Kayıp Masallar 3 (17. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?


Toplantı

 

Yuvarlak geniş masa binlerce çeşit yemek, içecek ve meyve ile doluydu. Öyle büyük ve şaşası masayı altın ve gümüşten şamdanlar aydınlatıyordu. Yükselen sandalyelerde kurulmuş bedenler ve mırıltılı sohbetler duyuluyordu. Yanan mumlar hoş bir loşluk oluşturmuştu. İrice bir beden en büyük sandalyeye doğru yürüyünce mırıltılar kesilmiş derin bir sessizlik olmuştu. Gergin bir hava oluşmuştu. Sandalye kendiliğinden geriye doğru çekilmiş ve iri cüsse oturmuştu. Sarı kaftanı omuzlarında salınıyordu. Oturanlara bakıp gülümsemişti.  
“En son bir düğün yemeğinde bir de kutsamada bir araya gelmiştik kız ve erkek kardeşlerim.” Dedi. Sesi gür, tonu neşeliydi. “Sizi bugün buraya bu sefer bir kararın netliği için çağırdım.” Dedi. Ellerini birleştirmişti. “Bize katılacak mısın kapı arkasında dikilecek misin?” demişti. Salınan siyah cübbe ile birkaç adım atılmıştı içeri doğru. “Bana kızgın olduğunuzu düşündüğüm için geride durmak istedim. Belki sofranızda beni istemezsiniz.” Demişti. Adam gülüp ona boş sandalyeyi göstermişti. “Bu evrenlerin iki temel dengesi var. Birisi ben birisi sen… Sevgili kardeşim Tesna masaya gel lütfen.” Demişti. Tesna salınarak sandalyeye yaklaşmış ve gülümsemişti. “Sizlere sormadan bir şey yaptım.” Dedi. Hepsi ona bakıyordu. Tesna gülümsemişti. “Bir insana tanrı kanı verdim.” Demişti. Hammuaş ona bakıp gülmüştü. “Buna şaşırmam. Bir insanı karın yapıp getirdiğinde asla iflah olmayacağını anlamıştım. Şimdi konumuz bu insan.” Elini yüzüne doğru dayamıştı. “Senin bu insan sevdan başımıza bela açıp duracak. İnsandan doğanın soyu tükenmişken nedir bu yeni tanrı sevdası? Yazıcılar insanları bizden uzak tutup yeni dünya kurmuşken neden geçmişe dönüp duruyorsun?” Sorular ardı ardına geliyordu. Tesna ona doğru dönmüştü. “Sorumluluk almamı söyleyip duruyordun. Yeni bir dünya yaratamayacak kadar güçsüzüm. Babamızın beni kilitlediği yer bütün gücümü azalttı. Ancak ruhları sökebilecek kadar gücüm kaldı. Yazıcıların benim için bir dünya kurmayacağını biliyorsun. Onlar Güneş’e itaat ediyor. Babam arkamda bıraktığım pisliği temizleyene kadar beni rahat bırakmayacak. Dediğini yaptım. Onlara tanrıları unutturduk ama şimdi bir uydurma tanrı yaratmışlar bir de onun uydurma öğretileri. Bunun için savaşıp sürekli ölüyor ve üreyip daha da nefretle çoğalıyorlar. Kontrolden çıkmış varlıklara dönüşmüşler. Ne senin saf beyaz ırkın ne benim güçlü ırkımdan eser kalmamış. Kanını çalmışlar…” Hammuaş bunu duyunca birden yüzü asılmıştı. “Kanımı mı? Ne kanı?” Tesna gülümsemişti. “Yargıcın keşfettiği kan. Senin dağda döktüğüm kanın.”
“İyi de onu saklamaları için emir vermiştin rahiplere.”
“Bulmuşlar. Eskisi gibi kılıçla kalkanla dövüşmüyorlar. Ellerinde makineler var. Sıcak mermiler, insanın etini kemiğinden ayıran şeyler. Bir binayı yerinden oynatacak güç. Emir vermişti Güneş’in Kızı. Tanrıları unutup sihri bilimden geriye tutun diye. Şimdi bilim onların sihri olmuş. Ve senin kanınla beyaz ırkının ardında kalan kristalleri canlandırıyorlar. Vahşeti düşün abi.” Hammuaş kaşları çatılmış on bakıyordu.
