Kayıp Masallar 3 (18. Bölüm)

Serinin devamı geldi. Okumaya hazır mısınız?



Son Dönüş

 

Nuna oturduğu yerde sıkılmış halde elindeki kağıtlarda gözlerini dolaştırıyordu. Kapının vurulması ile irkilmişti.  Hızla kağıtları çıkardığı dosyaya doldurup yatağın altına doğru iteklemişti. Ayağa kalkıp kapıyı açtığında Milos ile karşılaşmıştı. Andrjez’den haber alamamış ve neler olduğunu bilmezken birden Milos’un çıkıp gelmesi ile şaşırmıştı.
“Mirel!” demişti. Nuna bu ismi duymayalı yıllar olmuş gibi irkilmişti.
“Bay Roluge?” Milos yağan yağmurda ıslanmış saçlarını eliyle geriye doğru iteklemişti.
“Üzgünüm haber vermeden geldim. Andrjez için buradayım.” Demişti. Nuna onu içeri doğru davet etmişti. “İyileştiğini duydum ama henüz benimle irtibata geçmedi. Anlaşılan aranız düzelmiş. O zaman gerçekte…” Milos hemen paltosunu çıkarı kenarı koymuştu.
“Evet, evli olmadığınızı biliyorum. Senin beni yakından tanıyıp araştırdığını ve bunu Andrjez’in istediğini düşünmemi istediğini biliyorum.” Nuna ona bakıp kalmıştı. Anlaşılan ufak sırları ortaya çıkmaya başlamıştı.
“Sanırım seni hafife almışım. Peki Andrjez nasıl?” Demişti Nuna kapıyı kapatırken. Milos kenarda duran içkiyi göstermişti.
“Andrjez iyi. Haberin olmasını istedim. Eskisinden daha iyi ve daha mantıklı düşünüyor gibi. Umarım.” Demişti. Oturduğu sandalyede kasvetli odaya göz atmıştı. Nuna’ya bakıp gülümsemişti. Nuna ise sakince onun yanına doğru sokulmuştu.
“Gerçek adımı kim söyledi sana?”
“Bir kuş. Bu önemli mi?”
“Aslında evet, önemli çünkü burada olmamın sebebini biliyorsun demektir bu!” Milos gülümsemişti.
“Biliyorum. Düşününce senden nefret etmiştim. Andrjez’in senin gibi birisi ile evlenmiş olması bana ağır gelmişti. Yanlış anlama, güzel bir kadınsın ve hoşsun. Sorunda bu biz sanki…” Nuna onun karşısına oturup bir sigara yakmıştı.
“Benziyoruz.” Milos onun yerine bu kelimeyi söyleyen kadına bakıp ikram ettiği sigarayı geri çevirmişti.
“Evet, ikimiz fiziksel olarak benzemiyoruz sadece. Düşüncelerimiz ve hareketlerimiz yüzünden de benziyoruz.” Dedi. Nuna ona bakarken bir kaşı havaya doğru kalkmıştı. “İkimizde korumak istediğimiz kişiler için bir şeyler yapmaya çalıştık. Sen bir hayat kadını oldun. Ben ise ordu köpeği. Ama ikimizde sevdiklerimizi korumak istedik.” Nuna alaycı bir biçimde gülümsemişti.
“Andrjez’in benim için anlamını tahmin edebiliyorsundur. Senin oğlun ne kadar kıymetli ise benim içinde Andrjez o kadar kıymetli.” Nuna ona bakarken artık alaycı gülüşü yoktu.
“Çok güzel bir çocuk.” Derken Milos ceket cebinden fotoğrafı çıkarıp ona doğru uzatmıştı. “Yetiştirme yurdunda tutulduğunu öğrendiğimde üzüldüm ve onu oradan çıkardım. Artık güvende. Korkmana gerek yok.” Nuna birden ona bakıp kalmıştı.
“Oğlumun bu işle alakası yok. Onun hayatı…”
“Sakin ol Mirel. Ona senin soy adını taşıyan bir kimlik verdim. Benden korkma.” Demişti. Nuna ona bakıp kalmıştı. “Bana daha fazla Mirel deme.” Derken sesi titriyor, sigara tutan parmakları histerik bir titreme yaşıyordu. “Peki, Nuna. Sadece sakinleş ve beni dinle.” Demişti. Nuna ona bakarken gözleri dehşet doluydu. Sakin kalamıyordu.
