Kayıp Masallar 3 (16. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?

İzler ve Masallar

 

Bir hafta olmuştu. Milos arada bir Andrjez’in yanına uğruyordu. Bazen onunla uyuyor, bazen yemek yiyip geri ayrılıyordu. Andrjez artık daralmaya başlıyordu. O gece canı çok sıkılmıştı. Milos’un gelmesini beklerken kapı vurulmuş ve Lannel içeri doğru girmişti. “Andrjez, müsait misin?” demişti. Andrjez kahvesini içiyordu. Milos’un odasını sıkıntıdan toparlamıştı. Çalışma sandalyesine oturmuş etrafı izliyordu. “Gel Lannel, müsaidim. Hatta kahve bile yaptım.” Dedi. Lannel gülümseyerek içeri girmişti. Yorgun duruyordu. “Nasıl oldun?” demişti. Andrjez onu masanın karşısındaki iki sandalyeden birine davet etmişti eliyle. Lannel kapıyı kapatıp oturmuştu.
“Etraf fazlasıyla toparlanmış ve temiz duruyor.” Demişti. Andrjez ayaklanıp kenarda demlenen kahvenin yanına gitmişti. “Süt ister misin? Gerçi Milos süt getirmedi. Sadece biraz kahve ve su.” Dedi. Lannel başını sallamıştı. “Sade kahve severim.” Demişti. Andrjez ona kahvesini verip karşısındaki sandalyeye oturmuştu. “Hala bana kızgın mısın?” dedi. Lannel başını iki yana sallamıştı. “Değilim, aksine seni m utlu görüyorum ve bende mutlu oluyorum.” Andrjez ona bakıyordu. “Buraya, yani Güney’e gelmek için sebebini anlıyorum.” Andrjez uzanıp kendi kahvesini almıştı. “Görev için falan değil. Tamamen Bay Roluge için değil mi? Yani Milos.” Demişti.   Andrjez ona bakıp kalmıştı. Lannel ise gülümsemişti. “Ben aptal ve kıskanç bir kadın değilim Andrjez. Biliyorsun benim en büyük hayalim yaşatmak ve bunun sayesinde mutlu olmak. Milos’u hiçbir zaman tam olarak tanımadım. Babalarımız arkadaş bile olsa ben hep ondan uzak tutuldum. Sonuçta babası kökeni olmayan, günahkâr ve dinsiz bir adamdı. Ama ona karşı hep içimde bir burukluk var. Dediklerimi pek anlamayacaksın ama yine de söylemek istiyorum.” Bir yudum kahve içti. Kibarca oturuyordu. “Ailem ona sahip çıksaydı bu kadar kötü olmayacaktı. Böyle korkunç bir kadere razı olmayacaktı. Ama insanlar bencil ve ailem onun getireceği kargaşadan korktu. O yüzden onu öteledi. Şimdi onun yanına getirildim ve ona yardım etmek için asistanı oldum. Ve bir de sen varsın. Seni ne kadar seviyor bilmiyorum. Dedim ya onu tanımak, aklından geçenleri bilmek, duygularını anlamlandırmak imkânsız. Ama senin onu çok sevdiğini görüyorum. Çünkü seni tanıyorum. Benimle iyi bir arkadaş olurdun ama eş olamazdın. Çünkü sevgi tercih edebileceğin bir şey değil.” Dedi. Andrjez konuşmanın nereye varacağını merakla bekliyordu. Lannel gergindi. Yüzünden okunuyordu. Kuzguni saçları ne zaman gerilse matlaşırdı. “Milos’un burada bir çok kişi tarafından sevilmediğini, hor görülüp aşağılandığını bilmen gerek. Her ne kadar mali ve fikir açısından ordu için önemli olsada ekipte pek onu sevenler yok. Doktor Vasile dışında ona özen gösterende yok. Sen vurulduğundan beri daha da tuhaf davranıyor herkes. Sanki o bir suç işlemiş ve bunu ört bas etmeye çabalıyor gibi davranıyorlar. Ameliyatta ne oldu?” dedi. Andrjez ona olanları anlatamazdı. Bir Ölüm tanrısı tarafından ruhunun zorla göğsüne mühürlenmiş olduğunu söylerse Lannel bunu korkunç bulur belki ona deliymiş gibi davranabilirdi. “Bir şey olmadı, belki de sadece gerçekten onu sevmiyor ve çekemiyorlardır. Milos yetenekli ve güçlü birisi.” Lannel başını iki yana sallamıştı. “Bu laboratuvara geleli neredeyse iki ay olacak. Ama hiç bu kadar onu yalnız görmemiştim.  