Kayıp Masallar 3 (14. bölüm)
Özgürlük Mührü
“İşleri istediğimiz gibi yönetmek için
yıllarca uğraştık. Yıllarca emek verdim ve şimdi bir aptalın her şeyi
mahvetmesine izin vermeyeceğim. Onu ortadan kaldır Yüzbaşı. Eğer bunu yaparsan
sana istediğin binbaşı rütbesini veririm.” Yüzbaşı Lows kulağına dayalı
ahizeden gelen sesi dinlerken kenarda oturmuş raporları okuyan Emma’ya
bakıyordu. Emma onun gözlerini üstünde hissettiğinde başını kaldırıp ona
çevirmişti gözlerini.
“Soruşturma dosyasına adını yazabilirim. Ama bir infazcı lazım olacak.”
“Sizden onu resmi yollarla öldürmenizi istemiyorum. Kazaya gidebilir. İçeriden
sürekli olarak Roluge’nin peşinde gezdiği ve onu araştırdığı haberini aldım.
Elimdeki son kozu almasına müsaade edersen bende senin elindekileri alırım.”
Dedi. Yüzbaşı Lows derin bir iç çekmişti.
“Anladım efendim. Merak etmeyin bu işi halledeceğim. Oğlunuzun buraya atanacağı
haberini aldım. Doğru bir hareket mi bilmiyorum. Ortalık karışıkken onun buraya
gelmesi doğru olur mu ki?”
“Beni sorgulama. Oğlumun kılına gelecek zarardan sen sorumlu olacaksın. Birkaç
güne orada olur. Ona göz kulak ol!” dedi ve telefonu kapattı. Yüzbaşı yüzünü
buruşturmuştu. Emma oturduğu yerden kalkıp onun yanına doğru gelip masaya
yaslanmıştı. Lows ona bakıyordu.
“Canını kim sıkıyor?” demişti Emma saçlarını okşarken genç yüzbaşının. Abiel
Lows sürekli canı sıkkın gezen birisi değildi. İşinde ciddi ve sert bir yüzü
olsada canı sıkılıyorsa bir sorun var demekti.
“Boş ver Emma. Sen bunları düşünme. Düşüneceğin başka şeyler yok mu?” dedi.
Emma gülümseyip onun yüzüne doğru yüzünü yakınlaştırmıştı.
“Yok! Senin hem nişanlın hemde sekreterinim. Senden başka düşünecek bir şeyim
yok.” Demişti. Lows onu gerçekten seviyordu. Onun Andrjez ve Milos ile arkadaş
olmasını umursamayacak kadar ona düşkündü. Emma gülümseyip doğrulmuştu.
“Akşam odama gel. Biraz konuşuruz.” Demişti. Lows başını sallayıp telefonda bir
numara çevirmişti. “Geleceğim. Sen gidip dinlen!” demiş. Santral telefonu
açmıştı.
“Teğmen Dejan’a bağlayın.” Demişti. Emma onların en konuştuğunu dinlemek için
bir süre orada kalmak istemişti.
“Dejan, bir sorun var. Ordunun bir mensubu Dolin Pansiyonunda bir kaza sonucu
ölmüş. Yanında bir kadın var. Bu işi kimseye hissettirmeden temizle. Kendisi
benim alt dönemimde sevdiğim birisiydi. Sessizce hallet. Güvendiğin iki adamla
git.” Emma olanlardan bir şeyler çıkarmaya çabalıyordu. Kaşlarını çatıp
kollarını göğsünde bağlamıştı.
“Andrjez senin için iyi bir asistan olabilir. Yetenekli ve işine sadıktır.
Yakında karnım belirginleşecek ve izne ayrılmam gerekecek.” Demişti. Yüzbaşı
Lows ona bakıyordu. Emma ise gülümsemişti.
“Ve bebek doğduğunda ona bakmam gerekecek. Bir süre burada olup etrafı
toparlayamayacağım. O süre boyunca…”
“Buna henüz var. O süre boyunca yanımda olmana ihtiyacım var.” Dedi. Başını
Emma’nın karnına doğru dayamıştı. Emma hırçın bir kadın değildi. Öfkesine yenik
düşmeyecek kadar soğuk kanlı ve sakindi.
“İşler kontrolden mi çıkıyor?” demişti. Yavaşça Lows’un başını okşarken sakince
konuşuyordu.
“Andrjez, başımıza bela olursa protokolü uygulamak zorunda kalacaklar.”
“Onu denetleyebilirim. Sonuçta arkadaşım ve aynı dönem mezunuyuz. Tanıyorum
onu. Bunu yapmam için izin ver.” Lows bunu duyunca yavaşça doğrulmuştu.
“Hayır, seni riske atamam. Çavuş Olkien ona göz kulak olur. Sen burada benimle
kal.” Dedi. Emma ona bakıp bir süre gülümsedi.
2 saat sonra;
Dolpin Pansiyonu lobi kapısının açılması ile
bir el silah sesi duyulmuştu. Andrjez ona doğrultulmuş silahın namlusundan
fırlayan merminin göğsünü delip geçtiğini hissediyordu. Ona bakan kişinin kim
olduğunu bilmiyordu. Dümdüz bir yüzü, soğuk bakışları vardı. Kalın siyah
paltosu dizlerin kadar uzanıyordu. Silah ikinci defa patladığında ikinci defa
göğsündeki yanma ile kapının kolunu bırakıp geriye doğru birkaç adım atmıştı.
Eli belindeki silahına gitmişti. Onu vurmalıydı. Kaçmasına izin vermeden bunu
yapabilirdi. Ama gerek bile kalmamıştı. Adam silahını ateşlemek için
hazırlanırken alnın ortasında oluşan delikten kan sızmaya başlamıştı. Belinden
çıkardığı silahı sıkı sıkı tutarken kapıya doğru yaslanmıştı. Adamı kimin vurduğu
görmek için gözlerini açık tutmaya çabalıyordu. Askerler vurulan adamın
etrafını kuşatırken sesler boğuklaşıyordu. Kapının onu taşımadığını, kollarının
zayıflayıp göğsünün ağrısının arttığını hissetmeye başlamıştı. Silahı düşmüştü
önce. Sonrasında kayıp gitmeyi düşünürken birisinin onu kucaklayıp göğsüne
doğru bastırdığını hissetmişti. Nefes alırken ciğerinin yandığını hissediyordu.
“Çabuk arabayı hazırlasınlar!” Milos’un sesini duyuyordu. Hemen yanı başında
olduğunu duyuyor ama göremiyordu.
“Tamam, kalbe denk gelmiş olamaz. Kanamasını durdurmamız gerek. Binbaşım!” sesi
telaşlı, korkmuştu. Andrjez göğsüne bastıran kişinin o olduğundan emindi artık.