“Onlara çalıştığını biliyorum. Seni neyle tehdit ettiklerini biliyorum. Ama oğlun güvende. Benim güvencem altında. Onu bulamayacakları bir yere gönderttim. O yüzden şimdi açık açık konuşalım.” Milos onu sakinleştirmek ve bir hata yapmasını engellemek için durgun bir ses tonu ile güven vermeye çabalıyordu.  “Seni tehdit etmek için burada değilim. Ben yaşadığın şeyi biliyorum. Mecburiyeti ve içindeki çaresizliği. Andrjez’in adı geçip istediklerini yapmazsam onu ve ailesini, ailemi öldüreceklerini söylediklerinde ellerim kollarım bağlı şekilde suyun altında gibi hissettim. Nefes alamadım. Her gün boğuldum. Sonunda ise dönüşü olmayan bir hastalığa yakalandım.” Nuna onu dinlerken sakinleşmeye başlamıştı. “Her şeyimi elimden alacaklardı. Daha önce yaptılar. Babamı, annemi ve hayatımda ilk defa beni anlayan kişiyi aldılar. Yine başıma gelecek diye çok korktum. Ve bu korku beni hasta etti. Seni de hasta ediyor. Bun görüyorum. Benden saklama lütfen.” Demişti. Nuna boğazına bir şey takılmış ve boğuluyor gibi hissetmişti. Gözlerinin akı kızıla dönerken dudakları sıkı sıkıya kapanmıştı. Eli boğazına doğru gidip derisini kavramıştı parmakları. Beyaz teni kızarana kadar sıkmıştı etini. Bırakmadan öylece tutuyordu. Milos onun kenarı koyduğu tabakaya uzanıp bir sigara alıp yakmıştı.
“İnsanlar çok acımasız oluyor Nuna. O kadar korkunç şeylere bizleri zorluyorlar ki, yapmak istemediğimizde kendi hayatımızla tehdit edilmiyoruz. Sevdiklerimizi öldürmek istiyorlar. Onlara öldür beni diye bağırdığında gülüp silahı başkasının başına dayayıp geriye doğru saymaya başlıyorlar. Yaptığımız ufacık hataları bir kar tanesi olmaktan çıkarıp büyük bir çığ haline getiriyorlar. Seni zorla evlendirdiler değil mi?” Nuna konuşamıyordu. Sadece ona bakıyordu. Bir eklime çıksa ağlayacak ve kendini savunmasız gösterecekti. Korkuyordu. Hep korkmuştu.
“Seni dövüyor ve sözde bunu kimseye ispatlayamazsın diyordu. Sonuçta o tanrının huzurunda yer alan bir rahipti. Yaptığın bir hata yüzünden, sevip sevişmiş olmaktan dolayı o adamla cezalandırdılar seni. Karnında onun olan çocuk yüzünden elin kolun bağlı kaldın. İnsan sevdikleri için her şeye katlanır Nuna. Bunu biliyorum İnsan sevdiği birisi zarar görmesin diye ölmek, öldürmek ister. Sende bunu yaptın. Onu öldürdün. Tanrıya olan inancıyla tertemiz olduğu söylenen o adamı defalarca ve defalarca öldürdün. Önce çocuğunu sonra özgürlüğünü elinden almaya kalkıştılar. Şansın yoktu. Mecburdun.”  Nuna gözlerinden akan yaşları yanaklarında hissediyordu. Milos yanan sigaraya dikmişti gözlerini. Onu ağlarken görmek istemez gibi gözleri loşlukta süzülen dumanı izliyordu. Çekinmesin, ürkmesin diye çabalıyordu.
“Onu öldürdün ve oğlunu geride bırakıp başka bir kimlikle kaçtın. Genç, cahil ve güzel bir kadın… Başkent gibi bir pislik yuvasında canını çok yaktılar. Ama her şeye rağmen ayakta kalabildin. Kim için?” elindeki resmi sallamıştı. “Onun için. Onun için o adamların pisliğini görmezden geldin. Onun için adını ve doğduğun yeri unuttun. İnsanı en çok sevdikleri parçalar Nuna. Bunu istemezler ama onlar bizim yumuşak yanımızdır. Bizim hep zırhımızdaki kör noktadır. İstemeseler bile hep bu gerçekle karşılaşırlar. Tıpkı bizim onlar için birer yumuşak taraf olmamız gibi.” Nuna gözlerini elinin tersi ile kurulamıştı.
“Ne… ne istiyorsun?” demişti. Milos bunu duyunca kadına dönmüştü.
“Burada ya seni öldürüp gideceğim ya da bana gerçeği söyleyeceksin.” Demişti. Nuna ona bakmıştı. Külü yere düşüp sönmüş sigarası parmakları arasından kaymıştı. “Oğlum?”
“Merak etme, ben cani birisi değilim. Onun hayatta kalmasını sağlarım. Ülke dışına gönderir bir daha kimsenin bulamamasını, sakin bir yaşamı olması sağlanır.” Dedi Milos. Nuna ona bakıp kalmıştı. Korkuları kalbinde bir sancıya sebep olmuştu.
“Beni… beni öldürdüğünde eline ne geçecek ki?” Milos’un ne bildiğini anlamaya çabalıyordu.