Sanki içinde bir sıkıntı var.” Dedi. Andrjez onun sıkıntısını biliyordu. İhanet olayını asla bir daha konuşmamışlardı. Ayaklanma ve imparatorluğun devrilmesine dair asla onunla tekrar konuşmak istememişti. “Onun için endişeleniyorsun anlıyorum. Ama Milos bazen yalnız kalıp düşünmek ister.” Lannel ona bakıyordu. Andrjez iç çekip ayaklanmıştı. “Şimdi nerede?” dedi. Lannel onunla beraber ayağa kalkmıştı. “Kan vermesi gerekiyordu. Muhtemelen eksi üçüncü kattaki ana laboratuvarın oradadır. Sana eşlik etmemi ister misin?” dedi. Andrjez üstünü toparlamak için paravanın arkasına doğru girmişti. Lannel kapının yanında onu bekliyordu. “Bir ya da iki saat sürüyor işlem. Gireli bir saat oldu. Şimdiye çıkmaya hazırlıyorlardır onu.” Dedi. Andrjez gömleğinin düğmelerini ilikleyip kollarını katladı. “Anladım. Gidip ona bakıyım. Konuşurum olmadı. -3 mü demiştin?” dedi. Lannel paravanın oradan çıkan Andrjez’e bakmıştı. “Evet. Tek mi ineceksiniz?” dedi. Andrjez başını sallamıştı. “Sende gel, belki kaybolurum.” Demişti. Lannel ile beraber asansöre doğru yürümek için kapıdan çıkmışlardı. Aşağı indiklerinde sessizlerdi. Etrafta kimse yoktu. Geniş koridorda yürüyüp sola doğru dönmüşlerdi. Bir iki cam ve birkaç kapı ardı ardına sıralanmıştı. Lannel sondan ikinci kapının orada durdu ve tıklatıp içeri doğru eğildi. Birisi ile selamlaşıp kapıdan tamamen bedenini soktu içeri doğru. “Bitti mi Doktor Vasile?” demişti. İçeriden bir erkek sesi gelmişti. “Bitti Lannel! Milos’un toparlanması için yardım et. Bende üniteleri götüreyim.” Dedi. Kapıyı açınca Andrjez ile göz göze geldi. “Teğmen Dejan, içeri geçin burada dikilmeyin.” Demişti. Kapalı kutular olan ufak tekerlekli arabayı sürüklerken sendeliyor gibiydi. Kapının önü açılınca Milos’u görmüştü. Bir yatakta uzanmış durumdaydı. Gömleğinin bir kolunu sıyırıp almış öylece duruyordu. Yüzünde oksijen maskesi gözleri yarı açık öylece duruyordu. Tavana bakıyordu. Lannel onun kolundaki iğneyi çıkarıp yerine yenisi takmıştı.
“Serum iyi gelecektir.” Demişti. Andrjez içeri doğru bir iki adım atmıştı. Milos maskeyi yorgunca çekip aldı yüzünden. “Bana biraz tatlı bir şeyler getirmelerini söyler misin Lannel?” dedi. Hemşirelerden birisi hemen elindeki işi bırakıp hareketlenmişti. “Ben gidip alayım. Yemekhane açıktır.” Demişti. Andrjez oraya aslında fabrikadan ayrılacağını söylemek için gelmişti. Milos’un konuşacak kadar iyi durumda olduğunu düşünmüştü. Konuşacak hali yoktu. Doktor Vasile yapılan işlemi uzatmak istemiş ve bir ünite fazladan kan almıştı. Milos için bu bir ünite kan iki gününü mahvedebilirdi.  Andrjez’i görünce gülümsemişti.