Yaşaması için mi çabalıyordu şimdi? Göğsündeki elin üstüne doğru elini
koymuştu. Milos’un eli sıcaktı. Onu sıcak yapan şey kandı. Bunu düşünürken
kanın ne kadar çok aktığını görmek istemişti. Gözlerini zorla açmıştı.
“Görmem gerek!” Kendi kendine bunu söylüyordu. Milos’u görmek istemişti.
Ölmeden önce onu görmek için gözlerini sonuna kadar açtığında karşısında zifiri
karanlık dışında hiçbir şey yoktu. Karanlık sonsuza kadar gidiyordu. Ufacık bir
ışık belirtisi bile yoktu. Bir yerden uyuyan birisinin nefes sesi geliyordu. Sakin
ve düzenli nefes sesini takip eden kalp atış sesi.
“İnsanlar ölümle karşılaşmaktan hep korkar. Yaşamak için programlanmış canlılar
olduğunuz için galiba.” Ses karanlıkta yayılırken Andrjez nereden geldiğini
anlamak ister gibi sağa sola bakmaya başlamıştı. “Ölmek mi istiyorsun yoksa
yaşamak mı anlayamıyorum. Neden bir şeyleri görmek için bu kadar çabalıyorsun?”
Ses git gide daha çok ona doğru yaklaşıyordu.
“Sen kimsin?” demişti Andrjez etrafına bakmaya çabalayarak. Kör olmuş gibi
hissediyordu. Gözü asla karanlığa alışmıyor aksine karanlık artıyor ve etrafta
ne varsa saklıyordu.
“Ben mi kimim? Sanırım ölüm!” dedi. Andrjez bunu duyunca duraksamıştı.
“Öldüm mü yani?” Hemen yanında soğuk bir esinti hissetmişti. Dönünce yanında
dikilen Milos’u görmüştü. Çıplak ve öylece elleri arkada ona bakıyordu.
“İnsan ruhlarını korkutmamak için onların hep düşlediği kişinin biçimine
bürünmek en doğrusu. Milos Roluge senin hep düşünde olan kişi değil mi? Neye bu
kadar şaşırdın?” dedi. Andrjez ona bakarken gözleri dolmuştu. Yüzünde buruk bir
gülümseme belirmişti.
“Ölümü daha korkutucu hayal etmiştim hep. Düşününce bundan daha korkunç
olamazdın. Hayallerini, hayatını sevdiğin birisi ile sonsuza dek yok ediyorsun.
Tuhaf.” Ölüm ona bakıyordu. Gülümsemiş ve formunu değiştirmeyi düşünmüştü.
“Sana gerçek yüzümü göstersem daha mı az acı çekersin?”
“Belki!” Ölüm bunu duyunca baştan aşağı değişmeye karar vermişti. Zifiri
karanlıkta bir deri bir kemik olmuş bir zebani belirmişti. Uzun siyah saçları
kemiğine yapışmış derisi üzerinden yerlere kadar salınıyordu. Ne erkek ne
kadındı. Uzun kolları, geniş elleri ve bükük sırtı. Andrjez ona bakarken
gülümsemişti.
“İnsanlar senden neden korkuyor? Sadece uzun saçların, zayıf bedenin olduğu
için mi?” demişti. Ölüm bu sefer ona şaşkınlıkla bakıp kalmıştı.
“Sen korkmadın mı?”
“Sanırım hayır! Daha çok farklı ve yaşlı bir adam gibi duruyorsun. Gerçi
insanlar farklı olandan hep korkar değil mi? Alışılmışın dışında olandan…” Ölüm
gülmüştü.
“Gerçekten karşılaşmış olduğumuz için mutluyum. Ama seni bedeninden ayırmak
üzücü olacak.” Demişti. Andrjez ona bakarken nefes sesinin yavaş yavaş
kesildiğini hissediyordu. Karanlıkta
tanıdık hırçın bir ses duyulmuştu.
“Ölmene izin vermeyeceğim!” göğsünde bir acı ile sarsılmış ve kalp sesi normale
dönmüştü. Ölüm gülümseyip elini karanlığa uzattığında bir perde açılmıştı. Perdenin
dışında bedenini görmüştü. Ameliyat masasındaydı. Milos’u görmüştü. Ve
doktorlar.
“Yaşaman için uğraşıyorlar ama çok fazla kan kaybettin. Hayata dönemeyecek
kadar bitkin bedenin.” Andrjez perdeye doğru yanaşmıştı. Kendine değil kenarda
ağzında maske, ellerinde eldiven duran Milos’a bakıyordu.
“Göğsünde atan kalbi çalışır durumda tutmak için çok çabalıyorlar. İki kurşunda
kalbinin yanından geçti gitti ama etini parçalayıp damarları kopardı. Ne
yazık.” Andrjez elini delik olan göğsüne doğru götürmüştü.
“Milos…” demişti. Ölüm bunu duyunca ona doğru çevirmişti başını.
“Onu seviyor musun?” Andrjez başını sallamıştı.
“Ona hiç onu sevdiğini söyledin mi?” Andrjez başını iki yana sallamıştı.
“Denedim, ama beni dikkate bile almadı.” Ölüm onun omzuna elini koymuştu. “Sevilmeyecek kadar korkunç birisi olsa bile
sever miydin? Çocukların ölümüne sebep olduğunu söylesem ve bunu yaparken
gözünü bile kırpmadığını söylesem onu sever misin?” Andrjez başını ona doğru
çevirmişti. Ölüm kötü kokmuyordu. Bahar korkusu vardı onda. Yaşam kadar güzel
kokuyordu.
“Sanırım evet! İnsan kimi nasıl seveceğini seçemiyor. Seçme şansım olsaydı
seninle burada oturup ölümümü izlemezdim değil mi?” demişti. Ölüm gülümsemişti. Ona bakıp ardından tekrar
Andrjez’i kurtarmaya çalışanlara bakmıştı.
“Ölümsüzlüğe inanır mısın?” Andrjez omuz silkmişti.
“Tanrı ölümsüzlüğü yasaklamış.”
“Tanrıya inanıyor musun?” Ölüm bunu söylediğinde Andrjez ona doğru dönmüştü.
Ölümün karşısındaydı ve şimdi tanrı inancı sorgulanıyordu. Dürüst olmayı tercih
edecekti.
“Bir zamanlar evet. O zamanlar dizlerimin üstüne çöker ellerimi birleştirip
saatlerce tanrıdan babamı getirmesini isterdim. Annem ve abim onun kahramanca
öldüğünü söylese de bu bana hiç adil gelmezdi. Tanrı neden onu benden alsın ki?