“Seni öldürdüğümde, oğlun ve Andrjez’in hayatını kurtarmış olacağım. Buna razı olmadığın için seni öldürdüğümde pişman olmayacağım. Aksine iki kişinin hayatını bir kişinin yaşamını sonlandırarak kurtarmış olacağım.” Dedi. Nuna bir süre ona bakmıştı. Milos ona sigara tabakasını uzatmıştı. “Düşünmek için zamanın var. Oğlunun hayatını garanti ederim. Fakat senin yaşamın için söz veremem. Alacağın karara bağlı.” Dedi. Nuna sigara alıp yakmış ve hızlı hızlı içmeye başlamıştı. Gözlerine sürdüğü maskara akmış ve yaşlarla beraber yanaklarına doğru siyah bir leke oluşturmaya başlamıştı. Milos sakince onu izliyordu.
“Nasıl anladın?” demişti Nuna ona bakıp. Milos gülümsemişti.
“İnsanlar beni aptal sanıyor. Mecbur ve bir şeye bağımlı. Ama bilmedikleri şey ise ben gözlemlerim Nuna. Sürekli olarak gözlemlerim. Masandaki o kağıtlar. Ramsy seninle yakınlaştı çünkü o okuma yazma bilmediğini sandığın aptal gördüğün kişi odadan ki dosyaları okudu. Bana söylediğinde ise seni kimin gönderdiğini bulmam gerekiyordu. Andrjez’i beni kontrol etmek için kullanacak kişilerin kim olduğunu tahmin etmekte zorlanmadım.” Dedi. Nuna ona bakıp kalmıştı.
“Neden Ramsy bana rol yaptı. O sadece seyis.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Seyis olabilir ama okuması var. En başından beri onu yanında tutarak aptal kadın rolü yaptığını biliyordum. İnsanların gözleri yalan söylemez.” Geriye doğru yaslanmıştı.
“Andrjez’in evlenmediğini biliyordum. Sadece bu oyuna neden ayak uydurduğunu anlamamıştım. Sana sinirlendim çünkü gizemli şeylerden hazzetmem. Andrjez’in buraya gelecek olması beni korkutuyordu. Ama sen daha çok korkuttun beni. Andrjez’i buraya sürükledin. Ve beni sanki bir kader oyunu gibi burada buldun. Kimsenin bilmemesi gereken bu ücra pansiyonda. Benden vitrindeki bir elbise gibi söz edip Andrjez’in buraya gelmesini sağladın. Bunların hepsini senden ordudan birisi istedi. Kimin istediği önemli değil. Sonuçta düşmanlarımı biliyorum. Dostlarımı ise hala tam olarak bilmiyorum. Araştırınca seni buna zorladıklarını anladım. En başından beri seni Andrjez’in bu genel ev tutkusunu kullanarak onun dibine sokmak isteyecek kadar zeki değillerdir diye düşünüyorum.” Dedi. Nuna başını usulca sallamıştı.
“Bana birisi geldi. Akşam eğlencesi için birkaç teğmenin geleceğini söylediler. Andrjez Dejan’ın resmini verip onu baştan çıkartmamı emrettiler. Kadınlara düşkün olduğunu ve birisini aradığını söylediler. Ben seni bir kadın sanmıştım. Yani onu baştan çıkarmam gerekiyordu. Karşılığında suçum affedilip oğlumu alabilecektim. Ama işler istediğim gibi gitmedi.” Milos merakla onu diniliyordu.
“Nasıl gitmedi?”
“Beceremedim. Benimle olmak istemedi. Olmadı hatta. Sonra birden güneyli olduğum için senin yanına getirmem için onun aklına girme fikri geldi. Belki de daha iyi olur diye düşündüm. Onu gaza getirdim. Ve buraya gelmesi için aklına fikir soktum.” Milos başını usulca sallamıştı.
“Zekice.” Milos onu sakince dinlerken yorum yapmıştı. Nuna acı bir tebessümle derin bir soluk çekip almıştı. “Seninle buluşmasını sağlayacaktım. Onu uzak tutmak için nefret etmesi için uğraşacaktın. Ama kaza… O kaza olunca işler karıştı. İkiniz burada olup kavga edecektiniz ve Andrjez yıkılacaktı. Onlar düşmüş insanları alıp kandırmakta iyiler. İşlerine geldikleri gibi kullanıp atmayı seviyorlar.” Dilmiş gözlerinden bir iki damla yaş oluşan maskara lekesini silerek süzülüp çenesinden damlamıştı. Milos sakince onu dinlemeye devam ediyordu. İşin içinden çıkamayacağımı düşünüp onu vurdurdular. Ve beni de öldürecekler muhtemelen.” Milos uzanıp cebinden çıkardığı ipek mendili ona uzatmıştı.
“Bunu yapmaya çekinmeyecekler. Ama işler değişti Nuna. Bu ihanet olayı ve senin tarafınla alakalı şeyi sadece üç kişi biliyor. Yüzbaşı Dejan, ben ve Ramsy. Bu buradan çıkmayacak. Ve senin her zaman bu tarafta olduğunu bilecekler. Endişelenme.” Nuna başını sallayıp beyaz mendille gözlerini kurulamıştı.