“Teğmen Dejan!” demişti doğrulurken. Lannel ona kımıldamamasını söylese de Milos Andrjez’i karşılamak için doğrulmaya çalışmıştı. “Buraya inmemen gerekirdi. Odada dinlenseydin.” Demişti. Andrjez gülümsemişti. “Lannel’e nerede olduğunu sordum. Biraz zorlayınca beni buraya getirmek zorunda kaldı. Sadece gitmeden bir hoşça kal demek istedim. Birazdan kışlaya geri döneceğim.” Demişti. Milos bir anda şaşkınlıkla ona bakıp kalmıştı. “Ancak yüzbaşı…” Kan kaybı çok fazla olduğu için her ani harekette gözü kararıyordu. Sıkıca yatağın kenarına tutundu. “Tamam kımıldama, sen kalkana kadar ayrılmayacağım.” Dedi. Milos elini alnına doğru götürmüştü. Gözlerini kapatıp geri yatmıştı. O kadar çok ağrıyordu ki kasları ve kemikleri. Bedeninde azalan kan, oksijeni düşürmüştü. Yorgunca gözlerini kapatmıştı. Lannel maskesini takmak istemiş ama Milos onadurmasını söylemişti. Andrjez ayrılırsa orduya gidip konuşabilir diye korkuyordu. Düşük olan tansiyonuna bir de bu stres eklendikçe kendini çıkmazda gibi hissetmişti. Gözleri doldukça etraftaki insanların ona bakacağı aklına gelmişti.  “Yeter çıkında dinleneyim.” Demişti. Başını yana doğru çevirip omzunu biraz döndürmüştü. Lannel onun iyi hissetmediğini düşünüp harekete geçecekken Andrjez onu durdurmuştu. “Siz çıkın, ben bakarım. Bir şey olursa sana seslenirim Lannel.” Demişti Lannel diğer hemşireleri de alıp çıktığında kapının kapandığını duymuştu Milos. Titreyen sesini toplamaya çalışmıştı. “Abin, dinlenmeni istiyor. Ondan…” Andrjez yatağın yanına gelip orada dikilme başlamıştı.
“Yapamam.” Demişti. Milos bunu duyunca ürpermişti. “Sana bunu yapamam ben. Abime ve diğerlerine. Her ne kadar bu yanlış gelse de neden sizin doğru olduğunu düşündüğünüzü merak ediyorum. Her şey o kadar mı kötü?” Eğilip Milos’un omzuna doğru dokunmuştu. “Korkmana gerek yok.” Dedi. Milos ona doğru çevirmişti yüzünü. “Nasıl korkmayayım.” Bunu söylerken gözlerinden akan yaşlar şakaklarına doğru süzülmüştü. Andrjez onun ağladığını görünce ne yapacağını bilemeden öylece kalmıştı. “Bana güvenmiyordun ve acı çekecektin madem, neden anlattın?” dedi.  Milos ona bakıp gözlerini kapatmıştı. “Diğer şekilde artık yaşayamıyorum. Benden nefret etmeni, sebebini bilmeden beni suçlamanı kaldıramadım. Ben kötü birisi değilim Andrjez. İstediğin yolu seçebilirsin. Ama ben yalan söylemekten, saklanmaktan yoruldum.” Sesi boğulmuştu. Andrjez ona bakıp kenarda duran örtüyü üstüne doğru örtmek için eline almıştı.
“Kendini yıpratma o zaman. Dediğini yapacağım. Kışlaya gidip cepheye gitmek için abimle konuşacağım. Güney cephesine gidip General Donowan ile konuşacağım.” Dedi. Milos ona bakıyordu. “İnandığın şeye ters…” Andrjez yavaşça örtüyü örtmüştü. “İnandığım şey sensin. Yıllarca seni tekrar görüp neden gittin diye sordum. Ve verdiğin cevabı kaldırmayacak kadar korkak olmayacağım. Deneyeceğim Milos. Olmasa bile olduracağım.” Eğilmiş onun saçlarını okşamıştı. “Sonunda bu iş bittiğinde en azından seni kaybetmemiş olurum.” Milos elinin tersiyle gözlerini sildi. “Çocuk gibi ağladığıma bakma. Sadece sinirlerim bozuk.” Andrjez gülümsemişti. “Yeni kan aldılar. Dinlen. Sana tatlı bir şeyler yedireceklerdi. Ayaklandığında beraber gideriz olmadı.” Milos ona bakıyordu. Bedenindeki üşüme ve ağrılar geçmeye başlamıştı.
“Biraz uyusam iyi gelir.” Dedi. Andrjez tıklatılan kapıya dönmüştü. Lannel elindeki tatlıyı göstermişti. “Sadece biraz kurabiye varmış.” Dedi. Andrjez onun elinden tabağı almıştı.