Bunu düşündükçe tanrının aslında bencil birisi olduğunu fark ettim. Ve sonra
hiç var olmamış kafamızda kurduğumuz birisi olduğunu. Suçlamak için ihtiyacımız
olan kişi o.” Ölüm onu sakince dinliyordu.
“Ve tanrı insanlara kurallar koymuş. Kadının doğurmasını, erkeğin soyunu
sürdürmesini. Zengini daha zengin, zalimi daha zalim yapan aptal kurallar.
Benim Milos’u sevmemi engelleyen, yasaklayan kurallar. Düşündüğüm zaman tanrının
insanlardan nefret bile ettiğini fark ettim. O insanları acı çeksin diye buraya
atıp cezalandırıyor gibi geldi. Milos benim karşıma çıkmış ama kader onu alıp
götürmüştü. Ve Milos’un Altais ile tanışması… Tanrı varsa bile insanlardan
nefret eden, onları bir sağa bir sola sürükleyip duran şuursuz birisi.” Ölüm
bunu duyunca gülmeden duramamıştı. Andrjez ise onun acı dolu kahkahasına bakıp
kalmıştı.
“Tanrı yok, tanrılarda… Yüz yıllar belki binlerce yıl önce sizi terk etti.
Kendi kaderlerini çizebilecek kadar yetkin gördüler sizi. Yanıldıklarını hep fark ettiler ama bunun
için biraz geç kalmışlar. Geri dönüp baktığımızda sizler kendi tanrınızı,
putlarınızı ve tanrı rolü oynayan diktatörlerinizi yaratmıştınız. Düzeltilmesi
zor bir hata.” Andrjez onun dediklerinde sadece gerçekçi gelen diktatörleri
anlayabiliyordu.
“Peki tanrılar, senin de efendilerin mi?” Ölüm başını iki yana sallamıştı.
“Ben de bir tanrıyım. Sonsuzluğun, zamanın ve mekanın tam kırıldığı yerde yol
gösterip yeniden var olmanız için sizi bu karanlıkta yönlendiren bilge kişiyim.
Tanrı sayılır mıyım?” Andrjez yere oturmuştu. “Sayılırsın! Kimse daha önce
ölümümü göstermemişti bana. Çok fazla nasıl öleceğim hakkında fikirleri vardı
ama kimse bana bunu göstermedi.” Ölüm onun oturduğunu görünce bir kaç adım
uzaklaşmıştı.
“Yorgun musun?” Andrjez başını sallamıştı.
“Daha çok bir rüyada gibi hissediyorum. Hafif ve kontrol edilemez.” Ölüm bunu
duyunca buruk bir sesle konuşmaya başladı. “Etin ve kemiğine enerji veren ruhun
çok uzun süre uzak kaldıkça özgürlüğün ne demek olduğunu fark eder. Ve geri
dönmek istemez. Ne bedenine, ne bir yaşama…” Andrjez bunu duyunca ona bakıp
kalmıştı. Ölümün sonsuz karanlıkla ve binlerce yıldız ışığı ile dolu gözlerine
bakarken hiç bu kadar özgür hissetmemişti.
“Peki bu normal mi? Burada bu kadar uzun süre oturup kendi ölümümü izlemem.”
Ölüm bunu duyunca başını iki yana sallamıştı.
“Değil. Kaçmak ve benim sana yol göstermem için yürümen gerek.”
“O halde neden burada bana ölümümü izletmeye devam ediyorsun?” Ölüm, istediği
sorunun sorulması ile gözlerindeki yıldızların parlamasını hissetti.
“Çünkü insanların bir tanrıya ihtiyacı var. Bir çok tanrıya. Onlara yol
gösterecek ve bu savrukluktan kurtaracak birilerine. Bu neden sen olmayasın?”
Andrjez bunu duyduğunda bir kahkaha atmıştı. “Ben ha? Birde gök yüzünde
kanatlanıp uçayım o zaman. Sende dedin insanlar mucizelerden, sihirden ve
geçmişten uzaklaştı. Artık dev makineler, ateş kusan silahlar, kızgın alevler
içinden fırlayan mermiler, silahlar var. Bir sihirli değnek ve mucizelerle olan
bir şey değil.” Ölüm gülümsemişti. “Biliyorum. O yüzden tanrı olacaksın.
Diktatör aptallar yerine insanları düzene sokacak ve amacını belirleyecek adam
olacaksın.” Andrjez ona bakıp kalmıştı. Ölüm ise ona gülümsemişti.
“Ölümsüzlük teklif ediyorum ama bu yaşlanmayacağın ve yaşanmayacağın anlamına
gelmez. Bir kapıdan çıkarken iki kurşun göğsünü delip geçse bile ertesi gün
ayağa kalkacaksın.” Ölüm teklifini arttırmak için ona doğru eğilmişti. “Milos
Roluge ile uzun bir yaşam şansın olacak.” Demişti. Ölüm bir tanrıdır ama hileci
ve kurnaz bir tanrıdır. Sözleri altında gizli olanları dikkat etmeyen kimse
anlayamazdı. Andrjez son teklif ile duraksamıştı.
“Bunun bir bedeli olmalı!” Ölüm ona bakıp geriye doğru çekilip doğrulmuştu.
“Var!”
“Ne peki?”
“Ölüm!”
“Ölüm mü? Sonunda ölecek miyim?” dedi. Ölüm başını sallamıştı. Andrjez ona
bakarken gözlerini kısmıştı.
“Beni kandırıyorsun. Gerçek ne? Gerçekten bunun karşılığında benden ne
alacaksın?” Ölüm ona bakıp gülümsemişti.
“Eğer dediklerimi yapmazsan canını alacağım. Daha açık olmak gerekirse, ben
sana hayatını geri vereceğim ama o hayat bana adanacak. Benim istediğimi
yapacaksın. Yer yüzündeki elim ve kolum olarak. Karşılığında sana başarı, aşk
ve ölümsüzlük vereceğim.” Demişti. Andrjez ona bakıp kalmıştı.
“Bir köpek olmamı mı istiyorsun?” Ölüm omuz silkip ona ölen bedenini işaret
etmişti.
“Eskisinden farklı olmayacak. O zaman generallerin köpeğiydin, şimdi ise bir
tanrının inananı ve sadık yardımcısı olacaksın. Bu yeterli değil mi?”
Andrjez’in ne düşündüğünü anlamak ister gibi bakıyordu.