“Babamızın bundan haberi var mı?” dedi. Tesna başını iki yana sallamıştı. “Olsaydı bir felaket çıkardı. Herkesi katledip parça parça ederdi dünyamı. O yüzden bende kendi çözümümü buldum.” Dedi. Hammuaş ona bakıyordu.  
“Kimi seçtin?” dedi. Tesna ona bakıp kaşlarını çatmıştı.
“Kanı bozuk birisine yakın olana.” Dedi. Hammuaş bunu duyunca kaşları çatılmıştı.
“Nasıl yakın?” dedi. Tesna geriye doğru yaslanmıştı.
“Her şeyine müdahale edecek kadar.” Dedi. Hammuaş canı sıkılmış şekilde oturuyordu.
“Bozuk kan mevzusu can sıkıcı. Aptal kralın öldürüldüğünü sanıyordum.” Demişti. Tesna gözlerini devirmişti. “Acı çeksin diye o kadar uzun ömür verdin ki bir yerde tohumu yeşermiş. Sana demiştim, en başından beri bana bıraksaydın sadece Ung soyu ile orayı adam edebilirdim.” Hammuaş ona doğru çevirmişti gözlerini.
“Tek suçlu ben miyim? Kurduğumuz dünyaya kendi soyunu yaratan kardeşlerimize de sor istersen? Aveler, Seronlar ve Aptal kralın soyundan olma Santlar…” Tesna gözlerini ona dikip ellerini masaya koymuştu.
“Bu bir noktada iyi. Tek suçlu olmadığına göre kararımı dinleyip değerlendirebilirsiniz.” Kenarda duran şarabı eline almıştı. “Tanrı diyorlar bize ama niteliksiz yöneticiler gibi davranıyoruz.” Dedi. Tesna acımasızca konuşurken takındığı tavrı takınmaya başlamıştı. Alaycı ve hoşgörüsüz.
“Yaşam senin eline, ölüm benim elime verildi abi. Ve kardeşlerimiz onlar zenginlik, şans, su, hava gibi birçok niteliği kazandırdı oraya. Düşününce köklü ve şu ana kadar yıkılmamış en iyi yer Nilamani. İnsanlar oraya dünya diyor, yuva diyor… Yazıcılar senelerce orada kader oyunu yarattı. Eğitim verdi… Şu an var olan masada bulunan birçok şeyi oradan elde ettik.  Annemiz için yaptığımız dünyaya son şans vermek istedim.” Herkes onu sessizce dinliyordu. Saçları keçeleşmiş, gözleri şişmiş bir kadın olduğu yerden kımıldanmıştı. “Uykumu bölecek kadar değer vermiyorum ben oraya…” Tesna dönüp ona bakmıştı. “Sevgili kız kardeşim Ave, insanlar seni kovdukları için bu kadar öfkeli olma. Onlardan zaten hiçbir zaman hoşlanmadın. Onlarda senden.” Demişti. Ave göz devirmişti.
“Onlardan nefret etmiyorum. Sadece aptal ve laf anlamaz varlıklar. Dört büyük çağ geçirdiler ve hala küçük yaratıklar gibi birbirleri ile didişip duruyor. Oysa bir araya gelseler bizi bile yenecek kadar güçlü olabilirler. Sadece onları kurtarmak falan… bunlar bana zaman kaybı gibi geliyor. Binlerce yazıcı, güçlü kahraman bu uğurda heba olup gitti. Güneş’in Kızı bile eğittiği yazıcıları oraya göndermekten vaz geçmişken biz tanrılar neden karışıyoruz. Babam bile onlara sırtını dönmüş duruyor.” Tesna ona bakıp iç çekmişti.