“Lannel bir tekerlekli sandalye bulabilir misin? Milos’u odaya çıkaracağım.” Dedi. Lannel ona bakmıştı. “Sandalyemiz yok ama sedye…” Andrjez gülümsemişti. “Tamam sorun değil. Asansörü çağır o zaman. Daha fazla burada kalmasın. Onu odasına çıkaralım.” Demişti. Kurabiyeleri geri vermiş ve yatağa doğru yürümüştü. “Kaç kilosundur?” dedi. Milos ona bakınca Andrjez asılı duran serum tüpünü kapatmıştı. Çıkarıp Lannel’e doğru uzatmıştı. “Burası çok boğucu ve kötü kokuyor. Sıkıntıdan odayı toparlamıştım.” Demiş ve birden Milos’u eğilip kucaklamıştı. “Çokta ağır değilsin.” Demişti. Milos şaşkınlıkla ona bakıyordu. Lannel ise bir elinde serum, bir elinde kurabiye tabağı ile kalmıştı.
“Andrjez, böyle gidersek…”
“Ne olacakmış. Yürüyemiyorsun ve burada durmak insanı rahatsız eder. Şu puslu ayna ve etraftaki şeylere bak…” demişti. Fayanslardan gelen soğukluk, loş ışık ve medikal kutularına bakmıştı Milos. Andrjez kapıya doğru yürümüştü. Lannel hemen asansöre doğru yürümeye başlamıştı onlardan önce. Bekleyen hemşireler onlara bakıp kalmıştı.
“Bu çok utanç verici.” Milos bunu söylerken elini yüzüne doğru götürmüştü.
“Sıkı tutunmalısın. Utanmana gerek yok. Haksız mıyım Lannel?” demişti. Lannel gülümsemişti.
“Haklısın Andrjez. Ayrıca gerçekten oda temiz durumda Bay Roluge. Biraz olsun rahat edersiniz.” Dedi. Milos kolunu Andrjez’in boynuna doğru sarmıştı. Asansörü beklemeye başlamışlardı. Milos yorgunca diğer elinde tuttuğu serum hortumuna bakmıştı. Asansör gıcırtı ile durup kapısı açıldı. İçeri girdiklerinde Milos ayakta durabileceğini söylemişti. Andrjez inmek isteyen Milos’u nazikçe bırakmıştı. Üstüne doğru örtüyü sarmıştı.
“Kış sert geçecek gibi. Şimdiden havalar çok soğudu. Sahi pencereyi de tamir ettin mi?” demişti Milos dikilen Andrjez’e doğru dönmüştü. Andrjez başını sallamıştı. Milos yavaş yavaş gıcırdayarak yükselen asansördeki sessizlikle gerilmişti sanki. Lannel onlara bakıp elindeki tabağı uzattı. “Hala taze!” demişti. Milos bir tane alıp yemeye başlamıştı. Yük ya da hasta çıkmayacağı zaman kimse asansörü tercih etmiyordu.  Çok yavaş ve sürekli gıcırdayarak insanı tedirgin ediyordu. Üst kata geldiğinde kapı büyük bir gıcırtı ile açılmıştı. Milos kurabiyesinin son lokmasını ağzına atıp dışarı doğru bir adım atmıştı. Taş zeminin soğukluğunu çıplak ayaklarında hissedince ürpermişti. Lannel ona bakıp istemsizce gülmüştü. “Asansör en son kazan dairesine inmiş. Orada ısınınca sizde ayakkabılarınız ve çoraplarınız olmadığını unuttunuz.” Dedi. Andrjez dışarı doğru çıkıp Milos’u kucaklamıştı. Onu birkaç kiloluk bir çuval gibi rahatça kolları arasına alabiliyordu. Sıkı çalıma ve zorlu eğitim vücuduna yaramıştı. Elli kiloya kadar çıkan havan topu mermilerini kaldırmak için son dönemde aldıkları eğitimdeki gibi Milos’u birden hızla kucaklamıştı. Odaya doğru yürürken Milos artık bu duruma alışmıştı. Öyle sessizce duruyordu. Odaya geldiklerinde Lannel hemen kapıyı açmış ve onlar içeri girdiğinde el yordamıyla ışığı bulmuştu. Andrjez paravanın oraya doğru yönelmişti. Lannel bize serumu asmak için bir askı lazım. Almayı unuttuk galiba.” Demişti. Lannel bu kattaki malzeme deposuna gideceğini söylemişti.
Andrjez yatağa doğru yaklaşıp Milos’u yatağa yatırmıştı. Milos ona bakıp oturur konuma gelmişti. “Ben iyiyim. Sanırım bu duruma alıştım ama ilk defa kendi odama çıkarılıyorum.” Dedi. Andrjez gülümsemişti. “Kemerini çözmelisin. Vücuduna batacak.” Dedi. Milos örtüyü açıp kemeri çözmek için uğraşmaya başlamıştı. Parmakları uyuşuk, bilekleri güçsüzdü.
“Dur ben yardım edeyim.” Demişti Andrjez. Yatağa oturmuş ve kemer tokasına geçirilmiş dili hızlıca çıkarıp kemeri çekip almak için ona doğru sokulmuştu. Milos birden çenesini onun omzuna doğru koyup sarılmıştı. Andrjez bir an için bile tereddüt etmeden ellerini onun sırtında birleştirmişti. “Ölüm mührü.” Demişti. Milos derin bir iç çekmişti. “Neden?”
“Bilmiyorum. Ruhumu son bir defa buraya mühürlemiş. Anlamış değilim.”
“Bir sebebi olmalı. Ama önemli olan burada olman.”
“Anlaşma yaptık.”
“Nasıl bir şey?”
“Onun dünya üstündeki eli olacağım. Karşılığında ruhum bedenimde kalacak.” Milos bunu duyunca yavaşça çenesini kaydırıp Andrjez’in yüzüne doğru çevirdi yüzünü.
“Ne istiyor?”
“Savaşın bitmesini. Daha fazla savaş ve kontrolsüz ölüm istemiyor.” Milos ona bakıyordu. Gözlerini yavaşça kapatmıştı.
“Masallara inanır mısın?” dedi. Andrjez ona bakıyordu. Milos başını onun omzuna doğru yaslamıştı. “Babam ben daha çok küçükken bir masal anlatırdı. Geçmişten gelen bir öykü. Kuzeyin Güney’e düşman olduğu zamandan bir masal.” Andrjez antik tarihte iyiydi. Büyük savaşı biliyordu. Efsane olmuş, tanrıların savaşı. “Tanrılar savaştığında Tesna’na kendi abisi Hammuaş’ın kanını üç zirveli büyük bir dağda akıtmış. Akan her damla kristallere sızıp onları insana güç veren hale getirmiş. İnsanlar önce onu boyunlarına takmış sonra dişler arasında kırmış. Sonrasında ise o kan kurumuş ve yok olmaya yüz tutmuş. Ama bir tanrı oraya gömülmüş ve orada onun kanı yeniden toprağa ve taşlara karışmış. O zaman tekrar bu efsanevi güç ortaya çıkmış. Bir grup bilge bu kontrolsüz gücü durdurmak için bütün taşları alıp içindeki kanı sökmüş almış. İkiye bölmüşler. Bir kısmı kışın dinmediği Kuzey gitmiş. Diğeri ise çöle doğru giden bir krala verilmiş. Kral gaflete düşüp güçlenmek için bütün kanı içmiş. Ve birden ciğerleri, gözleri eti yanmaya başlamış. Öyle büyük bir acı çekmiş ki ölümü yıllar sürmüş. Zayıflamış, işkence görmüş adeta.” Andrjez masalın devamını merak ediyordu. “Peki Kuzeyde kalan kısım?” Milos gülümsemişti. “Kan orada donmuş kalmış. Ne içilebilir ne kullanılabilirmiş. Kullanmaya da korkmuş insanlar zaten. Onu ilk tanrı savaşından sonra dağlar ardında gizlenip kalan Darta adında bir tapınağa saklamışlar.” Dedi. Andrjez birden durmuştu. “Darta mı?” dedi. Kaşları çatılmıştı. “Darta nerede biliyor musun?” dedi. Andrjez başını iki yana sallamıştı. “Kuzey sınırında Senin şehrinde.” Dedi. Andrjez duraksayıp kalmıştı. “Ölüm bir tanrıdır derler. Ölüm tanrıların küçük kardeşidir. Kimsenin sevmediği ama dengenin yaratıcıdır. Ölüme kucak açan üç tanrı vardır. Antik tanrı.” Dedi. Andrjez dersleri anımsadı. Antik tarihle arası gerçekten iyiydi. “Tanrı Hammuaş, Tanrı Kuwala ve Tanrı Jeniske.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Senin tanrı olduğunu düşündüm. Masallar neden gerçek olmasın ki Andrjez.” Dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Milos yorgunca nefes almıştı. “Bu kristaller çok tuhaf. Sanki içlerinde insanın anlayamayacağı bir sihir var gibi. Benim babam bu ülkede bile doğmamış. Ama kanı bu ülkede var olan bir şeyi var ediyor.” Eli nazikçe Andrjez’in kirli sakalını okşamıştı.