“İnsanlar basit algoritmalı canlılar değildir. Kuralları olmazsa tamamen
dağılacak olan karmaşık toplumlar kurdunuz. Öldürmek yasak, yaşatmak yasak,
çalmak yasak, çalanı cezalandırmak yasak… Kendi iç güdülerine karşı koymak için
eğitilen canlılar oldunuz. Bu değişmeye başlarsa ne olur?” Andrjez onun ne
hakkında konuştuğunu anlamamıştı.
“Ne olacak ki? Anarşi?”
“Yanlış. Olacak şey tamamen bir kıyamet. Bu kadar komplike ve sistemli hareket
eden bir yapı bir anda dağılırsa ne olur?” Andrjez ona bakıyordu. Ölüm
gülmüştü.
“Daha zeki olduğunu sanıyordum.” Andrjez onunla alaycı konuşan Ölüme baktı.
“Ne olması gerek, yıkım, kaos, düzensizlikle gelen ölüm.” Bunu duyunca Ölüm
tatmin olmuş şekilde gülümsemişti.
“Evet! Düzensiz ölüm. O kadar çok arada kalan ruh oldu ki yetişemiyorum,
yetişemiyoruz. Bu ölümler ne kadar devam edecek? İnsanlar birbirinden nefret
ediyor. O kadar çok nefret ediyor ki. Kimi neden öldürdüklerini bile bilmiyorlar.
Senden daha yaşlı bir savaşın içindesin. Anlamsız manasız bir savaş. Savaşın
tanrıçası bundan nefret ediyor. On binlerce evren içinde bir siz bu kadar
kontrolsüz olan değilsiniz. Çok fazla dünya ve çok fazla hata var. O yüzden
sizler kendi dünyanızı düzeltmeniz gerek. Bunu biz yapamayız ama onların içinde
olan sizler yapabilirsiniz.” Andrjez onun konuşmalarını duyuyor ama
anlamıyordu. Yorgunluk çöküyordu sanki.
Ölüm ise onunla iletişim kuramadığını fark etmeye başlamıştı.
“Sanırım zamanımız doluyor. Teklifi kabul edecek misin?” demişti. Andrjez
başını iki yana sallamıştı.
“Dediklerin… Kulağa ne kadar saçma gelse de, Milos ile tekrar konuşma şansım
olacak. Bunun için kabule diyorum.” Dedi. Ölüm gülümsemişti. Ona doğru yaklaşıp
kemikli, uzun elini uzatmıştı.
“Bir insan olarak, benim yer yüzündeki elim olup kaybolan düzeni kuracağına söz
veriyor musun?” Andrjez elini sıkmıştı.
“Ölümün eli olarak insanları düzene sokacağıma söz veriyorum.” Demişti. Ölüm
onun elini sıkıca tutup birden hızla yanda açık olan görüntüye doğru
iteklemişti. Andrjez onun elini sıkıca tutarken ayakları altından zeminin
gittiğini anlamıştı. Ölümün eli yavaş yavaş yok olurken boşluğa doğru kayıp
düşmeye başlamıştı. O kadar uzun süre düşmüştü ki yere çakıldığında
ciğerlerinin patlayacağına, kalbinin durup boynun kırılacağını sanmıştı. Nefesi
bütün ciğerlerinden dışarı doğru hızla boşalırken birden kasları hızla
kasılmıştı. Göğsündeki iki yara hala açıktı ve doktorlar birden hareketlenen
bedenin ne yaptığını anlamaya çabalarken Andrjez birden gözlerini açmıştı.
Hemşire maskesini çıkarıp bir çığlık atmıştı.
“Hasta uyanık!” Andrjez ise göğsündeki derin yanma ile elini göğsüne doğru
koymuştu. Eti kızarıyordu. Kızardıkça acı artıyordu. Gırtlağından sokulmuş
solunum borusunu çekip almış ve yattığı yerden kalkarken herkes geriye doğru
kaçılmıştı. Milos ona öylece bakarken Andrjez dişlerinin gıcırdatmıştı. Ameliyat
masasında oturur konuma gelmişti. Derin derin nefes alırken elini göğsüne
koymuştu.
“Andrjez…” Milos ona dehşete kapılmış halde bakıyordu. Andrjez elini göğsünde
tutarken başını yana doğru eğmişti. Kollarındaki iğnelere üstündeki kanlara baktı.
“Uyutmamız lazım seni. Yaran açık ve…” Milos bunu söylerken ona doğru
yaklaşmıştı. Andrjez kollarındaki iğneleri sökmeye başlamıştı. Milos ona bakıp
kalmıştı. Gözü göğsüne kitlenip kalmıştı. Ne diyeceğini bilemeden ona bakıp
kalmıştı.
“Öldün…”
“Bir süreliğine evet. Ama merak etme kolay kolay gitmeyeceğim.” Andrjez bunu
söyleyip elini gırtlağına doğru götürmüştü.
“Su var mı?” demişti. Milos ona bakıp kalmıştı. Şaşkınlıktan eli ayağı buz
kesmiş, dehşet içinde ona bakıyordu. Ne diyeceğini bilemeden öylece kalmıştı. Birkaç
adım daha atıp ona yaklaşıp eğilip göğsündeki yaranın olması gerektiği yere
baktı. Lotus benzeri bir çiçek vardı orada. Sanki etini yakarak işlenmiş bir
leke gibiydi. Yaprakları açılmış öylece yaranın olması gereken yere kapanmış
duruyordu. Taze bir yanaktan farksızdı. Oraya dokunmak için elini uzattığında
Andrjez onun elini bileğinden yakalamıştı. Milos şaşkınlık içinde ona bakıp
kalmıştı. Andrjez onun bileğini nazikçe bırakıp elini tutmuştu.
“Sadece kalkmama yardım et.” Demişti. Milos ona istemsizce yardım etmek için
hemen yanına doğru gelmişti. Kolunun altına doğru girip kalkmasına yardım
etmişti.
“Neredeyim?”
“Güney Laboratuvarı.” Andrjez bunu duyunca gülümsemişti. “Temiz havaya ve suya
ihtiyacım var.” Demişti. Milos arkada kalan doktorlardan birine dönmüştü. “Doktor
Vasile, Binbaşı Dejan’a teğmenin uyandığını söyleyin. Bir de bu olanlar
hakkında kimse konuşmasın.” Demişti. Doktor Vasile onlara bakıp kalmıştı. Milos
koluna girdiği Andrjez’i hava alması için yukarı çıkarmaya çabalıyordu. Merdivenlerde
Andrjez durmuştu. Yerde hala kan vardı. Ona ait kan. Ölmüş olması gerekirdi. Ama
buna izin verilmemişti. Kime, ne anlatacağını bilmiyordu.
“Sanki bacaklarım uyuşmuş gibi.” Tırabzanlara tutunup Milos’a verdiği
ağırlığını tırabzanlara vermişti.