“Babam sadece onlara mı döndü sırtını? Bize de döndü sırtını, annemiz sönüp gittiğinden beri yüzünü kimseye göstermiyor. Erimiş altından maskesi onu hep bizden saklayacak. Gülüyor mu ağlıyor mu bilemeyeceğiz. O yüzden babamı buna karıştırma. Kurtarmak istediğimiz şey insanlar ya da onların soyu değil. Yaratacak kadar güçlü olabiliriz belki bir gün. Özverili ve daha doğru düşünerek. Kurtarmak istediğim şey annemin adı. O yer annemiz Nilamani için var oldu. Onun ruhu için tasarlandı. Belki ben zevklerime ve gençliğimin heyecanına kapılıp hatalar yaptım ama hiçbiriniz yapmadınız mı?” Karşısında oturan sarı saçları yerlere kadar uzanan kişiye dönmüştü.
“Söylesene Seron, babamın istediği gibi, zengin akılı bir uygarlık kurdun ama onları öyle yücelttin ki kendilerini üstün ırk olarak gördüler. Seronrakaul krallığından arda büyük bir yıkıntı kaldı. Dönüp onlara baktın mı?” dedi.  Kenarda yarı uyanık oturmuş, beyaz saçları arkaya doğru toplanmış, kaşları çatık Darta’ya dönmüştü. “Peki sen büyük abi, sen kaçıp yerin altına sığınıp kuzeyi korumasız bıraktın. Gölgelerin insanların akıllarına girmesine sebep oldun. Oğlun o kadar çalıştı ama gölgeleri yok edemedi. Onun atadığı kişi olmasa şu an kuzeyden geriye bir bataklık kalacaktı.” Dedi.  Darta ona bakıp iç çekmişti. Hammuaş bile onunla konuşurken çekinirdi. Nilamani ve Güneş’in ilk çocuğu değildi ama herkesten güçlü ve sözü geçen kişiydi.
“Kim? Oğlum Londaga ona verdiğim bütün emirleri yerine getirdi ama ikinizin nefretinden ortaya çıkan karanlık temizlenmedi oradan. Karanlık ve güç arzusu kimin nefretiyle ortaya çıktı? Senin mi? Yoksa Hammuaş’ın mı?” Darta çok konuşmayı sevmezdi. Ama bu sefer sinirliydi. Kaşları çatılmış burnun üstündeki deri bile sıkışıp kırışmıştı. Alnındaki ve gözlerinin etrafındaki mücevherler sinirle parlamıştı. “Yarattığımız her şey sizin kavganızla yine yok olacak. Artık oraya müdahale etmekten vaz geçin. Ne zaman elimizi oraya atsak sonu iyi gibi gözüken binlerce felakete yol açıyoruz.  Hisar savaşını hatırlayın, oraya inmek için geç kaldık. Vara bedensel varlığını kaybetti, bir çok tanrının tapınağı yıkıldı, binlerce insan öldü… Ve Yaksotat’ın güç arzusu yüzünden olanlar. Yargıcın dünyada olması büyük şanstı. Yarattığınız rahiple kurdurduğunuz ilişkisi yüzünden devam ediyor bu durum. Bıraksaydınız rahip ve ikisi ayrı hayatlarda var olsaydı. İlla işin içine eğlenceli olsun diye karman çorman insani duygular katıyorsunuz. Bunlar hep Akela’nın ortaya çıkardığı gözlemciler yüzünden.” Demişti. Kahverengi saçları omuzlarından beline kadar dökülen, açık yeşil gözleri tıpkı göğsündeki zümrüt gibi parlayan kadın başını kaldırıp ona bakmıştı.
“Şimdi suçlu ben mi oldum? Oğlunun yaptığı kıyımdan insanlarımı kurtarmak istedim sadece. Bu sayede var olan bütün boyutlarda yazıcılar oluştu. Bizim yerimize akışı kontrol ediyorlar.” Demişti. Darta homurdanıp geriye yaslanmıştı. O sırada bir kapı hızla açılmış ve saçları alev kırmızı bir genç tanrı içeri doğru girmişti. Boynunu çevreleyen gümüş tasma ve yanaklarına zımbalanmış gümüşler vardı. Akela giren kişiyi görünce gözlerini devirmiş ve homurdanarak konuşmuştu. “Geldi kıskançlık ve şehvetin efendisi.” Demişti. Sant bunu duymasına rağmen gülümseyerek yerine oturmuştu. Dünyadan çekilirken insanlarını ve topraklarını Seron’a bırakıp gitmişti. Daha doğrusu bunu yapmaya mecbur kalmıştı. Yarattığı insanları kendine birer köle haline getirmeye alışıktı. Bir erkek olmasına rağmen Sant ve Ave ile aynı anda var olmuş ve onlar kadar güzeldi. Diğer abilerine göre oldukça dikkat çekiyordu. Tesna oturan Sant’a doğru dönmüştü.
