı. Elinde bir kutu ile geri dönüp acele ile yatağa
oturmuştu.
“Bunlar sadece işe yaramaz birkaç şey. Yani elbette bunu göstermeme yeter ama
sadece… yani diğerleri kadar güç veren şeyler değil.” Dedi. Andrjez açılan
kutuya bakmıştı. Kristaller vardı. Saydam iki ufak boyutta kristal vardı.
Biçimsizlerdi. Milos birini alıp yatağa koymuştu. Daha sona ufak bir bıçak
almıştı eline.
“Kanımda ne varsa onunla reaksiyona girip aktifleştiriyor. Bir şey onun gücünü
ortaya çıkarmasını sağlıyor.” Dedi. Andrjez ona bakarken Milos bıçakla birden
parmağını kesmişti. Kesilen parmağında başlayan dersin sızı ile kan süzülmeye
başlamıştı. Kan parmak ucundan süzülüp kristale damladığında kristal artık
saydım değildi. Kızıl kan onu boyayıp yatağa doğru sızmıştı. Andrjez ona doğru
kaymıştı. “Parmağını sarmalısın. O bıçak kirli ve paslı duruyor. Enfeksiyon…”
Milos heyecanla ona çıkışmıştı. “Gözünü kristalden ayırma. Taze olmadıkları
için ne zaman reaksiyona gireceğini bilmiyorum.” Demişti. Andrjez onun sıkıca
tuttuğu parmağından gözünü alıp kristale bakmıştı. Kan sanki emiliyordu.
Süzülerek içine doğru çekilirken Milos heyecanla gülümsemişti. “Şimdi başlıyor.
Birazdan tuhaf bir ışık yayacak. O ışık onun gücünü ortaya koyuyor.” Dedi. İnce
bir mavi ışık yayılmaya başlamıştı. Kan maviye dönüp ışıldarken Andrjez
şaşkınlıkla bakıp kalmıştı. “Babamın bana bıraktığı bir miras. Büyük babamın
kanıyla ve teyzeminkiyle denemişler. Olmamış. Bu babamın bana verdiği en önemli
şey.” Dedi. Andrjez parlayan kristali alıp elinde tutmaya başlamıştı. Milos ise
ona şaşkınlıkla bakıyordu.
“Elin acımıyor mu? İnsan etini yakan bir şey var onda. Çözemediler ama o ışık
insanın etini acıtıyor.” Dedi. Andrjez başını sallamıştı. “Hayır, acımıyor.
Aksine sanki soğuk gibi.” Milos bunu duyunca birden elindeki kristali kapıp
ayağa kalkmış ve yere atıp sert ayakkabısı ile hızla basıp kristali bin parçaya
bölmüştü.
“Ne dedin sen? Soğuk mu?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. Parmak uçlarım üşüdü
sadece.” Dedi. Andrjez onun bu kadar şaşırmasına ve gerilmesine anlam
veremiyordu. “Bunun nesi tuhaf. Belki de dediğin gibi yeterince güçlü değil.”
Dedi. Milos geçiştirmek için başını sallamıştı. “Haklı olabilirsin. Her neyse,
ordu bunu istiyor benden…” kanayan parmağını ona doğru uzatmıştı. “Bunu
almaları karşılığında onlar aileme ve çevreme dokunmuyor.” Dedi. Andrjez onun
parmağını tutup oturtmuştu. “Abim bunu biliyor mu?” dedi. Milos başını
sallamıştı. “Biliyor, projede o da yer alıyor. Doğru kan gruplarının bulunması
için araştırmanın başında. Sadece benim kanım kristalleri etkileştirse de, ben
yaşlanacağım belki öleceğim. Performans arttırmak için aynı kana sahip kişiler
aranıyor.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. “Manastırdaki öğrenciler, bunun için mi
getiriliyordu buraya? Yani bu çalışmaya?” Milos başını iki yana sallamıştı.
“Daha önce babam kendi kanından bir stok yapmıştı, bir süre onu kullanmışlar.
Babam öldükten sonra o stok tükenene kadar onu kullanmaya devam etmişler.