“Morfin!” demişti Milos sakin konuşmaya çabalasa da neler olduğunu anlamamanın
verdiği dehşet içindeydi. “Aslında oradan kalkmaman gerekiyordu. Yani kalkamazdın.
Sana yüksek doz vermişlerdi. Bunu…” Andrjez merdivene doğru oturmuştu. “Korkuyorsun.”
Dedi. Milos ona bir iki basamak aşağıdan bakıyordu.
“Korkmuyorum! Bir saat kadar önce iki kurşun göğsünü delip çıktı. Kan kaybettin
ve masadaydın. Birden kalkıp sanki bir uykudan uyanmış gibi davranıyorsun
Andrjez. Öldün ve dirildin. Bu normal mi?” demişti. Andrjez ona bakmak için
başını kaldırmıştı. Gözleri tedirgin, kaşları çatıktı.
“Dışarı çıkmayacağım. Uyumak için bir yere ihtiyacım var. Başım çatlıyor.”
Andrjez elini ensesine doğru götürüp gözlerini sıkıca kapatmıştı. Milos ona
bakıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu ve bundan rahatsızdı.
“Yürüyecek kadar iyi misin?” demişti. Andrjez midesindeki bulantı ile kendini iyi
hissetmiyordu bacakları uyuşmuş.
“Biraz daha oturmama izin vermelisin. Sonra yürüyebilirim.” Milos onu göz
takibine almıştı. Andrjez omzunu tırabzanlara dayayıp elini ensesine koymuştu. Başını
öne doğru düşürmüştü. Yavaş yavaş nefes alıp veriyordu. Milos dikildiği yerden
onu izlerken durumunun nasıl olduğuna karar veremiyordu. Andrjez yavaşça
tırabzandan tutunup ayağa kalkmıştı.
“Üst katta asansör var. Ona binebiliriz. Seni yatıracağımız bir yer var.” Demişti.
Andrjez merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı. Milos onu bir iki adım
geriden takip ediyordu. Ara koridor gelince asansörü görmüştü. Oraya doğru
destek almadan gelmişti. Milos yanına gelip büyük düğmeye bastığında yavaş
yavaş makaraları gıcırdayarak asansör gelmeye başlamıştı. Yukarıdan aşağıya
doğru yavaş yavaş iniyordu.
“Sanırım yerin altındayız.” Dedi. Milos başını sallamıştı. Karşı koridordan
birileri geliyordu. Kim olduğunu görmek için bakınca Lannel ve iki asistanı
görmüştü. Andrjez onun baktığı yere doğru bakınca Lannel’i fark etmişti.
“Milos!” demişti. Milos gelen kıza bakıyordu. Gözlerini Lannel’den ayırmıyordu.
Onunla alakalı karar veremediği şeyler vardı. Andrjez’in ona seslendiğini
duyunca gözlerini ona doğru çevirmişti.
“O iyi birisi. Ona güvenmelisin.” Lannel hakkında konuşuyordu. Milos ellerini
arkasında birleştirmişti.
“Bunu konuşmak için doğru zaman mı?” demişti. Andrjez ona bakıyordu. Asansör yaklaşırken
Lannel ve asistanlar yaklaşıyordu. Milos onlara bakarken durgun ve kaşları
çatıktı. Ellerini arkasında birleştirmiş adımlarını izliyordu. Andrjez derin
bir nefes aldı.
“Düşününce acı çekmek bilgelik getirir diyorlar. Keşke daha az acı verseydi. Seni
sevmeyi öğreneceğim diye sürekli canım yanıyor Milos.” Andrjez bunu söylerken
omzunu duvara doğru yaslayıp Lannel’i görmesini engellemek için tam önünde
dikilmişti. Milos ona bakıyordu. Ne diyeceğini bilemeden ona bakıp kalmıştı.
“Sevgi öğrenilen bir şey değil Andrjez. Beni sevmeye çalışacağına doğru olanı
yapmalısın. Gerçekten kimi seviyorsan ona gitmelisin.” Sesi alçaktı. Konuşurken
dudakları yavaş harekete diyordu. Andrjez gülümsemişti. Milos’u baştan aşağı
süzmüştü.
“Ölüm bana ne öğretti biliyor musun?” Milos ona bakıyordu. “Ölmek için çok
fazla sebep var ama yaşamak için bir sebebin oluyor. Bunu düşünmek için hiç
tahmin etmediğin kadar uzun bir zaman verdiler bana. Bu saatten sonra ne
yaparsan yap hep buradayım.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı. Andrjez
korkusuz duruyordu. Nedense o çekingenliği yoktu. Ne olmuştu da o Nilüfer
çiçeği göğsüne kazınıp birden ölümden dönmüştü.
“Düşününce, en başından beri ölümle yüz yüze kaldığımda beni bırakıp gitmiştin.
Bir defa hastaneye gelip beni gördün ve sonra…”
“Sonra gittim. Bundan pişman değilim.” Demişti. Lannel ve iki asistan asansörün
önünde durmuştu. Andrjez’e bakıyordu Lannel. Onun vurulduğundan haberdar
değildi.
“Merhaba Bay Roluge. Merhaba Andrjez.” Demişti. Andrjez ona bakıp gülümsemişti.
Milos ise başıyla ufak bir selam vermişti.
“Pişman olup olmadığını artık umursamıyorum Milos.” Demişti. Kapı açılmıştı
asansörün. Hepsi içeri doğru girmişti. Milos cevap vermeden 1. Kata basmıştı. Lannel
ikisinin de gergin olduğunu hissediyordu.
“Bay Roluge, kristaller hakkında sizinle görüşmeye gelmiştim. Ama müsait olmadığınız
söylendi.” Dedi Lannel hemen konuşmaya başlayarak. Milos kenarı doğru yaslanmış
Andrjez’e göz ucu ile bakıyordu.
“Raporu odama bıraktıysan okurum Lannel. Ve artık bana Bay Roluge diye hitap
etme. Rahatsız edici oluyor. Benim altımda çalışıyor olsan da mazimiz var. Bu yüzden
Milos demen yeterli.” Dedi. Lannel gülümsemişti.
“Peki, deneyeceğim.” Demişti. Milos yana doğru dönüp sırtını asansörün soğuk duvarına
doğru yaslamıştı. Asansör önce zemin katta durdu. Lannel ve asistanlar inmişti.
Mutlu görünüyordu Lannel. Onlara veda edip yemek için inerken ikisi birinci kata
doğru gıcırdayan eski demir asansörde yukarı doğru çıkmaya başlamıştı. Milos sessizdi. Asansör gıcırdayarak durmuştu.