“Toplantı için biraz geç kalmadın mı?” demişti Ave kaşlarını çatıp. Sant gülümsüyordu. Yüzünde bir yılanın sırıtışı vardı. Yeşile dönmüş gözleri heyecanla parlamıştı.
“Birileri ile buluştum.” Dedi. Hepsi ona bakıyordu.
“Vara, bedenini yenileme işlemini bitirmiş. Ama hala kullanamıyor. Ona ateş aktarmam gerekiyordu.” Kenarda oturmuş olan saçları kesilmiş kolları parça parça belirgin olan Azatod bunu duyunca irkilmişti.
“Kır evine mi gittin?” demişti. Sant ona bakıp dişlerini göstererek gülümsemişti.
“Evet, Tulhu’yu soracaksan iyi.” Demişti. Azatod bir tanrıya işkence ettiği için Tulhu’ya yaklaşması yasaklanmış ve Yaksotat ile beraber yüz yıllık bir mahkumiyet yaşamıştı. Şimdi ikiside serbestti ama eskisi kadar güçlü olamayacaklardı. Yaksotat hatası yüzünden Güneş Baba tarafından kalbi mühürlenmişti. Azatod ise baştan çıkarıldığı gerekçesi ile kolları parçalanarak cezalandırılmıştı.
“Benim hakkım da…” Sant kaşlarını kaldırıp ona bakmıştı. Sandalyenin kollarına dirseklerini dayayıp ellerini birleştirmişti çenesinin hizasında.
“Sadece nasıl olduğunu sordu. Beden ona kolsuz olduğunu söyledim. Zaten çok kalamadım, ruh kapısı şu sıralar korkunç kalabalık. Enerjisi derimi bozuyor.” Demişti. Tesna bunu duyunca iç çekmişti.
“Duydunuz mu? Kontrolsüz şekilde yok oluyorlar.” Demişti. Sant bunu duyunca hemen yanında oturan İkasabat denizini yaratan Tanrı İka’ya dönmüştü.
“Bu ikisi neden bir arada? Babamız ikisinin bir arada kalmasına izin vermiyordu.” Dedi. İka ona bakıp göz devirmişti. Su yeşili parıltılar olan uzun saçları iki küt boynuzu, alnındaki üç mücevheri ve iri cüssesi ile Sant’ın tam zıttı bir görüntüye sahipti. Ama ikisini bir arada tutan bir şey vardı. İkiside yaratılmış insanlarla birlikte olmayı severdi. İnsanlarla üreme yasağını babaları getirene kadar bu işten zevk almışlardı. İka kendi soyunu yaratmış ve son krala kadar bu soy yüz yıllarca hüküm sürmüştü.
“Bir insana ölüm gücünü vermiş Tesna, şimdi yaşam gücünü vermesi için Hammuaş’ı ikan etmeye çabalıyor. Nilamani adını yaşatmaktan falan…” Sant devamı dinlemeden ayaklanmıştı. “Ben varım, dünyada yeni bir sürü tür oluşmuş, beyaz ve kızıl saçlıların yanı sıra bir sürü farklı insan… Hadi gidelim.” Demişti. Ave ona bakıp gülmüştü. “Ahmak, sen ve İka asla oraya gelemez. Sizin oyunuzla olacak şey mi bu? Hem yaşam gücü öyle kolayca verilen bir şey değil. Hammuaş gücünü verirse eski gücüne…” Birden derin bir sessizlik oluşmuştu. Hepsi Tesna’ya dönmüştü. Sessizlik keskin bir bıçak gibiydi. 11 tanrıda gözleri Tesna’ya kilitlenmiş ona bakıyordu.  