“Beni öldürecekler. Kimsenin yaşamasına izin vermezler. Ramsy, o da ölecektir.” Dedi. Milos bir an için kaşlarını çatıp ona dikmişti gözlerini. “Onlardan daha güçlü olmaya başladık. Ayaklanma sadece ordunun içinde olmayacak. Bunu biliyorsun değil mi?” dedi. Nuna başını sallamıştı.
“İnsanlar fısıldıyor. Yoruldular ve tükendiler.”
“Evet, artık savaş istemiyor kimse. Bir kahraman olmak ve oğlunla ter temiz bir sayfa açmanı istiyorum. Kendine bir şans ver.” Dedi. Nuna yavaşça başını sallamıştı.
“Oğlum için ne olsa yaparım. Bu tamamen kişisel bir durum olacak.” Dedi. Milos gülümsemişti.
“Benimde davam kişisel. Sadece biraz olsun mutlu olmak için yapıyorum bunu.” Dedi. Nuna ağlamaklı bir ifade ile gülmüştü.
“Korkunç bir adamsın.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Bu gördüğün hiçbir şey.” Demiş ve ayağa kalkmıştı. Yüksek bir sesle dışarı doğru seslenmişti.
“Getirin onları.” Dedi. Kapı açılınca iki adam içeri birkaç kişi tarafından iteklenip yere düşürülmüştü. Dövülmüş ve fazlasıyla hırpalanmışlardı.
“Yetimhane müdürü. Oğlunu vermek istemedi. Ve bu kadında onlara bakması gerekirken aç bırakan kişi. Oğlunun canını yakan kişiler. İlk eylemim bu.” Demiş ve birden silahını çekip ikisini de vurduğunda Nuna olduğu yerden sıçramış buz gibi bir ifade ile onlara bakıp kalmıştı.
“Oğlunu görmene izin vermiyordu değil mi? Ona emanet ettiğin oğlunu orduya satmaya kalkışmıştı. Merak etme artık kimse onları bulmak istemeyecektir.” Demiş ve adamlara dönüp cesetleri kaldırmalarını işaret etmişti.
“Babam her zaman tutamayacağın sözler verme derdi. Ben hep gücümün yettiğini yapmak için konuştum. Boşa konuşmuyorum. Kararını verdiğinde bana bildir. Bu numarayı ara.” Cebinden çıkardığı ufak kâğıdı uzatmıştı. “Telefonu açan kişiye iyileştiğini söyle. Bir süre odanda kal. O süreye kadar eğer cesedini bulurlarsa kararına saygı duyarım.” Demiş ve az önce adamları vurduğu silahı komodine bırakmıştı. “Beni ararsan oğlunu görmen için seni almaya birilerini göndereceğim.” Dedi. Nuna ona bakıp kalmıştı. Çoktan kararını vermişti. Ama biraz olsun sadece yalnız kalmak istemişti.
“İyi günler Bayan Savelli.” Demişti. Nuna’nın kızlık soy adıydı bu. Milos çıkarılan cesetlerin ardında kalan kan izine bakıp kapıdan çıkıp uzaklaşırken Nuna hemen kapıyı kilitlemek için hızla oraya koşmuştu. Sadece nefes almak için yere oturmuştu.

Milos arabaya bindiğinde Ramsy ona bakıyordu. “Konuşma nasıl geçti?” demişti. Milos ona bakıp direksiyonu iki eliyle sıkıca tutmuştu.
“Seni çiftliğe götüreyim. Yardımın için teşekkürler.” Demişti ifadesizce. Ramsy göründüğünden akıllı bir adamdı. Dışarı taşınan cesetleri görünce Milos’un çoktan Nuna’yı ikna etmiş olduğunu anlamıştı.
“Ben giderdim.” Milos onu duymazdan gelip kontağı çevirmişti. Pansiyondan inen yoldan gidip çiftliğe dönen yola girmişti. Kış geliyordu. Tarlalar çoktan son ekinlerini kaldırmıştı.
“Çiftlik sahibiyle aran nasıl?” demişti Milos sessiz gerginliği bastırmak için. Ramsy yolu izliyordu dalgın halde.
“İyi…” demişti. Konuşmak istemiyor gibiydi. Milos bir an için ona bakmıştı. Bir çocuk gibi küskün duruyordu.
“Andrjez’in seni vurmaya kalkıştığını söyledi mi sana?” Ramsy başını sallamıştı. Nuna ona dikkat etmesini, Andrjez ile zıtlaşmamasını söylemişti.
“Onun adına özür dilerim. Biraz fazla agresif. Bazen fazla ileri gidebiliyor. Canını yakmasına izin vermezdim zaten.” Ardı ardına konuşurken gözü yoldan ayrılmıyordu. “Ama merak etme, artık bir sorun olmaz. Benimle görüşmeyeceğin için seni sorun olarak görmez.” Ramsy bunu duyunca ona doğru çevirmişti başını.