Sonrasında ise beni bulmaya gelmişler. Ondan önce ailenin diğer üyelerini
denemişler. Onların kanları uymamış. Ve annemin de uymamış. Doktor Vasile benim
kanımda bulunan o şeyin, kristali içten parçalayıp onu enerjisini salmaya
mecbur bıraktığını söylüyor. Kanımı
almaya başladıkları ilk aylar ne olduğunu anlamadım. Bu odaya giriyordum ve bir
süre sonra birileri gelip tam burada damarımda beni yaşatacak kadar kan kalana
kadar kan alıp gidiyor ve bir süre sonra tekrar. İlk sene buradan nadiren
dışarı çıkabildim. Stok için gerekeni sağladıklarında beni bıraktılar. Ve
Vasile bana neler olduğunu gösterdi. Kristaller açılan hastaların içine
yerleştiriliyor. Doğru kişi ise kristal ona güç veriyor ama bir süre. Sonra
yenilenmesi gerekiyor. Bunu kristale giden yoldan bir damar açarak denediler.
Bir çok kişi kan zehirlenmesi yaşadı. İkinci yol ise açıp tekrar yeni kristal
takmaktı. En güçlü kristal sadece bir ay boyunca güç sağlıyordu. Bir ay sonra
ameliyata sokuluyordu hasta ve değişiyordu. Ama her değişimde hızlıca yaşlanıp
yaşam enerjisi emiliyordu. Sonunda ise kristal bütün kanını zehirleyip onu
yavaş yavaş yavaş öldürüyormuş. Bunu fark ettiğimizde çalışma durduruldu. Babam
bir yöntem daha keşfetmişti. Takılıp çıkarılabilir bir aparat. İnsan bedenine
ya da bir silaha. Ama kan ile teması yapılır yapılmaz takılması gerekiyordu.
Aparata kristali koyduklarında kan metalle karıştığı için emilmiyor. Sadece
bozuluyordu. Bu yüzden kana batırıp konulması gerekiyordu. Bunun için kapsül
sistemi yapıldı. Bir kutu içinde bulunan kristaller, tıpkı makineli tüfek
mermileri gibi sıralı ve sürülmeye hazır duruyor. Ve onlara hareket eder etmez
geçecekleri yerde patlayıp bulaşan kanım. Aktive oluyor ve korkunç bir enerji
ortaya çıkarıyor. İnsanların tenine değdiğinde bin dereceyi geçebilecek kadar
ısı yayıyor. Bir de yani bazen, buz kesilmelerine neden oluyor. Bu sadece bir hastada
gözlemlendi. Hasta kendini asana kadar üzerinde çalışmaya devam ettiler.
Zavallı kız kendini sonunda hücresindeki ısıtıcının borusuna kısa bir iple
asmıştı. Ama sonunda direkt bir silahta mermileri hızlandırıp alev kusan
makineler haline getirilecek formülü çözdü Doktor Vasile ve Doktor Manuh. Manuh
öldürüldü. Çünkü yakalanmıştı. O Buz Kristali operasyonun bir parçasıydı ve
konuşmamak için vurulmayı tercih etti. Gözle görülür bir ihanet suçu ortaya
koymalıydı. Savaş suçlusu kaçırdığını göstermek için iki mülteciyi evine aldı
ve öldürülmek için bekledi. Ama silahların taslakları elimize geldi. Lannel
sayesinde. Ona verilen dosyada gizlenmiş proje taslakları vardı. Babamın da
geliştirmek için uğraştığı taslak. Mektuplarda şifrelenmiş hepsi.” Andrjez kafasındaki
soru işaretini gidermek için araya girmişti. “Buz Kristali Operasyonu ne?”
demişti. Milos ona bakıp bir süre durdu.
“Bazı yüksek rütbeli subayların imparatorluğa karşı düzenleyeceği darbe.”
Andrjez bunu duyunca kanı donmuş halde ona bakıp kaldı. “Darbe mi?” dedi. Milos başını sallamıştı.
“Bunu yapmak zorundayız.” Dedi. Andrjez ona şaşkınlık içinde bakıyordu. Ne
diyeceğini bilemeden öylece kalmıştı. “İhanet bu Milos, savaştığımız,
öğrendiğimiz her şeye ihanet. Bir iç savaşa sürüklüyorsunuz bizi. Bunun
farkında da mı değilsin?” diye yükselip ayaklanmıştı. Sinirden elleri
titriyordu. “İmparatorluk bu toprakları korumak için yıllarca bir savaşın
içinde ve siz kaybetsin diye ona baş mı kaldıracaksınız? Bu ne aptalca bir
düşünce. Hain olmamı mı isteyeceksin benden?” Sinirden başındaki damarlar
şişmiş, gözlerine bir sancı çökmüştü. Milos ona sakin ve durun bir ifade ile
bakıyordu. Savunduğu şeyin korkunçluğunu nasıl yüzüne vuracağını düşünürken bir
bacağını yukarı doğru çekmişti.