“Sen…” demişti kenarda sessizce oturmuş olan Tabrizi. Dünyada varlığını en uzun süre koruyan ve hala gidip gelebilen nadir tanrılardandı. Yıkılmamış tapınağı vardı ve arada bir oraya gidiyordu. “Tesna abi sen gücüne kavuştun mu?” dedi. Tesna onlara bakıp bir an duraksamıştı.
“Sanırım evet.” Dedi. Hammuaş birden ayaklanmıştı. Öfkesini saklayamamıştı.
“Dışarı çık ve beni bekle Tesna. Bu bir kuraldı. Bunu yıkamazsın.” Demişti. Azatod onlara bakıyordu. “Ne kuralı?” demişti. Yaksotat gülmeye başlamıştı. “Lanet olsun aramıza yeni tanrılar eklenecek. Babamızın koyduğu bir kural. Eğer onun sana atadığı yeteneği başkasına devredip doğduğunda var olan gücüne dönersen atanan kişi tanrı olarak yükselir.” Dedi. Azatod ona bakıyordu. “Aman tanrım sen Tulhu ve bana yeteneğini mi verdin? Güneş baba beni affetsin bir nevi seninle yattığımda yaratıcımla yatmış oldum.” Demişti. Tabrizi onlara bakıp yüzünü buruşturmuştu. “Gerçekten çok tuhafsınız. Tulhu yanınızda delirmeyerek gerçekten güçlü olduğunu göstermiş.” Hammuaş konuşmaları susturmak için masaya yumruğunu vurmuştu.
“Bir tanrı daha yaratamazsın. Herkes son olacağı konusunda söz verdi.” Dedi. Tesna ayağa kalkmıştı. “Biraz geç kalmış olabilirsin. Bak.” Demiş ve göğsünü açmıştı. Güneş’in simgesi olan nilüfer çiçeği mührü kaybolmuştu. İkiside silinip gitmişti. Güneş onları mühürlemiş ve şimdi mühür bir başkasındaydı. “Eski gücüme dönmem zaman alacak ama eninde sonunda olacak. Ve yarım kalan işimi yapacağım. Annemizin adını yaşatıp, sönmüş babamızı tekrar ışık saçarken göreceğiz.” Demişti. Tesna babasının ışığına aşıktı. Hammuaş ise annesinin ışığına âşık olarak doğmuştu. Birisi Güneş’in azmini, diğeri Nilamani den almıştı azmini… İlk çocuklarıydı sonuçta onlar.  Hammuaş derin bir nefes vermişti. “Tesna senin amacın ne?” Hammuaş bunu sorarken sakin ve rahattı.
“Kendimi affettirmek istiyorum. Yoruldum, yaşlandım ve usandım. Yarattığım hatayı düzeltmek için bir şansım var.” Hammuaş sakince geri yerine oturmuştu. “Nasıl bir şans? Eğer babam izin vermeden gücünü kazanırsan seni öldürür. Son ışığına kadar her şeyini alır.” Tesna buruk bir ifade ile gülümsemişti. “Bunun farkındayım. Ama önemli değil. Bizlere sonsuz bir yaşam verildi. İstediğimizi yaratma ve yok etme gücü…” yorgunca başını öne doğru eğmişti. “Ben sanki artık amacım yok gibi hissediyorum. Her sabah kalkıp bir çiçeği sulayan bir insan vardı. Her sabah güneş tam doğarken. Bunun için uyuyup uyanıyor ve hayatta kalıyordu. Ben artık neden varlığımı sürdürmem gerektiğini bilmiyorum.” Duraksamıştı. Gözleri yere doğru dikilmişti.
“Sadece sönüp gitmek istiyorum.” Dedi. Masada korkunç bir gerginlik vardı. Tesna yavaşça ayağa kalkmıştı.