“Ama merak etme. Yani ben senin için çiftliğe yatırım…”
“İstemiyorum. Daha önce de sana söylemiştim. Bu iş artık para mevzusu değil. Benim için çok fazla olduğunu biliyorum ama bir defa olsun bana şans veremezdin değil mi?” Milos başını yavaşça sallamıştı.
“Bunun mümkün olmadığını biliyorsun. Seninle ilk karşılaştığımız günde söylemiştim. Birisini alabilecek bir kalbim yok. Oranın dolu olduğunu bilerek bu işi kabul ettin. Şu zamana kadar bir defa olsun canımı yakmadın ve ne dersem yaptın. O yüzden ben…” birkaç saniye duraksamıştı. “Ben kendini kullanılmış gibi hissetmeni istemiyorum.   Seninle olan bu ilişkimizi yanlışta anlamanı istemiyorum. Benim bir bedene, senin ise paraya ihtiyacın varken ortaya çıkan bir şeydi. Ve hep öyle kalması gerektiğini söyledim. Hala bu geçerli. Hala sadece birbirini daha önce görmüş yabancılarız.” Dedi. Ramsy başını sallamıştı.
“Öyle olması gerekiyorsa olur. Ama şunu bilmeni istiyorum, bu senin üzerimde yarattığın bir etki değil. Ben en başından beri bunu istedim. Olduğum kişi buydu.” Milos ona göz ucu ile bakıp ileride yükselen çiftlik evine giden yola bakmaya devam etmişti.
“Andrjez Dejan, senin için çok mu değerli?” Ramsy bunu sorduğunda Milos çiftliğe giden yolda arabayı yavaşlatmıştı.
“Evet.”
“Ölse üzülür müsün?”
“Üzülürüm Ramsy. Ben sevdiğim birisini kaybettiğimde üzülürüm.”
“Peki ben?”
“Üzülürüm. Seni de kaybetmek istemem. İyi bir insansın. Bir geleceğin var ve akıllısın. Sen olmasan Nuna’nın onlar tarafından gönderilmiş bir casus olduğunu asla anlayamazdım.”
“Anladım. Sen daha fazla gelme. Ben burada inip yürürüm.” Demişti. Milos arabayı durdurmuş ve ona doğru dönmüştü.
“Teşekkür ederim.” Bunu söylerken gülümsüyordu Milos. Ramsy ona bakıp küçük bir tebessümle gülümsemişti. “Mutlu ol, yani bunu yap. Sonuçta mutlu olmanı istiyorum. Benimle olamıyorsun. Bunu biliyorum. O adam, Andrjez seni mutlu ediyor. Uzun süredir seni gülümserken görmedim.” Milos gülümsemesini saklamak ister gibi yanakları kızıla boyanmıştı.
“Bir şeye ihtiyacın olursa pansiyondan beni ara. Her ne olursa olsun elimden geleni yaparım.” Ramsy cevap vermeden arabanın kapısını açıp inmişti. Milos’u ve arabayı arakasında bırakıp uzaklaşırken sadece arabanın dönüp gittiğini duymak istiyordu. Çakıllı yolda tekerlekler gıcırdayıp dönmüşken onun uzaklaştığını anlamıştı. Bir süre için olduğu yerde kalmıştı. Milos’u kaybetmenin verdiği hüzün kalbine çökmüştü. Onu neden sevdiğini, neden sevmesi gerektiğini bilmiyordu. Sadece düşünüyordu. Onun hakkında düşündükçe gözleri doluyor ve içi sızlıyordu. Bir süre olduğu yerde durdu ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile yürümeye başlamıştı. Sonuçta onun için mutlu olması gerekiyordu. Onun huzurlu olmasını isteyecek kadar seviyor olmaktan rahatsızlık duymuştu. Çiftlik evine doğru yürürken orada bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştı. Ahırın ışıkları yanıyordu. O gelmediği sürece ışıkları kimse yakmazdı. Ve büyük salonun perdesi kapalıydı. Bu normal olamayacak kadar tuhaftı. Biraz daha hızlanarak oraya yaklaşmıştı. Ne olduğunu anlamak için çiftliğe girmesi gerektiğini biliyordu. Ama buna gerek bile kalmamıştı. Yaklaşınca bir askeri arma taşıyan kamyon ve iki yabancı görmüştü. Onların kim olduğunu biliyordu. Milos’u tehdit edenlerin tarafında olanların adamlarıydı. Bir süre onları gözetlemek ve neler olduğunu görmek için çitlerin arasına yığılmış saman balyalarına doğru sessizce süzülmüştü. Oraya girip ahırı göreceği bir yere geçmişti.
“Sence onu bulurlar mı?” demişti nöbet tutarken bir sigara yakmış olan adam. Diğeri alaycı bir şekilde gülmüştü. “Yüzbaşı o ibneyi bulup konuşturun dedi. Bulamazsa bu teğmenin sorunu.” Demişti. Ramsy ne yapacağını bilemeden onları diniliyordu. Kendisinden söz edildiğini anlayacak kadar zekiydi. Bir an için onu arayan kişinin Andrjez olduğunu düşünüp ortaya çıkmak istemişti. Ama ahırdan kolları sıvanmış, botlarına samanla karışık dışkı bulaşmış bu yüzden yüzü ekşimiş bir genç teğmen çıkmıştı.
“İçerisi leş gibi kokuyor. Onları alıp salona götürün. Konuşacakları yok gibi.” Demişti. Askerlerden birisi sigarasını yere atmış diğeri ise hemen koşup içeri girmişti.
“Çevredeki başka evlere baktınız mı?” Teğmen bunu sigarasını söndüren askere doğru yaklaşıp sormuştu.
“En yakın ev ile aralarında baya mesafe var. Bir haber çıkmadığına göre onu görende olmamıştır.” Teğmen derin bir iç çekmişti.
“Geldiğim gün beni soktukları pisliğe bak. Çabuk diğer botlarımı getir.” Diye bağırmıştı. Asker hemen aceleyle kamyonete doğru koşmuş ve teğmen arkasından bağırmıştı. “Sersem işe yaramazlar.”  Ramsy nefesini tutuyordu adeta. Bir süre sonra çiftlik sahibi ve ailesi sürüklenerek eve sokulurken onlara bakıp kalmıştı. Gerçekten Ramsy’in nerede olduğunu bilmiyorlardı. Bilselerdi bu işkencelere maruz kalmak yerine onu satarlardı.
“Size söyledim. Onun sürekli pansiyonda buluştuğu bir adam var. Adam zengin ve ona para veriyor. Ailemi bırakın.” Yaşlı adam ağlarken bunları söylüyordu. Teğmen gülmüştü. “Hangi pansiyon?” adamı sürükleyen asker lafa girmişti.
“Efendim, gelirken tepede gördüğümüz pansiyon. Dolin Pansiyonu. Bu taraftaki tek konaklama yeri.” Teğmen yüzünü buruşturmuştu.
“Achube denen aptalı karısı orada vurmuştu değil mi?” dedi. Asker daha önceden Achube’yi tanıyordu. Onun hakkında konuşmak yerine başıyla onay vermişti. Teğmen gerinip yeni cilalanmış botlarla koşan askere doğru yürümüştü.
“Efendim bunları?”
“Vurun! Yüzbaşı arkada kimse kalmasın dedi. Sonra da içeri koyup evi ataşe verin. Seyis yaptı der geçeriz.” Demişti.  Ramsy bunları duyduğunda olduğu yerde bütün bedeni kaskatı kesilmişti. Neden onun peşine düşülmüştü? Bunu anlayacak kadar vakti yoktu. Kaçması ve Milos’u bulması gerekiyordu. Harekete geçmek için doğru anı bulduğunu düşünmüştü. Herkes içeri doğru girerken kıpırdamak için geriye doğru çekildiğinde ensesinde bir el hissetmiş ve el yavaşça ağzını kapatmıştı. Ona vurabilir ve bir arbede çıkardı.
“Sakin ol! Sana zarar vermeyeceğim.” Ses tanıdıktı. Ağzındaki el yavaşça çekildiğinde başını çevirmişti. Öldü diye konuşulan üst Teğmen Achube İllarea ile göz göze gelmişti. Achube’yi birkaç defa pansiyonda görmüştü. Onun dışında tanışıklıkları yoktu.
“Çiftliğin arkasında yolun sonunda arabam var. Oraya gideceğiz. Sessiz olman gerek.” Dedi. Ramsy çiftliği işaret etmişti.
“Onları öldürecekler.” Dedi. Achube silahını belinden çıkartmıştı.
“Onları merak etme. Sadece çiftliğin arkasına doğru git…” İki el silah sesi duyulunca Achube etrafa bakmıştı.
“Plan değişti. Sakın kıpırdama.” Demişti. Ramsy ona bakıyordu.
“Ateş etmeyi biliyorum.” Gözünü diğer silaha dikmişti. Achube iç çekmiş ve silahı çıkarıp ona vermişti. “Buradan çıkmak için gitmelerini bekleyelim.” Dedi. Ramsy ona bakıp elindeki silahı terlemiş elleri arasında sıkıca kavramıştı.
“Burada olduğumu Bay Roluge mi söyledi?” dedi. Achube ona bakıp gözlerini kısıp hafızasını yoklamıştı.
“Bay Roluge? Milos mu?” Ramsy başını sallayınca Achube alay eder gibi gülmüştü.
“O söylemedi. Aslında buraya birinin ne haltlar karıştırdığını anlamak için gelmiştim.” Dedi. Ramsy ona bakıp kalmıştı. Bir şey söyleyecek gibi olmuştu ama kapının açılma ve sertçe kamyonetin tekerleklerinin döndüğünü duymuştu.