“Hemen ayaklanıp bağırma, otur şuraya, konuşalım ve beni dinle.” Dedi. Andrjez
yatağın önünde bir sağa bir sola gidip duruyordu. Havalar soğumaya başlamış,
gün hızlı bitiyordu. Dışarıdan son böceklerin sesi geliyordu. “Yaptığımız şey,
imparatorluğun aleyhine olabilir ama bu topraklarda yaşayan onlarca insan için
en doğrusu. Bu işi basit bir ihanet suçu gibi göreceksen, hizmet ettiğin
subaylara, abine ve bana hain gözüyle bakabilirsin. Ama şunu da unutma, abin
senden daha vatan sever.” Dedi. Andrjez ona bakıp olduğu yerde kalmıştı. Milos
gözlerinin altındaki koyu halkalar ve birbirine kilitlenmiş dudakları ile
oldukça ciddi duruyordu. Kaşları çatılmış, renk saçan gözleri gölgelenmişti.
“Kim var bu işte?” demişti. Milos ona güvenirdi. Ona konuşmaktan çekinmeyecekti.
“İki komutacı var. Birisi askeri birlikleri birisi ise sivil birlikleri komuta
ediyor. Güney kışlası generali Donowan ve İstihbarat, strateji daire
başkanlığından General Huxe. İkisinin emri ile planlar ilerliyor. Çok kişi var.
Sivil olarak, üniformalı olarak… Sandığın kadar ihanet değil. Artık körelmiş ve
çürümüş organları kesmek istiyoruz. Komşu ülkemizin başına gelenleri duydun
değil mi?” Batı cephesinde iki ülke ile sınırları vardı. Birisi gazabını
kusarken diğeri iç kargaşaya girmişti. İç kargaşaya giren kendi başındaki
adamları devirip, savaştan çekilme için izin istemişti. Tazminatını vermiş ve
batı cephesinde toprak bırakmadan savaşa son vermişti. Yakın zaman gerçekleşen
bu devrim sansasyonel bir etki yaratmış ve Batı cephesi durgunlaşmıştı. Reforma
giden ülke ise şimdi savaşanlara gıda yardımı ve satışı gerçekleştiriyordu. O
ufak ülke diğer ülkelere caka satacak kadar ilerlemiş duruyordu. “Şanslıydılar,
saldırıya uğrayabilirlerdi. Kimse onları dikkate almadı. Kendi içinde kurtlanıp
çürüsün diye saldılar. Ama işgal altında kalabilirlerdi.” Andrjez bunları
söylerken Milos başını iki yana sallamıştı.
“Yanılıyorsun, o kadar gözlerin kapalı ki, kulağına fısıldanandan öteye
çıkamıyorsun. O ülke bir denemeydi. Batı cephesinde savaş durdu ve bizden askerler
oraya gitti. Dış müdahale yardımı ile reform gerçekleştirdiler. Bu yüzden bize
gıda yardımı yaptılar. Sadece o değil, insanlar bu amansız yaşlı ve kokuşmuş
savaştan bıktı. Artık ölmekten, öldürmekten yoruldu. Ve bu bir ülkenin
subaylarının aldığı karar değil. Sadece bizim aldığımız bir karar değil.
General Huxe ve General Donowan gibi birçok ülkenin generalleri arasında
varılmış bir karar. Savaş sandığın gibi
sadece cephede, topların ve tüfeklerin arasında olmuyor. Savaş istihbaratla,
anlaşarak ve sessizce ilerliyor. Çağlar öncesinde büyük ordular, kılıçlar ile
kazandı ama şimdi öyle değil. Şimdi insanlar akıllarını kullanıyor. Artık
tüketmek yerine üretmek istiyorlar. Top atışları yüzünden en büyük arpa ve
buğday üretim geri olan doğu bölgesinde tarla kalmadı. Güney’de ekin biçecek
adam kalmadı, kuzeyde nöbet tutacak erkek kalmadı. İmparatorluğun son
bildirisini gördün mü?” demişti. Andrjez başını sallayınca Milos ayağa
kalkmıştı.
“Eli silah tutan her erkek orduya yazılmak zorundadır. On yaşının üstüne
gelmiş, boyu piyade tüfeğinden uzun her erkek çocuğu orduya yazılmak
zorundadır. Bu imparatorluk için yapılması gereken bir fedakarlıktır. Andrjez,
çocukları savaşa gönderecekler. İki haftadır gelen emir, çocukların içine
kristal yerleştirmemiz için. Onları birer bomba yapıp cepheye sürecekler. Bunu
kim yapıyor? Vatanını seven imparatorluk mu yoksa güç uğruna masumun kanını
içen yaratıklar mı?” Andrjez bu bildiriden haberdar değildi. Ona bakıp
kalmıştı. Milos kaşları çatık ona bakıyordu.