“Kararımdan vaz geçmeyeceğim. Gücümü bir insana veriyorum. Elimden gelenide yapmaktan vaz geçmem. Sonunda sönmüş bir tanrı olacaksam bu zaten isteğim. Sizi ikna etmek için de gelmedim. Sadece özür dilemek istedim.” Hepsi ona bakıp kalmıştı.
“Size örnek olmamız gerekirdi. Birimiz karanlığın, birimiz aydınlığın temsilcisi olmalıydık. Rollerimizi bilmeliydik. Bunu bu saatten sonra düzeltemem de. İnsanlar kendilerine rol biçmişler. Kendi iyilerini, kötülerini ve tanrılarını yaratmışlar. Adil olan bir şey kalmamış. Bizim annemizin hatırası için var ettiğimiz dünya utanç duyulacak bir yer haline gelmiş.” İçeri girdiği kapıya doğru dönüp birkaç adım atıp ardından durmuştu.
“Sizi gördüğüme sevindim. Umarım bir gün yine sizleri görmek için şansım olur.” Demişti. Tesna cezalandırılan bir tanrıydı. Abisi Hammuaş onun kadar suçlu değildi. Bütün bu düzenin bozulması onun yarattığı insana aşık olmasıyla başlamıştı. Kendi ışığından var ettiği kadına aşık olmuş ve Ungur Pan’da dev kartal tepelerinde onunla evlenmişti. Hammuaş’a verdiği sözü unutup orada bir hayat kurmak istemişti. Abisinin onu defalarca çağırmasına rağmen gelmemiş ve Hammuaş yalnızlığını bastırmak için kendi soyunu yaratmıştı. Ne olduysa orada olmuştu. Eski efsanelerin çoğu olayı yanlış biliyordu. Bir çok tanrı ve yazıcı Tesna’nın masum aşkını bilse de kimse Hammuaş’ın yalnızlıkla imtihanını ve Tesna’nın onu öldürmek için savaştığını yazmamıştı. İlk kılıcı çeken Tesna olmuştu. Abisinin yarattığı ırkın göz boyayıcı güzelliği olduğu ve asla Ung soyu kadar güçlü olmayacağını gerekirse bu dünya da kendi soyunu korumak için savaşacağını söylemişti. Hammuaş kardeşine hep düşkün olmuştu. Onun var edilişini görmüş ve büyümesini izlemişti. Nilamani ve Güneş’in ikinci çocuğunun abisini örnek alması beklenirken gücünün coşkusu ve kibrine yenilmişti. Güneş onun elinden yaratma gücünü alıp ölümü vermiş ve ölen her ruhun yükü ile cezalandırmıştı. Tesna ardı ardına savaşlarla gelen ölüler yüzünden kendini çürüyor hissediyordu. Ona verilen cezanın farkına varmak için çok uzun zamanı vardı. Şimdi bu cezanın son bulmasını istiyordu. Ölüm tanrısı olmak yerine eski Tesna olmak için can atıyordu. Abisi ve kardeşlerini ikna edemeyeceğini biliyordu. Sadece ne yapacağını görmelerini ve bunu telafi etmenin yolunu arıyordu.
“Yıldızlar neden bu kadar parlak?” Hammuaş terasta dikilen Tesna’nın yanında durup konuşmaya başlamıştı. Tesna ona bakmadan karanlık sonsuzlukta parlayan yıldızlar bakıyordu.
“Ölü ruhlar… Savaş o kadar korkunç bir hal aldı ki, henüz beşiğinde uyuyan bebekler bile bir avuç toprak için öldürülüyor.” Hammuaş bunu duyunca ona bakıp gülümsemişti.