“Acele etme.” Dedi Achube onu omzundan geri olduğu yere sabitleyip.
“Ama pansiyona giderlerse…”
“Gitsinler…”
“Milos, orada! Ona bir şey yapmazlar mı?” dedi. Achube birden buz kesmişti.
“Yapamazlar ama Milos ona bir şey yapabilir.” Uzaklaşan kamyonun ardından balyalarına arasından çıkmıştı.
“İçeri.” Demişti. Yavaş yavaş evin alev aldığını görmüş Ramsy. Onun emrine uymak istemiyor gibi kenarı çekilmişti.
“Telefon etmem gerek.” Ramsy başını iki yöne sallayıp uzanan telefon kablolarının kopmuş olduğunu göstermişti.
“Kesmişler. Mümkün değil.” Dedi. Achube öylece kalmıştı. “Milos onu görürse… Emin misin pansiyonda olduğundan?” Ramsy başını sallamıştı.
“Keyfi çok iyi değildi. Pansiyonun barına uğrar. Bir tür alışkanlık. Sonra oradan geri laboratuvara dönüyor.” Achube elindeki silahı hızla beline sokmuştu.
“O zaman o kamyon oraya varmadan biz varmalıyız.” Dedi. Ramsy bir an için duraksamıştı.
“Bir ihtimal daha var.”
“Ne? Çabuk konuş.” Dedi Achube sinirle.
“Teğmen Dejan’ı görmek için hemen kışlaya gitmiş olabilir.” Achube bunu duyunca başını usulca sallamıştı.
“Bu da kötü ama olsun. En azından müdahale edebiliriz.” Demişti. Onu arabaya doğru götürmüştü. Araba ana yola çıkmadan tarlalar arasında kamyonlar için bırakılmış yola girmişti. Ana yola girmeden kışlaya giden bilinmeyen yollardan birisiydi.
“Ev bulup telefon etmemiz gerek. Ben de sende o kışlaya giremez.” Dedi. Ramsy kışlaya giden dönüşün hemen öncesindeki diğer çiftliğe giden sapağı gösterdi.
“Buradan bir çiftliğe çıkabiliriz.” dedi. Achube hemen sapağa girmiş ve yokuş çıkmaya başlamıştı. Yokuşun sonunda aşağı doğru inen bir yol ve yolun sonunda ise iki katlı bir çiftlik evi gözüküyordu.
“Tanıyor musun onları? Telefonu kullanmamız sorun olur mu?” dedi. Ramsy başını iki yana sallamıştı.
“Tanıyorum. Telefonu kullanmak sorun olmaz. Ben genelde Milos’u buradan arıyordum.” Achube ona göz ucu ile bakmıştı.
“Yakınsınız anlaşılan. Yani Milos ile ikiniz bir süredir birbirinizin oldukça yakınında bulunmuşsunuz.” Ramsy onun neyi ima etmeye çalıştığını biliyordu. Yorgunca ona bakıp iç çekmişti.
“Bir süre evet. Ama şimdi değil. Teğmen Dejan ve Milos…”
“Evet ikisi hep yakındı. Manastırda da öyleydi. Henüz yeni tanışmış olsalar da Andrjez onun çok üstüne düşerdi. Sürekli başını belaya sokmasın diye etrafında dolaşıp dururdu. Onu korumak için beni bile yoldan çıkarıp yatak hane değiştirtmişti. Gerçi çok sürmeden Milos manastırdan ayrıldı.” Çiftliğe doğru yaklaşmıştı. “Sebebini başta bilmediğim için ona çok kızdım. Andrjez baya kötü olmuştu. Milos ile gidip tek döndüğünde onun öldüğünü düşünmemizi istemiş gibi davranmıştı. Sonuçta ikisi garip ve çirkin bir ikiliydi. Andrjez ve onun arasındaki çekimi herkes görse de kimse onay veremezdi. Gitmesi iyi de oldu bu sayede Andrjez adını temizleyebildi. Ordu içinde iki erkeğin o kadar yakın olması hoş olmuyordu.” Ramsy onu dinlerken kolunu camın kenarına koymuştu.
“Yani ikisi arasında bir ilişki vardı ve bunu biliyor muydunuz?”
“Yok, ikisinin arasında çekim vardı. Yani ben sanmıyorum Andrjez onunla şey yapmaz. Çünkü çok fazla kadına düşkün bir pislik. Sürekli genel evden toplayıp getirdiler onu. Abisi onu bana sorduğunda genel evde dememden bıkmıştı. Milos onu seviyor olabilir ama Andrjez onu korumak istiyor. Şey gibi… Yüzbaşı Dejan’ın kardeşini ya da beni koruması gibi. Anlıyorsun değil mi?” demişti. Ramsy gülmüştü. İnsanları pek de tanımadığını düşünüyordu Achube’nin. Milos’un Andrjez’e olan duygularını hissedecek ve onu görecek kadar yakındı. Şimdi bir umut ışığı olmasa Milos bu kadar büyük bir risk alıp hayatının eksenini kaydırmazdı. Achube’nin doğru söylediğini düşünmek istiyordu. Bunun tek taraflı bir aşk olmasını istiyordu. Milos’un onunla olması düşüncesi canını sıkıyordu. “Anlayacağın ikisi çok yakın arkadaş gibi. Birbirlerini korurlar.” Achube bunu söyleyip çiftliğin girişine arabayı bırakıp inmişti. Ramsy onun ardından inip çitlerin arasındaki demir kapıyı açıp içeri girmişti. Gün bitmeye başlamış hava yavaş yavaş kararıyordu.