“Tanrıya değil ama eski tanrılara inanıyorum. Dünya bir tanrının kararı ile var olamaz. İnsanlar görmedikleri şeyler hakkında konuşamaz. Eski yazıtlarda bu kristal yer alıyor. Karanlık çağdaki mucizeleri insanlar onlara umut olsun diye yazdıysa, göğsündeki mührü sen kendin mi bastın ha?” dedi. Andrjez ölümle yüz yüze gelmemiş olsaydı Milos’a aklını kaçırmış muamelesi yapardı. Ama şimdi sorularına cevap bulmak istiyordu. Kim bilir Milos ne kadar süredir bu sorulara cevap arıyordu. İnsanlar artık toprak için değil güç için savaşıyordu. Buğday için değil mermi için ölüyordu. Devir değişse de insanların davranışları değişmemişti. İmparatorluk neredeyse üç belki dört bin senelik derin bir geçmişe sahipti. Yaşlı ve hastaydı artık. Ama onun kadar yaşlı başka yer kalmamıştı. Sorularının cevabı da hayatı da buradaydı. Bunu o gün anlamıştı. Milos yorgunluktan halsiz düşüp uyuyunca kalkıp hazırlanmıştı. Sakalını tıraş etmiş, temiz üniformasını giymişti. Palaskasını takıp silahını kuşanmıştı. Ceketi ve kabanını giymişti. Botlarını sıkıca bağlayıp saçlarını arkaya doğru çekiştirip şapkasını takmıştı. Nilüfer çiçeği ölümün sembolü ise bu ona verilen ilk ip ucuydu. Bir yanda ise Milos ve masallar vardı. Tanrılara dair anlatılan koca karı masallarını dikkate almak istemese de ona tanıdık gelen şeyler vardı sanki.  Derin bir uykudan uyanmış gibi sersem hissediyordu kendini.  

Bir araba istemişti. Onu kışlaya bırakacak kadar araç gelene kadar fabrikanın bahçesinde bir sağa bir sola gidip sigarasını içiyordu. Dışarısı soğuktu. Lannel Şala sarınmış şekilde yanına inmişti. “Gidiyor musun?” demişti. Sadece laf söylemiş olmak için konuşuyordu. “Milos’a bana ulaşmak isterse abimi aramasını söyler misin?” dedi. Lannel başını sallamıştı. Elindeki dosyayı ona doğru uzatmıştı. “Bu benim elime tesadüfen geçti. Belki senin işine yarar.” Dedi. Andrjez dosyaya bakıp kalmıştı. “Ne bu?” dedi. Lannel ona doğru uzattığı dosyayı biraz daha ileri doğru uzatmıştı. “Şey, babam ve doktorlar… Onların bu proje hakkında konuşmaları. Aslında neyi aradığına yardımcı olabilir. Yani öyle düşündüm. Bir de bize bir şey olursa bu sende kalsın. Sonuçta isyan ettiğimiz şeyin ne kadar büyük olduğunun biliyorsun. Bir gün ne olacağı bilinmiyor.” Dedi. Andrjez ona bakıp bir süre dikilmişti. Sigarasını atıp ezdi. Dosyayı almıştı. “Bir şey olmasına izin vermem.” Demişti. Araba farlarını yakıp yanlarına doğru yaklaşmıştı.  Andrjez için bambaşka bir kader kendini göstermeye başladığında hiçbir şeyden habersiz geri kışlaya dönüyordu. Artık yapabileceği tek şey olayları daha derinden anlamaya çabalamaktı. Milos’a bir şey olmasını istemiyordu. Abisinin bir hain olarak anılmasından korkuyordu. Onların haklı olduğunu görmeye ihtiyacı vardı. Ölüm bir tanrıysa ve Milos’un masalı doğruysa bu gerçek onu daha da büyük bir bilinmeze itekleyecekti. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)