“Benden nefret etmene rağmen hala onayımı almak için neden uğraşıyorsun. Senin de beşikteki bebeğini öldürdüm ben.” Gözleri parlayan yıldızlara dönmüştü tekrardan. “Karını ve çocuklarını acımadan öldürdüğüm için benden nefret etmen gerek.” Tesna başını iki yana sallamıştı. “Senden nefret edemem abi. Hatalı olduğumu biliyordum ama bir anlığına babam gibi olmak istedim. Bir aile… bir kadın sevmek istedim. Babam anneme ve onun yarattığı dünyaya aşık olmuş. Karanlıkta parlayan bir yıldızken etrafında dolaşan o ışığı görünce aşık olmuş. Binlerce büyük yaratıcı gibi yalnız olmak yerine bir yıldıza aşık olup onunla var olmak. Ne büyük cesaret. Bizleri var etmek için annem son ışığına kadar uğraştı. Babama bizleri bırakıp onun mutlu olmasını istedi. Şimdi geldiğimiz hale bak. Babamın parladığını en son göreli milyarlarca yıl olmuş olmalı. Bizimle ne zaman konuştu hatırlamıyorum bile. Hayal kırıklığıyız.” Hammuaş onun omzuna elini koymuştu.
“Geçmişe takılmamalısın. Kardeşlerimiz yeni yerler yaratıp var olan evreni genişletmek için uğraşıyor. Nilamani bizim için hep bir kalp ağrısı olmaktansa onu yok etmek…” Tesna ona doğru çevirmişti yüzünü. Gözlerinde yıldızların ışığı parlıyordu. “Bana son bir şans verin. Son defa… Olmazsa kendi ellerimle yok edeceğim. Sadece denemek istiyorum. Sanki bu sefer doğru olanı yapacakmışım gibi geliyor.” Dedi. Hammuaş yorgunca gülümsemişti.
“Hatlar yaparız Tesna, bunları düzeltmek için uğraşırız. Herkese şans verilmesi gerekir. İkimizde yüz yıllarca bir yıldıza zincirlendik ve çıktığımızda bir daha hata yapmamamız söylendi. Eğer işler yolunda gitmezse babamız seni öldürecektir. Eğer bu ölüm yükü sana ağır geliyorsa sana yardım edebilirim.” Tesna ona bakıp kalmıştı. Abisinin her zaman bencil olması gerektiğine inanırdı. Yalnızlıktan korktuğu için herkese iyi davrandığını düşünürdü. Gülümsemişti.
“Sorun değil, ben bir şekilde baş edebileceğime inanıyorum. Bana karşı çıkmak isterseniz…” Hammuaş kardeşini sıkıca kucaklamıştı.
“Bu olmayacak. Konuştum onlarla. Katılmak isteyenler katılsın diye. İstemeyenler ise… sana karşı çıkmayacak.” Dedi. Tesna gülümserken gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Hammuaş’a olan bu sonsuz güveni onu hep daha perişan hale getirse de abisinin gücünü hissediyordu. Ve bundan mutlu olmak istiyordu. Yok olmaya yüz tutan dünyayı düzeltmek için seçtiği insana güvenmekten başka şansı yoktu. Ona verdiği sözleri tutmak istiyordu. Ama kaderin huzursuz sonunu biliyordu. Milos’u hayatta tutmak için elinden geleni yapmak istiyordu. Andrjez’e söz vermişti ve bir tanrı sözünde durmalıydı.
“Sana bir dilek hakkı vereceğim Tesna. Eğer başın belaya girerse beni çağır. Yaşam olarak orada var olup sana yardım ederim. Ama bunu bir defa için yapacağım. Gücünü kazandığında ödeşiriz.” Tesna onu bırakıp doğrulmuştu.
“Ağladığımı ve gücümü kaybettiğimi kimse söyleme lütfen.” Demişti. Hammuaş gülüp onun kafasındaki kaska benzer kartal başlığına vurmuştu. “Merak etme, hala küçük kardeşimsin. Hepiniz öylesiniz. Ben her ne kadar kötü bir abi olsam da sizin için endişeleniyorum. Bu yüzden başın belaya girdiğinde beni çağır. Orada olacağım.”
Tesna ondan aldığı söz ile derin bir nefes almıştı. Artık tek sorunu Milos’un kendini öldürecek bir iş yapmamasıydı. Andrjez ile yarım kalan görüşmesini tamamlamak için geri dünyaya dönmesi gerekiyordu. Neyin içine düştüğünü bilmesi için ona ufak detayları vermek zorunda hissetmişti kendini. Ona bir tanrı olmaya kendini hazırlamasını söylemek için gidecek uzun bir yolu vardı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)