“Merhaba efendim!”
“Ramsy hoş geldin.” Yaşlı adam beli bükük elinde tüfeği ile kapıda dikiliyordu.
“Arkadaşımı aramak için telefonunuzu kullanabilir miyim?”
“Tabi tabi… geç içeri.” Demişti adam kenarı çekilip kapıdan girmesini işaret ederek. Achube’de onun ardından içeri girmişti. Mutfak ve salonu bağlayan koridorda süslü bir sehpa üstünde duran eski telefona yönelmişti. Achube yanına gelip ahizeyi eline alıp bir numara çevirmişti. Çalan telefonu beklerken duvar kağıtları eskimiş duvara yaslanmıştı. Ramsy ona bakıyordu. Çiftlikte herkesin öldürülmüş olduğu gerçeği kafasına yeni dank ediyordu. Nereye gidecekti? Ne yapacaktı bilmiyordu.
“Yüzbaşım!” demişti Achube heyecanla. Karşıdan tok bir sesin boğuk konuşması duyulmuştu.
“Dediğiniz gibi çiftliğe gitmişler. Takip ederken Roluge’nin yanında yer alan bir adamla karşılaştım.” Durmuş ve dinliyordu.
“Bizde size onu bildirecektik. Andrjez’in yanına kışlaya gelmiş olabilir. Milos ile karşılaşma riski olduğu için uyarmaya gelecektim. Giriş yapar yapmaz emredileni yaptık.” Ramsy onu dikkatle dinliyordu.
“Biz, kışlaya yakın bir çiftlikteyiz. Ben içeri giremezdim. Ve…”
“Ramsy!” demişti adını hatırlatmak ister gibi genç adam.
“Ve Ramsy de sivil. Uyarmak için sizi aramaktan başka seçeneğim yoktu. Pansiyona doğru gidiyorlardı. Orada bulamazlarsa gün kararmadan kışlaya gelmek isteyecekler. O yüzden Milos’un geri gönderilmesini sağlamalısınız. Mümkünse karşılaşmalarına izin vermeden.” Durmuş ve karşıyı dinlemişti. Yüzbaşı Dejan ikili arasındaki kavganın sebebini bilmiyordu.
“Henüz orta okuldayken bir çocuk kendini odasında asmış. Aslında Viore ve bir grup çocuk bunu yapmış. Çocuğu asıp yönetime intihar demiş. Çocuk, Altais Shanix. Milos’un çok yakın arkadaşıymış. O süreçte Doktor Roluge’nin intihar mevzusu patlıyor ve sonrası biliyorsunuz. Viore onu daha önce manastırda da sıkıştırmıştı. Andrjez’i vurmak için kenarı kıstırıp benim adımı kullanmıştı. Milos onu görürse öldürmekten çekinmez. Tek bir kurşunla alnın çatına bir delik açar. Bu da planımızı bozar.” Dedi. Derin bir sessizlik olmuştu. Yüzbaşı Dejan olayın ciddiyetini anlamıştı.
“Birde bu Milos’un ayağına pranga takmak için yanımdaki adamı arıyorlar. Sanırım Andrjez’i karalamak için kullanmak isteyecek Lows. Onu ne yapayım?” dedi. Gözleri Ramsy’e kaymıştı.
“Anladım. Size tekrar ulaşacağım.” Deyip ahizeyi geri yerine koymuştu.  
“Milos’a ulaşabilmiş mi?” dedi. Achube başını sallamıştı.
“Yanındaymış. Andrjez sabahtan cepheye denetime gönderilmiş. Milos en başından beri Viore’nin geleceğini biliyormuş.” Dedi. Ardından derin bir nefes almıştı.
“Gidecek yerin var mı?” dedi. Ramsy başını iki yana sallamıştı.
“Onları duydun. Bütün suçu bana yıkacaklar.” Achube bunu duyunca gülmüştü.
“İkimizde gizlenmeliyiz. Benimle kalsan iyi olur. Ayak bağı olmazsın.” Dedi. O sırada mutfaktan bir kadın çıkmıştı. “Akşam yemeği için lütfen kalın.” Demiş ve onlara gülümsemişti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kayıp Masallar 1 (Beyaz Gelincik ve Kara Kurt Masalı)

Kayıp Masallar 3 (34. Bölüm)

Kayıp Masallar 3 (23. bölüm)