Kapı açıldığında Milos inip kenarda duran Andrjez’e bakmıştı.
“Eskiden fabrikaydı burası. Sonra İstihbarat ve strateji bakanlığı satın aldı.
Burayı laboratuvar yapmak için altına kat inildi. Üst kat eskiden işçiler için
yemekhane ve müdür odalarından oluşuyormuş. Şimdi burada doktorların ve
çalışanların odaları var.” Gereksiz şekilde bir tanıtıma başlamıştı Milos.
“Doktor Vasile ile odamız yan yana.” Kenarda duran kapıyı göstermişti. Hemen yanındaki
kapıyı işaret etmişti. Adım atıp hemen yan kapının önüne gelmişti. Hızla kapı
kolunu çevirip açmıştı.
“Paravanın arkasında bir yatak var. Biraz tozlu…” Andrjez oraya doğru birkaç adım
atıp içeri doğru geçip paravana doğru yürümüştü. Dağınık oda havasız ve loştu.
Milos’un burayı sadece arada bir uzanmak için kullandığını düşünmüştü. Paravanı
dönünce eski dağınık yatağa bakıp kaldı. Milos kapıyı çekip havalansın diye
camlara yönelmişti. Perdelerden toz akıyordu. Gün kararmaya başlamıştı bile.
Camları açmak için paravan tarafına doğru yürüyüp perdeyi açmak için Andrjez’in
dikildiği yerden geçmesi gerekiyordu. Andrjez yatağa bakıyordu.
“Sorun olacaksa hemen çırparım…” Milos bunu söylerken onun neden yatağa bu
kadar dikkatli baktığını anlamaya çabalamıştı. Andrjez başını iki yana
sallamıştı.
“Bu yatakta başkası…”
“Sadece ben. Yatağıma kimsenin yatmasına izin vermem. Bir süredir kullanmadığım
için tozlanmış.” Andrjez bunu duyunca ona doğru dönmüştü. Milos araladığı perdeden
hava girmesi için camı açmaya çabalıyordu. Yukarı doğru itmeye çabalasa da eski
paslı kol sıkışıp kalmıştı. Andrjez ona yardım etmek için oraya doğru gelip
uzanıp bir hışımla kolu çevirdiğinde eski kol düşüp cam sonuna kadar açılmıştı.
İstemeden bu kadar güç uygulamıştı. Elinde kalan parçaya bakıp kalmıştı.
“Bir an için…” Milos gülümsemekten kendini alamıyordu. Elindeki pencere koluna
bakıp iç çekmişti.
“Eskimişti zaten. Uzan sen. Benim inip Yüzbaşı ile konuşmam gerek.” Demişti.
Andrjez ona kolu uzatmıştı. Milos kolu alırken gülümsemesi durmuştu. Ona bakıp
kalmıştı. Yorgunca duran Andrjez ise sadece pencere kolunu tutan eline
bakıyordu.
“İyi misin?” Milos bunu sorarken elindeki kolu alıp oturması için yatağa doğru bir
adım atmıştı. Andrjez yatağa doğru geçip oturmuştu.
“Göğsümde bir yanma var. Sanki birisi sürekli bir bıçak saplıyor gibi.” Milos
onun göğsüne bakmak için eğilmişti. “Etini mühürlemişler, tıpkı kızgın bir
demirle damgalanmış gibi. Merhem sürsem belki ağrın geçer. Uzan sen ben merhem
bulacağım.” Demişti. Doğrulup hemen paravanın arkasına geçip hızla çekmeceleri
kurcalamaya başlamıştı. Biraz gürültü çıkarmış sonunda geri paravana doğru
hızla yürümüştü.
“Aslında diğeri yanıklar içindi ama bu da iş görür. En azından mikrop kapıp
yara olmaz.” Demişti. Andrjez ona ameliyathaneden verilen gömleği çıkarmış
sırtı dönük oturuyordu. Milos ona bakıp yavaş adımlarla yanına gelmişti. Oturup
merhem kutusunu açıp göğsüne doğru sürmek için birazcık parmağına almıştı.
Andrjez tepkisiz ellerini yatağa dayamış duruyordu. Milos dikkatle merhemi
yanığa sürerken bir anlığına izleniyor hissiyatı ile başını kaldırmıştı. Andrjez
onun başını kaldırması ile birden elini Milos’un beline doğru sarmıştı.
“En son bir hasta yatağında uyurken kaçıp gitmiştin. Yine aynısını mı
yapacaksın?” Milos belini sıkıca kavrayan eli hissediyordu. Kremin kapağını
kapatmak için doğrulmak istemişti ama Andrjez onu kendine yakın tutmak için
adeta kollarını kilitlemişti. Bir milim bile oynayamıyordu. Andrjez, Milos’un
elindeki kremi alıp yanda duran üstü gazete dolu sehpaya bırakmıştı.
“Andrjez, abin aşağıda ona rapor vermem için bekliyor.” Milos bunu söylerken
sesini sert tutmaya uğraşıyordu.
“Beklesin. Ben altı senedir seni tekrar göreceğim anı bekledim. Altı üstü
uyandığımı söylemen için acele etmeye gerek var mı?” iki eliyle onu sıkıca
sarıp kendine doğru çekmişti. Milos onun ne yapmaya çalıştığını biliyordu ama
buna müsaade etmeyecekti.
“Yaraların var ve morfin bedenini uyuşturmuşken böyle bir şey…” Andrjez
gülümseyip onun yüzüne doğru yaklaşmıştı. Arsızca gülümsemişti.
“Sadece biraz numara. Yalnız kalabilmek için.” Dedi. Milos oyuna getirilmiş
olduğunu anlamıştı. Çaresiz hissetmiyordu. Aksine bu hoşuna gitmişti. kandırılmış
ve Andrjez onu yatağa atmaya çabalıyordu. Sadece birkaç saat önce kavga
etmişler ve Andrjez vurulmuştu. Bunun dışında sıradan bir gün gibi hissediyordu.
“Sen korkuyorsan, ben artık korkmuyorum. Ölümsüz gibi hissediyorum.” Demişti Andrjez.
Onu bir hamlede yatağa doğru yatırıp üstüne döndüğünde.
“En başında seni o gece öpmüş olsaydım ve elini bırakmasaydım şimdi bambaşka
olurduk değil mi? Korkak davranmış olmam seninle yaşayacağım yıllarımı elimden
aldı. Buna daha fazla izin veremem.” Milos onun ağırlığını hissediyordu.
Bileklerini tutan ellerin sertliğini, boynuna doğru gelen nefesin sıcaklığını
hissediyordu. Boynuna dokunan dudaklar kuru ve yıpranmıştı.
“En başından beri seni kaybetmekten korktuğum için kaybediyormuşum Milos…”
Andrjez dudaklarını Milos’un zarif gergin boynunda gezdirirken konuşuyordu.
Milos ona direnmek istemiyordu. Sadece tedirgindi. Kendinde değil gibi davrana
Andrjez onu korkutuyordu. Kasıklarına doğru gelen baskı ile ürpermişti. Andrjez
bedenini onun bedenine yasladığında yutkunmuştu.
“Bunu sende biliyorsun. En başından beri birbirimizi kaybedeceğiz diye her
şeyden vaz geçtik ve kaybetmedik mi?” Milos ona cevap vermek istiyordu. Dudaklarını
araladığında Andrjez ile burun buruna gelmişti. Andrjez dudaklarına doğru
eğilmişti. Nefesi daha sıcaktı sanki. Kurumuş dudaklarının pütürlü ve çatlamış
halini hissetmişti Milos. Kendi dudaklarına dokunan bu doku hoşuna gitmişti. Adrenalini
bedenin her yerinde hissediyordu. Andrjez onun bir elini serbest bırakmıştı.
Elini beline doğru dolayıp onu daha da kendine yapıştırmak için çekmişti. Milos
boş kalan elini refleks olarak Andrjez’in boynuna dolamıştı. İkinci defa
dudaklarında hissettiği öpücük ile karşılık vermek istemişti. Andrjez kanla
karışık bir kokuya sahipti. Etkileyici ve baştan çıkaran hoş bir koku. Bileğini
Andrjez’in elinden kurtarıp tamamen onun boynuna sarılıp kendine çekmişti. Beline
dolanan eli ve ensesinden sırtına doğru gelen eli hissediyordu. Onunla birlikte
olmaktan çekinmiyordu. Ona zarar geleceğini, birilerinin göreceğini ve bütün
kariyerinin yıkılacağını umursamıyordu. Sadece hissetmek ve yaşamak istiyordu.
Andrjez’i kendine doğru çekmişti.
Belinden kalçalarına doğru inen elleri hissedince hoş bir ürperti sarmış
bedenini. Andrjez’in dilini kendi dilinde hissederken nefes almakta zorlanıyor
gibi hissetmişti. Kalbinin böyle deli gibi atması onu heyecanlandırmıştı. Andrjez’in
de aynı şeyleri hissetmesini istemişti. Onu kendine doğru çekip yana doğru
devirmişti. Yatak sertçe gıcırdamış ve eski nevresimlerden toz yükselmişti.
Milos onun üzerine doğru çıkmıştı. Daha önce yapmadığı bir şeydi bu. Andrjez’in
gözlerine bakmıştı. Heyecanlı duran o gözlere bakarken kasıklarına doğru oturmuştu.
Andrjez gülümserken onu öpmek için eğilen Milos’un belini iki eli ile sıkıca
kavramıştı. Yavaşça üstündeki gömleği sıyırırken sıcak pürüzsüz tenini hissediyordu.
Milos önce onu dudakların sonra boynundan öpmeye başlamıştı. Andrjez ona engel
olmuyordu. İkisinin de istediği bir birliktelik olmasını istiyordu. Milos
dudaklarını Andrjez’in sağ göğsünde gezdirmişti. Daha sonra karnına doğru
inerken aşağı doğru onun elinden kurtulup kaymıştı. Andrjez yıllarca manastırda
bedenini güçlendirmiş, irileştirmiş ve bir erkekte olması gereken fiziğe
erişmişti. Milos onu her şekilde çekici bulabilirdi ama bu haliyle baştan
çıkarıcı geliyordu ona. Altındaki pantolona geldiğinde durmuştu. Andrjez onun
ne yapacağını biliyordu ve buna karşı koymayacaktı. Hep beklediği bir şeydi bu.
Birlikte olduğu kadınların hep Milos olduğunu hayal ederdi. Bundan her
defasında utanç duysa da istediği oydu. Milos’un ellerini erkeklik organında
hissettiğinde irkilmişti. Milos onu erekte etmek için çok çabalamasına bile gerek
yoktu. Zaten kas katı olmuş bir erkeklik organı vardı. Milos’u ilk öptüğü andan
beri bedeni uyarmaya başlamıştı onu. Milos’un onu hemen tatmin etmeyeceğini
biliyordu. Bu bir oyundu ve iki tarafta zevk almak isteyecekti. Andrjez
erkeklik organındaki sıcak nefesi hissettiğinde oturur konuma gelmişti.
“Bunu yaparsan ben…” Milos’un onu dinlemeyeceğini anladığında başını zevkle
geriye doğru atmıştı. Ona durmasını söylemeyecek kadar hoşuna gidiyordu bu. Milos onun boşalmasını beklememişti. Birçok
kadınla yattığını bu yüzden iradesi güçlü olur diye bekliyordu. Ama yanılmıştı.
Andrjez için bu hayatındaki en tuhaf andı. Belki de en hızlı an. Milos dizleri üstünde
doğrulup kenarda duran havluya uzanmıştı. Andrjez ise bir süre öylece kalmıştı.
Milos’un kendini temizlemesini izlerken onu birden kollarının altından tutup
kaldırmıştı.
“Sıra sende!” demiş ve birden yatağa doğru sırt üstü yatırmıştı. Milos onun bir
erkeğin ne istediğini anlayacağını düşünmüyordu. Tecrübesiz olacağını
biliyordu. Andrjez ise iç güdülerine güvenmişti. Sonuçta kadınlarla sevişirken öğrenerek
bunu yapmamıştı. Milos’un bedenin yaydığı sıcaklık ve tenin kokusu güdülerini
aktifleştiriyordu. Onun neyden hoşlandığını anlamak için deneyeceği çok şey
vardı. Üstünü çıkarmaktan hoşlanır mıydı? Bazı kadınlar sadece giyinik
olduklarında sevişmeyi tercih ederdi. Andrjez gömleğinin düğmelerini açıp Milos’un
çıplak göğsüne bakmıştı. Göğüs uçlarında dolaşan dudaklarının verdiği his ile
Milos’un bedeni hareketlenmeye başlamıştı bile. Elleri onun kalçalarına
kaydığında yavaşça yapmak istemişti. Onunla olduğu anları unutmamasını
istiyordu. Tıpkı onu unutamayacağı gibi. Düşen ayakkabıların sesini açılan
kemer tokasının ve sıyrılan pantolon işlemişti. Bir kadın bedeninden daha
farklı ama daha hoştu. Onu gevşetmesi gerektiğine inanmıştı. Bir hamlede yüzü
koyun çevirmiş ve üzerine doğru eğilmişti.
“Durmamı istediğinde, duracağım…” demişti. Milos yüzünü toz kokan çarşafa doğru
gömüp başını sallamıştı. Sırtında kazadan kalan artık grimsi duran morluklar
vardı. Kalçasının bir tarafında kazda kırılan camının oluşturduğu kesikten arda
kalan dikiş izi vardı. Eğilip kalçasındaki yaraya dudaklarını dokundurmuştu.
Milos bunu hissettiğinde ürpermişti. Elleri ile dağılmış örtüyü sıkıca
kavramıştı. Andrjez’in dudaklarını sonra sıcak dilini hissettiğinde yüzünü
yatağa gömmüştü adeta. Kan basıncı yanaklarına toplandıkça yüzünü alev
basıyordu. Erkeklik organındaki eli hissedince birden başını kaldırmıştı.
“İçime…” nefesini kesen şeyle konuşamamıştı. Onun yerine bir inilti ile
dudaklarını ısırmıştı. Bu kadar oyun onun için yeterliydi daha fazla oynamak
istemiyordu. Andrjez’i hissetmek için onunla olmak için kendini hazır hissediyordu.
Andrjez’in erkeklik organını arkasında hissettiğinde ürpermişti. Onun için hazırdı.
Ve yavaş yavaş içinde hissediyordu. Onunla bu kadar kızarmış ve utanmış halde yüz
yüze gelmektense bu pozisyonda kalmak istemişti. Andrjez ise onun yüzünü görmek
istiyordu. Onu belinden kavramıştı.
“Seni görmek istiyorum…” demişti. Milos ise sıkıca yatağa gömüş başını, elleri
çarşafları tutarken ona bakamayacaktı.
“Buna devam etmek için seni görmem gerek.” Demiş ve Andrjez birden içinden
çıkmıştı. Milos öylece kalmıştı. Ne yapacağını bilmeden. Birkaç saniye öylece
durmuştu ve ardından yavaşça yana doğru dönüp ona göz ucuyla bakmıştı. Dağılmış
sarı saçları alnına yapışmış, yanakları kızarmıştı. Göz bebekleri heyecandan
büyümüştü. Nefes alırken aralık, kırmızı dudakları yavaşça gerinip kapanıyordu.
Andrjez onun yüzünü gördüğünde daha da çok etkileneceğini hiç düşünmemişti. Onu
sırt üstü çevirip üzerine doğru eğilmişti. Bir eli ile erkeklik organını
yerleştirmiş diğeri ile onun belini kavramıştı. Milos bacaklarını onun beline
doğru sarmıştı. Andrjez ondan daha iri olsa bile esneklik konusunda Milos daha
şanslıydı. Dudaklarına dokunan artık ıslanmış olan dudakları hissederken
gözlerini kapatmıştı. Andrjez’in onu zorladığını hissediyordu. Sert ve
hızlıydı. Andrjez Milos’un boynuna doğru çenesini yaslamıştı. Yatağın gıcırtısı
şiddetliydi. Milos artık dudaklarını ısırarak sesini kısamıyordu. Bir elini
ağzına doğru götürmüş, diğeri ile Andrjez’in boynuna sıkıca tutunmuştu. Andrjez
birden patlamıştı. Milos ise onun hemen ardından boşaldığını fark etmişti. Bacakları
kilitlenmişti ve şimdi sanki morfin etkisinde gibi hızla gevşemişti bütün
bedeni. Karnı kasılmış, karnına doğru akan meni bedeninden daha sıcaktı. Andrjez’in
nefesini boynunda hissediyordu. Kulağına doğru kesik kesik nefes alışlarını
duyuyordu. Elini ağzından çekmişti. Kolunu yavaşça yana doğru düşürdüğünde
Andrjez onun yanına doğru kendini bırakmıştı. Kenarı doğru koyduğu havluyu alıp
hemen karnındaki menileri silmeye başlamıştı. Andrjez’in kasıklarını ve karnını
silmek için döndüğünde onunla göz göze gelmişti. Mutlu duruyordu. Gülümsüyordu
sanki.
“Ben yaparım.” Demişti Andrjez doğrulup onun elinden havluyu alırken. Milos
utangaç hissetmişti. Hemen kenarda duran kıyafetlerine doğru eğilip pantolonun
cebine sıkıştırdığı sigara tabakasını çıkarmıştı. Andrjez için bu sigara bütün
hepsinden daha güzeldi. Kendini temizleyip yatak başlığına doğru sırtını verip
oturmuştu. Milos onun yanına doğru oturup dağılmış örtüyü bacaklarına geçmişti.
Andrjez sigarasını yaktığında o öylece oturuyordu. Andrjez onun çıplak
omuzlarını sıkıca sarıp onu göğsüne doğru çekmişti. Sessizce sigarasını içerken
Milos öylece onun göğsüne doğru yaslanmış halde bekliyordu.
“Canın acıyor mu?” demişti dumanı havaya doğru üflerken. Milos başını kaldırıp
ona bakmıştı.
“Hayır.” Demişti. Geri başını indirip onun göğsüne dayamıştı. Andrjez sigarasını
bitirmişti. O sırada kapının tıkladığını duydular.
“Bay Roluge?” ses bir adama aitti.
“Evet!” demişti Milos doğrulup.
“Yüzbaşı Dejan sizi bekliyordu efendim. Müsaitseniz hala aşağıda.” Dedi. Milos
hemen yataktan fırlayıp giyinmeye başlamıştı.
“Elbette, birazdan geliyorum. Lütfen haber verin.” Derken giyiniyordu. Andrjez
usulca onu izliyordu. Milos gömleğini ilikleyip pantolonun içine doğru
sokmuştu. Kemerini takıp hemen hızla askılarını takmıştı. Andrjez’e bakıp
birden gülümsemişti.
“Böyle kalma, cam açık olacak hasta olursun. Görüşme bitince araba
hazırlatırım. Seni muhtemelen götürmek isteyecek abin. Onun için hazır olsan
iyi olur.” Dedi. Andrjez onu yanına doğru çağırıp nazikçe öptü.
“Ona uyuduğumu söyle ve gözlem altında tutulmam gerektiğini.” Demişti. Milos kollarını
katlayarak yürümeye başlamıştı. Kapıyı açıp çıktı. Andrjez ise öylece eski yatağa
ve loş odaya bakıp kalmıştı. Birkaç dakika önce Milos ile birlikte olduğu
yatakta şimdi tatlı bir uykuya esir düşüyordu.
(bölüm yazarlarından birisi olan Ceku_balım'a da teşekkür etmeyi unutmayın lütfen.)
Yorumlar
Yorum Gönder