“Hain olduğumuzu bağırıyorsun ama biz sadece öldürülmekten bıktık. Ölümleri
izlemekten. Daha iki gün önce sende aldın haberi, doğu birlikleri pusuya
düşürülmüş. Pusunun sebebi ne biliyor musun? Yüzbaşı Dejan, dışarı istihbarat
satıldığını söyledi. Bunu yapan o göğsüne armalar dizmiş imparatorluk danışmanı
olan generaller. Onlara karşı durup değer verdiklerimizi korumak istiyoruz. Sen
bu durumda bize hala hain der misin?” demişti. Öğrendiği bütün her şeye ters
düşüyordu duydukları. Ordu, halkın koruyucusu ve temsilcisidir. İmparatorluk
orduyu kurmuş ve onun vatanını koruması için eğitmişti. Şimdi her şey çarpık ve
yanlış geliyordu. “Kafam karma karışık oldu Milos.” Demişti. Yatağa oturup
sırtını kamburlaştırmıştı. Ellerini birbirine kenetlemişti.
“Senden bir şey saklamamı istedin. Gerçekleri baştan aşağı konuşalım. En
başından beri bu kirliliğin içinde olmaman için Yüzbaşı Dejan ve ben uğraştık
ama kader seni buraya çekiyor. Madem bizimle olacaksın o zaman gerçekleri bil.”
Dedi. Andrjez yanına oturan Milos’a bakıp bir sigara çekip aldı. Yakıp hala
sırtı bükük başı önde oturdu. “Bunu öğrenirlerse sizi asarlar, kurşuna dizip
tarihe birer hain olarak geçirirler.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Onun için
siviller var. Ben varım. Bu ayaklanmayı gizlemek için sürekli hedef şaşırtıyoruz.”
Dedi. Andrjez bacağına dokunan ele bakmıştı. “Ne zamandır, yani abim ne
zamandır bu işin içinde?” dedi. Milos ona bakıp gülümsemişti. “Bunları onunla
konuşman gerek. Sana eminim anlatacaktır. Şimdi sen bana söyle, bu mühür neyin
nesi?” demişti. Andrjez derin bir nefes almıştı sigarasından. “Ölümle bir
anlaşma.” Dedi. Milos bunu duyunca afallamıştı. “Nasıl bir anlaşma?” demişti.
Andrjez ona dönüp gülmüştü. “Ölüme değil de anlaşmaya mı şaşırıyorsun sen ha?”
dedi. Milos başını sallamıştı. “Ölüm, eski yazıtlar ondan bir tanrı diye söz
eder. Onun gerçekliğine ve naifliğine değinirler. Ama bir o kadar kurnaz
olduğuna…” Andrjez gülümsemişti. “Ben sadece hayata dönmesi için son defa şans
verilmiş birisiyim. Bu tıpkı buz kristalleri gibi açıklaması zor ama var olan
bir şey. Benim için endişelenme. Hiç olmadığı kadar iyiyim. En önemlisi
seninleyim.” Demişti. Milos ona dalgın gözlerle bakıyordu. Neden içinin rahat
etmediğini çözemiyordu. Bir şeyleri anlatmayışı canını sıkmıştı. “Benim şimdi
aşağı inmem gerek. Sana yemek getirmelerini söyleyeceğim.” Demiş ve ayağa
kalkmıştı. Kapıya doğru yüzünü döndüğünde Andrjez arkasında kalmıştı. “Yarına
kadar gelemem yanına. Lannel’in seninle ilgilenmesini isteyeceğim. Odadan
çıkma, kimseyle konuşma ve unutma sol tarafında iki kurşun vardı.” Dedi. Milos
bunları söylerken ona doğru omzu üzerinden döndü. “Keşte daha önce seninle
konuşmaya cesaretim gücüm olsaydı Andrjez. Beni anladığını ummaktan başka bir
şey yapamam.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. “Nereden eminsin gidip orduya bu durumu
bildirmeyeceğime?” dedi. Milos kapıya doğru yürürken konuşmaya başlamıştı.
“Emin değilim. Gitmek istediğinde söyle bir araba ayarlasınlar. Ben kimseyi
burada zorla tutmuyorum. Bu ayaklanma zorla olmaz. Ama bir gün Güney cephesine
git ve bak.” Dedi. Kapının kapandığını
duymuştu Andrjez. Duyduklarını atlatamıyordu. Sevdiği adam ve abisinin bu
ihanetini nasıl kaldıracağını düşünüyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder